Salı Ocak 21, 2025

12 Eylül yargılandı... mı?

“Eğer biz imkânsızı yapmazsak,olanaksız ile karşı karşıya kalacağız.”[1]

Geçtiğimiz günlerde, Türkiye 12 Eylül darbesi aktörlerini “yargıladı”, “mahkûm etti”, hatta mahkeme darbeci generallerin “rütbelerinin sökülmesine” hükmetti…

Böylece, onyıllar sonra da olsa, “adalet yerini bulmuş”, ülke “darbe geçmişiyle hesaplaşmış”, ve bu yolla da “demokratikleşme yolunda çok önemli bir adım atılmış” ve hatta (galiba) “ileri demokrasi”ye geçilmişti…… mi?

Kuşkusuz fark etmişsinizdir; bu ülkede siyaset, kanayan yaralarını sağaltma adına, tarihsel-toplumsal koşulların, iç-dış konjonktürün dayattığı adımları “çok geç, çok az, çok saptırılmış/sulandırılmış” bir biçimde atmanın üstadıdır. “Kürt sorununu çözüyoruz” denir, seçmeli Kürtçe derslerle, TRT Şeş’le filan idare edilir; “Alevîlerin kimliğini tanıdık,” denir; devlet büyüklerinin Hacı Bektaş Veli şenliklerinde boy göstermesiyle yetinilir; “kadınlara yönelik şiddeti önledik”, denir, hâkime, savcıya, polise kurslar, Cuma hutbeleri, kadındansa “aile”yi korumayı hedefleyen bir yasa ile sorun baştan savılır; “taşeronu kaldırıyoruz” denir, taşeronlaşma yaygınlaştırılır…

Bu nedenledir ki “çözüm” adına atılan adımlar, genellikle “sorun”u daha da vahimleştirmek, yaraları kangrene dönüştürmekten öte bir anlam taşımaz. Bu, egemenlerin “yönetme” biçimidir; yani ezilenler ve sömürülenler üzerindeki baskıyı, her karşı çıkış dalgası yükseldiğinde şekil değiştirerek sürdürme taktiği…

AKP iktidarının bu “idare-i maslahat” sanatında usta olduğunu hepimiz teslim etmeliyiz. İktidara geldiğinden bu yana, bu ülkenin kronikleşmiş pek çok sorununu “çözüyormuş” gibi yapıp kendi “restorasyon” girişimine dolgu malzemesi kılmakta (ve kabul etmek gerekir ki her seferinde kimi “muhalifler”i “müttefik”e dönüştürmekte usta…

12 Eylül’ün bir ayağı çukurda iki generalinin yargılanması da -12 Eylül darbesinin (karşı) “taraf”ını oluşturan devrimcilerin cansiperane çabaları bir yana- iktidar açısından böyle bir farsın sahnelenmesinin ötesine geçmedi. 2010 Anayasa değişikliği referandumuna, liberalleri ikna etmek üzere son dakikada eklenmiş bir elma şekeriydi, kabul edildi. Dava gerçekten açıldı. Yargılama, ileri yaşın her türlü arazıyla malûl iki “hazret”in gıyabında sürdürüldü. Başka hiç kimseye “bulaştırılmaması” hususunda tüm heyetin aşırı özeniyle. Ne bir komutan dâhil edildi yargılama sürecine, ne bir er, ne bir gardiyan, ne bir istihbarat görevlisi, ne bir polis amiri, ne bir memur… 4 yıllık karabasan, ev baskınları, gözaltında kaybedilenler, onca işkence, idamlar, bütün bir toplumu lâl eden devlet terörü, sansür… Sanki iki iblisin yazıp sahnelediği sürreel, şom bir oyundu; o ikisini yuhalayıp sahneden kovaladığımızda “olmamış” sayabileceğimiz. Nitekim, yeni devletlûlar, oyunun sonunda; “haydi artık, soğutun yüreklerinizi” deme yüzsüzlüğünü gösterdiler bizlere; “adamlar 100 yaşına merdiven dayamışlar; cezaevine atsak ne olur. Hem bakın, rütbeleri de söküldü; öldüklerinde devlet töreni de yapmayacağız… Unutun olup bitenleri.”

Neyi unutalım? Nasıl soğutalım yüreğimizi? Er Kenan Evren ile er Tahsin Şahinkaya’nın, diğer kafadarlarıyla birlikte yaptıkları darbeyle idam edilen, işkencelerle katledilen, bir kısmının kemiklerini hâlâ aradığımız yüzlerce canımızın, cezaevlerinde, işkencehanelerde karartılan hayatlarımızın üzerine sünger çekerek mi? 12 Eylül zulmünün dönüştürdüğü devlet mekanizmasının 1990’lar boyunca Kürtlere kan kusturmasını bağışlayarak mı? Yoksa 12 Eylül rejiminin arkaplanını ve yapısal nedenini oluşturan neo-liberal ekonomik politikanın bu ülkenin tüm işçileri, emekçileri, esnafı, küçük işletmecilerini sürüklediği cehenneme “istikrar rejimi” diye alkış tutarak mı? Ya da hâlâ 12 Eylül’cülerin topluma geçirdiği deli gömleği Anayasa altında, bu Anayasa’nın topluma dayattığı kurumların cenderesinde yaşamakta oluşumuzu görmezden gelerek mi? Söyleyin, nasıl?

Kabul etmek gerekir, Türkiye siyasetinin kronikleşmiş sorunları zamana yaya yaya, sulandıra sulandıra, sündüre sündüre “çözme” alışkanlığı, geriye insanın havsalasını zorlayan tuhaflıklar bırakıyor. Son vak’ada, ülkenin son otuz küsûr yılını, “Anayasa’yı ve TBMM’yi ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs suçunu işledikleri, 12 Eylül 1980’de de cebren Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tağyir, tebdil veya ilgaya ve bu kanun ile teşekkül eden TBMM’yi ıskat ve cebren men” suçunu işledikleri gerekçesiyle TCK’nın 146/1. maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbede mahkûm edilen bir kişinin hazırlattığı bir Anayasa altında geçirmiş olması, ve mahkûmiyet kararıyla kadükleşmiş aynı Anayasa’yla kimbilir daha kaç yılını geçirmeye mahkûm olduğu gibi…

Bütün “devletlû”ların aklımızla alay etmelerine daha ne kadar izin vereceğiz, acaba?

 

24 Haziran 2014 10:05:11

 

N O T L A R

[*] Newroz, Yıl:8, No:253, 27 Haziran 2014…

[1] Murray Bookchin.

96034

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

Sayfalar