20. Yılında 19 Aralık Hapishane Katliamını Unutmadık, Unutturmayacağız!

2000 yılında F Tipi hücre sistemine karşı başlayan açlık grevlerinin ölüm orucuna dönüştürülmesiyle büyüyen direniş, hapishane duvarlarını aşarak dışarıda da direnişe dönüştü.
Hapishanelerde ve dışarıda büyüyen direnişin bastırılması ve ardından hücre sistemine geçilmesi hedefiyle faşist diktatörlük, 19 Aralık 2000 tarihinde 20 hapishaneye birden saldırdı.
Binlerce özel tim ve polis eşliğinde; kimyasal gaz, ağır silahlar ve bombalarla düzenlenen bu kanlı operasyonda, 28 devrimci tutsak katledilirken, yüzlerce tutsak da geriye dönüşü olmayacak şekilde sakat kaldı.
Saldırıda ölümsüzleşen Ahmet İbili, Ali Ateş, Ali İhsan Özkan, Alp Ata Akçayüz, Aşur Korkmaz, Berrin Bıçkılar, Cengiz Çalıkoparan, Ercan Polat, Fahri Sarı, Fırat Tavuk, Fidan Kalşen, Gülser Tuzcu, İlker Babacan, İrfan Ortakçı, Murat Ördekçi, Murat Özdemir, Mustafa Yılmaz, Nilüfer Alcan, Özlem Ercan, Seyhan Doğan, Sultan Sarı, Şefinur Tezgel, Ünsal Gedik, Yasemin Cancı, Yazgülü Güder, Öztürk, Halil Önder, Hasan Güngörmez ve Rıza Poyraz’ı bir kez daha saygıyla anıyoruz.
Bu saldırı Türkiye hapishanelerinin en büyük, en zalim ve en vahşi katliamı olarak tarihe geçti.
Ama aynı zamanda faşizmin tüm silah ve asker üstünlüğüne karşın devrimci iradenin, düşmanı nasıl yenilgiye uğrattığını gösteren süreçlerden biri de oldu.
Faşizm, hapishanelere yaptığı bu operasyonla direnişi “bitireceğini ve toplumsal muhalefeti ezeceğini” hesaplamış, ancak Bülent Ecevit başbakanlığındaki koalisyon hükümeti amacına ulaşamadığı gibi, tutsakların direnişi saldırı sonrasında da devam ederek uluslararası bir boyut kazandı.
Faşizmin, F Tipi hücre hapishane sistemine geçerek 20 yıldır tutsaklara karşı uyguladığı izolasyon ve tecrit uygulaması, 20 yıldır teslim alamadığı devrimci tutsakların da görkemli direnişi “fiili direniş” temelinde hala devam ediyor.
Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, katliamın üstünü örtmek için “askerle çatışmaya girdiler”, “kendi aralarında çatıştılar” gibi yalanlar üretse de, faşist diktatörlüğün kendi atadığı “bilirkişi” raporlarında bile ”silahlı bir direniş olmadığı, koğuşlarda silaha rastlanmadığı ve atışların tümünün dışarıdan içeriye doğru yapıldığı” belirtiliyordu.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ise “IMF politikalarını hayata geçirirken sokağa, sokağa hakim olmak için ise cezaevlerine hakim olmalıyız” açıklamasıyla, 19 Aralık katliamının emperyalist efendilerinin emriyle yapıldığını itiraf etmişti.
19 Aralık hapishaneler katliamı adım adım örüldü
Türkiye’de hapishaneler her zaman devrimci direnişin kaleleri olmuştur. 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi iş başına geldiğinde en fazla hapishanelere saldırmış ve hapishanelerin teslim alınmasını dışarının da teslim alınmasıyla eşit gören cunta, Metris, Diyarbakır ve Mamak hapishanelerini pilot bölgeler olarak seçmiştir. Onlarca devrimci ve yurtsever tutsak hapishanelerde işkencede katledilmiş, yanı sıra 1981-1995 yılları arasında ölüm oruçları, açlık grevleri ve direnişlerde en az 150 devrimci tutsak hayatını kaybetmiştir.
Ocak 1995’e gelindiğinde ise, dönemin Doğru Yol Partisi ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti ortak koalisyonu (Murat Karayalçın-Tansu Çiller) hükümeti Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “Cezaevlerinin tutukluların eğitim kampı olmaktan çıkarılması” kararı alınıp, bu karar doğrultusunda hapishanelere sistematik olarak yeni bir saldırı dönemi başlatılmıştır.
Karayalçın-Çiller hükümetinin ilk saldırısı 18 Eylül 1995’de İzmir Buca Hapishanesi’ne yapıldı. Buca Hapishanesi’ndeki devrimci tutsakların yaşam koşullarının düzeltilmesi için başlattıkları sayım vermeme eyleminin 4. gününde özel harekat timleri ve asker bombalarla tutsaklara saldırmış, 3 tutsak katledilirken 47 tutsak ise yaralanmıştı.
Buca saldırısından 3 ay sonra 13 Aralık 1995 tarihinde de, Ümraniye Hapishanesi’ne saldıran faşist diktatörlük 4’ü ağır olmak üzere 70 tutsağı yaraladı. Bununla yetinmeyerek, 4 Ocak 1996’da aynı hapishaneye yapılan saldırıda 4 tutuklu katledilirken 40’dan fazla tutuklu ise ağır yaralandı.
1996 yılında kurulan Refahyol koalisyon hükümetinin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın, 6 Mayıs 1996’da yayınlanan “Mayıs Genelgesi” ile F Tipi hücre hapishanelerine geçileceği açıklamasından sonra Eskişehir F Tipi Hapishanesi açıldı. Akabinde İstanbul hapishanelerindeki tutsakların Eskişehir F Tipi Hapishanesi’ne götürülmesi kararı alındı.
Mehmet Ağar bu kararı “Cezaevlerini hizaya getireceğiz” şeklinde açıklayarak, yapacakları katliamların startını vermiş oldu.
Devrimci tutsaklar ise, F Tipi hücre hapishanelerini ”tabutluk” olarak ilan edip 26 Mayıs 1996 tarihinde açlık grevine başladılar. 2.174 devrimci tutsağın katıldığı açlık grevi, genelgenin geri çekilmemesi üzerine ölüm orucuna dönüştürüldü ve dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın tüm anti-propagandalarına rağmen devrimci tutsaklar geri adım atmadı.
Ölüm orucunda 12 devrimci tutsak hayatını kaybetti ve hükümet bu direniş karşısında “Mayıs Genelgesi”ni geri çekmek zorunda kaldı.
Genelgenin geri çekilmesinin ardından Refahyol Hükümeti yeni saldırı planlarıyla katliamlarına devam etti. 24 Eylül 1996’da Amed Hapishanesi’ne saldıran faşist diktatörlük, 10 yurtsever tutsağı katletti, 24 tutsak ise ağır yaralandı.
1999 yılında ise Demokratik Sol Parti, Anavatan Partisi ve MHP ortak koalisyon hükümeti, 26 Eylül 1999’da, Ankara Ulucanlar Hapishanesi’ne saldırarak 10 devrimci tutsağı katletti.
İçerde artan baskı ve yıldırma operasyonlarına karşı direnişe geçen hapishanelerden biri de Burdur oldu. 5 Temmuz 2000’de direnişteki tutsaklara saldırıldı; Veli Saçılık’ın kolu hapishane duvarını kıran dozer tarafından koparıldı, onlarca tutuklu ise ağır yaralandı.
Devrimci tutsaklar giderek artan saldırılara karşı başlattıkları açlık grevi direnişini, 2000 yılının Ekim ayında ölüm orucu eylemine dönüştürdüler ve direniş tüm Türkiye hapishanelerini sardı.
Faşizm direniş karşısında çaresiz kaldı ve 19 Aralık 2000 tarihinde saldırıya geçti.
Tutsakların Fiili Direnişi Devam Ediyor!
Türkiye yarı sömürge bir ülke olarak her zaman emperyalistlerin dümen suyunda gitmiş, 1923 yılından bu yana, hem ekonomik olarak hem de siyasi olarak emperyalizme bağımlı olmuştur.
Hükümete hangi burjuva klik gelirse gelsin emperyalistlerin önlerine koyduğu programı uygulamak zorundadır. Yarı sömürge olmanın doğrudan sonucu olan bu durum, ülkemizde faşizmin sürekli olmasının da nedenidir.
Hakim sınıflar yükselen her muhalefeti, devrimci yükselişi ve halk ayaklanmalarını şiddet ve zorla bastırmışlardır. Yukarıda da vurguladığımız gibi hapishaneler bu durumun en önemli kanıtlarındandır.
2000 yılında F Tipi hücre sistemine geçilmesinden bu yana hapishanelerde işkence, baskı ve hak gaspları kesintiye uğramadan devam etti. 2002 yılında iş başına gelen AKP’ye gelecek olursak, AKP kendinden önceki hapishane politikalarını olduğu gibi devam ettirdi.
Öyle ki, bu 18 yıllık iktidarı döneminde hapishaneler işkence merkezlerine dönüştürüldü. Sadece 2020 yılında hapishanelerde 49 tutsak hayatını kaybetti, 600’ün üzerinde devrimci tutsak ise yaşam mücadelesi veriyor.
Onlarca devrimci tutsak, “hapishanede kalamaz” raporu olduğu halde, AKP iktidarı tarafından serbest bırakılmıyor.
Sonuç olarak devrimci tutsakların direnişi, AKP iktidarının da saldırıları devam ediyor. Pandemi ile birlikte hapishanelere yönelik saldırılarına farklı biçimlerde devam eden AKP, salgın nedeniyle dayatılan uygulamaları da kalıcı hale getirmenin derdinde.
Bu dönemde İHD tarafından hazırlanan raporlar tutsakların sessizlik içinde ölüme terk edilmek istendiğini ortaya koymakta. Örneğin Nisan-Mayıs-Haziran 2020 tarihli Marmara raporunda, “Bu üç ay boyunca mahpuslara yönelik fiziki saldırılar, tehdit, darp ve işkence devam etmiştir. COVİD 19 salgınıyla mahpuslara yönelik keyfi uygulamalar ve ihlaller had safhaya çıkarılmıştır. Karantina adı altında hücre cezaları normalleştirilmiş, bütün sosyal haklar kaldırılmış tecrit ve izolasyon derinleştirilmiştir. Aile ve avukat görüşleri yasaklanmış, hastane sevkleri iptal edilerek mahpusların tedavi olanakları tamamen ellerinden alınmıştır. Deyim yerindeyse mahpuslar bu süreçte gözlerden uzak ölüme terk edilmiştir. Birçok hapishanede saldırılar, hak gaspları, baskılar, haksız ve yasalara aykırı uygulamalar rutin hale getirilmiştir. Disiplin cezaları, süreli-süresiz yayınlar ve kitap yasakları ile mektup yasakları, resmi kurumlara yazılan yazılar ve suç duyurusu dilekçelerinin gönderilmemesi, sohbet ve spor haklarının kullandırılmaması yanında hapishane kantinleri kapatılmış, açık olan kantinlerde ise çeşit azlığı ve fahiş fiyatlar uygulanmıştır” denilmektedir.
2000 yılında yaşanan katliamdan tutalım da, askeri cunta dönemindeki saldırılara kadar her dönemde hapishaneler iktidarların, devletin odak noktalarından biri olmuştur.
Bu yüzden her dönem olduğu gibi bu dönemde de her faaliyetin bir başlığı hapishaneler ve devrimci tutsaklar olmak zorundadır. Hapishaneler her zamankinden daha fazla dışarıdan desteklenmek durumundadır.
Son Haberler
Sayfalar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)