2014ʼten 2015ʼe çakal tedirginliği

Bir yılı geride bırakıp yeni bir yıla girerken hem dünyada hem Türkiye’de yaşanan gelişmelere dair kısa bir değerlendirme yapmak yararlı olacaktır. 2014 yılı hem enternasyonal proletarya hem de Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkı açısından yoğun bir sömürü, baskı ve katliamın yanında; buna paralel isyan, direniş ve mücadeleyle dolu bir yıl oldu. Dünya proletaryası ve ezilen halklar, kendilerine dayatılan yaşam koşullarına karşı isyan etti, sokaklara çıktı ve meydanları doldurdu. Bu isyanların kimileri kazanımla, kimileri ise yenilgiyle sonuçlandı. Kabul etmek gerekir ki; bu gelişmelerin hepsini burada değerlendirebilmenin koşulu bulunmamaktadır. Dolayısıyla sadece genel bir değinmeyle yetinme zorunluluğumuz olduğunu hatırlatmakta yarar var. Dünya üzerinde emperyalist kapitalizmin süregelen krizinin etkileri geride bıraktığımız yılda da kendisini göstermeye devam etmiştir. Bu gerçeği emperyalist sermayenin savunucularından bazıları da ifade etmektedir. Nitekim emperyalist ülkeler arasında yaşanan çelişkiler ve bunun sonucu olarak yer yer süren vekâlet savaşları, bu krizin sonuçları olarak önceki yıllardan devralınıp sürdürülmüştür. Buna rağmen 2014 yılında ön plana çıkartılan ve tartışılan emperyalist kapitalist sistemin krizi değil, daha çok bu krizin doğrudan ürünleri olarak ortaya çıkan çelişkiler ve çatışmalar olmuştur.
Örneğin ABD-Rusya arasında yaşanan “Ukrayna Krizi” ve bunun etrafında dönen kapışma, Suriye’de süren emperyalist ve bölgesel gericilik destekli iç savaş; bir katliamcılar örgütü olarak desteklenen ve beslenen IŞİD’in hem Irak’ta hem de Suriye’de uyguladığı vahşet ve katliam; pek tabii ki İsrail Siyonizmi’nin saldırıları vb. tartışılan gündemler oldu. 2014’te de kapitalist emperyalist sistemin insanlığın geleceğine dair bir şey veremeyeceği aksine daha fazla yıkım, sömürü ve katliam vaat ettiği görülmekle kalmamış, pratikte de bir kez daha tecrübe edilmiştir. Sadece vekâlet savaşları anlamında değil, sınırsız kâr hırsıyla devam ettirilen çevre ve doğa katliamlarının yanında, Ebola gibi salgın hastalıklarla mücadeleyi kendilerine dokunmadığı için yerine getirmeyen bir sistem ve onun sahiplerinden bahsediyoruz. Bu bağlamda emperyalist kapitalizmin yaşadığı krizin sonuçlarının somutlanması olarak, bir yanda dünyanın çeşitli bölgelerinde emperyalist sermayenin çıkarları doğrultusunda savaşlar, çatışmalar ve saldırılar yaşanmaya devam etmekte, binlerce insan bu çatışmalarda ölmekte, sakat kalmakta ya da yerinden yurdundan edilmektedir. 2014 yılında başta bu çatışmalar olmak üzere, insanlığa dayatılan yaşam koşulları nedeniyle göçmenlik olgusunun daha da arttığına tanık olunmuştur. Milyonlarca insanın yaşadıkları yerlerden göç etmek zorunda kaldığı, binlercesinin bu göç sırasında katledildikleri bir durumdan bahsedilmektedir. Kriz emperyalist merkezlerde de etkisini sürdürmekte, bunun sonucu olarak örneğin Avrupa’da göçmenlere ve Müslümanlara yönelik giderek artan saldırganlık ve ırkçılık ortaya çıkmakta ya da ABD’de olduğu gibi Siyahîlere yönelik devlet destekli saldırılar artarak sürmektedir. Kuşkusuz ki bu uygulamalara karşı işçi sınıfının ve halkın tepkisi ortaya çıkmakta, yer yer eylemlerle ifade edilmektedir.
Ancak emperyalist krizin en çok etkilediği coğrafyalar, yarı-sömürge, yarı-sömürge yarıfeodal ülkelerin bulunduğu Latin Amerika ve Asya kıtalarındaki ülkeler olmuştur. Birkaç yıl öncesinden başlayan ve “Arap Baharı” olarak tanımlanan, Kuzey Afrika ve Arap coğrafyasında yaşanan halk isyanları geriye çekilmiş, yer yer hareketin önderliği başka hâkim sınıf klikleri tarafından ele geçirilip kurulu düzen tahkim edilmişse de, bu coğrafyalarda işçi sınıfının ve halkların isyanı çeşitli biçim ve içeriklerde devam etmiştir. Bu vesileyle 2014 yılı, bir kez daha “dünyanın kırları”nın ve bu anlamıyla “devrimin fırtına merkezleri” olarak Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri olmaya devam ettiğini göstermiştir.
Bu noktada ayrıca kaydetmekte yarar vardır. Ortadoğu’nun kadim halklarından olan Kürtler, dört parçaya ayrılmış ve bu anlamıyla da farklı uluslaşma yaşamış olsalar da tarihlerinde ilk kez önemli oranda birlikte hareket etme imkânını yakalamışlardır. Bunda IŞİD’in Şengal’e ve ardından da Kobane’ye saldırması etkili olmuştur. Kürtler Kobane’de tarihsel bir direniş ortaya koymuşlar ve bu direniş daha şimdiden Kürt ulusunun bilincinde önemli bir yer edinmiştir. 2014 yılında da emperyalist kapitalist sisteme tüm varlığıyla bağlı olan Türk hâkim sınıfları ve onların devleti, uygulanan politikalardan doğrudan etkilenmeye devam etti. Örneğin bu çelişkilerinin Türk hâkim sınıflarına yansımasının bir boyutu da “yeni Osmanlıcılık” adı altında Ortadoğu’ya açılan seferin hüsranla sonuçlanması olmuştur. TC devletinin başta Suriye, Irak ve Mısır politikaları olmak üzere Ortadoğu’da yürüttüğü politikalar tam anlamıyla karşıtına dönüşmüştür. Bu durumu anlatmak için icat edilen “değerli yalnızlık” kavramı bile işe yaramamıştır. 2015 yılı bu “değer”in ne menem bir şey olduğunu fazlasıyla gösterecektir.
Ve Türkiye: Hiç Bitmedi ki!
Her ne kadar R. T. Erdoğan, “Türkiye paralel yapıyla mücadelesini kazandı” (24 Aralık) dese de, bütün bir yıl boyunca korkusunun sürdüğünü kaydetmek gerekir. Bu ifadeler, R. T. Erdoğan ve onun temsil ettiği şebekenin Gülen Cemaati’nin 17–25 Aralık operasyonları karşısında yaşadığı sarsıntının atlatıldığına işarettir. Öldürmeyen her darbenin güçlendireceği gerçeğine bağlı olarak 2014 yılında Erdoğan ve hempaları, Gülen Cemaati‘ne karşı tasfiye operasyonlarına hız vermişlerdir. Son operasyonlar ve ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla belli bir sonuç aldıklarını düşünmektedirler.
2014 yılına hâkim sınıflar açısından damgasını vuran bu gelişmelerin nedeni olarak Türk hakim sınıflarının kendilerini İslamcı olarak tanımlayan iki kliğinin iktidar dalaşı olduğunu, bu dalaştan işçi sınıfı ve halk yararına bir sonuç çıkmasının mümkün olmadığını birçok kez ifade etmekle birlikte; başta Erdoğan ve şebekesi olmak üzere, Cemaat de dahil bir bütün Türk hakim sınıf kliklerinin esas korkusunun işçi sınıfı ve halkın mücadelesi olduğunu kaydetmek gerekir. Bunun en önemli göstergesi halka yönelik saldırıların tüm hızıyla sürmesidir. Son olarak “hırsıza hırsız, katile katil” dediği için Konya’da 16 yaşında bir çocuğun tutuklanması, İzmir’de Gezi eylemlerine katılan çocuklara hapis cezası verilmesi gibi gelişmeler, Gezi’nin ve dolayısıyla korkusunun halen sürdüğüne işaretidir. Türk hâkim sınıflarının tedirginliği nedensiz değildir. Başta Erdoğan ve suç şebekesi olmak üzere Türk hâkim sınıfları, asıl tehlikenin işçi sınıfı ve emekçi halktan geldiğinin farkındadırlar. Cemaat ve onun kriminalize edilmiş tanımlaması “paralel yapı”ya yönelik mücadele adı altında çıkartılan yasaların hedefinde esas olarak devrimciler, işçi sınıfı ve halk vardır. Devlet denen aygıtın bütün uygulamaları, hâkim sınıfların kendi aralarında dalaş olsa bile, esas olarak temsil ettiği sınıfın çıkarlarını hayata geçirmeye programlanmıştır. Çıkartılan yasaların ve fiiliyatta uygulananların bu çıkarlara hizmet ettiği geride bıraktığımız yılda fazlasıyla görülmüştür. Örneğin; her gün ortalama dört işçi iş kazaları adı altında katledilirken, bu rakamlar Soma’da, Torunlar’da, Ermenek’te tavan yaparken, sorumlu olanlar bırakalım hesap vermeyi, işçi sınıfına ve halka saldırmaktan geri durmamışlardır. Devletin attığı her adım işçi sınıfına saldırı olarak yansımıştır. Bu nedenle Kütahya Seyitömer işçilerinden, Cam işçilerine, Yatağan’dan Soma’ya ve Ermenek maden işçilerine kadar işçi sınıfı; hem kendilerine dayatılan kölece çalışma koşulları sonucunda ölümüne çalışmaya, hem de taşeronlaştırma ve güvencesizleştirmeye karşı direniş bayrağını kaldırmışlardır.
Geride bıraktığımız yıl, bir yandan kadın katliamlarının tüm hızıyla sürdüğü ama buna karşı da kadın örgütlerinin direnişinin de yükseldiği bir yıl olmuştur. Benzer durumun diğer bütün mücadele alanları için geçerli olduğunu kaydetmek gerekir. Nerede bir baskı, zulüm ve katliam varsa orada direniş geliştirilmiş, karşı koyuş örgütlenmiştir. Faşizmin teslim alma saldırılarına yanıt olunmuş, çakalların ulumasına tepkisiz kalınmamıştır. İşte tam da bu nedenle faşizm rahata ermemiş, tedirginliğini üzerinden atamamış, her fırsatta “kamu düzeni”nden bahseder olmuştur.
Kürt halkına yönelik saldırıların, sürdürüldüğü ifade edilen “çözüm süreci”ne rağmen tüm hızıyla devam ettiğini kaydetmek gerekir. Yılın sonlarına doğru yaşanan Kobane Serhildanı’na yönelik faşist devlet saldırganlığı sonucunda onlarca insanın katledilmesi ve binlerce insanını gözaltına alınması ve yüzlercesinin tutuklanması bu saldırganlığın son örneğidir. Buna rağmen Kürt halkı 2014 yılında da direniş bayrağını dalgalandırmaya devam etmiştir. Kobane direnişi bu anlamda sadece Kürt halkına değil, bilinçleri şovenizmle zehirlenmemiş Türkiyeli devrimcilere de ilham kaynağı olmuş, direniş ateşini harlamıştır. Türk hâkim sınıflarının en büyük korkusunun, Gezi’yle ortaya çıkan halk isyanının, Kürt hareketiyle birleşme ihtimali olduğu, 2014 yılında uygulamaya konulan politikalardan rahatlıkla anlaşılabilir. Bu tür bir birlikte hareket etme hali ya da diğer bir ifadeyle demokratik devrim çizgisi, hakim sınıfların iktidarını hedef alan bir perspektifle ortaya çıktığında, iktidarlarının bir gün bile ayakta duramayacağının farkındadırlar. Onlar başta Kürt halkı olmak üzere, bir bütün Türkiye halkına karşı işledikleri suçların hesabının sorulması korkusuyla yaşamaktadırlar. Saraylarında güvende olmadıklarının farkındadırlar. Zaten tam da bu korku nedeniyle Erdoğan her fırsatta Gezicileri anmakta ve nedense “paralele karşı kazandıkları zaferi” Gezi’ye karşı da kazandıklarını söyleyememektedir! Her fırsatta Gezi’yi karalamaya çalışmaları bu yüzdendir. Ama korkunun ecele faydası yoktur. Onlar her ağızlarını açtığında duyduğumuz şey çakalların ulumasıdır. Varsın ulusunlar! Bizler ise Türkiye işçi sınıfının ve halkının oğulları ve kızları olarak, Gezi şehitlerinin, Kobanê dayanışmasında şehit düşen devrimcilerin ardından yeni yılda da yürümeye ve mücadeleye devam edeceğiz. 2015, toprağa düşenlerin düşlerini gerçekleştirme, çakalların tedirginliğini ise kuvveden fiile çıkarma yılı olacaktır.
Son Haberler
Sayfalar

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?
Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı.

Zorunlu Açıklama!
Kısa bir süre önce; "Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han ve Süleyman Cihan." başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi bu yazı, Anayasa Mahkemesi'nin Sansaryan Han’a ilişkin kararı vesile yapılarak yazılmıştı.
Sosyal medyayı ve malum platformları aktif olarak takip etmediğimden; yazıya ilişkin kimlerin ne türden değerlendirmeler de bulunduğunu bilmiyorum. Bu çok ta önemli değil; elbette her okurun kendine göre değerlendirme, beğeni ve yergileri de olacaktır.

Ali Haydar Dersim’e (Nubar Ozanyan)
Değerli bir komutanı daha kaybettik. Dersim halkının bağrından çıkıp, dağlara sevdalanan, özgürlüğü zirvelerde arayan bir komutanı yitirdik. Büyük bir yürek acısı daha yaşadık.

„Holodomor „ Yalanı Üzerine
Başta Avrupa emperyalist burjuvazisi olmak üzere, bütün gerici devletler, emperyalist Rusya'nın Ukrayna'ya saldırı ve işgalini bahane ederek, tüm SSCB kazanınlarını, anıtlarını yok etmenin yanında, yeni yeni kararlarla, Stalin önderliğindeki SSCB'ni ve sosyalizmi karalamak için her türlü yalana baş vurmaya hız verdiler. Burjuvazinin, sosyalizm ve onu anımsatan herşeye düşmanlığı, kapitalizm ayakta kaldığı sğrece devam edecektir. Bu nedenle, burjuvazinin bütün yalanlarını açığa çıkarmakta devrimci mücadelenin en önemli ayaklarından biridir.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-2 Kemalizm Sol Değildir!
AKP-MHP faşist ittifakı süresince siyasal İslamcılığın karşısına da alternatif olarak Kemalist ideoloji çıkarılıyor. Kendine “sol” diyenlerin siyasal İslamcılığın alternatifi olarak Kemalizm’i yeğlemeleri kabul edilebilir bir siyasi tutum değildir.

Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han Ve Süleyman Cihan!
Dün, Sansaryan Han’a ilişkin bir haber okudum gazetelerde: “92 yıl sonra Sansaryan Han için tarihi karar.” başlığı altında, özetle, şunlar aktarılmaktaydı:
“Ermeni fakir çocukların eğitim masraflarının karşılanması amacıyla vakfedilen ancak 1930 yılında devlet tarafından el konulan ve uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han, Anayasa Mahkemesi kararıyla 92 yıl sonra Ermeni vakfına geri verilecek.”[1]

Uluslararası İşçi Sınıfı İçin Büyük Bir Kayıp! Jose Maria Sison'u Sonsuzluğa Uğurladık
Filipin Komünist Partisi'nin (FKP) kurucu önderi, Yeni Halk Ordusu (YHO) ve Filipin Ulusal Demokratik Cephe'nin (FUDC) danışmanı ve Uluslararsı Halkların Mücadele Birliği'nin (ILPS) kurucularından ve başkanı, Filipin proletaryasının ölümsüz militanı Jose Maria Sison'u (yoldaşlarının Joma'sı) 16 Aralık 2022 tarihinde kaybettik.

Hızır
Hdp'liler katı atık tesisinin yeri değiştirilmesi konusunda öneri gelirse destekleyeceklermiş.
Demek ki gelmese...
De gurban... aha çevreci projeniz... aha boğuniz... aha siz...
Sütlüce'ye akmasın... kendi içimize... köyümüze.... aksın diyorsanız...
De... hadi...
Sütlüce'ye katı atık tesisi kurulmasın.... kendi köyümüze kurulsun... diye önerge getirinde sizi görem.
De.... Hadi kurban...
De.... Hadi...
Gerçekten çok akıllıca.
Gerçekten çok sinsice.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-1- (Sentez)
"İşçi sınıfının devrimciliğine karşı çıkanlara sol denebilir mi? Ya da bunlar gerçekten sol olabilir mi?"
Sınıflı bir toplumda, bu toplumun alternatifi olarak sınıfsız toplumu öngören ve bunun mücadelesini veren Marksizm-Leninizm-Maoizm’in eleştirilmemesi, özellikle de mülk sahibi sınıfların ideolojik ve siyasal temsilcilerinin eleştirileri ve demagojik saldırılarına maruz kalmaması düşünülemez.

Barbara ve Sara olma zamanı! (Nubar Ozanyan)
Emekçi kadınlar birçok şeyden mahrumdur. Yoksun olduğu esas şeyler, özgürlük ve örgütlülüktür. Faşist devlet şiddeti, feodal baskı, Türk şovenizmi, egemen erkek zihniyeti, işgal ve saldırı, erkek adalet, aile ve din, dışlanma, aşağılanma vb. Saymakla ve yazmakla bitmiyor.

KKB’li TİKKO Savaşçısı:Kobanê Ruhuyla Rojava’yı Savun!
Faşist TC içindeki klikler, Kobanê zaferinden bu yana dillerden düşmeyen bir yarasında birleşti.
Milli birlik ve beraberliğe ihtiyaç duydukları böylesi günlerde sağdan soldan TC faşizmi her zaman birleşmiştir. Bu bazen masa altından olur, bazen kapalı kapılar ardında, bazense öylece aleni. Burjuvazinin kalbini korkudan hoplatan bir işçi direnişi olabilir, emperyalist tekellere geçit vermeyecek bir çevre direnişi olabilir, faşizmi zayıflatacak bir demokrasi talebi olabilir, ataerkiyi ve heteroseksizmi titretecek bir adım olabilir bu gizli ya da açık el sıkışmaların sebebi.