Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-2 Kemalizm Sol Değildir!
AKP-MHP faşist ittifakı süresince siyasal İslamcılığın karşısına da alternatif olarak Kemalist ideoloji çıkarılıyor. Kendine “sol” diyenlerin siyasal İslamcılığın alternatifi olarak Kemalizm’i yeğlemeleri kabul edilebilir bir siyasi tutum değildir.
Bunlar madalyonun iki yüzü gibidirler. Her ikisinin de alternatifi sosyalizmdir. Burjuvazi, bilinçli olarak, sosyalist mücadeleyi boğmak için kendi sınıfsal çıkarlarına denk düşen ideolojileri ya da siyasal taktikleri öne çıkarıyor. Kitlelere, birinden birini seçmelerini öneriyor ve bunu küçük burjuvazi de rahatlıkla yerine getiriyor. Bugün de AKP siyasal İslamcılığına karşı Kemalist karşı-devrimciliğini yeğleyenlerin durumu budur. TC’nin kuruluşundan bu yana burjuvazinin bu ikili oyunu aynen devam ediyor. Oysa bugünkü AKP siyasal İslamcılığını ortaya çıkaran Kemalist burjuvazidir.
Kemalist burjuvazinin “devrimi”nde ilericilik bulanlar, bunların görülmesini ve savunulmasını istiyorlar.
“Solun, daha doğrusu solun önemlice bir kesiminin, Türkiye’deki burjuva devrim ve modernizasyon süreçlerine son dönemdeki bakışını sağlıklı saymak ne yazık ki mümkün değildir. Bu tarihsel süreci, geri üretim biçim ve ilişkilerinin tasfiyesi, emeğin kapitalizm öncesi bağlarından kurtulması, modern sınıfların oluşması, sınıf mücadelesine olanak tanıyacak belirli bir aydınlanmanın yaşanması, medeni hukukun görece özgürleştirici yanları vb. nesnel-tarihsel ölçütlere göre değil de güncel siyasi duruma ve konjonktürel olgulara bakarak yargılamanın sağlıklı bir yaklaşım olduğu söylenemez. Bugün çetelerin varlığına, Kürtler üzerindeki baskılara, kirli savaşa, devletin yayılmacı özlemlerine vb. kızılıyorsa, bunların nedeni kendi başına “Birinci Cumhuriyet” değil, bu Cumhuriyet’in içini dolduran sınıfsal güçlerdir, sınıf mücadelesinde karşıt ağırlığın oluşturulamamasıdır, sosyalizmin henüz kitlesel bir güce ulaşmamasıdır. “[1]
Birçok defa vurguladığımız gibi küçük burjuvazi soruna tek yönlü bakıyor. Ve burjuva “ilericiliği”nden öte daha ileri bir şey göremiyor. Kemalizm’in “modernasyonundan”, “emeğin kapitalizm öncesi bağlarından kurtulmasın”dan söz ediyor. Ancak Kemalist “devrim”in feodal toprak ağaları ve yerli eşraf takımıyla birlikte yapıldığını ve bunların çıkarlarına uzun bir süre hiç dokunulmadığını görmezden geliyor. Ve dahası olası bir demokratik devrime karşı geliştiğini göremiyor.
Ayrıca Kemalistler, Osmanlı hanedanlığını devam ettiremezlerdi ve Osmanlı’nın tarihi süreci çoktan bitmişti. Yapılması gereken o günün koşullarında, “devrilen taçların yerine”, hakim sınıfların iktidarının “kazasız belasız” tesis edilmesiydi. Bu ise Batı’da olduğu gibi olmadı, olması gerektiği gibi oldu. Çünkü Türk burjuvazisi, bir burjuva devrimini burjuva devrimci tarzda gerçekleştirecek ekonomik ve siyasal koşullardan yoksundu. Osmanlı’dan kalma Türk ordusu artıklarıyla yapabildiklerini yaptılar.
Ki Ekim Devrimi’yle sınıflar mücadelesi yeni bir sürece, emperyalizm ve proleter devrimler çağına girmişti. Bu koşullar altında Türk burjuvazisi daha milli mücadele yılları içinde emperyalizmle işbirliğine girip, toprak ağalarıyla ittifak kurdu ve cumhuriyetini ilan etti. Kemalist “devrim” denilen şey işçi sınıfının ve köylülüğün demokratik devrim ihtimaline karşı gelişti.
Başka şansı yoktu!
T“K”P’li yazar (bu makaleyi yazdığı dönem T“K”P’liydi ve ölene kadar da bu sosyal şovenist ulusalcı çizgiyi terk etmedi), Kemalizm’in “ileri” yanlarını sayarken, olası bir işçi sınıfı devrimini nasıl boğduğunu hiç aklına getirmiyor. Varsa yoksa “burjuva moderasyonu”nu öne çıkarmaya çalışıyor. Oysa yanıbaşında bir Sovyet devrimi yaşanıyordu, M.Suphi önderliğinde TKP kurulmuştu. Kemalistler ise devrimi boğmak için M.Suphi ve yoldaşlarını, Kemalizm’e yönelik hatalı, eksik analizlerini bir fırsata çevirerek alçakça katletmişti. Yani Kemalizm’in, işçi sınıf önderliğinde olası bir devrimi boğması, M.Çulhaoğlu gibi düşünenleri hiç ilgilendirmiyor. İşte, küçük burjuvazinin burjuva ulusalcılığına bel bağlamaları bu denli güçlüdür. Kendilerine yapıştırdıkları “komünist” sıfatı ise üzerlerinde eğreti bir şekilde durmaktadır.
“Bugün çetelerin varlığı”, “Kürtler üzerindeki baskılar”, “kirli savaş” vb. lafları edenler nedense bu yaşananları bugüne özgü göstermeye çalışıyor. Koçgiri Kürt Ayaklanmasının bastırılması, Şeyh Said İsyanın bastırılması, Pontuslu Rumların katledilmesi, Dersim katliamları ise dün olmamış gibi. Yani bunları yapanlar T“K”P’li yazarın “ilericilik” bulduğu M.Kemal döneminde olmuştur.
Çeteleri bugüne özgü göstermeye çalışanlar Kemalist tarihi aklama ve de unutturma çabası içine girmektedirler. Topal Osman, Yahya Kahya ve daha niceleri ve her şeyden önce M.Suphi ve yoldaşlarının yani 15 komünistin katledilmesi vb. çetecilik bugüne özgü olmayıp dün de vardı. “Kirli savaş” denilen haksız ve karşı devrimci savaş bugüne özgü değildir, dün de alası vardı. TC devleti, Kemalizm ideolojisine dayanarak soykırım pratiği üzerinden yükselmiş bir devlettir.
İşçi sınıfı enternasyonalisttir!
Birgün yazarı Merdan Yanardağ, “Solda Türk kompleksi!” adlı (30.10.2022) yazısında ise, işi daha da ileri götürüyor: “Türkiye sosyalistleri, neredeyse Türk olmaktan utanıyor, bu kimliğini adeta gizlemeye çalışıyor. Bu durum, sosyalist hareket için ciddi bir meşruiyet sorunu, hatta krizi yarattığı gibi, ayaklarını bu topraklara ve kültüre basmalarının önünde de ciddi bir engel oluşturuyor. Daralmaya ve fiilen marjinalleşerek tasfiye olmasına yol açıyor.” [2]
Bu ifadeler küçük burjuvazinin “solu” ulusalcı çizgiye çekmek için demagojik ve yalan metaforunu kullanmaktan da çekinmediğinin göstergesidir. Komünistler insanları milliyetlerine göre değil sahip oldukları dünya görüşüne göre değerlendirirler. Ulusal aidiyetlerinden dolayı değil, dünya görüşlerinden dolayı gurur duyarlar ve hiçbir kimseyi de ulusal aidiyetlerden dolayı küçümsemezler. Tersine, ulusal ayrımcılığın, ırkçılığın ve sosyal şovenizmin amansız düşmanıdırlar.
Komünistler, “ne mutlu Türk’üm”, “ne mutlu Alman’ım”, “ne mutlu Fransız’ım” diye övünmez. Eğer övünmek gerekiyorsa, “ne mutlu komünistim” diye övünürler ve bunu da her yerde gururla ilan ederler.
Komünizm birleştiricidir, ulusalcılık ise ayrımcılık ve bölücülüktür. İşçi sınıfı ve emekçileri ulusal kimliklerine göre bölme burjuva politikasıdır. Burjuvazi, kendi sınıfsal çıkarları için kitleleri “ulusal bayrağı” altında toplanmaya çağırır. Sınıf bilinçli işçi sınıfının bayrağı ise bütün dünyada tekdir: Kızıl bayraktır.
Kızıl bayrak; emperyalizme, feodalizme, kapitalizme, ataerkiye, faşizme ve her türlü gericiliğe karşı mücadeleyi ve sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız bir özgürlükler dünyasını temsil eder. Burjuvazinin ay yıldızlı bayrağı ise bir avuç burjuvazinin toplumun ezici çoğunluğu üzerinde baskıyı, sömürüyü ve zulmü temsil eder.
Sol tanımlamaları ülkemizde de kendine sol diyen çevrelerde sık sık yapılmaktadır. Elbette bu tanımlamaların bir kısmı, solu, burjuvazi karşısında daha geri bir duruşa çekmek için yapılırken, bir kısmı da “sol”u, ulusallaştırmaya yani burjuva ulusalcılığın şovenist kulvarına çekmeye çalışıyor. Bunlar bütünüyle solu burjuvazi karşısında ideolojik olarak silahsızlandırma çabalarının ürünüdür. Bu aynı zamanda solu, sınıf uzlaşmacı bir tavra zorlamaktır.
Birikim yazarları ve çevresi, solu, liberalleştirmeye çalışırken, T“K”P gibi örgütler ise, solu, “ulusal”laştırmaya çalışıyor. Burjuva ulusal değerlerine sahip çıkılmasını öğütleyerek, Kemalizm’e karşı çıkan liberallerle, Kemalizm savunuculuğu yapan T“K”P, farklı kulvarlarda yürüseler de buluştukları bulvar aynı oluyor.
Tarih, farklı kulvarlardan akıp aynı bulvarda buluşanlara çokça tanıklık etmiştir.
Solu, esas olarak karşı-devrimci Aydınlık çevresi ulusallaştırmak için çok yönlü bir çaba harcadı ve bu çabasına devam ediyor. Bunu yaparken de kendisini Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao savunucusu olarak göstermeyi ihmal etmemeye çalışıyor ve M.Kemal’in yanına proletaryanın bu ustalarını da serpiştirmeyi de unutmuyor.
Böylece “sol” gözüküp sağ vurmayı deniyor. Solu ideolojik olarak manipüle etmeyi hesaplarken, elimine etmenin de siyasal ve pratik yollarını döşüyor. Bunda kısmen başarılı da oluyor demek yanıltıcı olmasa gerek. Burjuva Kemalist ulusalcılığın sopasını yiyenler, işkence tezgahından geçen kimi “Marksist” eskiler, Kemalizm’in plazalarına tünemeyi “devrimcilik” olarak göstermeye çalışıyorlar.
Aydınlık gibi tescilli karşı-devrimcilerin tavırlarının burada tartışılacak bir yanı yok. Onlar her yönüyle netler. Net olmayan, burjuva ulusalcılığı, kitlelere şirin göstermeye çalışan ve solu burjuva ulusalcılığı kabul ettirmeye çalışan T“K”P gibi sol örgütlerdir. T“K”P’nin bu çizgisi sınıf uzlaşmacı bir çizgidir. T“K”P’nin bu marifeti yeni mi? Ya da T“K”P “ulusalcılığı” yeni mi keşfetti? Elbette hayır. “Gelenek” dediği eski T“K”P’de, M.Suphilerin Kemalistler tarafından katledilmesinden bu yana, T“K”P, “burjuva Kemal”in ruhuna yapışık yürümüştür.
Metin Çulhaoğlu, “solu tanımlamak” adlı yazısına; “Şu ‘sol’ kavramını günümüz koşullarında güncellemeye ne dersiniz?”[3] diye başlamış ve solu kendi bakış açısıyla güncellemiş. Tam da T“K”P’nin çizgisine ve giderek ulusalcılığa daha yatkın hale gelen yanına göre bir “güncelleme” yapmış. Elbette her pratik adımın teorik bir yanı olması gerekiyordu. T“K”P’nin saflarındayken “teorisyenlerinden“ kabul edilen Çulhaoğlu’da üzerine düşeni “Cumhuriyetin 75. Yılı” kutlamalarından beri büyük bir gayretkeşlikle yaptı. Ama, T“K”P’nin ulusalcı yanını, daha doğrusu “Burjuva Kemal” yanını “sol” teoriyle cilalayarak, “ulusalcı” damgası yemekten kurtulmak için de “teorik” bir temel oluşturmaya çalışırken, Kemalizm’i de sola benimsetmeye çalıştı.
T“K”P, elbette şimdilik “sol” cenahta yer alıyor. Ancak “gelenek”çi olduğu kadarıyla da revizyonist ve Kemalist hayranlığı çukurundan bir türlü kendini kurtarmadığı, daha doğrusu böyle bir niyeti de olmadığı için, her seferinde, “sol” tarafının yanına bir de burjuva Kemalciliği eklemekte bir sakınca görmemiştir.
TKP, devrimcilerle ortak hareket etme yerine, başta kardeş örgütleri Aydınlıkçılar (Vatan Partisi) olmak üzere, CHP gibi egemen burjuvazinin partisiyle birlikte hareket edecek denli “sol”(!) kalmıştır. NATO karşıtı protestolarda kitlesini pikniğe çağırmıştır. Taksim Dayanışma’sının çağrısıyla, kitlelerin Taksim’de toplanmasına karşın, kendileri İP ve CHP ile birlikte Kadıköy’de “Gaz Adam Festivali”nde birlikte olmayı yeğlemiştir.
Bu bilinçli bir seçimdir. Çünkü mümkün olduğunca devrimci kesimlerle ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile yan yana görünmekten, yan yana durmaktan kaçınmıştır. Bu kesimlerle ortak hareket etmek yerine CHP ve İP gibi partilerle birlikte hareket etmeyi daha çok tercih etmiştir.
Son olarak Emek ve Özgürlük İttifakı’nın karşısında, “Sosyalist Güç Birliği” ittifakı ilan etmek tam da bu çizginin ürünüdür. Böylece egemen ulus ırkçılarıyla (CHP ve Aydınlıkçılar) birlikte olmayı “sol” kavramı içine sokabilmiştir. Çulhaoğlu’nun “sol”u “güncelleme”si tam da bunun altını doldurma gayretidir.
“Cumhuriyete sahip çıkma”, “Cumhuriyetin kurucusunu 10 Kasımlarda anmak” T“K”P’ye kalmış. AKP gericiliğinin karşısına bir başka gericilikle karşı koymayı kendine ilke edinmiş olan T“K”P, bunları kitlelere “devrim ve komünizm“ savunusu olarak yutturmayı da elden bırakmıyor.
“Sol”u daha önceleri Birikim Dergisi yazarlarından Ahmet İnsel “tanım”lamıştı. İnsel’in “Solu Tanımlamak” adlı kitabı, CIA’nın “anti-komünist cephesi”nde örgütlü ve maaşlı Daniel Bell ve liberal Andre Gorz’un görüşleri doğrultusunda Marksizm’e yönelik ideolojik bir saldırıyı içermektedir.
Marx’ı “ekonomizm”le suçlayacak denli yolunu şaşırmış ve idealizmin çukurunda kendine yol bulmaya çalışan küçük burjuva “aydınlar”ımızın imdadına; T“K”P’nin “teorisyen”leri de, bir başka cepheden, egemen ulus milliyetçiliğinden, “sol”u burjuvaziye yanaştırmak istemekle yetişiyorlar.
Liberaller ve ulu“sol”cular bu iki farklı cephe, Kemalizm konusunda anlaşamasalar da, Marksizm’i revize etme ve “sol”u, burjuvazinin kabul edebileceği noktaya çekme konusunda birleşiyorlar. Farklı kulvarlarda yürüyerek aynı bulvarda buluşmak buna denir.
Ulu“sol”un Kürt imtihanı!
Konuyu fazla dağıtmadan, Çulhaoğlu’nun “güncellemesi”ni buraya alalım: “Aydınlanmacılık, Emperyalizm Olgusu ve Emek-Sermaye Çelişkisi”ni sol’un kabul etmesini istiyor Çulhaoğlu. Bunları kabul edenlerin “sol” sayılabileceğini belirliyor. Kendine Marksist diyenlerin bunları kabul etmesi gerekir. Ancak yazarın, burjuva aydınlanmacılığını sol olmanın kıstasları arasına alıp, ülkemizde en önemli sorunlardan biri olan Kürt ulusal sorununu dıştalaması, onun günümüz için artık “geçerli olmadığını” söylemesi, bir gerçeğin üstünün örtülmesinin terminolojisidir.
Yani kapitalizmin şafağındaki burjuva aydınlanmacılığını “sol olmanın” kıstası içine alıp, Türkiye ve Kürdistan’da 40 yıldır özgürce ayrılma hakkını şu veya bu şekilde kullanmak için savaşan ve ağır bedeller ödeyen Kürt ulusal özgürlük hareketine yaklaşımı “sol” olmanın kıstasları arasından çıkarmak, tam da burjuva ulusalcılığın, T“K”P açısından da egemen ulus şovenizmini sahiplenmenin siyasal ve ideolojik argümanları olarak kalıyor.
“Burjuva aydınlanmacılığı” kapitalizmin şafağında ortaya çıkan bir olguydu. Bugün sorunu salt burjuva aydınlanmacılığı ile sınırlamak ise gericiliktir. Günümüz açısından toplumu daha ileriye götürecek, sınıfsız, sömürüsüz ve sınırsız bir toplumsal özgürlükler dünyasının yaratılması gerçeği ve bunun nesnel koşulları vardır. İşte, bunu savunmak ve bunun mücadelesini vermek sol olmak demektir. Burjuva aydınlanmacılığı feodal aristokrasiye karşı ilerici ve devrimciydi. Bugün ise her yönüyle gerici bir konumdadır. T“K”P vb.lerinin bilinçli olarak çarpıttığı nokta burasıdır.
Ulu“sol”cuların Kürt ulusunun özgürce ayrılma hakkına karşı düşmanlığını gizlemenin aracı/propaganda yöntemi olarak kullanılmaktadır.
Sosyalizm karşısına burjuva aydınlanmacılığını savunmak ya da ikisinin aynı kefeye koymak, işçi sınıfının bilimsel dünya görüşünü ve toplumsal kurtuluş mücadelesini, bir eski çağ ilericiliğine kurban etmek demektir. Yani tarihi geriye çekmektir. Günümüzde, siyasal İslamcıların varlığı, şeriat vb. düzenleri geri getirmek isteyenler ya da uygulayanlar, emperyalist gericiliğin bir ürünü ve emperyalizmin toplumları bütünüyle tahrip etmesinin ürünüdürler. Bu gelişmeler ve siyasal gericilik; üretici güçlerin alabildiğine gelişmesi karşısında üretim ilişkilerinin ne denli geri bir düzeyde kaldığı ve dolayısıyla, insanlığın (ve elbette doğanın) tahribinin de, üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çelişmenin keskinleşmesinin ürünüdür. Tahribatın boyutu, söz konusu çelişmenin keskinleşmesiyle doğru orantılıdır. Çelişmenin keskinleşmesi arttıkça, tahribatın boyutunda artmaktadır.
AKP siyasal İslamcılığına karşı olmak adına, alternatif olarak Kemalist burjuvazinin, daha bir başka söylemle; komprador Türk egemen burjuvazisinin ay yıldızlı bayrağına sahip çıkmak, onun yanında saf tutmak, “sol” olmanın değil, ama, egemen ulus şovenisti olmanın kıstasları arasına sokulabilir.
Özellikle, Türk ırkçılığı tescilli, işçi sınıfı devrimi ve devrimci düşmanı, ve her türlü eli kanlı faşist katillerle birlikte hareket eden; her koşulda ve her ortamda, MHP ile aynı kulvarda rahatlıkla buluşan, Alman Nasyonal Sosyalistlerin (Nazilerin) görüşlerinden ideolojik bağlamda hiçbir ayrımı olmayan Vatan Partisi (eski İP, Aydınlık, faşist kontr-gerilla bileşenleri) ile başına “yeni“ ekleyerek “Cumhuriyet“ mitingleri düzenleyebilmeyi, T“K”P’nin ”aydınlanmacılık“ anlayışında aramak gerekir.
Aydınlığın “sol”culuğu ile Nazi’lerin “sosyalist”liği arasında her hangi bir fark yoktur. Naziler ne kadar “sosyalist” idiyse, Aydınlık’da bir o kadar “sol”dur!
“Cumhuriyet mitingleri” düzenlemek kendine “sol” diyen T“K”P’ye düşmemeli. Kendini “komünist” ve “sol” değerlendirenlerin cumhuriyetleri, sosyalizm olmalıdır. Çulhaoğlu’nun “emek-sermaye” çelişmesini de “sol” olmanın kıstasları arasında yer vermesi, sınıf mücadelesinden söz etmesi, sorunu bulanıklaştırmanın, T“K”P’nin şovenist çizgisinin üstünü küllemenin argümanları olarak kabul etmek gerekir.
1- M.Çulhaoğlu, “Seksen Beşinci Yılda Cumhuriyet ve Sol, 25 Ekim 2008, Sol Portal
2- https://www.birgun.net/haber/solda-turk-kompleksi-408161
3- Metin Çulhaoğlu, 22.10.2013, Sol gazetesi.
https://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/liberallerin-ve-ulusolcularin-solculugu-1-sentez
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)