2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?
Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.
Gerek toplumların yaşamında ve gerekse sınıflar arası mücadelede bazen, ‘normal’ olanın dışında, çok kritik anlarla yüz yüze kalınır. Tarihi anlardır o anlar. Ya doğru strateji ve taktiklerle geriye, daha yıkıcı ve kötü olana gidişin önüne set çekmek başarılır ya da aymaz tarihi öngörü körlüğünün ceremesini bir toplum olarak yaşamak zorunda kalınır. Bunun kahredici örnekleri tarihin her kesitinde çokça vardır ve çoğumuz da bunlardan en azından bir iki tanesini biliriz. 2023 cumhur başkanlığı seçimleri de işte böylesi kritik bir eşiği ifade eder. Çünkü Tayip Erdoğan ve kullanışlı aparatı AKP için 2023 seçimleri, kendi tabirleriyle, ‘hedefe varmak için’ binecekleri son ‘demokrasi treni’dir. Yirmi yıldır iktidarda olan ve başkanlık sistemiyle de tüm yetkileri kendisinde toplamışken, acaba yapmadıkları daha başka ne kalmış ki millet adına; “yeter, söz ve yetki milletin!” şiarıyla 2023 seçimlerini ille ki kazanmaları gerekiyor?
Birçok siyaset bilimci, Tayip Erdoğan ve AKP’nin cumhuriyetin 100. Yılını rövanş yılı olarak belirlediğinde hemfikir. “Yeter, söz ve yetki milletin” şiarı aslında bu ‘gizli ajanda’nın parolası olarak dillendirildi. Yani başkanlığı tekrar kazanması halinde; laiklik adına ne kadar kırıntı varsa hepsini tırpanlayıp, şeriat ilan edilecektir. Bunun her türlü imkanları zaten çoktan beridir hazırlanmakta da. Seçimi çok az bir farkla kaybetmesi halinde de her türlü zora ve hileye başvurarak bunu bu kez de yine kendi tabirleriyle, ‘kanlı’ bir darbeyle gerçekleştirmeye de teşebbüs edecekleri, herhalde ki bir giz olmasa gerek.
Bunun toplum ve sınıf mücadelesi açısından, nasıl bir orta çağ karanlığına sürüklenmek olacağını, en azından kapı komşumuz İran örneğinden de olsa bilebilecek durumdayız. Toplum, en dinamik unsuları olan demokratları-ilerici sol-sosyalistleri, kadınları ve Alevileri on yıllarca kendilerini toparlayamayacağı bir şekilde yitirme tarihi kıyımıyla yüz yüze kalacaktır.
Bu tehdit ve tehlikenin belki de en çok farkında olanlar Alevi kuruluşları olmalı ki; yaptıkları hemen hemen her kongre ve kurultaylarında, bir demokratik talep olarak, laikliğe baskın vurgular yapageldiler. Keza birçok sol çevre ve ‘demokrat Kemalist’ diye nitelenebilecek azımsanmayacak bir kesim, hatta tekelci büyük burjuvazinin kalbur üstü kesiminin önde gelen eleştiri ve taleplerinden biri de laiklik ilkesi olageldi. Yani bu çelişme, bazılarının sandığı gibi soyut ve keyfi değil; somut ve başlıca çelişmelerden biri konumuna yükseleli çok oldu. Bugün ise, somut ve yakın tehlike şeriat tehdidine karşı artık adeta en güncel çelişmelerden biri durumunda. Yani artık demokrasinin başta gelen temel talepleri arasında. Bu en yakıcı olarak da kadınlar ve Aleviler için hayati önem arz eder durumda.
Fakat maalesef ki sol-sosyalist cenahın önemlice bir bölüğü bu toplumsal realitenin hala ayırdına varmış değil ki; 2023 seçimlerini, daha öncekiler benzeri, sıradan alışıla gelmiş bir seçim olarak değerlendirebilmekte ve dolayısıyla da kayıtsız kalmayı en tutarlı devrimci duruş olarak propaganda etmekte herhangi bir anormallik görmeyebiliyor: Düşmanlardan birini diğerine tercih etme aptallığına düşmeyeceğiz.
Tıpkı Alman komünistlerinin; sınıf işbirlikçiliği yapmama adına, sosyal demokratlarla ittifak yapmayı reddederek Hitler’in kazanmasını sağlaması gibi tarihi bir aymazlık örneğindir bu yaklaşım. Doğrudur elbet, stratejik olarak düşmanlar arasında bir tercihte bulunmayız; onları tümüyle ve tamamen ortadan kaldırmayı hedefleriz. Fakat düşmanı sırf kendi gücümüzle, böyle tümüyle ve bir seferde ortadan kaldırma imkanının bulunmadığı koşullarda, mecburen (evet mecburen), savaş bilimi yasaları gereğince hareket etmek zorunda olduğumuzu da biliriz. Kaldı ki düşmana karşı başarılı bir savaşım sürdürebilmek için, sınıf savaşımında kendisine “öncü kurmay” vasfı atfeden her özne bunu bilme ve gereğini yerine getirme tarihi sorumluluğuyla yükümlüdür de.
Toptan bir seferde yıkılamıyorsa; o halde mecburen parça parça ve aşamalı olarak yıkma savaş stratejisi uygulanmak zorundadır. Bunun için de düşman cephesindeki çelişkilerden yararlanmak ve birleşebilecek tüm güçlerle birleşmek, verili süreçte okun sivri ucunun yöneltmesi gereken baş düşmanın saf dışı edilmesi hedeflenecektir. İttifak siyaseti güdülmeden, düşman cephesinde ki çelişkilerden yararlanılmadan, onların gücünü bölünüp parçalanmadan, bir kısmıyla birleşmeden veya en azından o süreçte tarafsız kalması sağlanmadan o muharebeyi kazanmak, o güçlü düşmanları alt etmek nasıl mümkün olabilir ki?
Ezilenlerin savaş stratejilerini formüle eden savaş kurmayları olarak Engels’te de Lenin, Stalin, Mao ve Giap’ta da bunun böyle olması gerektiği bir yığın örnekle teorik olarak da bizlere armağan edilmişken; bu ustaları rehber aldıklarını söyleyenlerin, tamamen aykırı bir yaklaşımla hareket ediyor olmaları da ayrıca değerlendirilmeyi hak ediyor olsa gerek.
Stalin Hitler faşizmine karşı savaşırken, örneğin ABD ve İngiltere’nin düşman güçler olduğunu mu unutmuştu acaba? Ya da Mao iç savaşta kıran kırana savaştığı Çan Kay Şek ile ateşkes yapıp Japonlara karşı birleşik cephe taktiği uygularken; sınıf işbirlikçi mi olmuştu? Vs. vs.
Anlamak gerçekten de çok kolay değil. Bazıları, kamuoyuyla paylaştıkları bildirilerinde: “...AKP iktidarı 2023 seçimlerini ne pahasına olursa olsun kazanmak istiyor. ‘İslami bir Türkiye’ hayali peşinde olan AKP, seçimleri kazanması durumunda bunu ilan etmekten geri kalmayacaktır.” şeklinde durum değerlendirmeleri yapıyor olmalarına rağmen; yine de cumhur başkanlığı seçiminde, “Erdoğan’ın kaybetmesi, onun karşısında olan ve onu ve şeriat tehlikesini bertaraf edecek burjuva muhalif cepheden bir başka adayın kazanması” şeklinde bir seçim taktiği uygulamayacaklarını, cumhur başkalığı seçiminde oy kullanmayıp, kayıtsız kalmak gerektiğini ileri sürebilmekteler. Yani demek ki bu anlayış sahipleri burjuva demokrasisi ile açık faşizmin, faşizm ile dinci faşizm olan bugünün şeriata dayalı diktatörlüklerin toplum yaşamı ve özel olarak da sınıf mücadelesi bakımından ne türden sonuçlar doğuracağının ya yeterince bilincinde değiller ya da bunu önemsemiyorlar. Başka bir izahatı yok bunun.
Oysa durum gerçekten de çok ciddi ve tehlike gerçekten de çok büyük. Dolayısıyla da sosyal ve ulusal mücadele yürüten tüm siyasi öznelerin tarihi bir sorumlulukla karşı karşıya olduklarının idrakiyle hareket etmeleri, topluma karşı tarihi sorumluluklarının zorunlu bir gereğidir.
Bu anlamda olmak üzere; öncelikle Erdoğan’ın önünün kesilmesi ve seçimlerde yenilgiye uğratılması hedefinde, birleşilebilecek tüm güçlerle birleşerek bunun başarılması siyaseti, günün en isabetli siyasi taktiği olacaktır.
Keza aynı zamanda seçim yenilgisini tanımayıp, ‘sivil’ darbe girişiminde bulunabilecekleri de asla göz ardı edilmeden; ivedilikle bir iç savaş pozisyonun da alınması ve hızla bunun örgütlülüğünün ve teknik hazırlıklarının tamamlanması gerektiği de yine aynı şekilde, sürecin bir diğer önemli ve isabetli siyasi taktiği olacaktır.
Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)