Çarşamba Kasım 27, 2024

ABD "Arka Bahçesi"nde Gül İstemez

Venezuela  Dersleri:

Sınıfları ortaya çıkaran üretim ilişkileri değişmedikçe, sınıflar arasındaki temel mücadele biçimide değişmez. Bu, Venezuela örneğinde de olsa, Türkiye’de Gezi’de de olsa, ya da Tekel işçilerinin Ankara’daki direnişinden İstanbul Greif işçilerinin direnişine uzanan mücadelelerdeki gibi de olsa, sınıflar arasındaki mücadele, biçim değiştirsede nitelik değiştirmez. Burjuvazi ile proletarya var olduğu sürece ya da bir başka söylemle kapitalizm varolduğu sürece, sınıflar arasındaki mücadele yer yer şidetlenerek yer yer “barışçıl” gösteriler şeklinde de olsa, ama esas olarak keskin çatışmalarla durmadan ve kendi kendini yok edene kadar, yani, sınıfları vareden üretim biçimini ortadan kaldırana kadar sürecektir. Bu çatışma; işçilerin sınıf bilinçli mücadelesinin yükselmesiyle eski sistemin parçalanarak yerine yenisinin geçirilmesiyle bir başka ileri toplumsal biçime evrilecektir. 

Marksizmin “bir doğma değil eylem kılavuzu” olması, Marksizmin temel öğretilerinin değiştiği anlamına gelmez. Çünkü o her şeyden önce sınıflı toplumlardan sınıfsız toplumlara geçişin bilimidir. Bu nedenle de öncelikle sınıflı toplumların iç çelişmelerinin ortaya çıkarılması ve bunun çözümlemesini ortaya koyar.

Marksizmi sınıflar arası mücadeleden ayrı ele almak ya da ondan soyutlamak ve özellikle de proletaryanın burjuvaziye karşı uzlaşmaz sınıf mücadelesi içeriğiden koparmak, daha baştan proletaryayı siyasal iktidar mücadelesinde silahsızlandırmak demektir. Çünkü proletaryanın burjuva iktidarını yıkıp kendi iktidarını kurmak için en önemli silahı Marksist-Leninist-Maoist sınıf bilinciyle donanması ve örgütlenmesidir. Bu silah proletaryanın elinden alındığında ya da onun içeriği boşaltıldığında, geriye silahlı burjuvazi karşısında silahsız, örgütsüz ve müttefiksiz bir  işçi sınıfı kalır.

 

II

Burada, Marksizmin temel öğretilerini ele almayacağız elbette. Venezülla’daki gelişmeler ışığında, burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşımın görüngülerini bir kere daha kısaca da olsa tekrarlamaya çalışacağız.

Başlı başına bir Latin Amerika gerçeği vardır. Bunun anlamı, Kristof Kolom’dan bu yana İspanyol ve Portekiz sömürgeciliğine karşı bir  mücadele ve sonra ise ABD’ye karşı bir bağımsızlık mücadelesi söz konusudur. Birincisine karşı sömürgecilik mücadelesi öne çıkarken, ABD’ye karşı ise halkların özgürlük mücadelesi öne çıkmıştır. ABD, Latin Amerika hükümetlerini (burjuvazisini) satın alsada ezilen halklarını satın alamamıştır. ABD emperyalizmine karşı en fazla tepkinin ve mücadelenin olduğu kıta hiç kuşkusuz Latin Amerika’dır. Ancak, burası ABD emperyalizmi içinde önemli bir egemenlik alanıdır.

Son yıllarda Latin Amerika’da reformist rüzgarların esmesinin ekonomik ve siyasal koşulları fazlasıyla olmasına karşın, bazı ülkeler de “sol” görünümlü liberal brujuva hükümetleri iş başına gelirken, Venezuela, Ekvator ve Uruguay’da da reformist sol hükümetler iktidara geldi. Elbette, burada öne çıkan her açıdan Hugo Chavez’le bütünleşen Venezuela olmuştur. Hugo Chavez’in 1999 yılında iktidara gelmesi, diğer Latin Amerika ülkelerinin bir çoğunda siyasal reformizmin hükümete gelmesinin önünü açtığı gibi,  Berzilya, Arjantin vb. yerlerde olduğu gibi “sol” görünümlü liberal partilerin hükümete gelmesinin yollarını kolaylaştırmıştır. Ya da burjuvazi, neoliberal politikaların bütünüyle önünün tıkanmaması için, “sol” liberal gözükmeyi yeğlemiştir. Sonuncular bu gerçekliğin içindedirler.

Ancak, Venezuela’nın önemi, diğerlerinden daha farklıdır. ABD açısından ekonomik (petrol rezvleri vb.) ve jeopolitik önemi oldukça yüksektir. Bu nedenle Venezuela’da reformist hükümetin yıkılması için yoğun çaba harcamaktadır. Ayrıca, Venezuela’daki hükümet diğer ülkelerdeki reformist hükümetlerden daha radikal uygulamaları gündeme sokmuşlardır. Bu da burjuvaziyi ürkütmektedir. Latin Amerika devrimci dinamizmi şu anda Venezuela da yattığından, ABD burayı çökertmek istiyor. Buradaki son gelişmeleri bu açıdanda okumak gerekiyor. Venezuela’da işçi hareketinin gelişmesi, diğer Latin Amerika ülkelerindeki kitlelerin devrimcileşmesini ve anti-ABD’ci rüzgarı dahada güçlendirici bir rol oynayacaktır. Özellikle Kolombiya’daki 50 yıldır süren silahlı devrimci hareketin etkisini de artırıcı bir rol oynayacaktır.

Venezuela refromizmi gerçeği, dünya’da ilk yaşanan bir örnek değil. Özelikle Latin Amerika ülkelerinde yer yer görülen olaylardan biridir. Daha önce Şili’de yaşanmıştı. Salvador Allende önderliğindeki reformist hükümet, kapitalizmi reforme etmek, halkın lehine iyileştirmek istedi ve kanlı bir şekilde iktidarına (11 Eylül 1973) son verildi. Burjuvazi, reformist hükümetlere dahi tahammül edemedi. Üstelik bu hükümet seçimle işbaşına gelmişti. Ancak, başta ABD emperyalist tekelleri olmak üzere şilili yerli işbirlikçi tekelci burjuvazinin sermaye birikimi önünde engel olmuştu.

Venezuela’da da aynı mücadele devam etmektedir. Hugu Chavez önderliğinde birleşen ilerici ve sosyalist güçler, Venezuela burjuvazisine karşı seçimle iş başına geldiler. Yani hükümet oldular. 

Chavez’in “21. Yüzyıl Sosyalizmi” dediği, halkın lehine reformlar uygulansa da, tekelci burjuvazinin temel çıkarlarına dokunulmamasına karşın, büyük sermaye birikiminin yollarını tıkayıcı önlemler uygulamaya sokulmuştur. Başta petrol olmak üzere bir çok maden şirketlerinin devletleştirilmesi, yoksul kitlelerin lehine sosyal reformların uygulanması vb. ABD ve tüm yerli işbirlikçi burjuvazinin sert tepkisini çekmiştir. Neoliberal emperyalist politikaların Venezuela’da uygulanmasının yollarının kısmen tıkanmasına, emperyalizmin tepkisi büyük olmuştur. Reformist Bolivarcı hükümetin işçi ve emekçiler lehine iyileştirmelere gitmesi, her seferinde kanlı çatışmaları da beraberinde getirmiştir. Yani, Venezuela burjuvazisi, kitlelerin yaşam seviyesini yükseltmeyi amaçlayan tüm sosyal reformların karşısında yerini almıştır.

Oysa, ABD ve Batı emperyalist burjuvazi, “seçimleri” demokrasi ve kendilerinin temel prensibi olduklarını söylerler. Ancak, seçimle iş başına gelen Hugo Chavez’i defalarca askeri darbelerle yıkmaya çalıştılar. Başaramadılar. Şimdi ise yine Chavez’in ölümünden sonra seçimle iş başına gelen Nicolas Maduro (Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi –PSUV- ) başkanlığındaki hükümetini yıkmaya çalışıyorlar ve sokak gösterilerini başlattılar. Sokak gösterileri, yoksulların katıldığı bir olay değil, tamamen yarı-lümpen ve de orta ve zengin kesimlerin katıldığı yönlendirmeli bir olgu olduğu uluslararası bütün dürüst gözlemci ve yazarlar tarafından belirtilen bir gerçektir.

Bu da gösteriyor ki, ABD ve Batılı emperyalistler için, “seçimler” demokrat olmanın prensibi değil, kendi sınıf çıkarlarının bir prensibidir. Yani, seçimle iş başına gelen eğer emperyalist ve yerli burjuvazinin çıkarlarına hizmet ediyorsa, “demokrat”, ama, halkın çıkarlarına hizmet ediyorsa, “diktatörlik”, “anti-demokrat.” İşte, emperyalist burjuvazinin “demokrat”lığı ve riyakarlığı. O, “haklı” olarak soruna kendi sınıfsal çıkarları açısından yaklaşıyor. Onun prensiplerini belirleyen sermayenin kar oranıdır. Sermayenin en küçük kılcal damarlarını tıkayan ya da böyle bir eğilim taşıyan “demokrat” olamaz. Bu halkın ezici çoğunluğu tarafından seçimle iş başına gelmiş bir hükümet olsa da.

Şu anda Venezuela’daki olayların arkasında ABD emepryalist burjuvazisi olduğu açıktır. O, Bolivarcı reformist hükümeti yıkmak için her yolu deneyecektir. Askeri darbeyi bir çok kez denedi ve başaramadı. Şili’de Allende’ye karşı başarmıştı. Anlaşılan Venezuela ordusunun yönetimi hükümetin kontrolü altında. Ancak, hükümetin kontrolü dışında epey bir güç var. Son genel seçimleri sosyalist olduğunu söyleyen ve bir çok sosyalist ve ilerici güçlerin birliğinden oluşan PSUV ile ABD yanlısı sermaye güçlerinin (Demokratik Birlik Masası –MUD-) arasında % 7 gibi bir fark vardı ve bu fark oldukça azdır. Her seçimde bu açının reformist hükümet aleyhine daraldığı görülüyor.

ABD "arka bahçesi"nde gül istemiyor. Bu bir reformist hükümette olsa. Çünkü ABD’nin çıkarlarına ters. Aynı zamanda yerli Venezuela’lı burjuvazinin çıkarlarına da ters. Bu nedenle de sosyalist-reformist hükümeti yıkmak için yoğun çaba harcayacakları ve her yolu deneyecekleri bir gerçektir. Askeri darbeyle yıkamadıklarını karşı-devrimci kitle hareketleriyle yıkmayı ya da reformist hükümeti zayıflatarak erken genel seçime zorlamayı deniyorlar.

ABD emperyalizmi, Küba’daki yönetimi yıkmak için çok yoğun çabalar harcadı ve her yolu denedi. Ancak başaramadı ve son yıllarda bundan biraz vazgeçmişe benziyor. Kastro kardeşlerin ölümünü beklediği bir gerçek.

Ancak, Latin Amerika’da başka bir gül istemiyor. Çünkü bu güller, burjuvazi için diken anlamına geliyor. Şu anda Venezuela hükümeti onun için en büyük düşman. Yıkana kadar mücadelesini sürdürecektir. Orada binlerce ölü  çıkması bir şeyi değiştirmez. 

III

Yazının daha başında sınıflar arasındaki sınıf mücadelesinin bazı ilkelerini hatırlattım. Venezuela’da da aynı sınıf mücadelesi gerçekliği söz konusudur. Burada süren mücadele sınıflararası çatışmanın ta kendisidir. Ancak, bunun görülmesi yetmiyor. Sınıflar arası mücadelenin kurallarına göre oynamak gerekiyor. Önemli olan burasıdır. Nasıl ki, burjuvazi kendi çıkarlarınıkorumak için, katliamlar da dahil her yolu deneyerek karşıtı sınıfı yenmeye ve onu saf dışı etmeye çalışıyorsa, burjuvazinin karşısında yer alan sınıflarda aynı şekilde kendi karşıtı burjuvasınıfını yenmek için devrimci şiddeti kullanmak zorundadır. (Hemen belirtelim; devrimci şiddetin içinde katliam yoktur, burjuvazinin bastırılması vardır) Bu şiddet, burjuvazinin karşı-devrimci şiddetine karşı işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci şiddetidir. Ve bu şiddet en meşru bir yoldur. Çünkü burjuvazi, ona başka bir seçenek bırkmıyor. Kitlelere “seçim” diyor. Ve kitleler seçimle kendi safında yer alan bir hükümeti iş başına getiriyor, ama burjuvazi bunun “anti-demokratik” olduğuna karar veriyor. Çünkü hükümet, burjuvazinin aleyhine, halkın çoğunluğunun ise lehine yasal düzenlemeler yapıyor.

Venezuele hükümetinin önünde iki seçenek var: Ya  gerçekten devrimci olacak ve devrimci bir yol izleyerek (başta işçi sınıfı olmak üzere emekçileri silahlandırarak) burjuvaziyi ezecek ya da emperyalist destekli burjuvazi tarafından ezilecek. Başka bir üçüncü yol yoktur. 

Reformizm kurtuluş değil, kitlelerin devrimci potansiyelini uzun vadede öldürmek anlamına gelir ve nitekim Venezuela hükümeti uygulamalarıyla bunu yapıyor. Bir taraftan iktidarı bırakmak istemiyor, ama öbür yandan ise burjuvazinin yaşamasına olanak veriyor. Ekonominin büyük bir kesimi, gazetelerin % 70’i burjuvazinin elinde. Burada, ne reformist bir hükümet yaşayabilir ne de “sosyalizm” gerçekleşebilir. Bu hayalciliktir.

Burjuvazi ile proletarya kardeş kardeş bir arada yaşayamaz. Bunun ne ekonomik ne de bundan kaynaklı siyasal koşulu vardır. Burjuvazi iktidarını, başta proletarya olmak üzere,  kitlelere karşı silahlı devleti vasıtasıyla ayakta tutuyor. Yani, burjuva zorunu uyguluyor. Proletarya da bunu böyle yapmak zorundadır. Eğer proletarya (ya da sosyalistler) burjuvaziye karşı iktidarını ayakta tutmak istiyorsa, burjuvaziyi bütünüyle silahsızlandırmak zorundadır. Bu başta ekonomik olarak burjuvaziyi mülksüzleştirmek ve onun devlet iktidarını yıkıp yeni bir devimci iktidar kurmakla olabilir. 

Burjuvazi ile proletarya arasındaki tarihsel mücadeleler, enternasyonal proletaryaya, bu gerçeği birçok defa göstermiştir. Proletarya, burjuvazi üzerindeki baskısını gevşettiği anda, burjuvazi gevşek baskının gözeneklerinden anında ortaya çıkıyor ve büyüyor. Kendine gelişme yolları açıyor. Çünkü, toplum hala sınıflı bir toplum ve geriye dönüşlerin koşulları mevcuttur. Sınıf uzlaşmacı revizyonistlerin iddia ettikleri gibi, sosyalizm altında burjuvaziye  daha fazla özgürlük tanınarak sosyalizm inşa olmaz. Tersine, bu anlayış, burjuvazinin gelişmesinin koşullarını olgunlaştırmak ve işçi sınıfı iktidarının her geçen gün hareket alanını daraltmak demektir.

Marksizmin devlet, sınıflar arası müacadele ve sosyalizmin inşası teorileri her yerde aynıdır. İlkelerden taviz vermek, burjuvazinin yeşermesini sağlamaktır. Bu ilkeler Venezuela içinde geçerlidir. Zor devrimlerin ebesidir. Bu gerçek burjuva deveimleri içinde geçerliydi ve proletarya önderliğinde sosyalist devrimler içinde geçerlidir. Venezuela’nın sosyalist maskeli reformist hükümeti içinde bu ilkeleri geçerlidir. Ya ezecek ya da ezilecek. 

Toplumlar tarihi birçok şeye tanık olmuştur, ama şu iki şeye tanık olmamıştır: Birincisi; proletaryanın seçimlerle burjuvaziden iktidarı aladığı ve sosyalist inşayı gerçekleştirdiği... İkincisi; burjuvazinin, seçimleri kazanan bir proletarya partisine  ya da reformist bir partiye gönüllü olarak kendi iktidarını bıraktığı...

Latin Amerika ülkeleri halkları reformist hükümetlere sıkça tanıklık etti. Ya askeri darbelerle kanlı bir şekilde devrildiler ya da devre dışı bırakıldılar ya da teslim alınarak emperyalist burjuvazinin dediklerini yaptılar. Ama asla halkın lehine uzun vadeli iktidarda kalamadılar.

Kısacası, Hugo Chavez’in; “21. Yüzyıl Sosyalizmi” ne sosyalizmin inşası ne de enternasyonal proletaryanın iktidar mücadelesi için olumlu bir örnek oluşturmaz. Buradan alınacak ders; reformlarla burjuvazinin teslim alınamayacağıdır. Proletarya sosyalizmi inşa etmek istiyorsa, öncelikle burjuva iktidarını devrimci şiddetle parçalayacak ve kendi sosyalist iktidarını kuracaktır. Burjuvazi üzerindeki baskıyı ise asla gevşetmeyecektir.

Ne Hugo Chavez ne de Nicolas Maduro, sosyalizmin inşası gerçekliğine sahipler. Chavez’in “sosyalizmi” de, Maduro’nun “sosyalizmi” de, proleter soyalizm anlayışı değildir. Reformist sosyalizm ya da 1970’lerde sıkça kullanılan “güler yüzlü sosyalizm” anlayışıdır. Yani, reformist hükümet önderliğinde işçi sınıfıyla burjuvaziyi uzlaştırma siyasetidir. İşçi ve emekçiler lehine kapitalizmin restorasyonu, ama burjuvazinin de varlığının korunmasıdır.

Latin Amerika işçi sınıfı ve emekçilerinin devrimci mücadelesi önünde refromizm ve “sol” maceracı küçük burjuva çizgileri hep engel olmuş, onun devrimci yönünü törpüleme ve burjuvaziyle uzlaştırma görevi görmüştür. Venezuela’da olanda budur. Reformizm, sınıf uzlaşmacı bir yol izlerken, “sol” maceracı küçük burjuva çizgisi ise kitlelerden kopuk bir siyaset izleyerek, ikisi de kitlelerin devrimci dinamizmini söndürme görevi görmüştür.

Bu gerçekler ışığında gerçek sosyalist ve komünistlerin yapması gereken, bu koşulları değerlendirerek işçi sınıfı içinde ciddi olarak örgütlenmeleri ve reformlarla burjuvazinin yıkılamayacağı gerçeğini kitlelere göstermeleri ve ayaklanmanın koşullarını yaratmalarıdır. Bugün, Venezuela’da yapılması gereken; işçi ve emekçilerin silahlandırılarak karşı-devrimci kesimlere karşı mücadeleye sevk edilmesidir. Bu yapılmazsa, burjuvazi aynısını yapacaktır ve yapıyor. Ve burjuvazi, reformist hükümeti yıktığı taktirde, başta komünistler olmak üzere işçi ve emekçilere saldıracak ve katliamlar yapacaktır. Venezuela’nın reformist hükümeti ise burjuvaziyle “uzlaşma” yolları arıyor. Ne yazık ki, bu anlayışla hareket edildiği sürece, işçi ve emekçiler kaybedecektir.

 

IV

Yapılması gerekenleri kısaca 4 madde halinde sıralayabiliriz:

 

1-      Başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilerin silahlandırılması ve devlet yönetiminin işçi ve emekçilerin denetimine verilmesi

 

2-      Bütün büyük fabrika, banka ve büyük kapitalist çiftliklerin devletleştirilmesi, halk adına bunlara el konulması, yönetimin çalışanlara devredilmesi

 

3-      Burjuva partilerin ve her türlü burjuva örgütlenmelerinin derhal yasaklanması

 

4-      Emperyalist tekellere olan borçların ve devlet garantili özel işletmelerin borçlarının lağvedilemesi

 

Bunları yapmak elbette bir ideolojik sağlamlık, komünist kararlılık ve keskin çatışmaları göze almayı gerektiriyor. Ve her şeyden önce de işçi ve emekçileri bu doğrultuda örgütlemek ve silahlandırmayı şart koşuyor. Bunları yerine getirmeyen bir reformist hükümet burjuvaziye rağmen iktidarda kalamaz. Bunları yerine getirecek bir hükümet ya da önderlik ise reformist değil komünist olmak zorundadır.

16.04.2014

96268

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar