Salı Aralık 3, 2024

Abdullah Öcalan,Hatip Dicle ve “Kapitalist Modernite”’

Time dergisinin her yıl açıkladığı “Dünyanın En Etkili 100 Kişisi” listesinin 2013 versiyonunda Ortadoğu’dan sadece iki liderin adı vardı: Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen.Liderliğini esaret koşullarında sürdürmesiyse Abdullah Öcalan’ın çok özel durumuna işaret ediyor.Tam anlamıyla bıçak sırtında yapılan bir politika üretiminden bahsediyoruz.Bu politika üretimine ilişkin tartışmalar Öcalan’ın bir komployla 15 Şubat 1999’da TC’ye tesliminden ve takip eden sorgu aşamasındakı performansından itibaren hiç durmadı.Öcalan’ın özeleştiri vererek önünü kesmediği bu tartışmalar başta PKK düşmanlığı sömürgecilere düşmanlığının çok ötesine geçmiş eski değil “eskimiş tüfekler” ve Ergenekoncular olmak üzere pek çok kesim tarafından sürekli kullanıldı ve kullanılmaya devam edeceği de anlaşılıyor.Küfüre varan bu eleştirilere pek çok Kürdistanlı yurtseverin de katıldığını görmek mümkün.Oysa Öcalan eleştirisini bu düzeyde ve bu argümanlarla yaparsanız tam da sömürgeci iradenin istediği çizgide reaksiyon vermiş olursunuz.Bu eleştiri düzeyinin Kürdistan’ın kurtuluşuna ilişkin olumlu bir sonuç üretmesi imkansızdır.Tam karşıt cepheden,Öcalan’ı savunmak adına Beşikçi dahil Kürd aydınlarına yöneltilen suçlamaların da aynı amaca hizmet edeceğini öngörmek gerekiyor.

Öcalan eleştirilecekse TC’ye tesliminden itibaren gündeme getirmekte olduğu “Türkiyelileşme ve Entegrasyon” argümanları üzerinden eleştirilmelidir.Hatip Dicle’nin deyimiyle : “ Öcalan ve Kürtlerin Türkiye'nin birliğini bütünlüğünü zorlayacak talepleri yok. Bağımsız devlet fikrini çoktan çöp sepetine attık çünkü 2.5 milyon Kürt İstanbul'da. Demokratik özerkliği de sadece kendimiz için değil, İstanbul'daki Kürt, Malatya'daki Türk için istiyoruz.”(Hatip Dicle,Utku Çakırözer Röportajı,Cumhuriyet Gazetesi,01.02.2014) çizgisinin liderliğini üstlenmesi nedeniyle eleştirilmelidir.Kürdistan’ın çıkarına olan tartışma budur.Eleştirilmesi gereken Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin muazzam enerjisinin ve olanaklarının Türkiyelileşme ve Entegrasyon çizgisine tahvil edilmesidir.Dünya düzeni anlamına gelen “Kapitalist Modernite”’nin karşısına “Kapitalizm,endüstriyalizmi ve ulus-devletçiliği , ekonomik toplum,ekolojik toplum ve demokratik konfederalizm alternatifiyle karşılayan demokratik modernite,Ortadoğu kültüründe demokratikleşmenin temel etkeni konumundadır.”(Abdullah Öcalan,Demokratik Modernite Dergisi,Sayı:8,Sayfa:17)  ütopyasıyla çıkmanın getireceği ulusal risklerdir.”Kar amacıyla üretime son verildiğinde,dünyanın kurtuluşu gerçekten başlamış demektir.Bu da insanın ve yaşamın kurtuluşudur.”(Abdullah Öcalan,Demokratik Modernite Dergisi,Sayı:8,Sayfa:16) önermesi filozofçadır ve doğrudur ama Kürdistan toplumunun içinde bulunduğu parçalı sömürge durumu kapitalizme ilişkin bir durum değildir ve insanlığın kurtuluşu mücadelesine Kürdistanlıların bu aşamada sunacağı katkı kendi kendini yöneten,özgür ve bağımsız bir toplum olma yolunda mücadele etmektir.

“Doğru olan, Ortadoğu’nun mevcut siyasi sınırlarını veri olarak temel alıp,tüm ülke ve devletlerinin bütünlüğü içinde demokrasi mücadelesi vererek,hak eşitliğini ve özgür birlikteliği gerçekleştirmektir.Demokratikleşen her ülke,bir adım daha gerçekleşen demokratik Ortadoğu’dur.” (Hatip Dicle,Demokratik Modernite Dergisi,Sayı:8,Sayfa:62-63).Bu satırlar,”Kapitalist Modernite” olarak tanımlanan dünya düzenine karşı Öcalan’ın formüle ettiği “Demokratik Modernite” konsepti çerçevesinde Kürdistan’ın özgürlüğü mücadelesinin nasıl yapılması gerektiğine dair önerilen temeli açıklıyor.Oysa bölünüp paylaşılan Kürdistan’dır.Somut şartların somut tahlili diye bir şey var.Dahası altyapı-üstyapı,sınıfsal/ulusal çıkarların çatışması,enerji kaynaklarının denize ulaşması ve paylaşımı gibi cevap verilmesi gereken daha ciddi sorunlarımız var ve yukarıda anlatılanın bunlara verecek hiçbir cevabı yok.Somut şartların somut tahlili bize diyor ki: Ekonomik altyapının gelişmediği,ekonominin üretim tabanlı olmadığı,sınıflar ve katmanların ekonomik zemine oturmadığı,daha ötesinde güçlü bir orta sınıfın varolmadığı toplumlarda demokrasiden sözedilemez.Şimdi Kürdistan’ı paylaşan devletlerden Irak mı,Suriye mi,İran mı bu tanıma denk düşmektedir? Türkiye gibi üretim altyapısının görece gelişkin olduğu alt-emperyalist bir ülkede dahi sivil-askeri bürokrasinin iktidardan tasfiyesi çok kısa zaman önce emperyalizmin onayı ve desteği neticesinde gerçekleşebilmiştir,ancak bu süreci takip eden bir demokratikleşme zemini halen ortada yoktur.Aksine RTE şahsında yasama-yürütme-yargı birliğine gidilerek sivil diktatörlük zeminine yelken açma çabasının sözkonusu olduğu savlanabilir durumdadır.

“Ortadoğu’nun mevcut siyasi sınırlarını veri olarak temel alıp,tüm ülke ve devletlerinin bütünlüğü içinde demokrasi mücadelesi” hedefini sunanların dikkatine sunulması gereken olgular:

1.      Irak ve Suriye sınırları ciddi anlamda tartışmalıdır.Gelecekte Irak ve Suriye adı altında devletlerin yaşamaya devam edip edemeyeceği bile şüphelidir.

2.      İran’ın an itibariyle dünya düzeniyle uzlaşmasına aldanmamak gerekir.Uzakdoğu’daki sorunları çözmek ve oluşan artı-değerin paylaşım koşullarını yeniden belirleme amacıyla “Kapitalist Modernite”’nin Ortadoğu’daki durumu bir süreliğine dondurması önümüzdeki onyıllarda, İran’ın işgal altında bulundurduğu Güney Azerbaycan üzerinden destabilize edilmeyeceği anlamına gelmemektedir.İran, Kürdistan’ın Doğu parçasını işgali altında tutmanın dışında Güney Kürdistan yönetimini devamlı tehdit altında bulundurmakta ve YNK’nın yeni yönetimini açıktan belirlemeye çalışmaktan da kaçınmamaktadır.Yine Kuzey Kürdistan hareketine karşı TC ile dönüşümlü olarak Hizbulkontra kartını da elinde tutmaktadır.

3.      Mevcut siyasi sınırları veri alma politikasını uzun süredir uygulayagelen Güney Kürdistanlıların hali ortadadır.Kerkük ve diğer tartışmalı Kürdistan bölgeleri ile ilgili hiçbir gelişme yaşanmamıştır.Güney Kürdistan ve Batı Kürdistan‘ın birleşmesi sonucunda ortaya çıkacak “Kürd Koridoru”’nun Güney ve Batı Kürdistan’ın petrol ve doğalgaz kaynaklarını denizle buluşturma olanağına sırt çevirmiş ve TC’ye angaje olmuş Güney Kürdistan yönetimine Türk Enerji Bakanı’nın 5 Şubat 2014’te attığı gole bakın: “Irak petrolü 1 varil de olsa Bağdat’ın bilgisi olmadan ihraç edilemez. Bu petrol Irak’ın petrolüdür. Kuzey Güney fark etmez.”. Dahası var:  Merkezi Bağdat hükümeti de Kürdistan petrol ve doğalgazının 3. ülkelere ihracını engellemek ve Ceyhan’da depolanan Kürdistan petrolünün takibi için ABD’deki bir hukuk firmasıyla anlaştı.Mesud Barzani’nin ABD seyahatini iptal etmesinin ya da seyahatin ABD tarafından iptal edilmesinin neden ve sonuçlarını Güneyliler başta olmak üzere tüm Kürdistanlıların iyi düşünmesi gerekir.

4.      Aralarındaki tüm çelişkilere ragmen Kürdistan’ı sömürgeleştiren diğer 3 devletin de zımni ittifakıyla TC’nin Güney ve Batı Kürdistan arasına IŞİD’I yerleştirmesi ve bunu bir beka meselesi olarak görerek bu politikayla ilgili olarak ABD başta olmak üzere pek çok ülkeyle çatışmaktan kaçınmaması olgusu “ mevcut sınırlar” argümanının sömürgecilerce dahi pek kullanışlı bulunmadığını göstermektedir.

5.      Öcalan’la “Barış ve Kardeşlik Süreci”’ni götüren Türk istihbarat kadrolarının aynı zamanda Paris’te Sakine Cansız,Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in imha emrini verdikleri ortaya çıkmıştır.

İlkesel olarak doğru olanı savunmak başka bir şeydir,olanaklara gore politika üretmek başka bir şey.İlki Kürdistanlı aydının işidir ve bunu yaparken sırtında yumurta küfesi yoktur.İkincisi Kürdistanlı örgütlerin işidir ve evet sırtlarında yumurta küfesi vardır.Bu yüzden Kürdistanlı siyasetçi olguları doğru tahlil etmek zorundadır.Olguları yanlış tahlil edip,Kürdistan’ın bağımsızlığı fikrini çöpe atıyorsanız,ödenmiş hiçbir bedelin bunu kaldırmayacağını bilmek zorundasınız.Kürdistanlıların “Kapitalist Modernite” ile çatışma zorunluluğu yoktur;zaten ne entellektüel,ne ne ekonomik ne de askeri alanda dünya düzenine güç yetirecek bir Kürd dinamiği ortada yoktur.“Kapitalist Modernite”’yi hafife almamak lazım.Bugün Türkiye ve Kürdistan’da milyonlarca kadın başını sıkı sıkı örtüyor ve ortalık badem bıyıklı erkeklerden geçilmiyorsa bunun asıl nedeni “Kapitalist Modernite”’nin bundan 40-50 yıl önceki kuramcılarıdır.

ZÜLKÜF AZEW, 08.02.2014

103224

SİBEL ÖZBUDUN – TEMEL DEMİRER 2014

Hayaller(imiz)le, cüret(imiz)le, umut(larımız)la yolumuzu açacağız 2014’te de sen/siz orada biz burada; Cemal Süreya’nın, “Artık hayallerim suya düşecek diye/ kaygılanmıyorum./ Çünkü, onlar düşe düşe/ yüzmeyi öğrenmişler,” dizelerini terennüm edeceğiz inat ve ısrarla…

İT DALAŞINDA TARAF OLUNMAZ, SINIFIN NET TAVRI KONUR

Sınıfsal mücadele yaşadığımız coğrafyada belirleyici özellik taşıyor. Bölgemiz  Türkiye’deki örgütlü sınıf mücadelesinin seyrine göre şekil alacaktır. Ezilenlerin başkaldırışı da    göre ilerleme veya gerileme gösterecektir. Bu gerçek Kürdistan için de geçerlilik taşımaktadır.

Sermaye, Siyaseti Çıkarlarıyla Örtüştürür[1]

“AKP-Gülen Savaşı” içinde yolsuzlukların çok az bir kısmının dışa vurumundan sonra, siyaset, bu kirli güçler arasındaki savaşıma odaklandı. Bunun böyle olması doğal. Bu olay, özellikle Haziran (GEZİ) Ayaklanması’ndan sonra hızlanan ve beklenen bir durmdu. Daha önce yazdığım “üç vakte kadar” başlıklı bir yazıda, hükümet açısından “iki vaktin” bittiğini, “üçüncü vaktin” ise içinde olunduğunu yazmıştım. Bu herkes tarafından da bilinen bir gerçekti. Haziran Ayaklanması var olan süreci hızlandırmış ve daha kaçınılmaz bir hale getirmiştir.

Katliamlar Diyarı Şırnak

Röportajda Vali Mustafa Malay 15 Ağustos 1992 tarihli olayda asker ve PKK'lilerin öldürüldüğünü söylüyor. Belleği kendisini yanıltıyor herhalde. Olayda asker ya da PKK'li kimse ölmemişti.

Ben o tarihte Şırnak milletvekiliydim.

15 Ağustos gecesi Şırnak'ı harabeye çeviren silahlı saldırıyı gelen telefonlarla haber aldım. Hükümetin oralarda hiçbir yetkisinin olmadığını biliyordum. Ancak bir ümit yine de İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'i aradım ve duruma müdahale etmesi istedim.

İsmet Sezgin PKK'in saldırdığını ve çatışmaların devam ettiğini söyledi.

Fettullah Gülen hareketi hakkında

“Yeminine bakıp insana inanma,insana bakıp yeminine inan.”[2]

 

Ahmet Şık, “Dokunan yanar” diye uyarmıştı Fettullah Gülen (FG) hakkında herkesi; karanlık(lar)ın büyük yangınlar ile aydınlanacağı vurgusuyla başlamalıyım diyeceklerime…

Türk(iye) İslâmının dünden bugüne hülasası olarak yorumlanması mümkün olan FG, yeni bir tarihsel blok ve hegemonya hareketi girişimidir.

Türk(iye) İslâmı’nda kadın olmak

“her put, yıkılmak için dikilir.”[2]

Yerel Seçimler ve Siyaset

Proletarya, hiç bir olaya ve hiç bir siyasal gelişmeye tarafsız kalamaz. Onun “tarafsız”lığı bile taraf olmaktır. Örneğin her hangi bir olayı boykot etmek tarafsız bir siyaset gibi gözükmesine karşılık aktif bir taraf olmaktır. Ya da iki burjuva (örneğin Ergenekon davaları vb.) kliği arasındaki mücadele de birinden birini desteklemeyip “tarafsız” olmak, iki burjuva kliğine karşı aynı tavırı almak anlamındadır.
 
Bütün burjuva partileri hızlı bir şekilde yerel seçimlere hazırlanıyor.

KDP,PKK...Tez,antitez ...sentez?

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde KDP bir tezdir.Emperyalizm ve sömürgecilikle mücadelede yarı-modern bir başlangıç.Kurulduğu dönemdeki emperyalizmin ve işbirlikçisi yerel sömürgeciliğin ittifaklı çullanmışlığından kaynaklı parçacı bir tez.Toplumsal gelişmenin düzeyine bağlı olarak aşiretler/aileler ittifakı temelinde politika örgütleyen bir tez.Parçacılığı o kadar belirgindir ki, Doğu Kürdistan’da Süleyman Muini ve Kuzey Kürdistan’da Saitler komplolarındaki rollerini gözardı edebilmemizi,  ne Barzani ailesine ne de yüzyıllık direnişlerine duyduğumuz saygı sağlaya

“Postmodern zamanlar"da din (ve islam)

“de omnibus dubitandum est.”[2]

 

“Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü” Sempozyumu’nun Ankara ayağındaki “Dini- Eleştirel Olarak Anlayabilmek” oturumunda öncelikle bir saptamamı sizinle paylaşmama izin verin.

Sempozyumun pratik örgütlenmesi sürecinde, kendini sosyalist/ komünist olarak niteleyen kimi çevrelerin, “dinin tartışılması”na bir hayli soğuk ve mesafeli yaklaştıklarına şahit oldum.

“Cujus regio , ejus religio !” [*] [1]

“Kralların kutsal olduğu, antropolojik ve tarihsel bir malumun ilamıdır; ne ki onlar öyle doğmazlar; ancak hükmettikleri eliyle kutsallaştırılırlar.”[2]

“Din” ile “iktidar” ilişkilerini, konu başlığındaki “iktidar” kavramının farklı yorumları çerçevesinde farklı biçimlerde ele almak mümkün, kuşkusuz: günlük yaşamın kılcal damarlarına nüfuz etmiş gündelik iktidar ilişkilerinin din tarafından tahkim ediliş tarzı; bizatihî dinsel iktidar (ve hiyerarşi) biçimleri ya da siyasal iktidar ile din ilişkileri.

Biz Seni Bekledik Zeki Yoldaş. Dört Gözle, Büyük Umut ve Heyecanla Bekledik/Hasan Aksu

 

Yetmişli yılların başı ve ortalarında Zeki yoldaşı sıkıyönetim mahkemelerinde dik duruşlarıyla, faşizmi yargılayışlarıyla tanıdık. Partili ideolojik, siyasal, savunusunu faşizmi yargılarken izledik. Faşizmi kendi kalelerinde yargılarlarken ülkemizde Partizan hareketinin tanınmasında, kavranmasında önemli etkileri oldu. Zeki yoldaş ve diğer yoldaşları şahsen tanımazdık belki ama onların çabaları, örnek tavırları bizleri Kaypakkaya çizgisinde buluşturmuştu.

 

Sayfalar