Cumartesi Kasım 30, 2024

AMED’İN ARMENAK BAKIRCIYAN’I, İSTANBUL’UN ORHAN BAKIR’I, DERSİM’İN ALİ AĞASI!

Seni sessizliğimi bozarak anlatmak çok istedim. Uzun zaman düşündüm. Seni anlatacağımı hala bilemiyorum. Orhan yoldaş tanışıklığımız 1974'ün ortalarına denk geldi. Aramızda örgütsel bir bağlantı yoktu. Ama bizi birbirimize çeken bir çekim merkezi vardı. Çok zaman öğrenci gençlik eylemlerinde omuzdaş olmuştuk. Seninle Tunceli'ler derneğinde bir kaç kez karşılaştık. Sonra DGD'de görüşmüştük, ismini İBO koymuştun veya yoldaşların İBO ismini sana uygun bulmuştular. Söylentiler bizim çevrede yaygın halde yayılarak ;'' Bir gurup Ermeni yoldaşın bize kayıldığı '' söyleniyordu. Gizli, gizli sizlere hayranlık besleniyordu. Bu hayranlık ve sizleri sahiplenme Kaypakkaya yoldaşın bizlere bıraktığı ideolojik kültürün bir sonucuydu. Dili, dini, ırkı, rengi, cinsi, mezhebi ayrımlar yapmadan halkların eşit şekilde Proletarya Partisi'nde örgütlenmesi kılavuzumuz olmuştur.

1975'in ilk aylarıydı. Parti merkezi faaliyetinde önemli adımlar atıyordu. Bize yasak olan DGD'ye  Garbis'in ısrarı üzerine, disiplinsizlik yaparak, Garbis ile birlikte geldiğimizde yeniden karşılaşmıştık. Ateşli-ateşli bir gurup tartışıyordunuz. Siz Garbis'i tanımıştınız. Garbis özeleştiri yaparak birey bazında Partimiz'e katılmıştı. Bizi gören dernek yetkilisi arkadaşlar bana uyarıda bulundular.

'' Hemen burayı terk etmemizi '' istediler. Ben de çay içip gideceğimizi söyledim. Bu seni İstanbul'da son görüşümdü. Sen Ege bölgesine Parti'nin örgütsel faaliyetini yürütmeye gitmiştin. Biz ise İstanbul'da kalmıştık. Biz uzun sürmeden 1976'nın Ocak ayında yakalanmıştık.

 

               Aradan çok zaman geçmeden Partimiz ‘de zamansız bir tartışma, tasfiyecilik ve ayrılık ol muştu. Senin sorumluluğundaki Ege bölgesi Parti'den yana tavır koymuştu. İzmir'de bir banka soygunu sonrası sizlerde yakalanmıştınız. Sen diğer yoldaşlarına oranla daha ağır işkencelere maruz kalmıştın. Akıl almaz, insanlık dışı işkenceler sonucu bir kolun sakatlanmış, işlevsiz kalmıştı. Mahkûmluk mektuplarımız aramızda kaçırıldığın güne kadar devam etti. Kaypakkaya'nın yoldaşıydın, Diyarbakır işkence hanelerindeki direniş, teslim olmama, ser verip sır vermeme meselesi senin de yolunu aydınlatmıştı.

 

              O, inanç ve kararlılık kabına sığmaz kılıyordu seni. Nedir ki, zindanlar, karanlık hücreler bizim için, yırtmak istiyorduk faşizmin karanlık perdelerini. Yıkmak istiyorduk faşizmin taş duvarlarını. TKP/ML'nin genlerinde yaşayan özgürleşme aşkı, savaşçı gelenek gerçekleştirdiği devrimci operasyonla seni özgürlüğüne kavuşturdu. Dağlara uçurdu. Dağlar bizimdi. Sen 18 Ekim 1977'de,biz 9 Aralık 1977'de Partimiz ‘in gerçekleştirdiği operasyonla özgürlüğümüze kavuşmuştuk.

 

              Partimiz I. Konferans çalışmalarını aralıksız sürdürmüştü. Süleyman Cihan yoldaş önderliğinde yürütülen ve Partimiz tarihinde belirleyici özellik taşıyan I. Konferans'ını (bazı aksamalar, haksızlıklar olsa da) gerçekleştirilerek merkezi yapıyla taçlandırılmıştı. Ege ve Dabk bölgelerinin yap mış olduğu yanlışlar ve hatalar sonucu sen Konferans çalışmalarına katılamamıştın. Temsil edilme hakkın ciddi bir haksızlıkla elinden alınmıştı. Parti I. Konferans'ı bu olumsuzluğu, yapılan haksızlığı deşifre etmiş, soruşturma başlatmıştı. O sebeple Parti 1.Konferansında seninle buluşamadık. Ben İstanbul delegesi olarak temsil hakkımı kullandım. Senin ne durumda olduğunu Süleyman Cihan'dan öğreniyordum. Ekseriyetle Hüseyin Balkır'dan bilgi alıyordum.

 

              Parti I. Konferans'ını gerçekleştirmiş, merkezi yapıya kavuşmuştu. Merkezi örgütlenme başlatılmış, bizler de DABK bölgesine faaliyet yürütmek için gönderilmiştik. Senin doğuda olduğunu biliyordum, ama nerede olduğunu bilmiyordum. Parti, kadrolarına görev dağılımı verdiğinde, Ben Elazığ-Karakoçan’da Parti faaliyeti yürütüyordum. MK'si merkezileşmeye uygun örgütsel düzenlemeye gidiyordu. Bana Dersim'e gitmem gerektiği talimatı gelmişti. Dersim'e geldiğimde başka yoldaşları beklerken, sen sürpriz yapıp karşıma çıkmıştın. Birkaç gün birlikte kaldık. Uzun uzun sohbetlerimiz oldu. Sonra beni örgütsel ilişkim sorumlum Süleyman Cihan yoldaşa devrettin. Artık uzun süre birlikte çalışacak, birlikte faaliyet yürütecektik. Bölge faaliyeti başlatılmış sen DABK yönetiminde yer almıştın. ABK'nın siyasi sorumlusuydun. Parti çalışmasında sana karşı sorumluluk taşıyorduk. Bu illere, alt mıntıkalara ve en altlara kadar böyleydi. Orhan yoldaş seninle hemen hemen tüm organlarda bölgemizde birlikteydik. Senden hepimizin öğrenmesi, örnek alması gereken meziyetler vardı. Dersim bölgesinde gerçekleştirilen örgütsel-askeri bütün eylemlerde senin imzan vardı.

Dersim toprağında Partimiz'in çalışmaları uzun yıllar sürmekteydi.

 

             Parti I. Konferans'ı ertesinde, partimiz büyük atılım başlattı. Bu atılıma senin katkın, emeğin verdiğin yoldaşlık sevgisi ve güven belirleyici olmuştur. Engin görüşlerinle, bilgi birikiminle, sakin, tane tane anlatımınla, ikna edici gücünle tüm yoldaşlarına örnek oluyordun. Sende Süleyman Cihan yoldaşın olgunluğunu, halkla birebir ilgilenme, onlara değer-güven verme gücünü kişiliğini her zaman gördüm. İkinizin de benzer birçok yönü vardı. İkinizin de yürekleri derinden yaralıydı. Sen Ermeni kökenliydin, Süleyman yoldaş Alevi-Kürt kökenliydi. Osmanlı'nın (Ulus-devlet) devamı olan, Irkçı Kemalizm'den her ikinizin milliyeti ağır darbelere, katliamlara maruz kaldılar. Her ikinizin inançları katledildi. Aşağılandı, yasaklandı yok sayıldı. Atalarınızın yaşadığı zulümler, katliamlar ve

tehcirler yüreklerinizi derinden yaraladı. Silinmesi mümkün olmayan ağır izler bıraktı. Sizlerin çocukluğu yapılan zulümleri babalarınızdan, dedelerinizden dinleyerek geçti. Bu yürek acısıyla büyüdünüz. Milliyetinizden, dininizden dolayı horlandınız, aşağılandınız. O sebeple acılı yürekleriniz ezilenin, aşağılanın, hor görülenin, yoksulun yanında oldu. Burada kalmadınız ezilene yol gösteren, örgütleyen, özgür bir dünya yaratmaları için Kaypakkaya çizgisiyle önderlik ettiniz.

 

             Orhan yoldaş Diyarbakır'da azınlık bir ulusun mensubuydun. Ermeni milliyetindeydin. Diyarbakır Kürt ulusunun yüzde doksan yaşadığı önemli bir Kürt iliydi. Onlar da ulus olarak eziliyor, katlediliyor, aşağılanıyordular. Ama dinsel inançlarından dolayı baskı ve tahakküm altında değillerdi.

Türk devletinin yanında, Kürt’lerinde dinsel ve ulusal baskısına Ermeni milliyeti maruz kalıyordu.

Halen de kalıyor. Diyarbakır sokaklarında milliyetinden, dininden ve adından dolayı az mı aşağılandın, horlandın, kavgalar ettin. Evine geri döndüğünde annenle bu sebeple az mı kavgaların oldu. Annene adını değiştirmek istediğini ağlayarak az mı söyledin. Benim yüreği yaralı yoldaşım, kardeşim.

Biliriz biz birbirimizin halinden aynı dili konuşmasak da, aynı dinden olmasak da, asimilasyona uğrasak da, sevgi ve aşk doluydu yüreğin. Sevdalıydın aslında, sevdaların dağlar kadar yüce ve ulaşılmazdı. Aşklar yaşıyordun Munzur suyu duruluğunda, sevgini esirgemiyordun Dersim'in diyarında. Bu senin en temiz en insani yanındı.

 

             Devrimin çocukları ne sevdalar, aşklar yaşamıştı arı temizliğinde. Bazen gözleri görmez olmuştular, kalemleri şiirlere dökmüştü aşklarını. Uykuları kaçmıştı bilmem kaç geceler, yaşadıkları

aşk yüzünden. Bunlar devrim çocuklarının en temiz, en saf, en insancıl yönleriydi. Bu duygu, aşk dolu devrim çocuklarını birde siz sınıf kavgamızda görmeliydiniz. Bakmayın masum duruşlarına, bakmayın   ürkek, korkak, cılız ve küçük oluşlarına. Kaypakkaya'dan devir aldıkları ideolojiyi pratik yaşama geçirmek için abartısız yirmi dört saatlerini, tüm yaşamlarını devrime adadılar. Gece gündüz demeden, dağını taşını takmadan, yakınma, sızlanma göstermeden Parti'nin,d evrimin önünü açmak, devrim yapmak için,'' Don Kişot '' luk yaptılar. Bizlere kılavuz oldular. Baş düşmanlarımıza karşı okun sivri ucunu yönelttiler. Mevzi mevzi mevzilenip düşmanlarımızla savaştılar. O korkak, ürkek gözüken yürekler düşmanla savaşta çatal yüreklerdi. Korkular yok olmuş, ürkeklikleri gitmiş, karşılarında ordular bozgun yemiştiler.

 

            Türkiye Komünist Hareketi böylesine donanımlı, böylesine birikimli, böylesine üretken, böylesine eylemci ve yaratıcı Ermeni kökenli önder komünist kadroya ORHAN Bakır’ımıza sahipti.

Orhan yoldaş döneminde bölgemizde ciddi gelişmeler, örgütlenmeler, kazanımlar yaratılıyordu.1980 başları Parti MK'si bölge yönetimlerinde değişime gitti. Bu değişim sonucu Orhan Bakır yoldaş da görevinden alınanlardan biri oldu. Daha alt Parti organlarında görevlendirildi. Orhan yoldaş hiçbir olumsuz tepki göstermeden Parti'sinin verdiği görevi devralmış, pratik faaliyete dört elle sarılmıştı.

Komünizm için büyük görev, küçük görev yoktu. Yönetimle ayrılıklar taşısa bile, bir komünist merkezi görüşleri ve de görevleri kendi görevi ve görüşü kabul eder, hayata uygulamak için gerekirse canını feda eder. Bunda Orhan yoldaşımız örnek alacağımız değerli bir mirasımızdır. Şurası bir ger çek ki, o dönem Partimiz çok ciddi iç tartışma yaşıyordu.

 

            Yurtdışının revizyonist Enver Hocacı görüşleri Partimiz ‘de taban bulmasa da kadrolarında önemli etkiler, tahribatlar, sallantılar yarattı. Bizimle aynı görüşleri paylaşan Orhan Bakır yoldaş birdenbire '' Mao Ze Dung'un usta olmadığını '' söyleyivermişti. Bu da nereden çıktı dediğimizde ise '' tartışma yazılarını okuduğunu, bu sonuca vardığını '' söylemişti. Biz de tartışma dönemlerinde böylesi gelgitlerin olabileceğini söyleyip tartışma seyrinin gelecekte hepimizi netleştireceğini söyleyerek tartışmayı sürece bıraktık. Aynı ayrışmalar PMK içinde ‘de iki, üç ve hatta daha fazla görüş, çizgi olarak yansıma buluyordu. Bu durum, biz kadrolara da kaçınılmaz yansıyordu. Orhan yoldaş da bu kadrolardan biriydi. O sebeple bunun yadırganacak bir yanı olmasa gerek. Meselenin diğer yönüne gelince şimdiki kanaat ‘imce bu görüşleri doğru ve inandığı için savunmadı. Bir tepkiydi. Tepkisini Parti'ye böyle yansıttı. Görüşümce Parti ikinci kere Orhan yoldaşı görevinden almakla haksızlık yapmıştı. Kendine itaatkâr olan, ama birikimi ve deneyimi olmayan Parti üyelerini DABK'a takviye etmişti. Deyim yerindeyse Orhan'ın yetiştirdiği, PÜ yaptığı üyeler birden bire basamakları saymadan atlatılmış Parti'nin MK'sı kadar önemli bölgenin yönetimine atanmışlardı.

 

            Ben Orhan'ı hep anlamaya çalıştım. Gerçek de buydu. Orhan yoldaş Mazgirt, Nazimiye, Karakoçan mıntıka Parti Komitesi'nde görev aldı. Görev alanı Partimiz ‘in çok yoğun kitle tabanı olan alanlardı. Fakat oldum olası, Parti bu alanda edilgen, militan ruha sahip değildi. Aktif kitlesel eylemlerde yer alıyordu. Ama Parti'nin stratejik çizgisine uygun örgütü, gerilla birimleri oluşturamıyordu.

Ordu faaliyeti için gönderdiği her eleman kısa zaman sonra ya çekiliyordu, ya da başarısız oluyordu.

Buna tepki olacak ki, Orhan yoldaş faaliyet yürüttüğü alanda Parti'yi gerilla savaşında aktifleştirmek ister. Önceleri kendi sorumluluğunda faaliyet yürüten KO'luye Karakoçan'da terör estiren faşist

Komiserin cezalandırılmasını, Parti organına sunar. Parti organı öneriyi kabul eder. Zira Parti organı eylemi kendilerinin gerçekleştirme kararını alır. Böyle bir yetkileri olması sebebiyle Parti, Ordu komitesine sunmaz. Aynı dönem Parti'nin merkezi Askeri kamp hazırlığı yürütülür. Parti, Askeri kamp bitim süresi sonrası 13 Mayıs akşam Radyo’yu açtığımızda, ORHAN BAKIR yoldaşın şehit düştüğü haberini aldık.

 

             Derin bir şok, üzüntü, acı içerisinde şaşkındık. Biçareydik, naçardık her birimiz ne yaptığımızı bilmiyorduk. Sanki dünyam yıkılmıştı. Yalnız kalmıştım. Yetimdim. Biçareydim. O gün ilk defa doyasıya ağladım. Yoldaşlarım ağladı. İbrahim ağladı. Ali Uçar ağladı. Bezek ağladı. Kararsız ağladı. Nuri ağladı. Yani hepimiz ağladık. Ağladık. Ağladık.

 

            İnsandık, yoldaştık, candık, kanayan yürektik hepimiz. Oysa seni, senin kavganı, sevdanı ne kadar sevmiştik canım yoldaşım. Olamazdı, inanasımız gelmiyordu. Orhan nasıl yapardı böyle bir hata.

Bize en gerekli olduğun anda nasıl olurda bırakıp gidebilirdin bizi. Parti için çok basit, kolay bir eylemde senin gibi bir Parti kadrosu nasıl yitirilirdi. Bunu nasıl izah edecektik halkımıza, yoldaşları mıza. Bazen zamansız ölümleri kelimelerle anlatmak çok ama çok zor.

 

            Sen ki; Diyarbakır işkence hanelerinde Komünizmi savunan önderimiz Kaypakkaya'nın ardılısın, onun yoldaş'ısın, onun devamcısısın, O zaman sen ölmedin, ölümsüzleştin Can Yoldaş’ım

ORHAN BAKIR YOLDAŞ’IM…

 

             Seni hep, ama hep anacağız. Hepimiz seni çok seviyoruz!

 

 

             HASAN  AKSU

103748

AMED’İN ARMENAK BAKIRCIYAN’I, İSTANBUL’UN ORHAN BAKIR’I, DERSİM’İN ALİ AĞASI!

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar