Bir Değersizlik Sistemi Olarak Kapitalizm Ve Kriz-1

Giriş:
Bu günlerde uluslar arası emperyalist sermaye çevrelerinde, borsaların düşüşünde, faiz indirimlerinden, ekonomik durgunluk (resesyon) ve krizlerden sıkça söz ediliyor. Türkiye bir yılı aşkındır ekonomik kriz içinde. Kapitalizmin krizi şimdi uluslar arası boyut almak üzere. Bu nedenle de burjuvazi önlemler almaya başlıyor.
Kriz sermaye çevrelerini ürkütmesine karşın, krizin esas ağır faturasını elbette işçi sınıfı ve emekçiler ödeyecektir. Ama bilinmelidir ki, bu krizi işçiler çıkarmıyor, burjuva ekonomisinin üretim biçimi çıkarıyor.
Kapitalist ekonominin savunucuları, kriz olduğu zaman “aynı gemideyiz” diyerek krizin ağır faturalarının işçi sınıfına yüklenmesinin gerkeçlerini ortaya koymaya çalışırlar. Evet, toplumsal olarak kapitalist toplumda yaşadığımız için “aynı gemide yaşıyoruz” denebilir. Ama geminin dümeni (yönetim) burjuvazinin elinde, geminin yürütülmesi için tüm işleri ise işçiler yapıyor olmasına karşın, geminin dümeninden işçiler uzak tutulur. Hatta dümene doğru yürüyenler katledilir. Bir de “demokrasi-seçim” oyunu ortaya çıkarmışlardır. Ama işçiler bu seçim oyunları ile asla gemi dümenine gelmeyi başaramaz. Çünkü seçim sistemi yine burjuvaziyi dümende kalması şeklinde düzenlenmiştir.
Bu bağlamda, ekonomik krizin sorumlusu çalışanlar değil, yönetenlerdedir. Yani, burjuvazidir ve krizin faturası da bütünüyle bunlara kesilmelidir. İşçi sınıfının burjuvaziye radikal şekilde keseceği tek bir fatura vardır; o da burjuvaziyi geminin dümeninden indirecek sosyalist devrimdir. Sosyalist devrimin dışındaki “ara yol”lar, yine burjuvazinin dümende kalmasını sağlamaya yönelik olacaktır.
Bilimsel sosyalizmin savunucuları Marksistler, kapitalizmin krizinin kaçınılmaz olduğunu, içinde taşıdığı çelişme onu ağır ekonomik krizlere sürükleyeceğini bilimsel olarak açıklamışlardır. Ancak, kapitalizmin ekonomik kriz içine girmesi, salt burjuvaziyi ilgilendirmiyor, bütün toplumu ve özellikle de krizin en ağır yükünü çeken işçi ve emekçileri daha çok ilgilendiriyor. Bu nedenle de, başta işçi sınıfı olmak üzere insanlığın kurtuluşu kapitalizmin yıkılması ve yerine sosyalizmin kurulmasında yatmaktadır. Bugün sıkça iklim-çevre konusunun acil bir şekilde gündeme oturması ve doğayı (tüm canlıları) kurtarmanın yegane yolu bujuvazinin kapitalist sistemini yıkmaktan geçiyor. Bu net ve bir o kadarda acildir. Bunun dışındaki “çözüm” çabaları hem boş hem de oyalama ve burjuva sistemini yaşatmanın gerici tatktikleridir.
Bu bağlamda kapitalizmin krizini bu yazı dizisi içinde ele almaya çalışacağım.
Burjuva Ekonomik Krizin Kaçınılmazlığı
Semayedarlar çevrelerinde “Boom” ve “kriz” kavramları sık kullanılır. Burjuvazinin ekonomideki “Boom”u yükselmeyi, kriz ise ekonominin dibe vurmasını anlatır. İkiside ekonomik kavramlar olmasına karşın, bunun siyasi ve askeri sonuçlarının olması da kaçınılmazdır. Genelde sermaye kesimi, “Boom”un peşinden krizin geleceğini bilir. “Boom” kapitalist ekonomi için sürdürülebilir bir olgu değildir. Ekonomik gelişmenin en yükseğe çıktığı anda hızlı bir düşüşü de peşinden gelir. “Yükseliş” ve “düşüş” kapitalist ekonominin diyalektiğidir.
Burjuvazi “Boom”da güler, krizde ağlar. Kapitalist ekonomik sistemde “boom” ve kriz özdeştir. Biri olmadan diğeri olmaz. Ne sürekli “boom” ne de sürekli kriz vardır..
Örneğin burjuvazi 2008 krizinden önce 2005’lerde “Boom”u yaşıyordu. Ama kapitalist ekonomi doğası gereği, yavaş yavaş aşağıya doğru indi ve 2008’de “Boom” patlayarak ağır bir ekonomik krize dönüştü ve bugünkü kriz dünün devamıdır denebilir.
Bugün de bütün emperyalist ülkelerin ekonomilerinde durgunluk kendini göstermeye başladı. ABD ve Alman sermaye çevreleri durgunluktan ve durgunluğun krize dönüşmesinden korkuyla söz eder oldular. Alman başbakanı; “Zor bir aşamaya giriyoruz” demek zorunda kalıyor. Elbette sözü edilen bu durgunluk yeni başlamadı. Tahvil ve bono eğrileri 2015’ten itibaren aşağılara doğru inmeye başladı. Yine uluslar arası doğrudan dış yatırım (UDY) 2015’ten beri trend eğrisi yukarılardan aşağıya yön çevirmişti. Kapitalist ekonomi 2008 krizini atlatamadan bir sonrasının zeminini hazırladı.
2008 krizinden sonra 2013-15’lerde “Boom”u yaşayan burjuva ekonomisi, yükselmesinin son sınırına gelmişti ve o tarihten sonra krize doğru bir eğilim çizerek bugünkü durgunluk (resesyon) düzeyine indi ve bunun sonrası ise büyük olasılıkla kriz. Bugünkü ekonomik durgunluğun krize dönüşmesini önleme olasılıkları oldukça zayıf. Bütün göstergeler 2008 krizini aşan yeni bir krizin habercisi gibi ve bunu tersine çevirmeye uluslararası emperyalist sermayenin gücü yetmez. Çünkü bu kriz yapısaldır. Kapitalist ekonomik sistem sömürü üzerine kurludur, yani, “toplumsal üretim ile kapitalist temellük arasındaki çelişmenin varlığından kaynaklanır.” (Engels)
Sermaye Birikimi Proletaryanın Artışıdır
Burada sözünü ettiğimiz sermaye, elbette sıradan bir para değil, daha yalın anlatımla, işçinin artı-değerinin zorla gasp edilmesiyle oluşan bir değerden başkası değildir. Sermaye işçinin burjuvaziye çalışması sonucu oluşur, ama ona işçi değil burjuvazi sahip olur. Ve sermaye burjuvazinin elinde sermayeye dönüştükten sonra toplumsal bir sisteme (yani kapitalizme) karşılık düşer.
Sermaye ve üretimdeki aşırı bolluk, kitlelerin gereksinmlerinin tersine, sermayenin büyümesinin ve birikimini esas alan üretim anlayışı ve bu üretimdeki anarşi, toplumun önemli bir kesiminde (çalışanlarda) muazzam yoksunluğun ve yoksulluğun birkiminin de kaynağı olur. Aynı şekilde sermaye birikimine koşut olarak yedek sanayi ordusunun (işsizler) da genel bir eğilim olarak büyüme yaratır ve yedek sanayi ordusu kapitalist birikimin olmazsa olmaz yasasıdır. Ama aynı şekilde -“elveda proleteryacı” liberallerin iddialarının tersine-, sermaye birikimi proletaryanın da artışıdır. (Marx) Bugün bu basit istatistik yoluylada görülebilir. Evet, sermaye birikimindeki yoğunluk kadar olmsada işçi sınıfının kütlesinde bir artış olmuştur ve bu artış, kapitalist ekonominin gelişmesiyle mutlak bir artış sağlar.
Bir tarafta muazzam bir servet birikimi yaratan kapitalizm, öbür yanda aynı şekilde muazzam bir yoksullaşma yaratır. Bolluğu yaratan emek, bolluk karşısında yoksulluğun altında ezilir. İşçinin yarattığı bolluğa el koyan bir avuç sermaye sahibi burjuvazi ise, bolluğu devamlı kılmak için işçi sınıfı ve diğer ezielenler üzerinde diktatörlüklerini devam ettirirler.
Kapitalist üretim biçimi, bolluğu ve yoksulluğu yaratırken, aynı zamanda burjuvazinin çıkarlarını koruyan kapitalist sistemi toplumsal olarak sürdürmenin üst yapı kurumlarını ve araçlarını da yaratır ve bunları devamlı üretir. Sermayenin büyüklüğüne bağlı olarak çalışanlar üzerindeki baskı araçları ve bunların gücü artar. İşçi sınıfı üzerindeki zor aygıtı, sömürünün katlanmasındaki gibi katlanarak büyür.
Bütün sınıflı-sınıfsız toplumlarda toplumsal ürünün üretimi temeldir. Ancak, ürün fazlasının ve de artı-değerin üretimi yalnızca sınıflı toplumlara özgüdür. Kapitalist toplumda da artı-değer üretimi ve gaspı üzerine kurulu bir toplum olduğundan, ücretli işçilerin üzerindeki baskı, sermaye birikiminin birikimine bağlı olarak artan ölçüde artar.
Bunu Marx şöyle açıklar:
“... bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi emeğinin ürünü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında, sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, cahilliğin, zalimliğin, akli yozlaşmanın birkimi ile aynı olur.”[1]
Marx’ın bu söylediklerinin günlük olarak yaşıyoruz. Bilimsel gelişmelerin ve teknolojinin ilerlemesine karşın, toplumda muazzam bir gericileşmenin yaratılabildiğine tanık olabiliyoruz. Çünkü kapitalizm, sermaye birikimine koşut olarak siyasal ve kültürel gericiliği de birlikte üretir. Bunu bir başka şekilde de söyleyebiliriz: E=MC²‘nin de sınıfı vardır. Burjuvazi bilimi, insanlığın lehine değil, sermaye birikiminin lehine kullanır. Ve genel bir eğilim olarak bilimsel gelişmelerin önünü tıkar.
Genel olarak söylenirse, evet, kapitalizm bir tarafta üretim bolluğu yaratırken, bir tarafta da yoksullaşmanın bolluğunu yaratır. Yoksullaşmanın esiri altında olan kesim ile bolluğun içinde yüzen kesim iki zıt kutubu, iki zıt uzlaşmaz sınıf oluşturur. Yoksullar, yani işçiler, kendi üretikleri bolluğun baskısı altında açlığı ve aşağılanmayı yaşarlar.
Sermayenin büyümesi ile pazar büyümesi aynı oranda olmaz. Yine aynı şekilde pazarların genişlemesiyle üretimin genişlemesi aynı oranda olmaz.
Ve Engels devamında şunları söyler:
“... Çarpışma kaçınılmaz olur, ve bu çarpışma kapitalist üretim biçiminin kendisinin parçalamadığı sürece bir çözüm yaratamayacağı için, devirli duruma gelir. Kapitalist üretim, yeni bir “kısır döngü” doğrur.”[2]
Burada kriz teorilerini tartışmamakla birlikte, kapitalist ekonominin krizine neden kar oranındaki düşme eğilimi yasasına kısaca da olsa değinmek gerekiyor.
Marx Ricardo’nun kar oranı teroilerini eleştirirken şöyle diyor:
“Artı-değer oranı aynı kaldığı ya da arttığı halde, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranı, emek üretkenliğindeki gelişmeyle birlikte azaldığı için, kar oranı düşer. Kar oranının böyle düşüşü, emek daha az üretken hale geldiği için değil, daha çok üretken hale geldiği içindir. İşçi daha az sömürüldüğü için değil, ama daha çok sömürüldüğü içindir; ister mutlak artı-değer zamanı artsın, ister devlet bunu engellediği için göreli artı-değer zamanı büyüsün, kapitalist üretim, emeğin düşen göreli değerinden ayrılmaz.”[3] (Aç YK)
Kapitalizm, iş gücünün dolaysıyla işçiyi ve onun emeğini değersizleştirdiği gibi ürünleri de değersizleştirir. Kapitalizm değersizler sistemi dense yeridir. Bolluk içindeki bu değersizlik; siyasal, sosyal ve daha genel anlamda kültürel değersizler yığını ve kıtlık olarak toplumun üzerine bir kabus gibi çöküyor. Muazzam ürün bolluğu ürünü ne kadar değersizleştiriyorsa, işçi sınıfının iş gücünü de aynı oranda değersizleştiriyor ve toplumda, sermayeden başka değerli bir şey yok gibi gözüküyor, ama aynı şekilde sermayede değersizleşiyor. Kriz dönemlerinde önemli bir sermaye miktarı “telef” oluyor. Trilyon dolarlık sermaye “sıfır” değere iniyor. Kriz dönemlerinde bir sermayelerin değeri %30’lardan yüzde yüzlere inen bir değer kaybediyor. Marx’ın; “kapitalist üretim, emeğin düşen göreli değerinden ayrılmaz” belirlemesi, sıradan bir belirleme değil, kapitalist sistemin bütünlüklü bir soyutlamasıdır. Krizden bir gün önce halkın elinde “değerli” olan, bir gün sonra değersizleşir. Bir değersizler bolluğu yaratılır. Ve özellikle çalışan emekçiler buna bir anlam veremez. Elindeki yüz liranın nasıl aniden elli liraya düştüğüne...
Sermayenin değersizleşmesi, aynı zamanda kapitalizmin kendini yenilemesi olarak devreye girer. Krizler, kapitalizmin sürdürülmesinin yeni koşullarını da üretir. Bazı sermaye kesimleri yok olurken bazıları yeniden palazlanır ve büyürler. Ve pazarda yeni bir canlanma başlar. Sermaye yeniden “değer” kazanmış olarak piyasaya çıkar. Sermayenin akacağı piysa genişler ve yeniden bir sermaye bolluğu (boom) başlar ve ardından pazarlar uluslararası sermayeye dar gelir yeni bir –boom içi hava dolu balon gibi patlayarak- kriz gelir. Kapitalizmin krizden kaçış yolu yoktur.
Değersizleşen ne? Kapitalizm kendini yeniden ve yeniden üretebilmesi için aşırı üretime baş vurur. Bu onun karakteristik üretim biçimi, sermayenin büyüme biçimi ve birbirine karşı rekabet etme biçimidir. Toplumda karşılığı olmayan aşırı üretim, değersizleşir. Bütün emekler boşa gider. Doğa ve ürünleri üretenler yıpranır. Doğa günden güne tükenir ve çalışan işçi de tükenir.
Üründeki değersizleşme, emeğin ve çalışan işçinin değersizleşmesinin toplamıdır. Bu kültürel yozlaşmayı, alçalmayı, aşağılanmayı ve siyasal olarak muazzam bir geircileşmeyi ve toplumda bunun karşılık bulmasını da beraberinde getirir.
Bundan hareketle, burjuva sınıfının siyasal temsilcileri olarak sahneye sürülen Trump’ların, Erdoğanların ya da daha önceki Hitler vb. gibi tüm kalburüstü değersizler topluluğunun nasıl “değerli” hale geldiği ve toplum içinde karşılık bulduğu daha iyi anlaşılabilir. Şu rahatlıkla söylenebilir: Burjuvazinin bütün siyasal temsilcileri, burjuva sınıfının tüm siyasal ve kültürel değersizliklerinin temsilcileridir.
Marx, meta fetişizmini anlattığı bölümde şunları söyler:
“Maddi üretim sürecine dayanan toplumun yaşam süreci, kendisinin saran mistik tülü, üretimin serbestçe bir araya gelen insanlar tarafından ve saptanmış bir plana ugun olarak bilinçli bir biçimde düzenlenmesi sağlanmadıkça, soyulup atılamaz.”[4]
Ancak, ne denli değersizleşirse değersizleşsin kapitalizm kendiliğinden yıkılmaz. Toplumu ve doğayı çürütene kadar devam eder. Onu yıkacak bir toplumsal sınıf gerekiyor. Çünkü kapitalizm burjuva sınıfının toplumsal biçimidir. Yani bir sınıfın yönetimi altındadır. İşçi sınıfı devrimci atılımıyla devreye girip kapitalizmi yıkana kadar kapitalizm doğal yollardan tasfiye olamaz.
Burjuva sınıfı değersiz bir sınıftır. Toplumsal üretimde yeri yoktur. Kurduğu iktidar(zor) sayesinde toplumsal üretime zorla el koyar. O bir asalaktır! Toplumsal üretimi yaratan, üreten, yaşatan ve devam ettiren işçi sınıfıdır. Bu nedenle bütün değerler işçi sınıfında bütünleşmiştir. Bundan dolayı ilerici ve devrimcidir. İşçi sınıfı, burjuvazinin kendini değersizleştirmesini üzerinden attığında, toplamsal üretim ve toplumsal yaşam daha değerli bir hal alacaktır. Ve insanlığın toplumsal yaşamı doğa ile birlikte, karşılıklı bir birini üreten bir biçime bürünecektir. 25.08.2019
Devam edecek...
[1] Marx, Kapital, C1, sf. 683, Sol Yayınları. Birinci Baskı
[2] Engels, Anti_Dühring, sf. 436, Sol Yayınları, İkinci Baskı.
[3] Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, sf. 419, Sol yayınları.
[4] Marx, Kapital C.1, sf. 101

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

Yolsuzluk
2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!
Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Hukuk Mu Dediniz?
Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)
Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya
“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]
Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…
Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…

Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi
Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.

Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]
“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]
“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre:

Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi
* Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]
El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.

Kanlı parseller
Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.

Muharrem Erbey'in suçu ne
Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.

Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]
“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]
Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…
Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…

Umutlarımızı Büyütüyoruz
“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels