Bir ikiye bölünür / Halil Ahmet
Herşey bir çelişkidir. Bu Maoist felsefi tanımdan yola çıkarak soruna bakarsak olayları ve olguları ve bunların arasındaki iç bağlantıları doğru bir şekilde kurabiliriz.
“Hareketin kendisi bir çelişkidir veya bir ikiye bölünür” Maoist felsefi yaklaşımını nasıl ele almalıyız? Başkan Mao’nun bu noktadaki ML’ye yaptığı katkılardan biri olarak felsefe alanında çelişki yasası olduğu gerçeği de herkes tarafından kabul edilmektedir.
“Bir ikiye bölünür ama asla iki birleşip bir olmaz. İkiyi bir yapmak revizyonistçe bir yaklaşımdır.” (Mao Zedung)
Hareketin kendisi bir çelişkidir; herşey kendi karşıtı ile vardır. Karşıtı olmayan hiçbirşey yoktur. Karşıtı olmayan bir şey varsa o çelişki değildir zaten. Bu sorunda birin ikiye bölünmesi noktasında birkaç örnek vermek gerekirse: proletarya kendi karşıtı ile vardır, savaş barışla vardır, iyi kötü ile vardır, Marksizm revizyonizm ile vardır, cesaret korku ile vardır. Bunlar arasında mücadele her daim olacaktır. Bu sorunda Uluslararası Komünist Hareket (UKH) içerisinde geçerli olan nokta sosyalizm mi kapitalizm mi, Marksizm mi revizyonizm mi, proleterya mı burjuvazi mi? Bunlar arasındaki mücadelede kimin kazanacağı olgusu daha net olarak sonuca kavuşmuş bir sorun değil. Nihai olarak proletaryanın, MLM’nin kazanacağı çok açıktır. Her yeni sınıf bir eski sınıfı yıkmıştır. Sınıf savaşımı var olduğu müddetçe geriye dönüşler olacağı bir gerçektir. Sovyetler ve Çin bunun bir örneğidir. Modern Revizyonizm’in proletaryanın bilimsel ideolojisinin MLM kılığına bürünerek nasıl ters yüz edip, iktidarı gasp edip kapitalist restorasyona demir attıkları bilinmektedir. Bu açıdan proletaryanın nihai zaferinin çok uzun bir mücadele sürecini kapsayacağı açıktır. Çok uzun bir mücadele dönemi olacağı bir gerçektir.
UKH açısından bu sorun tartışılagelen sorunların başında gelmektedir. Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) sosyalizmde bile sınıf savaşımının devam ettiğini net ve berrak bir biçimde ortaya koymuştur. Sosyalizmden komünizme geçiş aşamasında onlarca kültür devrimi yaşanacaktır. Sınıfsız topluma böyle ulaşılacaktır.
“…Hata yapmamak imkânsızdır. Hata yapmak, doğru bir çizginin oluşmasında gerekli bir şarttır. Doğru çizgi hatalı çizgiyle mukayese içerisinde oluşturulur. İkisi zıtların birliğini meydana getirir. Doğru çizgi, hatalı çizgiyle mücadele içerisinde oluşur. Hatalardan tamamen kaçınılabilinir demek, sadece doğru şeylerin olduğunu, hataların olmadığını söylemektir ki bu da Marksist olmayan bir önermedir. Mesele daha az hata yapmak ve önemsiz hatalar yapmaktır. Doğru ve yanlış zıtların birliğidir. Kaçınılmazlık teorisi doğrudur, sadece doğru şeylerin olmasını hatalı hiçbir şeyin olmamasını istemek zıtların birliği kanununu ret etmeye götürür ve bunun tarihte bir örneği yoktur. Metafizik bir şeydir. …. Çok az hatanın yapıldığı bir durumu sağlamak için çabalamak mümkündür. Yapılan hataların sayısı, devle cüce arasındaki ilişki kadar olmalıdır. Az hata yapmak mümkündür, biz de bunu başarmalıyız.” (Mao Zedung Cilt 6 Sayfa 74)
Doğa ve toplum olaylarında hiçbir şey tek ve kat-i olarak yer almaz. Burjuvaziyi düşünüp onun karşıtı olan bir sınıf olarak proletaryayı düşünmemek olmaz. Bu aynı zamanda proletarya açısından da geçerlidir. Proletarya burjuvazi ile, burjuvazi de proletarya ile vardır. Bu zıtların birliği kanunudur. Bazı kesimlerin bizlere salık vermeye çalıştığı gibi “ille da parti içerisinde burjuvaziyi var etmek zorunda mısınız?” tarzı eleştiriler çelişki yasasını kavramadıklarını gösterir. Sosyalizmden geriye dönüşler olgusu Modern Revizyonizm’in ne olduğunu kavramayanlar açısından nettir.
“Parti bir çelişkidir”; Partinin yaşayan canlı bir organizma olduğu kabul etmeyenler, parti içindeki sorunların ele alınışı ve çözümü noktasında anti-bilimsel bir yaklaşımla soruna bakmış olurlar.
“Parti bir çelişkidir” tespiti, yaşayan canlı bir organizma olması içinde bir çok çelişkiyi barındırması ve dolayısıyla bir sınıfın, bir ideolojik kökeninin olduğunu kavramamızı sağlar. Soruna ideolojik boyutta yaklaşmayanlar olayın bir sınıfın ideoloji meselesi olduğunu kavrayamazlar. İdeoloji derken neyi kastediyoruz peki? İdeoloji “her hareket-davranış, düşünce bir sınıfa dolayısıyla bir ideolojiye tekabül eder. Politika, ekonomi, felsefe, kültür-sanat (din), ideoloji tanımı içerisindedir. Dolayısıyla bunlar arasındaki düşüncenin dile gelişi, pratik boyutu –praxsis – ifadesini bulur. Bunların parti içerisinde de yansıması olmadığını söylemek, partiyi tek bir bütün olarak görmektir. Parti içerisindeki farklı seslerin, düşüncelerin olduğunu kavramamaktır. Zorlama bir teorik yaklaşım ile parti içerisinde bir burjuva sınıf yarattığımızı söylemek, bunu böyle belirtmek sınıf savaşımı ve çelişki yasasını inkar anlamına gelir.
“Parti bir çelişkidir”; Parti içinde tek bir ses olduğunu belirtmek, partinin iç dinamiklerini ve çeşitli fikirlerin olacağını yok saymaktır. Parti içine gelen her bir birey parti içine gelirken kendi sınıf dokusu ve ideolojik yaklaşımı ile gelebileceği gibi aynı zamanda bir dönem doğru fikirleri savunup başka bir zaman diliminde de yanlış fikirleri savunabilir. Bunun örnekleri oldukça fazladır. SBKP ve ÇKP tarihi buna tanıktır ve aynı zamanda da kanıttır.
Herşey kendi karşıtı ile vardır, bir insanın tek bir düşünceden azade kılmak, herşeyi bildiğini ve herşeyi doğru savunduğunu söylemek çelişki yasasına aykırıdır. Dört dörtlük komünist yoktur. Zamanın ve gelişmenin, doğa ve toplumsal olayların doğru bir şekilde çözülmesiyle komünist düşüncenin yaşam bulmasını sağlayabiliriz. Örneğin Marks kendi dönemini çözümlemiştir, onun döneminde kapitalizmin gelişme dinamikleri, kapitalist üretim ilişkileri mevcuttu. Toplum ve sınıflar arası ilişkiler, üretim biçimi…vb. Marks’ı emperyalizmi tahlil edemedi diye eleştirmek mümkün olabilir mi? Lenin Marks’ın büyük eseri üzerinden emperyalizm olgusunu tespit etti. Dolayısıyla herşeyi kendi süreci içerisinde ele almak ve değerlendirmek gerekir.
Her toplumsal olayda sınıf savaşımının ruhuna uygun hareket etmek istiyorsak “bir ikiye bölünür” olgusunu doğru bir şekilde kavramak gerekir. Sınıf savaşımını öznelci niyetlerimizle değerlendirmeyiz. Var olan tespitler toplumun gelişme yasalarını ve sınıf savaşımının objektif yasalarına uygunsa devrimci radikal kalkışma kitlelerle bütünleşir. “Kitlelerin özlem ve taleplerine” yanıt olabildiğimiz müddetçe/oranda sınıf savaşımının dinamiklerine yön vermede ve hedefe yürümede başarılı oluruz. Kitleleri örgütlemeyen, genel siyasi çizgiyi pratiğe uygulamayan bir yaklaşım ise sınıf savaşımının yasalarını kavrayamaz.
Toplumun gelişme dinamikleri, onun şekillenişi, üretimin içindeki rolü göze alınmadan onu sadece kardeş kardeş yaşayan bir sınıf olarak tasavvur etmek “ikiyi bir yapmaktır”. Proletarya ve burjuvaziyi bir sınıf olarak ele almak ya da “bunlar arasında ilk başta sınıf savaşımı yoktu” demek ikiyi bir yapmaktır, revizyonist dünya görüşüdür.
Sınıf savaşımının şiddet temelinde ele alınması meselesi, bir sınıfın yıkılıp başka bir sınıfın diktatörlüğünün/demokrasisinin kurulmasından başka bir şey değildir. Sınıfların ortaya çıkması ile birlikte sınıf savaşımı mevcudiyetini var eder. İlkel komünal toplum hariç köleci toplumun ortaya çıkması ile birlikte sınıf savaşımı, ezenle ezilen arasındaki ilişki, dolayısıyla sınıf savaşımı da oluşur. Her toplumsal aşama kendi içerisinde karşıtını da barındırır. İlkel komünal toplum dışındaki gelişme yasaları çerçevesinde efendi-köle ilişkisini, daha sonrasında toprak ağaları ve köylüler, en son olarak proletarya ve burjuvazi ve nihayetinde sınıfların ve haliyle proletarya ve burjuvazinin de yok olacağı bir aşamaya gelecektir. Doğa ve toplum olaylarında her şey gelişme halindedir. Değişmeyen tek şey değişimin ta kendisidir. Tarihsel olarak olaya baktığımızda halen çözemediğimiz, bilimin gelişim düzeyi itibariyle vakıf olamadığımız binlerce olay vardır.
Cebirde sıfırın bir anlamı yoktur ama her daim sıfırın yaşam içerisinde bir anlamı olmadığı anlamı çıkarılamaz. Cebirde başlı başına anlamı olmayan birşeyin kimyada fevkalade bir anlamı vardır. Sıfır yüklü olmak bir taneciğin iyon mu yoksa nötr mü olduğunu ve hareket sırasındaki eğilimini tayin eder. Sıfırın yanına bir iki ya da herhangi bir sayı geldiğinde (sıfırın yanına sıfır hariç) o zaman bir anlamı olur.
“… Cehaletten bilgiye gitmek için bir pratik ve inceleme sürecinden geçilmesi gerekir. Başlangıçta kimsenin bilgisi yoktur, ön bilgi hiçbir zaman var olmamıştır. İnsanlar sonuçlar elde etmek için pratikten geçmeli. Sorunlar çıktıkça başarısızlıkla karşılaşmalıdırlar. Bilgi ancak böyle bir süreç içerisinde adım adım ilerler. Şeylerin ve olayların evrensel gelişme yasasını bilmek istiyorsanız, pratik sürecinden geçmeli, Marksist-Leninist bir tavır edinmeli, başarı ve başarısızlıkları karşılaştırmalı, sürekli pratiğe geçip incelemeli, birçok başarı ve başarısızlıktan geçmelisiniz. Bundan da öte titiz bir araştırma yapılmalıdır. İnsanın kendi bilgisini, yasalarla adım adım tutarlı kılmasının başka bir yolu yoktur. Yenilgiyi değil de sadece zaferi görenler için yasaları görmek mümkün olmayacaktır. …” (Mao Zedung Cilt 6 Syf 191)
Herşey bölünür, bölünmeyen hiç birşey yoktur. Her bölünen şey kendi içinde de bölünür. Bu noktada iyi kötü, görece iyi, kötüye göre nispeten iyi gibi tanımlar çıkar. Cesur-korkak, sadece bir insanda cesaret olur korku yoktur dediğimizde gene anti-bilimsel hataya düşeriz. Bu noktada bir ikiye bölündü. Doğal olarak. Ama bu “bir”den sadece bu bölünme değil; aynı zamanda iyi-kötü, proletarya-burjuvazi olgusu da çıkmaz mı? Tabii ki çıkar. Konuya dönersek cesaret olgusunu açmaya çalışalım.
Korku ve cesaret; insanları cesur-cesaretli yapan karşısındaki olguyu bilmesi ve onun dinamiklerinin bilgisine vakıf olması yatar. Korku ise tam tersidir; bunlar arasındaki ilişki tamamen bir dengesizlik sorunudur. Önemli olan hangisinin esas yön olduğu, hangisinin ağır basacağı sorunudur. Korku esas anlamda karşımızdaki olguyu tanımlayamamaktan başlar.
“Savaş ve Barış”; tanım itibariyle soruna baktığımızda sadece savaşı görüp barışı görmemek mümkün olabilir mi? Bu diğeri açısından da geçerlidir. Savaş barışa, barış da savaşa dönüşebilir. Ama bu sınıf uzlaşmacılığı temelinde değildir. Savaşın ve barışın iç dinamikleri neyi gösterir, sınıflar arası uyumdan ya da barıştan bahsetmek ne kadar doğru? Uyum uyumsuzlukla birlikte vardır, denge dengesizle vardır. Ama esas olanı her daim dengesizliğin olduğunu kavramaktır.
Bugün açısından soruna baktığımızda felsefi boyutta emperyalistler arasında bir denge durumundan veya bir uyumdan bahsetmek ne kadar doğrudur. Geçici dönemler hariç emperyalistler arası ilişkiler her daim dengesizlik üzerine kuruludur. Savaş ve barış olgusu da kimin neyi temsil ettiği, nihai sonuca kimin yaklaştığıyla ilintilidir. Burjuvazi ve proletarya arasında barış olması mümkün değilse o zaman sınıf savaşımı her daim olacaktır. Bunun boyutu, yoğunluğu, şekilleri, siyasi ve ideolojik, askeri ve kültürel yanları her zaman sürecektir.
Marksizm-Leninizm-Maoizm bir dogma değil, bir eylem kılavuzu olduğu sürekli bilincimizde olmalıdır. MLM’nin evrensel yasalarını kavramak onun üç bileşken öğesini kavramamız ve pratiğe geçirmemizle mümkündür.
Bu yazımızın ayrıca devamı niteliği taşıyan analiz-sentez ilişkisini daha detaylı bir şekilde ele almamız da gerekiyor ama bu başka bir çalışmanın konusu olacaktır.
Günümüz açısından bir soruna daha yaklaşmak gerekirse; din olgusu toplumun üstünde nasıl bir etkiye sahiptir. Din ideoloji içerisine girer mi? Bu noktada tartışmalar halen mevcut. Ama bazı toplumsal gelişmeler açısından soruna baktığımızda din olgusu kendini 4bin küsür yıldır hissettiren ve toplumu şekillendiren bir olgudur. Yaşam biçimi, kendi içinde sosyal ve ideolojik birçok boyutu barındırmaktadır.
HALİL AHMET
Son Haberler
Sayfalar
Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri
Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.
Hesaplaşma mı? Kutlama mı?
Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.
TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.
Halka Nasıl Yaklaşacağız?
Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.
“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*
Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.
Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.
Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)
Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.
Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.
Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN
Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.
Üüüü.... üüüü....
Ya.... ya...
Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.
Hom... hom.. hom...
Bunlar... bunlar... daha çok....
Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.
Daha çok...
Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)
Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.
“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)
Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.
“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)
7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.
Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.
Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!
Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.
Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.
Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.
Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!