Çarşamba Kasım 6, 2024

Bir Partizan | Çöldeki Bedevi

Oldukça kritik bir süreçten geçiyoruz. Sürecin bütün temsiliyetleri bir arayış içinde. Tarihi tecrübeler bir hazneye doldurarak masaya yatırılmakta, tatbik edilmekte ve ortaya çıkan sonuçlarla sahaya koşulmaktadır.

Bizler devrimciyiz ve gerçeği kavramalıyız! Gerçek olan tek şey ise bilimsel bakış ve gerçeği açığa çıkartacak yöntemdir. Zira bu bizim elimizdeki kılavuzdur-ilmimizdir.

 Devrimin estetiği

Hikaye bu ya bir gün bir matematikçi, bir fizikçi ve bir biyolog bir kış günü gezintiye çıkar. O kadar üşümüşlerdir ki, bir evin kapısını çalarlar. Onları karşılayan ve içeri buyur eden köylü, ısınmaları için mutfakta sıcak çorba hazırlar. Köylü çorbayı hazırlayadursun bu üç kişi evde bulunan soba üzerine tartışmaya başlarlar.

Matematikçi sobanın dikdörtgen olan evin bir köşesinde bulunması gerektiğini, bu şekilde daha iyi ısıtacağını söyler. Fizikçi ise bir köşede olmasının yetmeyeceğini hava akışını, evin coğrafi yapısının hesaba katılması gerektiğini söyler. Biyolog ise bu tartışmalara gerek olmadığını bunu ev sahibine sormak gerektiğini söyler ve biyologun teklif kabul edilir.

Ev sahibi içeri gelince herkes kendi teorisini köylüye anlatır. Köylü bu anlatılar karşısında “söylediklerinizden bir şey anlamadım. Sobaya gelince, elimde boru yoktu bende eldeki boruları odamın imkânları neticesinde kullandım” der.

Buradan çıkacak sonuç oldukça açıktır. Model merkezli tartışma hayatımızın bütün kalıplarını kuşatmış durumdadır ve tüm çabalar neredeyse bu modele göre şekillenmektedir.

Ancak bizler açısından mesele sorun merkezli tartışılmalıdır. Zira soru-sorun yanıt bulmayı bekler. Model eksenli bir tartışmayla pratikte bilinmeyen bir bedene elbise biçilir, dar gelmesine karşın zayıflaması, bol gelmesine karşın kilo alması, kısa gelmesi halinde bedenin boyunun kısaltılması, uzun gelmesinde ise gerdirilerek uzatılması istenir.

Ancak mesele elbiseyi kişiye göre dikmektir.

Dolayısıyla bir elbise biçmenin ya da belirtmek istediğimiz şekliyle devrimi gerçekleştirmenin de genel bir formu söz konusudur. Bu, elbiseyi kişiye göre dikmektir. Bu form, genel olarak niteliklerinden arındırılmış şemadan ibarettir. Bu özel niteliklere, sosyo-ekonomik ve birey ve toplum bağlamında özel var olma biçimine dikkat edilerek yapılmalıdır. Bizim bu zamana kadar öğrendiğimiz şey, genel bir formdu.

Kaypakkaya yoldaş bu genel formun taslağını hazırlamış ve buna uygun bir hat ortaya koymuştur. Bu genel forma uygun bir pratik hat örerken tutsak düşmüş ve ölümsüzleşmiştir. Onun ardından bu görüşler uzun bir süre taslak olarak kalmıştır.

Burada unutulmaması gereken gerçek şudur: Bir terziye model yapma biçimi veya modeli doğrulama biçimi ne kadar öğretilirse öğretilsin, bu genel form özel olan ve canlı organizmada tatbik edilmezse hiçbir yere varılamayacaktır. Soba  ve elbise örneğinden hareketle işaret etmek istediğimiz şey, özel ve genel form arasındaki diyalektik bağdır. Bu anlaşıldığında toplumsal sorunların çözümünde ve güçlenmede bir hat yakalanabilir.

Genel form içinde iktisadi, siyasi, dini, ideolojik gerekçeler ne olursa olsun, söz konusu bir dayatma sonuç vermez. Elde kalır, elbise patlar veya bol gelir. Bu açıdan mesele devrimin estetiğidir.

Dolayısıyla gerçeklerle gerçekten savaşmak geçmişin gerçeklerini çağın gerçekleri ile bütünleştirmektir. Onları anlamlaştırmak, değerlendirmek gerekir. Bu ise her ülkenin devriminin kendi ekonomik, sosyal ve tarihsel kültürü üzerinden şekilleneceği anlamına gelir.

Çöldeki çıkış…

Cehalet kelimesinin kökü olan c-v-l, dönmek, dolaşmak, amaçsızca nereye gittiğini bilmeksizin, daireler çizerek endişe ile gezinmek anlamına gelir.

İlim kelimesinin kökü olan i-l-m ise nişan, yol işareti, alamet gibi anlamlara sahiptir. Bu her iki kelime, çöl ile bedevi arasındaki günlük ilişkide açığa çıkmıştır.

Bu açıdan ilim, esas itibari ile çölde yol aramak, bu arayışta işaretleri takip etmek ve alametleri göz ardı etmeden yol almak anlamına gelirken, cehalet ise yol işaretlerinin kaybedilmesi ve dönüp dolaşıp aynı rotayı tutturmayı ve bir debelenmeyi ifade ettiğinden ölümdür.

Biz bir çöl içerisinde yaşıyoruz ve bu çölde nasıl yol alacağımız bir tartışma konusudur. On yıllardır bu arayış, çeşitli biçimlerde gündeme getirildi. Kaypakkaya yoldaş bunlardan arı bir şekilde, en yalın ve en gerçek biçimiyle, bu toplumun ilmi ve gerçeğidir.

Zira onun Kemalizm konusunda yürüttüğü tartışmalar, milli meseledeki çözümlemesi, devrimin yolu, parti öğretisi vb. çöldeki çıkışın işaretleri gibidir.

Kaypakkaya’nın düşüncelerini kuşkusuz savunuyor, sahipleniyoruz. Ancak onun ardılları olarak istenilen düzeyde bir örgütlenme yaratılamamış olmasının sebebi nedir?

Kaypakkaya yoldaşın eksikleri mi var ya da onun ardılları olarak onun işaretini mi yeterince takip edemedik? Kaypakkaya yoldaş bir meşaledir ve onun sönmeyen bir meşale olması, bu meşalenin hala yolu aydınlatacak bir gerçeği işaret etmesidir.

Peki, Kaypakkaya neyi işaret etti? İhtilalcı yolu mu? Nedir bu ihtilalcı yol, nasıl bir zemine oturur, nasıl bir yapıya sahiptir? İşte bu sorulara yanıt aranması gerekiyor.

Bilinen biçimiyle ihtilalci yol, sadece maddi bir değişimi değil aynı zamanda manevi bir değişimi de ifade eder. Kaypakkaya yoldaşın tespitleri Osmanlı toplumsal düzeni üzerinde, ithal edilip inşa edilen bir devlet ve irfan biçimi olan TC devletinin resmi ideolojini hedef almıştır.

Dolayısıyla onun için bir dizi reformsal yenilik anlamsızdır. O; Kemalizm’i ezilenlerin üstüne çökmüş bir karabulut, emperyalizmin bir mühendislik biçimi ve toplumu alzheimer etme politikası olarak görür ve onu faşizm olarak tarif edip, mücadele çağrısı yapar.

Kaypakkaya yoldaşın işareti burada gizlidir. Ne diyordu Kaypakkaya yoldaş; “Şimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, D. Avcıoğlu, İlhan Selçuk’tan tutun da TİP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-THKC, THKO ve Şafak revizyonistlerine kadar, bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akımlarını öfkeyle ayağa fırlatacaktır. Ama öfkeyle ayağa fırlamaktansa, Türkiye tarihine daha ciddi olarak göz atmaları, onu doğru olarak kavramaya çalışmaları gerekmez mi?” (İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar)

Kaypakkaya dönemin bütün “ünlü aydın”larına öfkeyle ayağa kalkmak yerine, Türkiye tarihini incelemelerini salık veriyor.

Kuşkusuz Kaypakkaya yoldaşta daima ihtilalci bir bakış söz konusudur ancak bu ihtilalci bakış için toplumun benlik duygusunun yaratılması ve millileşme süreci içinde bunun devrime taşınması perspektifi de söz konusudur.

Yani günümüzün deyimiyle Kaypakkaya “boş yapmamakta”dır. Kemalizm’i faşizm olarak tahlil ederken, bunun önünü arkasını düşünmekte, onunla nasıl mücadele edileceğinin yolunu da göstermektedir.

Kaypakkaya’nın düşünsel yapısında bu mevcuttur ve bugün Türkiye’de devrimin yolunun milli demokratik devrim olması gerçeği böylesi bir temele dayanır.

Kemalizm’in gerçek niteliği görülmeden üretilen politikaların kazanma şansı yoktur.

Marco Polo’luk mu Kaypakkayacılık mı?

Emperyalist kapitalizmin 2008 yılında yaşadığı ve halen günümüzde aşamadığı ekonomik kriz beraberinde dipten gelen dalganın yer yer yüzeye çıkmasını doğurdu.

Marks’ın köstebeği özellikle Ortadoğu coğrafyasında yeryüzüne çıktı. Arap Baharı adı verilen bir süreç gelişti. 2011 yılında başlayan Suriye’yi işgal hareketi beraberinde Rojava ulusal demokratik devrim sürecini doğurdu. Bölgede yaşananlar pek çok kesim tarafından gericilik, emperyalizm işbirlikçiliği olarak yaftalandı ve burun kıvrıldı.

Öyle ki bu mücadele üzerine Marco Polo edasıyla sadece kalem oynatıldı. Oysa ki Marco Polo bile yazılarını Ortadoğu’ya gidip yazmıştı.

Bu, Rojava direnişiydi. “Kaypakkaya yoldaş olsa bu direniş karşısında ne yapardı?” sorusuna verilecek yanıt kuşkusuz “orada olurdu” şeklindedir. Ancak bu yetersiz bir yanıttır.

Gerçek cevap Kaypakkaya yoldaşın daha bu süreç başlamadan orada zaten hazır bulunacağı şeklinde olmalıdır.

Gerçeği anlamlandırmak gerekir. Emperyalizmin hüküm sürdüğü Ortadoğu coğrafyasında mevcut durum “uzaktan”, “dışardan” yorumlanamaz.

MLM haritamızdır!

İdeolojimiz olan MLM denizdeki haritamızdır. Zira haritasız ve kılavuzsuz yola çıkılamaz. Ancak pusulaya da ihtiyacımız vardır ki, bu da toplumsal şuurdur-hafızadır, bellektir.

Bunun somutlandığı, bir programla ifade edildiği öncüdür!

Bu açıdan ne salt kılavuz ne salt şuur ihtiyacı karşılamaz. İkisinin bütünlüğü sonucunda ortaya çıkacak olan şey dünyanın hiçbir tarafında benzerlik oluşturmayacak bir parmak izi gibidir.

Bu kaybedildi mi gemimiz kayalara çarpar ya da batar. Bizlerin Maoizm’i, Marksizm’in ve Leninizm’in üst aşaması olarak görmemizin bir nedeni de bundandır.

Mao Zedung bizlere devrimin bilimsel sosyalizmin ideolojisi kapsamında o toplumun tarihinin büyük mirasına sahip çıkarak gerçekleştirileceğini göstermiştir.

12963

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Artı-Değerin Kaynağı-2

Makinaların Marifetleri:

Makinalar canlı emeğin yerini aldığında, toplumsal yapıda da buna uygun temel değişimler olacaktır. Ortada artı-değer, ya da daha yalın söylemle işçi sömürüsü olmayacağı için, işçi sömürüsü üzerine kurulu kapitalist sistemin varolmayacağı açıktır.

Ermeni Soykırımı ve Sovyet Ermenistanı

Ermeni Soykırımı üzerinden 105 yıl geçti. Bu süre içerisinde soykırımı gerçekleştiren devlet resmi olarak henüz yargılanmamış, tavır alınmamış ve mahkum edilmemiştir. Ama bu devletin giderek tüm dünya çapında uluslararsı halklar nezdinde soykırım ve  soykırımın ardındaki konumu  görülmüştür. Uzun bir dönem tabu olarak gizlenen soykırım ve soykırımı yapan devlet giderek uluslararası toplum gözünde açığa çıkmıştır. Yahudi Soykırımı gibi Ermeni Soykırımı da dünya halklarınca deşifre olmuş ve kınanmıştır.

"Ancak çölde yaşayabilirler!"

Bundan tam 105 yıl önce böyle buyurmuştu Mehmet Talat! Mazlum Ermeni halkının fermanı için. Ancak çölde bile yaşamalarına müsaade edilmez. Ermenilere çöller bile çok görülür. Kırım ve kıyım ülkenin sayısız yerlerinde başlatılır. Öncekilerden daha kitlesel, daha büyük felakete dönüşecek bir toplumsal yıkım Türk ulus devlet aklıyla devreye sokulur.

Ve Dersim; “Türklük sözleşmesine uymayanlar!” (1/2 )

Ermeni Soykırımı’nın üzerinden 105 yıl geçti. Bu süre içerisinde soykırımı gerçekleştiren devlet, resmi olarak henüz yargılanmamış, tavır alınmamış ve mahkum edilmemiştir.

Ama bu devletin uluslararası halklar nezdinde soykırım ve soykırımın ardındaki konumu görülmüştür. Yahudi Soykırımı gibi Ermeni Soykırımı da dünya halklarınca deşifre olmuş ve kınanmıştır. Bundan dolayıdır ki, her 24 Nisan günü bu jenosit sadece Ermeniler tarafından değil dünya halkları tarafından kınanır, soykırımı gerçekleştiren devlet mahkum edilir.

Ermeni Soykırımı’nın Yıldönümünde Covid 19-15

Ermeni Soykırımı’nın 105. yılı Coronavirüs kuşatması altında anılırken bu sefer dünya yeni bir felaket ile karşı karşıya kaldı. Bu felaketin sonuçlarının ekonomik ve sosyal açıdan çok ağır olacağı şimdiden ortadadır.

Coronavirüs salgını üzerine yürütülen tartışmalarda “biyolojik bir savaş mı yaşanıyor?” sorusu değişik ülkelerde bilim insanları arasında tartışılırken, gerçek olan noktalardan birisi de şu ki; bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Yirmi Dört Saat Devrimcilik

Devrimci ideolojiye sahip olmak kadar bu ideoloji ışığında somutu tahlil edecek politikayı belirlemek ve ana müdahale edecek kadroyu yaratmak da bir o kadar önemlidir.

En zor ve zahmetli olan; en fazla dikkat, duyarlılık, yoğunlaşma gerektirecek olan militanın eğitilip hazırlanmasıdır. Nerede, nasıl davranıp, hareket edeceğini, ne yapacağını bilen, tek başına da kalsa yönünü bulabilen insan yetiştirmek, işte temel görev budur. Demokratik devrimin ihtiyacı olan budur. Kolektifin ihtiyacı olan da budur.

Artı-Değerin Kaynağı Ve İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Oluşunun Tarihi

Giriş:

Marksizmin temel ekonomi-politik analizlerine, çözümlemelerine ve bir bütün olarak işçi sınıfının marksist-leninist-maoist dünya görüşüne, ideolojisine ve siyasetine yönelik küçük burjuva kesimlerden eleştiriler gelmektedir. Bu saldırılar, sosyalist devletlerin geriye dönüşünden sonra daha da artarak devam etmiştir.

Tuz... Baharat... Yoksa Kavgada Yok

Belki de bende ihtiyarladığımdan diğer ihtiyarların... mitolojileştirdikleri sosyalizmi... takip etmem hoşuma gidiyordur.

Neler neler yazmıyorlar ki.

Doktorun sayfasına.

En çokta... şövalyelerin... tarih sahnesinde indirilişlerini...

Şövalyelerin yolda çıkmış olmalarına bağlamalarına bayılıyorum.

O an... ölümsüzlüğün sırını bulmuş gibi hissediyorum.

Kendimi de... kadını tarlada, hayvanı mangalda, ayrığı da ot olarak gören geçmişimden uzak... kötülerin sonunun nasıl olacağının vaazını ve kararını verirken buluyorum.

Lakin..... 

Tarihin Uzak Geleceğine Kızıl Işık Düşüren 24 Nisan 72’ Manifestosuna Selam (Gazete Patika)

Dünyayı değiştirmek için görünen ile yetinmeyen, görünenin arkasındaki hakikatleri keşfe çıkan, döne döne gerçekleri yeniden fethetmeye cüret eden yeni bir çıkışın rehberi Komünist İbrahim Kaypakkaya yoldaş önderliğinde Komünist parti kurulur. Bugün değil, yaklaşık elli yıl önce devrimci hareketin izlediği çizgiye, tarih anlayışına ve bağrındaki kırılganlıklara keskin tezatlık taşıyan bir tarih okuması ve ideolojik-politik ‘‘programla‘‘ kurulmuş bir partidir. Yeni partinin tarih sahnesine çıkmasıyla resmi ve uydurma tarihin böğrüne kızıl bir neşter vuruldu.

Soysuzluğunda debelen Süleyman* (Fuat Kav)

Süleyman Soylu, 2012’de AKP’ye katıldığında, “Ben AK Parti'ye makam için gelmedim, kendi istikbali için gelen namerttir, alçaktır, namussuzdur” demişti.

Açlık grevleri

Helin Bölek’in ölümü vesilesiyle, “Uzun soluklu, çetin bir direniş. Ve yeni bir dünya talebini hayata dayatan, anlamlı bir ölüm,” dediğim için birçok arkadaş tarafından eleştirildim. Ölümü yücelttiğimi, teşvik ettiğimi söyleyenler de oldu. Bu eleştiriler, iyi bir duygudan, ölüme karşı olma duygusundan ve açlık grevleriyle şimdiye kadar dikkate değer kazanımlar elde edilmemiş olmasından kaynaklanıyor hiç kuşkusuz. Bunu anlıyorum. Helin ve arkadaşlarının taleplerini ve bu talepler uğruna verdikleri uzun soluklu, çetin mücadeleyi anlamlı bulmanın eğri tarafı nedir, işte bunu anlayamıyorum.

Sayfalar