Çarşamba Ocak 8, 2025

Biz uslu değiliz olmayacağız da! (İbrahim ŞAHİN)

Babam, vaktiyle askerde okuma-yazma öğrenmiş. Ondan sonra da kendini kitap okumaya vermiş. Annem "oğlum baban düven üstünde bile kitap okurdu. Ben de hayranlıkla bakardım ona" diye anlatır, şimdi toprak olmuş babamı.

Şimdi her ziyarete gelip gidişlerinde ailem kitap getirip götürüyor. Yazdıklarımı da görünce annem telaşlanıyor: “oğlum hep oku hep yaz ne olacak bunun sonu? Ara ara bırakın onları da yeşile, çiçeklere bakın, yoksa gözleriniz bozulur” diye tavsiyelerde bulunuyor.

"Anne burası hapishane burada yeşillik olmaz ki"

"Ama oğlum insan yeşilden uzakta yaşayamaz ki. Hiç yeşillik olmaz olur mu?"

"Yok, anne her yer beton"

"Siz de bir tenekeye fidan, çiçek ekin oğlum. Onun bile faydası olur insana; gözünüz dinlenir."

"Anne, burası F tipi, burada çiçek de yasak. İzin vermiyorlar çiçek ekmemize."

"Oğlum çiçeğin kime ne zararı olur demez misiniz gardiyana; siz evinizde çiçek büyütmez misiniz, demediniz mi? Çiçek yasaklayan adam mı olurmuş hiç?"

"Faydasız anne, izin vermiyorlar"

"Hıı… Allah Allah…. Aklım almıyor valla bu işi… Hangi akıl çiçeği yasaklar ki… Hı…"

"……………"

"Oğlum bak ne diyeceğim. Ben üç-beş buğday getireyim. Siz de onu saksıya ekip yeşilliğine bakarsınız. Yoksa gözlerinizin feri çekilir yeşilliksiz. Buğdayı ekince sade ot yetişirde çiçeği olmaz ya. O zaman yasak olmaz demi?"

"Anne, çiçek yasak, derken konu çiçekten açıldığı için çiçek dedim. Yoksa bu adamlar her türlü yeşilliği, her türlü çiçeği ve toprağı da yasak etmişler. Yani bir avuç toprak bile yok burada..."

"……….?!"

İşte böyle. Bu konuşma aynen böyle geçti annemle benim aramda. Eksiği var fazlası yok. İstersen annemle sohbet edip o telaşının nedenini anlayabilirsiniz.

Bulutlara bakın çocuklar

Durun daha bitmedi. Evlatlar ülkelerini savunurken anneleri de evlatlarını savunuyor. Yaratıcılıkla birleşen bir analık duygusu kadar devrimci etki var mıdır bilmem. “Görüş bitti” dedi gardiyan. Biz ayağa kalktık annemle sarıldık. Vedalaştık. Gitmeden önce annem aklına yeni gelen bir fikrin telaşıyla şöyle dedi: Bulutlara bakın oğlum. Bulut yoksa havanın maviliğine bakın. Hep yakına bakmayın. Uzaklara da bakın. Unutmayın ha! Uzaklara da bakın. Yoksa gözleriniz bozulur.”

Ah güzel anam, ne kadar da haklı ve sahiplenici.

Tevekkeli değil. Son bir ayı aşkındır gözlerimdeki sorunlar için hastaneye sevk bekliyorum. Her akşam “yarın hastanen var hazırlan” diyorlar ama ben de artık, emin misiniz, son kararınız mı” diye oyuna vurdum. Zira F tipinde her uygulama aklın sınırlarına aykırı bir oyun gibi. Nihayet iki hafta önce hastaneye gittim. Yeni numara, yeni gözlük. Ve ben herhalde bir o kadar süre daha gözlüğümün verilmesini bekleyeceğim. Burada işler tosbağa hızıyla gidiyor tutsaklar söz konusu olunca.     

Ama mesele tutsakları mağdur etmeye gelince mutlaka bir yasa-yönetmelik mutlaka oluyor ve anında uyguluyorlar ki hızlarına “hayran” kalırsın ve bu uygulama için müdür-savcı da beklenmez; her gardiyan anında yerine getirebilir. Ama bir aspirin dahi istesek biz, gardiyan başgardiyana o da müdüre gidip izin almak zorundadır. Hani istediğine pişman olursun da onlar gelene kadar önce gardiyana sonra başgardiyana sonrada müdüre derdini anlatıncaya kadar yaşadığın stresten dolayı çektiğin ağrıyı unutursun.

Soğan da yasak

Geçen gün arama vardı. Her ay; bazen daha sık arama olur. Nerden estiyse bir kuru soğanı küçük bir ilaç kutusuna doldurduğum suyun içene oturttum. Sekiz-on gün içinde küçük küçük dallarla çimlenmişti soğan. Küçük bir sevincimiz olmuştu bu beton kuyuda. Ona baktıkça, arada bir suyunu değiştirdikçe annemin sözlerini hatırlar onun gül yüzünü anardım. Neyse geçen gün arama esnasında gardiyanın biri kaşla göz arasında soğanı alıp çıkmaya çalışırken bizim bir yoldaş yapışmış soğana. Ben bağırtıya koşuştururken baktım ikisi-yoldaşla gardiyan- iki yanından çekiştiriyorlar soğanı.

"Ne alıyorsun ver soğanımızı"

"Yasak"

 "Nerde yazıyor 'soğan yasak' diye?"

"Yasak işte"

"Yahu soğanın sana ne zararı var"

"Amaç dışı kullanmışsınız"

"Ne amaç dışı yahu. Belki ben yeşil soğan yemek istiyorum."

"Üretim yapıyorsunuz. F tipinde üretim yapmak yasak."

"Ne üretimi be. Bostan mı bu; şu kutuda bir tek soğan."

"Al tamam. Ama bir daha olursa el koyarız."

"Soğana mı el koyarsınız."

"Evet."

"Bunu nasıl açıklayacaksınız kamuoyuna"

"Yasak"

"….?!"

İşte böyle. Ama soğan bizde kaldı. Muhtemelen bir bulgur pilavının yanında yiyeceğiz onu. Üç kişiyiz hücrede. Herkese birer parça vereceğim. Kardeş payı yapacağız.

Fotoğraf çekilmek için bile mahkeme kararı gerekiyor

Buradaki işler, “Saldım çayıra mevlam kayıra” nevisinden. Arkadaşlarla beraber sohbet yerinde fotoğraf çekilelim dedik. “Yasak” dedi hapishane idaresi ki, zaten bunu beklememek ahmaklık olurdu. Bir arkadaş mahkemeye başvurup “sohbet, spor alanlarında çekilebilir” diye karar aldırdı. Bu kararla birlikte idareye dilekçe yazılıp arkadaşlarıyla birlikte fotoğraf çekilmek istediğini bildirmişti. Birkaç gün önce idareden gelip “karar sadece senin için alınmış arkadaşların için alınmamış” diye cevap vermiş idare “ iyi de tek başıma çekilmek istesem neden mahkeme kararı alayım?” “cık”

Yani şimdi tüm tutsaklar olarak yeni baştan mahkemeye başvurup yeni kararlar almalıyız. Tabi idarenin o kararı da nasıl yorumlayacağına dair tuhaf önsezilerim var. Onu da burada açık etmeyeyim neme lazım?

Tutsakların yaratıcılığı sınır tanımaz

Bilirsiniz mapushane deyince tutsakların özellikle elişleri de akla gelir ki, Türkiyeli tutsaklar bu konuda maharetli ve yaratıcılıkta sınırsız gibidirler. Hapishane idaresinin kafasına esmiş ve birkaç yıldır “yasak” “güvenlik” vb. diyerek elişinde kullanılan boncukları toplamıştı. Neyse uzun uğraşlardan sonra bir arkadaş mahkeme kararı çıkartıyor ve “hapishaneye boncuk alınabilir” deniyor kararda. Sonra onun yanındaki başka bir arkadaş da boncuk almak istediğini söylüyor dilekçeyle. Ama “senin mahkeme kararın yok” diyerek ona boncuk verilmiyor. Yani burada şahsa özel yasalar işliyor. Bir yasa “a” ya da “b” şahsı için geçerli oluyor, herkes için olmuyor. Bir haktan herkesin yararlanması için herkesin ayrı ayrı mahkemeye vurup karar çıkartması gerek. Elbette bunlar bizim için hiç de hayret verici deneyimler değildir. Eminim bu yazdıklarımı okuyanlar “hoppala” diyordur ama tüm bu anlattıklarımın beteri var. Aklınızı koruyasınız diye dahasını anlatmıyorum. Aynı mahkemenin birkaç gün arayla aynı dosya hakkında iki zıt karar almasını da anlatmıyorum ki vallahi de sizi düşünerek…

20 yılı devirdim sayılır dört duvar arasında

Ben yirmi seneye evrilen bir politik tutsağım, yani bu tür “akıl almaz” uygulamalara bağışığım. Alışmamak içinde gerek hukuken gerek fiziki gerek edebi, politik, ideolojik olarak elimde ne araç varsa direniyorum bu saçmalıklara karşı. Engels’ten mülhem diyecek olursam, daha az saçma kılmaya çalışıyorum yaşamı.

Ancak bu çabanın hapishanelerde sınırlı olmayacağını olmadığını siz de bilinçli bireyler olarak görüyorsunuz. Aslında kapitalizmin tüm uygulamaları akla ziyandır ama alıklaştırılmış insan bunun normal olduğunu düşünür. Bir insan normal gördüğü şeye de itiraz edemez.    

Biz uslu değiliz olmayacağız da

Marx, kapitalizmin her şeyi tersyüz ettiğini söylerken ne kadar da haklıydı. Kapitalizm saldırısı azgınlaştıkça bu gerçek daha da görünür oluyor. Ben, sen, biz de bir gerçeğin örtüsünü kaldırıp bu bilgilenme sürecini hızlandıracağız.

Bu süreç boyunca da kimimizin bedeller ödemesi beklenmedik olamaz değil mi? Bu itibarla Adil Okay’ın tutsaklara yazdığı bir kart büyük bir özgürlük eyleminin planı olur, prensesimiz Öykü’nün gönderdiği salyangoz ya da deniz kabukları henüz tanımlanamayan bir silah olabilir. Ya da o balonlara tutunup firar edebiliriz diye davalar açılabilir.

Bu tuzaklar bu komplolar ne yenidir ne de bundan sonra beklemediğimizdir. Değil mi ki prenses Öykü o balonları, o Akdeniz sahillerinden toplayıp bize gönderdiği deniz kabukları ve siz o kartları gönderiyorsunuz. Ve devlet bunları engelliyor, hakkınızda davalar acıyor, devlet kendi cephesinden haklıdır; çünkü ben o balonu görmedim ama düşlerim tutunup uçtu onunla özgürlüğe. O deniz kabukları ters çevirip kayık yaptım da içine bindim, dolanıyorum Akdeniz’de… Ben böyle özgürüm. Ben böyle devletin istediği gibi “uslu” değilim. Umutsuz değilim. Böyle baş eğmezim. Bu yüzden işte, benim için bu duvarlar yok hükmündedir.

Bütün bunları böyle düşününce sizin kartlarınız, Öykü’nün deniz kabuklarının tehlikeli olması mantıksız mı? Babaya örgüt üyeliği kızı Öykü’ye de örgüt lideri sıfatı boşuna mı? Bütün bunlardan sonra, yani tutsakların düşlerini firar ettirip, Akdeniz’de dolaştırıp özgürce ve bununla da övünürken, hala masum olduğunuzu sanıyorsunuz. Siz insanın özgürlüğünü ve eşitliğini savunduğunuz için kocaman suçlularsınız.

Son söz

Umuyorum ve diliyorum ki bu suçu işlemeye hep devam edersiniz. Ki ben buna tanık olayım. Ve de tüm insanlığın bu uğurda yürüdüğünü görme fırsatımız olsun emi? Tüm insanlık bu suçu işlemeye kalktığı gün ortada artık suç ve suçlu kalmayacak. Hapishanelerde, tutsaklık da bu insana aykırı yaşam da ortadan kalkacak.  O vakit özgür insana yaraşır bir hayatta kulaklarımızın ardına papatya takar gibi sevinçle yaşayabiliriz günlerin sürprizlerini.

26/05/2014

İBRAHİM ŞAHİN

1 NO’LU F TİPİ CEZAEVİ   C-8-91

SİNCAN− ANKARA

97275

MİNNET VE HAYRANLIKLA: YOLLARI YOLUMUZDUR![1]

“Nehirlerin dinlediği seslerdik”[2]

 

Sizlere, siz kardeşlerime Onlardan söz ederken, heyecandan dilim damağım kuruyor. Omuzlarımda devasa bir sorumluluğun ağırlığını duyumsuyorum…

Ne demeli? Nereden başlamalı?

Öncelikle onlarınki, anlatmaktan çok yaşanan, yani kelimelerin kifayetsiz kaldığı bir aşktı…

“Demokratikleş-me paketi”

“Maymun ne kadar yükseğe çıkarsa,kıçı da o kadar görünür.”[1]

 

Bizim kuşaktan, (genel olarak “78’liler” olarak biliniyoruz) kimileri ve selefimiz 68’lilerin bir kısmı çok hızlı “uyum sağladı”. Biz beceremedik.

Eskinin “solcu”su, bugünün liberali kalemlerin AKP iktidarının Başbakan Recep Tayyip Erdoğan eliyle açtığı (kaçıncı?) “Demokratikleşme Paketi” ile ilgili görüşlerden söz ediyorum.

“Cemevi ile Ruhban Okulu da olsaydı daha iyi olurdu,” diyen hoşnut Oral Çalışlar, örneğin[2]

Umudun Şiarı: “Size Verdiğimiz Süre Doldu!”

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor.

Yaşadıklarımız reddedilmelidir!

Ecdadımız Kayıkları, Biz Gemicikleri Yürüttük

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan her fırsatta ecdadından bahsetmekten geri durmuyor. Yerel seçimlere yönelik bir yatırım olduğu herkesçe bilinen, konunun uzmanlarınca da birçok eksiği bulunduğu iddia edilen Marmaray tüp geçidi milyonların can güvenliği hiçe sayılarak apar topar açıldı. Başbakan açılıştaki konuşmasında da “ecdadımız gemileri karadan yürüttü, iktidarımız da denizlerin üstünden vagonları yürütüyor” dedi.

Din Kardeşligi masali ve türban sovu

AKP meclisteki türbanlı milletvekili şovuyla halkı uyutma yolunda kendisine yakışır bir adım daha atmış oldu. Oysa din, türban ya da özgürlük diye bir dertleri yok. Onlar ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmanın ve hizmet ettikleri bu düzenin ezen- ezilen, sömüren- sömürülen çelişkisini halkın gözünden kaçırmanın derdinde. Türbanı bu korkunç düzeni saklamak için bir şal olarak kullanmaktadırlar. Tuhaf olan şu ki, türban takan kadınların çoğu da bu düzenin mağdurlarıdırlar. Ne var ki onlar bunun farkında değil. Biraz düşünseler iyice esaret altına girdiklerini göreceklerdir.

Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken …[*]

“Karanlık saatler geldiğinde,

o zamanın insanı da gelir.”[1]

 

Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken söylenmesi gerekeni, gecikip, lafı dolandırmadan hemen belirteyim: Büyük bir alt üst oluşun içindeyiz…

Bu kadar da değil; her şey daha da ağırlaşarak vahimleşecek; veya tarih müthiş hızlanacak; ya da sık sık Montesquieu’nun, “Ne mutlu tarihi sıkıcı olan halka” sözü anımsanacak…

Ercan Binay’dan mektup var Abdullah KALAY’a özgürlük!

“Zulümle abad olunmaz.”[2]

 

Cumhuriyet Bayramı' Ve Bagımsız Türkiye Hangi Sınıfın Ideolojisidir?

'Cumhuriyet Bayrami' Ve Bagimsiz Turkiye Hangi Sinifin Ideolojisidir?

 

'Bir Marksist toplumsal uzlasmaya degil, sinif mucadelesine dayanir' der Lenin.

Sinif mucadelesi ise tekduze bir rota izlemez.Tarihin her toplumsal akisinda farkli bicimler olarak karsimiza cikar. Komunistler iradeci-idealist degil dialektik olguculuga dayanir. Canlidir Marksistin dunyasi, basma kalip, tekduze, soyut ilkeler ve kaliplar bakisi burjuvazinin dunya gorusudur.

 

Solu Liberalleştirmek

 

Sol’u liberalleştirme; onu devrimci özünden kopararak, burjuva düzen içi bir hareket haline getirme ve burjuva sistemine karşı toplumsal devrimci alternatif olmaktan çıkarma çabaları, solun tarihi kadar eskidir. Toplumun burjuva-proleter kampa bölünmesinden bu yana da, burjuvazi, sol’u sol olmaktan çıkarmanın her türlü yolunu denemeye, şiddetin yanında, ideolojik ve siyasal olarak onu yozlaştırmaya özel bir önem verdi. 

Kürdistan ve "Demokratikleşme"

Kürdistan tarihi açısından 90'lı yılların en önemli olgusu Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğunun kadrosu,hemen hepsi bağımsızlıkçı çizgide binlerce Kürd aydınının imha edilmiş olmasıdır.Öylesine bir soykırım ki hesabını gören de soran da yok,ortalık da "barış"çılardan ve "unutmaya ve affetmeye hazırız"cılardan geçilmiyor.Kürdistani stratejik aklın ve ulusal kurtuluşçuluğun taşıyıcısı bu kategorinin imha edilmesi,kalan yerli/yerel aydınların Türki metropollara ya da yurtdışına kaçması/kaçırtılması ve eşzamanlı olarak Kürdistan köylülüğünün sömürgecilerce Kürdistan dışına göçertilmesinin ulusal

Iki Birlesir Bir Olur Ya Da HDP

Iki Birlesir Bir Olur Ya Da HDP


Ertugrul Kurkcu ''Halkin uzerine bilgelik tesis etmek degil, halkin bilgeligini temel alan bir partiyiz'' diyor...Kongreye Apo ve Recep kutlama mesajlari yolluyor!

 Tum milliyetlerden Isci-Koyluler Revizyonizmi gormuyor ve alkisliyorsunuz!

 Sunu diyor sizlere Kurkcu; Isciler-Koyluler ,Marksizm-Leninizm gibi sizi kurtarmaya calisan akimlara kapilmayin...!

Sayfalar