Biz uslu değiliz olmayacağız da! (İbrahim ŞAHİN)
Babam, vaktiyle askerde okuma-yazma öğrenmiş. Ondan sonra da kendini kitap okumaya vermiş. Annem "oğlum baban düven üstünde bile kitap okurdu. Ben de hayranlıkla bakardım ona" diye anlatır, şimdi toprak olmuş babamı.
Şimdi her ziyarete gelip gidişlerinde ailem kitap getirip götürüyor. Yazdıklarımı da görünce annem telaşlanıyor: “oğlum hep oku hep yaz ne olacak bunun sonu? Ara ara bırakın onları da yeşile, çiçeklere bakın, yoksa gözleriniz bozulur” diye tavsiyelerde bulunuyor.
"Anne burası hapishane burada yeşillik olmaz ki"
"Ama oğlum insan yeşilden uzakta yaşayamaz ki. Hiç yeşillik olmaz olur mu?"
"Yok, anne her yer beton"
"Siz de bir tenekeye fidan, çiçek ekin oğlum. Onun bile faydası olur insana; gözünüz dinlenir."
"Anne, burası F tipi, burada çiçek de yasak. İzin vermiyorlar çiçek ekmemize."
"Oğlum çiçeğin kime ne zararı olur demez misiniz gardiyana; siz evinizde çiçek büyütmez misiniz, demediniz mi? Çiçek yasaklayan adam mı olurmuş hiç?"
"Faydasız anne, izin vermiyorlar"
"Hıı… Allah Allah…. Aklım almıyor valla bu işi… Hangi akıl çiçeği yasaklar ki… Hı…"
"……………"
"Oğlum bak ne diyeceğim. Ben üç-beş buğday getireyim. Siz de onu saksıya ekip yeşilliğine bakarsınız. Yoksa gözlerinizin feri çekilir yeşilliksiz. Buğdayı ekince sade ot yetişirde çiçeği olmaz ya. O zaman yasak olmaz demi?"
"Anne, çiçek yasak, derken konu çiçekten açıldığı için çiçek dedim. Yoksa bu adamlar her türlü yeşilliği, her türlü çiçeği ve toprağı da yasak etmişler. Yani bir avuç toprak bile yok burada..."
"……….?!"
İşte böyle. Bu konuşma aynen böyle geçti annemle benim aramda. Eksiği var fazlası yok. İstersen annemle sohbet edip o telaşının nedenini anlayabilirsiniz.
Bulutlara bakın çocuklar
Durun daha bitmedi. Evlatlar ülkelerini savunurken anneleri de evlatlarını savunuyor. Yaratıcılıkla birleşen bir analık duygusu kadar devrimci etki var mıdır bilmem. “Görüş bitti” dedi gardiyan. Biz ayağa kalktık annemle sarıldık. Vedalaştık. Gitmeden önce annem aklına yeni gelen bir fikrin telaşıyla şöyle dedi: Bulutlara bakın oğlum. Bulut yoksa havanın maviliğine bakın. Hep yakına bakmayın. Uzaklara da bakın. Unutmayın ha! Uzaklara da bakın. Yoksa gözleriniz bozulur.”
Ah güzel anam, ne kadar da haklı ve sahiplenici.
Tevekkeli değil. Son bir ayı aşkındır gözlerimdeki sorunlar için hastaneye sevk bekliyorum. Her akşam “yarın hastanen var hazırlan” diyorlar ama ben de artık, emin misiniz, son kararınız mı” diye oyuna vurdum. Zira F tipinde her uygulama aklın sınırlarına aykırı bir oyun gibi. Nihayet iki hafta önce hastaneye gittim. Yeni numara, yeni gözlük. Ve ben herhalde bir o kadar süre daha gözlüğümün verilmesini bekleyeceğim. Burada işler tosbağa hızıyla gidiyor tutsaklar söz konusu olunca.
Ama mesele tutsakları mağdur etmeye gelince mutlaka bir yasa-yönetmelik mutlaka oluyor ve anında uyguluyorlar ki hızlarına “hayran” kalırsın ve bu uygulama için müdür-savcı da beklenmez; her gardiyan anında yerine getirebilir. Ama bir aspirin dahi istesek biz, gardiyan başgardiyana o da müdüre gidip izin almak zorundadır. Hani istediğine pişman olursun da onlar gelene kadar önce gardiyana sonra başgardiyana sonrada müdüre derdini anlatıncaya kadar yaşadığın stresten dolayı çektiğin ağrıyı unutursun.
Soğan da yasak
Geçen gün arama vardı. Her ay; bazen daha sık arama olur. Nerden estiyse bir kuru soğanı küçük bir ilaç kutusuna doldurduğum suyun içene oturttum. Sekiz-on gün içinde küçük küçük dallarla çimlenmişti soğan. Küçük bir sevincimiz olmuştu bu beton kuyuda. Ona baktıkça, arada bir suyunu değiştirdikçe annemin sözlerini hatırlar onun gül yüzünü anardım. Neyse geçen gün arama esnasında gardiyanın biri kaşla göz arasında soğanı alıp çıkmaya çalışırken bizim bir yoldaş yapışmış soğana. Ben bağırtıya koşuştururken baktım ikisi-yoldaşla gardiyan- iki yanından çekiştiriyorlar soğanı.
"Ne alıyorsun ver soğanımızı"
"Yasak"
"Nerde yazıyor 'soğan yasak' diye?"
"Yasak işte"
"Yahu soğanın sana ne zararı var"
"Amaç dışı kullanmışsınız"
"Ne amaç dışı yahu. Belki ben yeşil soğan yemek istiyorum."
"Üretim yapıyorsunuz. F tipinde üretim yapmak yasak."
"Ne üretimi be. Bostan mı bu; şu kutuda bir tek soğan."
"Al tamam. Ama bir daha olursa el koyarız."
"Soğana mı el koyarsınız."
"Evet."
"Bunu nasıl açıklayacaksınız kamuoyuna"
"Yasak"
"….?!"
İşte böyle. Ama soğan bizde kaldı. Muhtemelen bir bulgur pilavının yanında yiyeceğiz onu. Üç kişiyiz hücrede. Herkese birer parça vereceğim. Kardeş payı yapacağız.
Fotoğraf çekilmek için bile mahkeme kararı gerekiyor
Buradaki işler, “Saldım çayıra mevlam kayıra” nevisinden. Arkadaşlarla beraber sohbet yerinde fotoğraf çekilelim dedik. “Yasak” dedi hapishane idaresi ki, zaten bunu beklememek ahmaklık olurdu. Bir arkadaş mahkemeye başvurup “sohbet, spor alanlarında çekilebilir” diye karar aldırdı. Bu kararla birlikte idareye dilekçe yazılıp arkadaşlarıyla birlikte fotoğraf çekilmek istediğini bildirmişti. Birkaç gün önce idareden gelip “karar sadece senin için alınmış arkadaşların için alınmamış” diye cevap vermiş idare “ iyi de tek başıma çekilmek istesem neden mahkeme kararı alayım?” “cık”
Yani şimdi tüm tutsaklar olarak yeni baştan mahkemeye başvurup yeni kararlar almalıyız. Tabi idarenin o kararı da nasıl yorumlayacağına dair tuhaf önsezilerim var. Onu da burada açık etmeyeyim neme lazım?
Tutsakların yaratıcılığı sınır tanımaz
Bilirsiniz mapushane deyince tutsakların özellikle elişleri de akla gelir ki, Türkiyeli tutsaklar bu konuda maharetli ve yaratıcılıkta sınırsız gibidirler. Hapishane idaresinin kafasına esmiş ve birkaç yıldır “yasak” “güvenlik” vb. diyerek elişinde kullanılan boncukları toplamıştı. Neyse uzun uğraşlardan sonra bir arkadaş mahkeme kararı çıkartıyor ve “hapishaneye boncuk alınabilir” deniyor kararda. Sonra onun yanındaki başka bir arkadaş da boncuk almak istediğini söylüyor dilekçeyle. Ama “senin mahkeme kararın yok” diyerek ona boncuk verilmiyor. Yani burada şahsa özel yasalar işliyor. Bir yasa “a” ya da “b” şahsı için geçerli oluyor, herkes için olmuyor. Bir haktan herkesin yararlanması için herkesin ayrı ayrı mahkemeye vurup karar çıkartması gerek. Elbette bunlar bizim için hiç de hayret verici deneyimler değildir. Eminim bu yazdıklarımı okuyanlar “hoppala” diyordur ama tüm bu anlattıklarımın beteri var. Aklınızı koruyasınız diye dahasını anlatmıyorum. Aynı mahkemenin birkaç gün arayla aynı dosya hakkında iki zıt karar almasını da anlatmıyorum ki vallahi de sizi düşünerek…
20 yılı devirdim sayılır dört duvar arasında
Ben yirmi seneye evrilen bir politik tutsağım, yani bu tür “akıl almaz” uygulamalara bağışığım. Alışmamak içinde gerek hukuken gerek fiziki gerek edebi, politik, ideolojik olarak elimde ne araç varsa direniyorum bu saçmalıklara karşı. Engels’ten mülhem diyecek olursam, daha az saçma kılmaya çalışıyorum yaşamı.
Ancak bu çabanın hapishanelerde sınırlı olmayacağını olmadığını siz de bilinçli bireyler olarak görüyorsunuz. Aslında kapitalizmin tüm uygulamaları akla ziyandır ama alıklaştırılmış insan bunun normal olduğunu düşünür. Bir insan normal gördüğü şeye de itiraz edemez.
Biz uslu değiliz olmayacağız da
Marx, kapitalizmin her şeyi tersyüz ettiğini söylerken ne kadar da haklıydı. Kapitalizm saldırısı azgınlaştıkça bu gerçek daha da görünür oluyor. Ben, sen, biz de bir gerçeğin örtüsünü kaldırıp bu bilgilenme sürecini hızlandıracağız.
Bu süreç boyunca da kimimizin bedeller ödemesi beklenmedik olamaz değil mi? Bu itibarla Adil Okay’ın tutsaklara yazdığı bir kart büyük bir özgürlük eyleminin planı olur, prensesimiz Öykü’nün gönderdiği salyangoz ya da deniz kabukları henüz tanımlanamayan bir silah olabilir. Ya da o balonlara tutunup firar edebiliriz diye davalar açılabilir.
Bu tuzaklar bu komplolar ne yenidir ne de bundan sonra beklemediğimizdir. Değil mi ki prenses Öykü o balonları, o Akdeniz sahillerinden toplayıp bize gönderdiği deniz kabukları ve siz o kartları gönderiyorsunuz. Ve devlet bunları engelliyor, hakkınızda davalar acıyor, devlet kendi cephesinden haklıdır; çünkü ben o balonu görmedim ama düşlerim tutunup uçtu onunla özgürlüğe. O deniz kabukları ters çevirip kayık yaptım da içine bindim, dolanıyorum Akdeniz’de… Ben böyle özgürüm. Ben böyle devletin istediği gibi “uslu” değilim. Umutsuz değilim. Böyle baş eğmezim. Bu yüzden işte, benim için bu duvarlar yok hükmündedir.
Bütün bunları böyle düşününce sizin kartlarınız, Öykü’nün deniz kabuklarının tehlikeli olması mantıksız mı? Babaya örgüt üyeliği kızı Öykü’ye de örgüt lideri sıfatı boşuna mı? Bütün bunlardan sonra, yani tutsakların düşlerini firar ettirip, Akdeniz’de dolaştırıp özgürce ve bununla da övünürken, hala masum olduğunuzu sanıyorsunuz. Siz insanın özgürlüğünü ve eşitliğini savunduğunuz için kocaman suçlularsınız.
Son söz
Umuyorum ve diliyorum ki bu suçu işlemeye hep devam edersiniz. Ki ben buna tanık olayım. Ve de tüm insanlığın bu uğurda yürüdüğünü görme fırsatımız olsun emi? Tüm insanlık bu suçu işlemeye kalktığı gün ortada artık suç ve suçlu kalmayacak. Hapishanelerde, tutsaklık da bu insana aykırı yaşam da ortadan kalkacak. O vakit özgür insana yaraşır bir hayatta kulaklarımızın ardına papatya takar gibi sevinçle yaşayabiliriz günlerin sürprizlerini.
26/05/2014
İBRAHİM ŞAHİN
1 NO’LU F TİPİ CEZAEVİ C-8-91
SİNCAN− ANKARA
Son Haberler
Sayfalar
Onlar düşlerinin büyüklüğü kadar özgürdür ![1]
“Ji bo bi çav li hev
nihêrtina bi mirovekî re,
divê ku ew meriv be.”[2]
Çoğunu tanıyorum; kucaklaştık; aynı ekmeği paylaşıp birlikte umutlandık…
İnebolu (Kastamonu) M Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Murat Kur, Hıdır Yıldız ve Deniz Kırbağ’ı…
Sincan (Ankara) F Tipi Kadın Hapishanesi’nden Evrim Konak’ı…
Elbistan (Maraş) E Tipi Hapishanesi’nden Tuğçe Özgül’ü…
Malatya E Tipi Hapishanesi’nden Ali Mükan’ı…
Kürkçüler (Adana) F Tipi Kapalı Hapishanesi’nden Emrah Kalkan, İsa Uğur Erdoğan ve Özer İnal’ı…
Yel Değirmenlerine Karşı Savaşa Katıl; Akıma kapılma:Atomu Parçalayacağız!-1
DHF ve MKP cevresinden arkadaslar "cok partili sosyalizmi' tartisiyorlarmis...
Yeni Hınzır Paşalara Geçit Yok!
Bir kez daha asimilasyon ve Hınzır paşalar konusunda hem Alevi toplumuna, hem de Alevi örgüt yöneticilerine seslenmeyi, Aleviliğe yönelik asimilasyon operasyonunun bizzat devlet eliyle güçlü bir şekilde devam ettirilmesinden ötürü bir gereklilik olarak hissediyorum.
Soru(n)dan Çözüme Kadın(lar)
“Selam olsun bizden önce geçene / Selam olsun dosta, hasa, çile çekene / Selam olsun dayanana, düşene / Yüreğim yürektir, bakma gözüm yaşına.”[1]
“Kadınlığın tarihi, dünyanın gördüğü en büyük zorbalığın tarihidir,”[2] der Oscar Wilde. Haklı.
Üniversiteyi Öldürmenin Sekiz Yolu (Ya da Üniversite Piyasaya Nasıl Entegre Olur?)[1]
“Bilimin sürdürülmesi, / bana özel bir yürekliliği / gerektirir gibi gözüküyor.”[2]
Sevgili dostlar, sıcak bir Haziran’ın ardından, meydanların ardından yeniden burada, birlikteyiz.
Buraya gelirken arkadaşlar bana Melih Gökçek’in “teröristler kamplara çekildiler, sonbaharda daha büyük bir ayaklanma çıkartacaklar,” mealinde bir şeyler söylediğini aktardılar.
İlk defa Melih Gökçek’le aynı fikirdeyim.
Evet, Haziran 2013 sıcak geçti. Ama emin olun önümüzdeki güz ayları daha da sıcak geçecek.
Neo-Liberal AKP, Kautsky'nin 'Ultra Emperyalizmi' , 'Bariscil Kapitalizm' Ve Bir Ruyanin Sonu
Dusmani yakindan izleyin. Onun akli bizden daha geliskin; yuzyillara dayanan sinifli toplumlar yonetme tecrubesine sahip. Akimlari yok edemeyecegini biliyor. Enerji evreninin sabit bir yuk uzerinde hareket eden bir enerji alanlari catismasi oldugunu biliyor...
Haklarını Tavizsiz Savunan Dirençle Karşılaştığımda/ Hasan Aksu
Kadın sorunu yalnızca sınıf sorunu olarak ele alınamaz, görülemez. Kadın sorununda asıl çelişki cinsiyet sorunu olarak görülmelidir.
Kadın ve özgürlük
“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels
İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir.
Maocular ve Bir Maoizm Karikatürü Perinçekgiller
TV’ye çıkartmışlar benim gibi kel kafalı bir gazeteci, sözde araştırma yapmış ülkedeki Maocular üzerine ve 'Maocular' diye bir kitap yazmış.
Bak simdi cehaletin papyon giymiş haline, entelektüellik adına aydınlığın ırızına geçirilmiş haline!
Güya aydınsın, öyle mi?!
Maocular diye kitap yazmadan önce hiç Maoculuğu araştırdın mı?...TV izleyiciliği dışında Maoizm nedir en ufak bilgin var mı?
Yok, belli!...Neden mi?...Maocular sorusuna cevabı Perincek ve onun artıklarında aradığına göre, Mao hakkında tam bir cehalet içinde olduğun belli!
'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir
'Radikal Demokrasi' Post-Modernizme yaslanmis Neo-Liberalizmdir
Toplumun, uretimin ve siyasal yasamin kurallarini Isci-Koylu yiginlarinin degil; tam tersine uretim araclarinin ozel mulkiyetini elinde bulunduran sermayenin ve onun siyasal iktidarinin koydugu Kapitalizm catisi altinda 'bireysel ozgurluk' ya ahmaklar icin bir aspirin ya da burjuvazinin dostu ahlaksiz bir sahtekarliktan baska bir sey degildir.
Tarihin inatçi aynasi
Kürt medyası ile düzen yanlısı medyanın bir utanç duvarına dönüşen bezdirici ambargosu karşısında bir süre yazmamaya karar vermiştim. Ancak İran Molla rejimi, Şerko Maarifi' nin de içinde olduğu onlarca insanı idam edince, birkaç yıl önce yazdığım bir makaleyi ve bir mektubu aşağıda halkın bilgisine sunmayı zorunlu gördüm.
İşte 2009 ve 2011 yılında yazdığım o ibretlik makale ve mektup:
HÜSEYİN XİZRİ DE İDAM EDİLDİ
KÜRT VE TÜRK SİYASETÇİLERE KINAMA
UTANIN!