Perşembe Kasım 7, 2024

Burjuvazinin işçi ve emekçilere karşı yeni silahı:Bonzai

Bonzai nedir?

Esrar; doğal kannabis, Hint keneviri bitkisinden elde edilir ve CB1, CB2 olarak ifade edilen kannabinoid reseptörler üzerine etki eder. Ancak Bonzai sentetik bir kannobinoiddir. Esrarın taklididir. Kimyasal yapıları doğal olan esrardan çok farklıdır. Etkisi yüksek ve yoğundur. Sentetik kannabinoidler genel olarak yurt dışında “Spice”, “K2” vb. isimlerle, Türkiye’de ise “Bonzai” ya da “Jamaika” olarak adlandırılmaktadır. Bonzai adının; sentetik kannobinoidin sıvı olarak ‘bonzai’ adlı bitkinin üzerine sıkılarak, yapraklarının sentetik uyuşturucu maddesini tutması ile ilişkisi olduğu düşünülmektedir. Türkiye’de nane, ada çayı vb. bitkiler halinde piyasa da bonzai uyuşturucusu tespit edilmiştir. Son dönemde Bonzainin içinde fare zehri vb. temini kolay kimyasallar tespit edilmiştir.

Bonzai olarak adlandırılan sentetik uyuşturucu 1995 yılında Güney Caroline’daki Clemenson Üniversitesinde John W.Huffman tarafından laboratuvarda sentezlendi. Huffman JWH073 VE WFH018 moleküllerini üreterek bunlara kendi adının baş harflerini verdi. Ancak bir süre sonra formül sızdı. Bu moleküllerden küçük değişiklerle yeni varyasyonlar üretilmeye başlandı. Ve tüm dünyayı saracak bir felaketin ilk tohumları, ilk kez böyle atılmış oldu.(M. Yılmaz-Boş tarlalarda ölü Bedenler-Bonzai, sayfa 39-40)

Bonzai ilk olarak 2008 yılında Avusturya’da yasaklanarak kontrol altına alınmaya başlandı. Avusturya’yı Estonya, Almanya, Finlandiya, Fransa, Polonya, Rusya, İsveç, İsviçre, İngiltere, KKTC gibi ülkeler takip etti. Bu sırada bonzai Türkiye’de hala “yetkililerce” tespit bile edilememişti.

Oysa, Türkiye’de de tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi madde kullanıcıları bonzainin siparişini 2002 yılından itibaren internet üzerinden vermeye başlamıştı. Ancak madde Türkiye’de polisini takibine 8 yıl boyunca girmedi. Ve ilk olarak tam 8 yıl sonra, 12 Nisan 2010 yılında Türkiye bonzaiyi, 2313 sayılı Uyuşturucu Yasası kapsamına alınmasına karar verdi. Ancak karar yerine getirilmedi. Yaklaşık 5 ay sonra 24 Kasım 2010 yılında bonzainin uyuşturucu sayılması kararı Sağlık Bakanlığına bildirildi.

Madde, 22 Aralık 2010 tarihinde Bakanlar Kuruluna sunulabildi. Oysa bonzai, bu tarihe kadar Türkiye’ye dalga dalga yayılmıştı. Hatta Türkçe internet sitelerinde bile satışı kolaylıkla yapılmaktaydı. Kendilerini “doğal bitkisel aromatik karışım ve bitki gübre toptancısı” olarak adlandıran siteler 3-7 gün içerisinde evlere sipariş ediyorlardı. O günlerde “kalp krizi” sonucu hayatını kaybettiği görülen insanların bazıları, aslında bonzainin ilk kurbanlarıydı.

BOZAİ UYUŞTURUCUSUNUN FİZİKSEL ETKİLERİ

Bonzai kullanan kişilerde

· TERLEME

· KALP ÇARPINTISI

· PANİK

· KUSMA

· GÖZLERDE YANMA

· AGIZ KURULUĞU

· HALÜSİLASYON

· İNTİHAR DÜŞÜNCESİ VE GİRİŞİMİ

· HAFIZA KAYBI

· UYKUSUZLUK

· ZAMAN ALGISINDA BOZULMA vb. etkiler görülmektedir.

BONZAİ KULLACISININ YAŞAMI:

“Sanki ruhunda bir fare, içini kemiriyordu, keskin dişleriyle ‘hadi’ diyordu. Zaman geçiyor, hızlı ol, hareket et, bul şunu artık” yoksunluk hissini bu cümlelerle anlatıyordu bir bağımlı.

Bağımlı uyuşturucuyu temin etmek için ekonomik olarak yeterli değilse yapamayacağı iş yoktur.

“Dert edilecek hiçbir şey yoktu. İşsizlik, parasızlık, çaresizlik, yalnızlık, bunları o güne kadar neden o kadar takmıştı, hiç anlam verememişti” bir bağımlının bu düşünceleri bize yaşamın merkezine uyuşturucunun nasıl geçtiğini anlatıyor. Bağımlının tüm yaşamını belirleyen şey, o uyuşturucu maddenin temini oluşturmaktadır.

Bu nedenle en yakınından para isteme ile başlayan süreç, hırsızlık, gasp, fuhuş vb. yöntemlerle devam ederek hiçleşme gerçekleşmektedir. Ahlaki, dini, kültürel ve siyasal bağları ne kadar güçlü ise hiçleşme o kadar derin gerçekleşmektedir.

Gençler arasında bu kadar hızlı yayılmasının birinci şekli arkadaş ortamları olup, “doğal”, bir seferden bir şey olmaz ile başlamaktadır. Daha önce esrar vb. uyuşturucu kullananlar ise esrardan daha etkili ve yoğun, uzun süre kafa yapması gibi sebepleriyle kullanmaya başlamaktadır. Ailelerin yeterince bilinçli olmaması ve bonzainin koku vb. belirtilen olmaması kullanım sebeplerinde başka nedenlerdir. Bonzai kullanan bağımlılar kullanımın başlamasıyla birlikte tüm yaşam biçimi değişmektedir. Önem verdiği konular, değer verdiği insanlar değişmektedir. Değişimle birlikte maddi dünya ile bağlar zayıflamakta bağımlı ruhlar âleminde gezmektedir.

Maddenin temini için anne dövülmekte, babanın boğazına bıçak dayanmakta, bağımlı kendi bedenine fiziksel zarar verebilmektedir.

Bağımlı eğitimden uzaklaşmakta, barınma sorunu yaşamakta, tedaviden uzak olma nedeniyle tek dostu diğer bağımlılar ve satıcılar olmaktadır.

Lenin Yoldaşın, “Neyi tutuyorsanız ona göre şekillenirsiniz” sözünün maddi dünyada en belirgin halidir bağımlının yaşamı.

BOZAİ KULLANICISININ SONU: ÖLÜM

Peki bağımlının sonu ya da bağımlılığının sonu nedir? Sorusunun karşılığı nedir?

Bu bağımlının hangi toplumsal koşullarda olduğu ile ilgilidir. Tedaviye ulaşımın kolaylığı yada zorluğu, çevresindeki insanların tutumu ve pratiği, çalışma koşullarının olup olmaması, ahlaksal, dinsel, kültürel vb. birçok şeye bağlıdır.

Ülkemizde bonzai konusundaki bilgi aynı eroinin ilk piyasada satıldığı dönemdeki koşullara yakın bir durumdadır. Yeterince araştırılmamış, mücadele için gerekli tarama, test, ilaç vb. şeyler yetkinliğe ulaşmamıştır. Bağımlının çevresindeki toplumsal koşullar “bonzai” uyuşturucusunun zararları konusundaki bilinç düzeyi “benden uzakta olsun da ne olursa olsun” dan bir basamak ilerde değildir.

Ahlaksal, dinsel, kültürel, siyasal olarak bireyin topluma yabancılaştığı ortamda “yalnız kalan bağımlı” her türlü saldırı yapabilecek bir hale gelmekle beraber kendisi de “her türlü”

saldırıya açık durumdadır. Bağımlılık durumunun niceliğine göre ‘yaşam’ bir zombi yaşamına dönmekte, intihar ve cinnet bağımlının sonunun bir parçasını oluşturmaktadır. Fiziksel olarak bonzainin verdiği en büyük zarar ‘dolaşım sisteminin çökmesi’ dir. Buda ÖLÜM demektir.

Bonzai yalnızca Türkiye’de değil elbette, 2002’den bu yana her yerde can almaktadır.

Bonzai, ABD’DE 2010 Yılında 11400 kişinin ölümüne yol açmıştır.

Rusya’da ise 2014 yılı Ekim ayında 15 gün içerisinde 22 kişi hayatını kaybetmiştir.

Türkiye’de 2010 yılında 400 çocuk hayatını kaybetmiştir, Kullanım yaşı ise 11 lere kadar düşmüştür.

Türkiye’de tam olarak ölüm sayısı bilinmemektedir.

BAĞIMLI İLE TEMAS KURARKEN NELERE DİKKAT ETMELİ:

Bonzai kuru bitkilerin yapraklarının ufaltılmış biçimiyle satılmaktadır. Bağımlılar ilk deneyimlerini sigara ucu dedikleri bir yöntemle yaşamaktadırlar. Bu sigaranın ucundaki tütünün bir miktarının çıkarılarak yerine bonzai konması ile yapılmaktadır. Bu nedenle sigara kullanımına başlama ilk belirti olabilir. Ayrıca nargile gibi dumanı çekilmekte ve pet şişelerden yapılan bir aletle kullanmaktadırlar.

· Eğer bağımlı kişi maddenin etkisinde ise onunla bu durumda konuşmaya çalışılmayın

· Kendinizi hazır hissetmeden onunla konuşmayın

· Açık, samimi ve inandırıcı olun, öğüt vermeyin

· Genellemeler yapmaktan kaçının

· Korkularınıza dayanarak konuşmayın

· Onu etkilemekten kaçının. Çünkü ‘kullanıcı olarak’ etkilenen kişiye yaklaşmak çok zordur.

· Ön yargılarınızın farkına varım

· Empati yaparak, yaşantı ve korkularını anlamaya çalışın

· Uzman yardımı alması için samimi bir yaklaşımla ikna edin

· Durumu inkârdan kaçının

· Anne-baba olarak birbirinizi suçlamayın

· Hayal kırıklığı ve Çaresizlik duygusuna kapılmayın

· Öfkelenmeyin

· Bağımlıyı suçlayıcı tutumlardan kaçının

TIBBİ TEDAVİ:

Uyuşturucu madde bağımlılığı tedavisi büyük ölçüde Resmi kurumlar tarafından yürütülmektedir. Bu resmi kurumlar(AMATEM,ÇATEM VB.) hem alkol hem de uyuşturucu madde kullanımı tedavisi yapan, ayakta ve yataklı hizmet veren birimlerdir. Bir bölümde çocuk ve ergen bağımlılar için ayrı bölümler bulunmaktadır. Denetimli serbestlik kapsamında tedaviye gönderilen kişilerde yine bu birimlerde tedavi edilmektedir.

Tedavi merkezlerinde yatarak tedavide temel olarak “arındırma tedavisi” uygulanmaktadır. Arındırma tedavileri yaklaşık üç hafta sürmektedir. İlaç tedavisinde ise Buprenorfin/Nalokson kombinasyonu ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar AMATEM’lerde psikiyatri uzmanları tarafından

kırmızı reçete edilmektedir. Ayrıca son dönemlerde özel hastaneler de tedavi birimleri kurulmuştur. Bunlarda iki tip tedavi uygulamaktadır. Her iki tip tedavide ilaç kullanılmakta olup ‘çipli tedavi’ yöntemi farklılık arz etmektedir. Deri altına yerleştirilen çip ile madde yoksunluğu hissi baskı altına alınarak bağımlılık giderilmeye çalışılmaktadır. Ancak çipin yoksunluk hissini ne kadar baskıladığı kuşkuludur. Bağımlıların bir kısmı deri altındaki çipi jiletle çıkararak hayati tehlikesi yüksek durumlara düşebilmektedir. Özel hastanelerdeki bu tedaviler 8000 TL ile 20000 TL arasında olup, düzenli kontrol için muayene ücretleri 400-600 TL arasındadır. Birçok bağımlının bu hizmetlere ulaşması mümkün bile değildir.

Bu nedenle bağımlılar, yakınları ve bu konuya duyarlı insanların kuracağı birliktelikler bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca resmi ve özel tedavi merkezlerinin konu hakkındaki yetersiz bilgisi nedeniyle, tedavi yöntemlerinin araştırılması için gerekli olan ekonomik, teknik, araç, gereç, bina, uzman vb. ihtiyaçlara cevap verebilecek politik bir bilince de ulaşılmış olunması gerekmektedir. Gerek resmi, gerekse özel tüm kurumlar bu konuda olgunluktan uzaktır. Kuru ajitasyon ile ticaretinin yapılmasının yasaklama, cezalandırma yöntemiyle kullanıcı sayısı düşmeyeceği gün gibi ortadadır. Ve bu bağımlılar için bir politika değildir. Bağımlı duruma düşecek risk gruplarına yönelik uyarı niteliğindedir. Bağımlı olanlara yönelik ise ciddi bir tedavi politikası göz ardı edilmektedir.

Bonzai kullanımına karşı bir tedavi politikasının olmaması demek, bonzai ile savaşıyor görünerek, burjuva politikasının ikiyüzlü sahtekârlığını, çeşitli kanun, yakalama haberleri arkasına saklamak demektir. Büyük ilaç firmaları ile bu konuda yatırım yapmış sermayedarların kar güdüsünü gizlemek demektir.

BONZAİ TİCARETİ:

Türkiye’de şu ana kadar bonzai üretilen herhangi bir yer tespit edilememiştir. Ancak fason tabir edilen merdiven altı yerlerde üretildiği bilinmektedir. Büyük çoğunluğu yurt dışından getirilmektedir. Narkotik suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünün yaptığı operasyonlar neticesinde suç örgütlerinin bir kısmı deşifre olmuştur. Uyuşturucu ticareti yapan bu çetelerin en büyük özelliği sert bir hiyerarşik bir yapıda olmamalarıdır. Çetelerin bir çete lideri etrafında görev paylaşımı ile faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. Uyuşturucu maddenin bağımlıya ulaştırılma süreci birden fazla aşama ile gerçekleşmektedir. Türkiye’deki bonzai uyuşturucu maddesi bu çetelerce Çin, ABD, KKTC, Almanya, İspanya, Macaristan gibi ülkelerden, kara, hava ve deniz yoluyla ülkeye sokulmaktadır. Bonzai bağımlıya ‘torbacı’ denilen sokak satıcıları aracılığı ile ulaştırılıyor. Bu nedenle yerelde en önemli konu torbacılardır.

Torbacılar, satış yaptıkları köşeleri iş yapma kapasitesine göre 60-70bin TL fiyatlarla hava parasına satıp devrediyorlar. İstanbul Bağcılarda ise 2014 itibariyle tezgah sayısı 300 ile 350 civarındadır. Beyoğlu bölgesinde tezgah sayısı 150 civarında, Esenyurt tarafında 30’u ev 100’ü köşe başı olarak 130-150 arası satış noktası vardır. Zeytinburnu tarafında 100 tezgah, Gazi Osman Paşa’da 150 tezgah bulunuyor. Torbacılar, çete-mafya tipi örgütlere hizmet ediyor. Mafya tipi bu örgütler ve liderleri bu işin ticaretinden milyar dolarları bulan paraları halkın canı ve malı pahasına kasalarına dolduruyorlar.

Bu kadar büyük miktarda paraların döndüğü bir sektörü sistemden koparamayız. Bu çark yerel devlet idarecileri, şirketler, bürokratlar, memurlar vb. tüm alanları atlatarak işleyemez. Bu mafya ve uyuşturucu tacirleri mevcut patron ağa devletinin tüm unsurları ile iç içedir. Pasta tüm paydaşların hisseleri oranında bölünüyor. Zaman zaman diliminden memnun olmayan çeteler pay bölüşümü üzerinde kavgaya tutuşmaktadır. Halkımızın payına ise acı, ölüm, ekonomik yönden sömürü, kültürel yönden yozlaşma, siyasi yönden kandırılma ve faşist yuvalarca kullanılma, psikolojik yönden çöküntü, hukuksal yönden suçlu ve suçluluk, ahlaki yönden dejenerasyon, sosyal yönden hak kayıpları düşüyor.

BONZAİNİN EKONOMİK YÖNÜ: (Ezilenler açısından)

Şu ana kadar Bonzai kullanımının genel bir durumuna değindik. Ancak sınıflı bir toplumda böyle bir olgunun sınıflar açısından da durumunu incelememiz gerekiyor. Çünkü bu ve benzeri uyuşturuculardan en çok işçi sınıfı ve emekçiler etkilenmektedir. Bu nedenler burjuva sınıf ve tabakaları sayısal olarak daha az yer kaplamakta ve etkilenme oranları daha az olmaktadır. Ayrıca bu sınıfların ekonomik konuda yeterli olmaları, tedavi vb. şeylere ulaşım noktasında daha rahat oluşları onları bu konuda dışarıda bırakmamızı zorunlu kılmaktadır.

Bonzai bağımlısı kişilerin madde kullanımıyla gelen rahatlama ve kendinden geçme süreleri ve ayık olma süreleri kişiden kişiye ve kullanım yoğunluğuna göre 4-6 saat süreye kadar düşmektedir. Bağımlı kişilerin “düzenli” çalışmaları mümkün değildir. Bu nedenle bağımlı kişilerin çalıştırılma biçimleri ‘part-time’ çalışma biçimidir. Bu çalıştırma biçimi, işveren için yüksek kar kaynağıdır. Sosyal haklardan yoksun, iş güvenliği yetersiz, sağlıksız koşullarda düşük ücret ile çalıştırılmaktadır. Bu da işçi sınıfına saldırının bir yönünü işaret etmektedir. Bağımlı kişiler hak gasplarına karşı herhangi bir direniş gösterebilecek koşullarda değildirler. Bağımlının ailesi içinde geçerli olan bu durum burjuvazinin her türlü saldırısına açık konumdadır. Aile açısından bağımlının her türlü haktan yoksun olarak sömürülmesi ‘en azından çalışıyor’, ‘belki düzelir’ denilerek geçiştirilmektedir. Bağımlı ve ailesi emek gücü olarak sömürülmekle kalmayıp, aynı zamanda tedaviye ulaşımda da ekonomik olarak saldırı altındadır. Yeterli ve başarılı bir tedavi sisteminin olmayışı her çeşit tedavinin denenmesi ile sürmekte olup, sömürü katmerlenmektedir. Bağımlının aile ve bağları kopmuş ise ucuz iş gücü olarak kullanılması sağlanmaktadır.

Buraya kadar bağımlı ve ailesi açısından ekonomik yönüne değindik. Ancak ekonomik yönün başka tarafları da vardır. Bunlardan biri de “toprak rantı”dır. İşçi sınıfı ve emekçilerimizin alınteriyle kurdukları yaşam alanları olan semt ve mahalleler, konumları vb. nedenlerle ‘toprak rantı’ yüksek yerlerdir. Bu alanlardaki toprak rantına göz diken burjuvazinin saldırısının bir ayağını da bonzai ve uyuşturucuyu bu yaşam alanlarına sokarak yapmasıdır. Kentsel dönüşüm alanı ilan edilen yerlerde işçi sınıfı ve emekçilerin muhalefet, dayanışma ve birlik oluşturma şeklindeki karşı koyuşların baltalanması için, çete-mafya saldırılarıdır. Çete- mafya ilişkilerini kullanan büyük inşaat şirketleri devletin kolluk güçlerini de en iyi şekilde halkın muhalefetini kırmak için kullanmaktadır. Çeteler halka saldırmakta, yaşam alanlarını tehlikeli ve güvensiz hale getirerek yada öyleymiş gibi göstererek, işçi ve emekçileri, burjuvazinin koyduğu şartlar altında sürgüne götürecek koşulları oluşturmaya çalışmaktadır. Biliyoruz ki Hasan Ferit GEDİK bu rant uğruna çete devlet işbirliğiyle katledilmiştir.

Bu işçi ve emekçi semt ve mahalleleri kentsel dönüşüm ilan edilmeye müteakip, resmi tüm hizmetlerden mahrum kalmaktadır. Alt yapıların bakım onarımları yapılmamakta, üst yapıda en düşük düzeyde tutularak, yaşam çekilemez hale getirilerek, sürgün işçi ve emekçiler için bir ‘kurtuluş’ haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bonzai ve uyuşturucu satan çete-mafya unsurları halkın muhalefetine

saldırmakta, devlet gücü olan polis-adliye tarafından korunarak bu çetelere güven vermektedirler. Bu burjuvazinin devlet olma gücüyle bu konuda birinci saldırı taktiğidir. Büyük miktarda paranın döndüğü bu burjuva çarkına karşı uyanık olmak, birlik olmak zorunludur. Çocukları, gençleri, yetişkinleri bonzai ve türevlerine karşı, uyuşturucu maddelerin tümüne karşı etkin mücadele yöntemleri geliştirilmelidir.

BONZAİ İLE MÜCADELE DİNSEL ‘ÇÖZÜM’ ÖNERİLERİNİN SAHTELİĞİ

Son dönemlerde sağcı, dinci, muhafazakar çevrelerin düzenlediği etkinlikler ile bonzaiye karşı kampanyalar yapılmaktadır. Bu çevrelerin tüm çıkış dinamikleri, çıktıkları kaynağın yaygınlaştırılması temeli üzerinden yükselmektedir. Toplumumuzun tüm sorunları onların gerici düşlerinin pazarlanması sürecinin metaları haline gelmektedir.

Bonzai ve uyuşturucu konusundaki samimiyetleri de işte bu kadardır. Bu kampanyaların devlet eliyle örgütlenmesi, etkin mücadele yöntemlerinin öğretilmesini değil, teskin edici, kaderci yaklaşımları halka yayarak, ‘kanun dışı’ kendiliğinden yada örgütlü mücadele yöntemlerinin önüne geçmektir.

Bu burjuvazinin devlet eliyle işçi ve emekçilere bonzai konusundaki ikinci saldırı taktiğidir.

“Milli gazetenin girdiği eve bonzai girmez” gibi kampanyalar din inancının manipüle edilmesi ve bu inancın burjuva lehine kullanılmasıdır. Eğer din vb. sağ görüşler uyuşturucu kullanımının önünde bir çözüm olsa idi; bağımlıların yarısı kullanıma hiç başlamazdı. Çünkü bağımlıların yarısı ‘dindar’ ailelere mensup kişilerdir. Ayrıca çete-mafya örgütlerinin lider ve kadroları büyük çoğunlukla dindar-milliyetçi kisvesi altında faaliyetlerini yürütmekte halkımızı zehirlemektedir. Sorunun maddi bir dünyada gerçekleşmesi olgusunun çarpıtılarak, manevi inanç dünyasında çözüm aranması sahtekarlığın en büyük göstergesidir. Bu tip kampanyaların asıl amacı, asıl mücadele yöntemlerinin toplum tarafından talep edilmesini engellemektir. Çünkü çetelerle içiçe olan devlet asla ve asla asıl mücadele yöntemlerinin uygulayacak bir sınıfın hakimiyetinde değildir. O buğün burjuvazinin bir aygıtıdır. Bugünkü anlamıyla varlığı bu sınıfın çıkarlarına bağlıdır.

BONZAİ VE DİĞER UYUŞTURUC TÜRLERİNİN TARİHİ:

Taiwan’da 10000 yıl önceden kalan seramiklerin bazılarında o dönemden kalma hint keneviri(esrarın bitkisi) izleri bulundu. Çin İmparatoru Shen Neng’in M.Ö. 2737 de hazırlattığı bir belgede romatizma, gut ve unutkanlığa karşı Hint keneviri önerilmişti. Hindistan’da M.Ö. 1500’lerden kalan “Atharvaveda” dokümanında, hintkeneviri tedavi amaçlı kutsal bitki olarak anılır. Sümerler, 5400 yıl önce keyif verici olarak kullandıkları haşhaşa “HUL.GİL” yani keyif bitkisi diyordu. Mısır’da haşhaş üretimi M.Ö.1300’lerde başladı ve Akdeniz yoluyla Avrupa’ya yayıldı. Kıbrıs, M.Ö. 1100’de haşhaşla tanıştı. Büyük İskender’in orduları M.Ö.330’da haşhaş alışkanlığını İran ve Hindistan’a taşıdı. Haşhaşın, Çin’e ulaşması M.S. 400’lerde Arap tüccarlar kanalıyla gerçekleşti. Peru’da koka bitkisinin yapraklarını çiğneme alışkanlığı M.Ö. 6000’e uzanıyor. Peru’da 3000 yıllık mumyalarda koka bitkisi kalıntıları bulundu. İnkalar koka bitkisini, tanrısal saydığı için sadece asiller ve bürokratlar bu bitkiyi ekebilirdi.

M.Ö.4000 yıllarında Sümerlilerin haşhaş ve kenevir yetiştirdiklerine ve bu maddeleri tedavide kullandıklarına dair kanıtlar vardır. Kazılarda afyon tarımını anlatan kabartmalar bulunmuştur. Yine buna yakın zamana ait, İsviçre’deki kazılarda afyon kapsüllerine rastlanmıştır ancak bu türlerin alkoloid üretmeyen türlere ait olduğu sanılmaktadır. Kabul gören düşünce afyonun çıkış yerinin batı Anadolu olduğu yönündedir ve en az beş bin yıldır üretilip kullanılmaktadır.

“o sırada Zeus Helen’e bir şeyler tasarladı

bir ilaç attı ki şaraba,

yası, öfkeyi dindiren bir ilaçtı.

katıldığı sağraktan şarap içen

gözyaşı dökmezdi bütün gün

gnası, babası ölmüş olsa bile

ya kardaşını ya sevgili oğlunu

gözünün önünde tunçla kesseler

gözleriyle görse nasıl can verdiklerini

bir damla göz yaşı dökmezdi gene de”

Homeros (M.Ö.830–750)

Homeros, Odysseia’nın dördüncü bölümünde anlatmakta ve ilacın Mısır’dan geldiğini belirtmektedir.

Bilinen en eski farmakoloji kitabı sayılan Ebers Papirüsünde şu tarif yazmaktadır:

“haşhaş ile bitkisinin tohumları duvardaki sinek pislikleriyle karıştırıla, iyice hamur edile, süzüle ve dört gün ardarda verile”

Diyerek çocukların huysuzluk ve ağlamalarına birebir olan ilaç tarif edilmiştir.

Mitolojide afyonun özgün bir tanrısal kişiliği de vardır. Mekos adında güzel bir genç haşhaşın simgesidir. Bir lahitte Mekos ölüm tanrısı Thantos ile birlikte görülmektedir. Bu kabartma afyonun tehlikelerine ilişkin bilgi sahibi olunduğunu düşündürmektedir.

Asklepionlar sayesinde afyon çağın aspirini gibi kullanılır hale geldi. Asklepiad rahipleri, başvuranların dertlerini ve iyileştirme yollarını, onların düşlerinden yola çıkarak biliyorlardı. Bu düşleri görebilmeleri için, kutsal törenler sonrasında, tapınağın kutsallığı içinde bir gece uyumak zorundaydılar. Bu uykuya dalabilmeleri için verilen içki, beş kısım şarap, üç kısım bal ve bir kısım afyondan oluşuyordu.

O dönemde Meloslu Diagoros bu nesnenin durmadan aranmaya yol açan baştan çıkarıcılığı bulunduğunu, gerçeklik duygusunu yok ettiğini belirtip, bütün insanları bu nesneden uzak durmalarını tavsiye eden ilk kişiydi. Öfkeyle ayaklanan halk tarafından kent kapısında parçalanarak öldürüldü.

Büyük İskender’in orduyla ulaştığı her yerde haşhaş yetiştirdiği İskendernameler’de yazmaktadır. Kendisinin erken ölümüne şaraplı afyon tiryakiliğinin rolü olabileceği öne sürülmektedir. Her savaştan önce korku duygusunu gideren bu nesneden, her askerin dokuz topak tayın aldığı yazmaktadır.

M.Ö. 1.yüzyılda Pontos egemeni olan Mihridates zehir ve panzehirle uğraşmaktaydı. Kobay görevi gören binlerce köleden başka, bazen konuklarını da habersizce bu deneylerde kullanıyordu. Sonunda panzehiri buldu, içinde elliden fazla madde içeriyordu. Buna “Theirak” adını verdi. Tiryaki kelimesi buradan gelmektedir.

İmparator Neron’un hekimi Andromachus, klasik Theirak’ı biraz basitleştirdi ve afyon oranını yüzde otuza çıkardı ve “Theirak Andromachi” adını verdi. Neron bu ilaçtan günde çeyrek litre kadar içiyordu.

Galen Theiraktaki afyon oranını yüzde kırka çıkardı ve tarihteki en güçlü ağrı kesiciyi buldu. Kendisi de bu ilacın tutkunuydu. Theirak doğu ve batı tıbbında yüzyıllarca kullanılmış olan bir devadır. Hipokrat

da afyonun tedavi edici olduğunu ancak dikkatli kullanılması gerektiğini belirtmiştir. İzmir’li Thedotos 750 yılında şu sözleri söylemiştir:

“Yalnızca sefiller, serseriler ve hukuku olmayanlar afyona bağlanırlar. Onlar kendi aşağılık durumlarına karşı ilaç ararlar. Ama şerefli ve saygın vatandaşlar için, yalnız hastalık durumlarında kullanılan bir ilaçtır.”

Bu sözler afyonun keyif verici madde olarak da yaygın kullanıldığını göstermektedir.

Orta çağda afyon ekim alanları Müslümanların eline geçmişti. Afyon kullanmak Müslümanları zengin edeceğinden afyon lanetlendi. Orta çağ Avrupası sağlık ve şifayı dua etmekte, perhizde, kutsal yerleri ziyaret etmekte arıyordu. Antik tıp kilisenin baskısından kaçıp yeraltına indi. Afyon da büyücülerin başlıca ilacı oldu. O yıllarda afyona verilen adlardan bazıları: “İzmir macunu, ejderha kanı, uyku yağı, şeytan boku, cadı merhemi” dır. Günümüzde bazı falcı ve büyücüler arasında “şeytan boku” adıyla kötü kalite afyon topakları kullanılmaktadır. O yıllarda büyücülükle uğraşanlar yakılıyordu. Bu davalar sonucunda Almanya’da 17 bin kişi yakılmıştı. Aydınlanma çağında afyonu tedaviye sokan Paracelcus’tur. Afyon, banotu, şarap, ardıç tohumu ve karanfilden yaptığı ilacın formülünü ölünceye dek sakladı. “Laudanum” adını verdiği ilacı şarlatanca tanıttı ve kısa sürede Avrupa’nın en ünlü ilacı haline geldi.

Sydenham, laudanum kullanımına bağlı ölümleri banotuna bağlayarak yeniden formüle etti ve “Laudanum Sydenhamii” geliştirdi. Sydenham afyonun yoksunluğa yol açtığını fark etti. Ama bunu farklıyorumladı. Kendi sözleriyle şöyle demiştir:

“Sağlığıma hiç zararı dokunmaksızın günde 20 gr kadar alabiliyorum. Çünkü bu ilacı her gün düzenli olarak almaktayım. İlacın mükemmel şifa niteliğini, ilacı kesenlerin hemen hasta olmalarından anlamak mümkündür.”

Sınıfsal açıdan afyon tarihte de sömürülenleri uyuşturmanın maddi dünyadan koparmanın bir aracı olmuştur. Bu konu da tarihte en belirgin olarak görülen olay Çin’de afyonun 200 yıllık mücadelesi olmuştur. Çin’de 7. Yüzyıldan beri ilca olarak bilinen afyon 17. Yüzyılda tütün içilmesinin yaygınlaşmasıyla yeni bir dönem başladı.18. yüzyılın başlarında Portekizliler Hindistan’da yetişen afyonu Çin’e götürüp satmaya başladı. Çin İmparatoru 1729 yılında afyon satışı ve içimini yasakladı. Hindistan’da egemenliği kuran İngilizler bu ticareti geliştirdiler. “Doğu Hindistan Kumpanyası” adlı şirket bu ticaret hakkını satın aldı.

Hong Kong, Kanton, Yunnan kentleri bu ticaretin merkezi haline geldiler.1840 yılında Çin polisi şirketin Kanton’daki depolarında ele geçirdiği 20.000 sandık afyonu imha etti.Bu miktar Çin’in altı aylık tüketimine eşitti.

1841 yılında İngilizler Kanton’a saldırdı ve 1.Afyon savaş başlamış oldu. Üç yıl sonra imzalanan anlaşmanın maddeleri çok ağırdı. Çin adeta afyona teslim olmuştu.

Bu anlaşmayla:

 Hong Kong İngiltere’ye verildi.

 Beş liman İngiliz ticaretine açıldı.

 Çin 21 milyon dolar tazminat ödeyecekti.

Birkaç yıl sonra diğer ülkeler de bu imtiyazları aldılar. Bu savaştan sonra Çin’de gittikçe yoğunlaşan yabancı düşmanlığı başladı. Bu düşmanlık 1900 yılında halk ayaklanması ve Pekin diplomat mahallesindeki diplomatın öldürülmesine neden olacaktı. 1856 da polis bir Çinli’ye ait fakat İngiliz bandırası taşıyan bir gemiye el koydu ve 2.Afyon Savaşı başladı. Savaşa Fransızlar da katıldı. Dört yıl sonra Pekin’in işgaline kadar sürdü. İngiliz ve Fransızlar ek imtiyazlar aldılar.

Çin’e yapılan ticaret ve afyon nedeniyle 200–500 milyon kadar insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Hong Kong tarihe afyon devleti olarak geçmiştir. Bu gün faaliyette olan birçok dev şirketin sermayesi afyon ticaretiyle kazanılmıştır.

ÇKP’nin kuruluşundan Mao Zedung’un önderliğindeki 1949 yılında yapılan ‘ Demokratik Halk Devrimi’ne kadarki süreç, Çin Halkının afyona karşı yürüttüğü en başarılı süreç olarak tarihe geçmiştir. Kızıl siyasi İktidarların kurulduğu bölgelerde Halk Komitelerinin yasak kararı aldığı ilk ilk şey ‘afyon çubuklarının komitelere teslim edilmesi’ ve içiminin yasaklanması oldu. Ticaretini yapanlar ve içineler Halk tarafından cezalandırıldı.

Batı’da afyon, göç eden Çin’liler ve endüstrinin gelişmesiyle özellikle liman ve sanayi kentlerinde hızla yayıldı. Afyon galenik preparatları İngiltere’de 57,Almanya’da 200 çeşit markayla satılıyordu. En iyi müşterileri yeni oluşan emekçi sınıfı idi. Çünkü pahalı alkole para yetiştiremiyorlardı ve afyon tok tutuyordu. İşçiler kendileri işe gidince bebekleri sakin dursun diye afyon yutturuyorlardı. Bazı markaların reklamlarında bebek bakıcısından kurtardığı yazılıydı. Bu durumu İngiltere’deki bir alman şöyle anlatmaktadır:

“Burada yetişkin işçiler arasında afyon kullanımı her gün genişliyor. Eczanelerde en iyi satılan mal olarak görülüyor. Afyon alan bebekler küçük yaşlı insancıklara ya da daha doğrusu küçük maymunlara dönüyor.”

Birçok fabrika iş günü sonunda işçilerine afyon hapları dağıtıyordu. Çocuklara hapların yarısı öneriliyordu. Ancak bu dozla bile birçok bebek bir daha uyanmamak üzere uyuyordu. Bu nedenle 1825’te daha düşük oranda afyon içeren Hoffman damlaları üretildi. 1925’e kadar her evin baş ilacı olarak dolaplarda bulunmaktaydı.

1843’de İngiltere’nin bir sanayi bölgesinde yapılan incelemeye göre: 2500 ailenin 1600’ü düzenli olarak afyon kullanıyordu. Çocuk ölümleri %60’ın üzerindeydi. İlacın birden kesilmesinde ise sekiz çocuktan ancak biri hayatta kalabiliyordu. Afyon işçi sınıfının kullandığı bir madde idi. Asiller alkol ile yetinirler, afyon içenler aşağılanırdı.(Engels’in İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu adlı kitabı şiddetle tavsiye edilir)

1803’te eczacı olan Serturver afyonu alkoloidlerine ayırdı ve morfini buldu. Kendisi akademisyen olmadığı için morfini kabul ettirmesi güç oldu. Enjektör bulununcaya kadar morfin popüler olamadı.

Galen döneminden beri afyon kullananlarda “afyon açlığı” ‘dan bahsedilmekteydi. Açlık ise midede duyulan bir histi. Eğer bir madde mideye uğramadan vücuda verilirse açlık oluşturmaz, aynı zamanda bağımlılık da geçirilir diye düşünülüyordu. 20.yüzyıl başlarına bu görüş böyle devam etti. 1864 yılında eczacı Charles Gabriel Pervaz ilk enjektörü yaptı. Bu fikir, elindeki filit pompasıyla tahtakurularını ilaçlayan hizmetçisini seyrederken oluşmuştu. Bir hafta içerisinde altı afyon bağımlısı morfin ile tedavi edilmişti. Morfin asıl şöhretine 1870 yılında Prusya-Fransa savaşında ulaştı. Yaralılar dışında, savaş morallerini yükseltmek amacıyla sağlam askerlere de verilmişti. Savaş sırasında 3–6 ton kadar morfin üretilmiştir. Amerikan iç savaşında da morfin benzer biçimde kullanılmıştır.

1897’de Dresser Bayer laboratuarlarında aspirin üzerine çalışırken eroin bulundu. Bu madde ile morfin bağımlıları daha ilk iğneden itibaren tedavi ediliyordu. Ayrıca morfinden daha etkiliydi. Kısa zamanda dünyada en gözde ilaç oldu. Hatta reklama ihtiyacı olmadığından tanıtımından vazgeçildi. 1996 yılında sadece İngiltere’de ilaç olarak kullanılmaktadır.

Afyon alkoloidleri ve sentetik türevleri, eroin ve morfinde olduğu gibi bağımlılık yapmadığı, doğal olduğu, zararsız olduğu iddialarıyla aksine bağımlılığı tedavi ettiği iddiasıyla pazarlanmaktaydı.

Eroin 1898 yılından 1910 yılına kadar serbest olarak BAYER markası ile satıldı.

Osmanlı döneminde esrar yaygın olarak kullanılmıştı. Yasaklandığı dönemlerde bile hiçbir zaman 4.Murat dönemindeki gibi ağır cezalar uygulanmadı. Divan edebiyatında şaraba olduğu kadar esrara da övgüler düzenlenmişti. Şarapçı ve esrarcılar arasında atışmalar da görülmektedir. İstanbul’da esrar “esrar tekkeleri”nde kullanılırdı. Tekkeler yasak olmasına rağmen oldukça yaygındı. “Kabak” denen, Hindistan cevizinden yapılan nargilelerde içilirdi. Kabak en az üç kişi tarafından içilirdi. Ücretin fazlasını ödeyene nargile sahibi, diğerlerine ”aşereci” denirdi. İlk çekim şerefi nargile sahibinindi. Sonra aşereciler, daha sonra diğer ehli-keyf çekerdi. Bu tekkelerdeki kullanım biçimi İskitlerin dinsel törenlerdeki kullanımını andırmaktadır. Bazı Bektaşi ve Nakşibendi tekkelerinde de benzer biçimde esrar kullanılmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’da yabancı sermayeli üç tane eroin fabrikası kurulmuştu. Tütüncü ve eczanelerde satışı başlamış, kullanımı hızla yayılmıştı. İlk bağımlılar ise ortamdaki havayı soluyan işçiler olmuştur. Zararlı etkilerinin anlaşılmasıyla kısa sürede kapatıldılar. O dönemlerde morfin kullanımı, günümüzde olduğu gibi sadece sağlık çalışanlarıyla sınırlı kalmıştır.

Türkiye 1968 hareketinin sol-devrimci etkisinin gücüyle madde kullanımı batıdaki kadar artmadı. Bu yıllarda talep kaçakçılık ile sağlanıyordu. Türkiye’ye giren ham afyon Marsilya’da işleniyordu. Amerika’da satılan eroinin önemli bir kısmı bu yoldan geçiyordu. Bu nedenle ekimin yasaklanması için baskılar artıyordu. Ekim alanları daraltıldı. 1970 yılında sadece dört ilde yasal ekim yapılıyordu. Demirel’in “Bizde üretilen afyon Amerikan gençliğine bir hafta yeter” sözü yeterli olmuyordu. Amerikan politika kulislerinde Batı Anadolulun bombalanması, hatta Afyonkarahisar’a atom bombası atılması konuşuluyordu. 1971 Muhtırasından sonra afyon ekimi yasaklandı. Muhtıranın ABD isteğiyle ve afyon ekiminin yasaklanması için yapıldığı iddia edilmektedir.

Üç yıl sonrasında yeni yöntemlerle afyon ekimi tarımı yeniden başladı. En önemlisi ham afyon sakızı üretiminin yasaklanmasıydı. Afyon sakızı kolay taşınabildiğinden kaçakçılığa uygun bir maddedir. TMO’nun satın aldığı kapsüller sıkıştırılarak ihraç ediliyordu. 1980 yılında Bolvadin Alkoloid Fabrikası açıldı ve kapsülden alkoloid üretimine başlandı.

Günümüzde illegal afyon üretiminin büyük bölümü güneydoğu asyada yapılmaktadır. Burma, Laos ve Tayland altın üçgen olarak bilinir. Üretim bu ülkelerin dağlık kesimlerinde, büyük kaçakçı örgütlerin desteğiyle yapılmaktadır.

Altın hilal diye bilinen ülkeler Afganistan, Pakistan ve İran’dır. İslam devrimi sonrasında uyguladığı cezalar ile İran afyon üretim ve kullanımını yok denecek kadar azaltmıştır.

Sonuç olarak Sınıf Mücadelesinin yüzyıllardır sürdüğü bir tarihe sahibiz. Bu savaşta günümüzde işçi sınıfının MLM kılavuzuna kavuştuğu bir döneme denk gelmiş bulunmaktadır. Bu nedenle bonzai vb. tüm uyuşturuculara karşı verilecek savaş işçi sınıfı ve emekçilerin omuzlarındadır. Engels burjuva sınıflarına karşı mücadelenin üç ayağını şöyle tarif etmiştir.

· Teorik mücadele

· Siyasal Mücadele

· Pratik-İktisadi Mücadele

Bizde bonzai, türevleri ve her türlü uyuşturucuya karşı bu üç saç ayağında olmaksızın başarılı olamayız. Sınıf mücadelesinin bu mücadele ile olan bağı unutulmamalıdır.

Not: yazı internet sitelerinde bulunan çeşitli dosyaların okunması, meltem yılmaz-boş tarlalarda ölü bedenler bonzai adlı kitaptan, çeşitli bitirme tezlerinden ve çeşitli haberlerden yararlanılarak yazılmıştır. Kaynak çeşitliliğinin çok ve karışık olmasından ötürü özel kaynak belirtmedim. 

47539

Taner özcan

Taner Özcan sitemizin köşe yazarıdır. Kültürel ve politik konularda yazılar yazmaktadır

Taner özcan

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar