Taner özcan
Taner Özcan sitemizin köşe yazarıdır. Kültürel ve politik konularda yazılar yazmaktadır
Yağmur yağıyor dışarıda

Yağmur yağıyor dışarıda
Şehir griye düştü
Aklımda deli düşler ve sonunda gerçekliğimiz
O kadar acı olsa da umut dağlara çekilmiş kar altındadır
Şehir bir hengâme içinde seksenli filmlerde ki gibi
Duraklar pazara insan taşıyor
Pazar insan satıyor ve alıyor
Dostlar birbirine küskün
Düşman sarayında keyif çatıyor
Üzerime bir çağ yapılırken
Logar kapağının altında üç gündür ölü bedenim
Tam üç gündür yatmakta
Öğretmenim ben
Cebimde on lira ile astım bedenimi o ağaca
Öğrendiniz mi bari
Emperyalizm yıktı tarihimi
Yoldayım
Yoldan çıktı seyri seferim
Ezik büzük etim Yoldaş’ımın kanına karışmakta
Açlık ve sefalet üç çocuğun boğazında bıçak
Üç kesik
Üç ölüm
Anne soğukluğunun keskin kenarında sallanmakta
Şehir ölüyor
Şehirde bin türlü planlar dolanmakta
Ada ve parsel kılığına bürünmüş
Konut ve ipotek
Alma ve satma olmuş ruhum
Herkesin olsun diye
Ölçsem yeryüzünü
ama pay etmesem kimseye
Düşler gökyüzünden inerken
Yapayalnız insanlığı
Yapayalnızlıktan kurtarmak için
Dağ başında dumansız ateşler yanmakta
Duvarlar ardında ömürlük mahpusluklar
İçimizdeki duvar ne olacak peki
İçimizdeki ada ve parseller
Her türlü sınırlar
Ne olacak?
Yıkmak sadece yetmiyor yerine koyacak bir şeyin yoksa
Hayat her şeyin karşılığına yeni bir karşılık istiyor
Kana kan istiyor
Duvara duvar
Acıya acıyı
Öfkeye öfke istiyor
Hepsi duygular ve düşünceler hâlbuki
Gerçek hayat gerçek hayatta bir değişiklik istiyor
Devlete karşı yeni devlet istiyor
Eski tek yanlılık çoklara bölünmüş
Dogmatizmin dogmatizminin dogmatizmi
Böldükçe
Parçaladıkça
Egzoz gazının zehri gibi
Şehri zehirlemekte
Doğalcı, görgücü aydınlar
Yağlanıp, yumuşadıkça düşünceleri de hantallaşmakta
Kafa dolu ve ağır
Hareket yavaşlamakta
Raylar döşenmiş
Tüneller açılmış ruhuna
Her yerinden burjuva fikirler sızmakta
Hem ucuz hem kalitesiz
Kırmızı bir ambalaj içinde
Parlak etiketler yapışmış üstüne
Raflarda yanyana
Eleştiri yığını altında kalacağı günleri elleriyle yapmakta
Hareket nerede?
Bir hostel de mi?
Bir şehrin barında aslan sütünde mi?
Bir dağ başında mevzi de mi?
Bir fabrika da mesai de mi?
Bir çapanın toprağı deştiği yer de mi?
Hareket nerede?
Kavramların dünyayı doldurduğu gölgesinde mi?
Bir çekmecenin içinde mi?
Akışkan sermayeye yapışmış düşünceler
Sermayeyi yıkacaktı hâlbuki
Esiri oldu besbelli
Yan çiziyor her şeye
Yasaları yıkıyor
Yeni yasalar yapıyor
Yasaların yaratılamadığını unutuyor
Yağmur yağıyor dışarıda
Şehir griye düştü
Aklımda deli gerçekliğimiz ve sonunda düşler
Alevin ucunda salınıyor
Feodal bir sevgiden
Verebileceğinden
Daha fazlasını vermesini istiyor
Kendinde olmayanı nasıl versin ki
Metalar dünyasında
Seviyor sevmiyor seviyor sevmiyor
Yapraklar kopuyor bir bir
Sonbahar gibi sararırken papatya
Aşk nasıl katılaşmaktan kurtulabilir ki
Borç ve alacaklı ilişkisi
Nesnel bir efendi köle ilişkisi gibi
Başucumda
Celladın elinden olmasın diye ölümüm
İpin ucunu
Ve uçurumu
Kendi irademle sınamam
Siren sesleri yangınlarımda
Olay yeri tespit tutanağı kazalarım da
Sargı bezleri yaralarımda
Umut
Umut
Genç yalın ve acemi
Yaratırken bilincini
Ölü fikirleri yuyan
cansuyu
Hareket kefenleyecek
Dogmatizmin dogmatizminin dogmatizmini
Kurşun mu dökse
Muskamı yazsa
Dua mı etse
Sapma saptığı yoldan dönmüyor
İşçiler milyonlar olmuş
Mali sermaye ülke yönetiyormuş
Kapitalist ilişkiler çok gelişmiş
Fikirleri damıtmış
Şarap sıcakmış
Marksist Leninist’miş fikirleri
Maoizm izm değilmiş
İzm’ler saçmalıkmış
Şömine başında mayışmış besbelli
Kendileri doğruymuş
Geçmişi hep yanlışlar yapmış
Kendi doğruları yapılsaymış
Olmazmış yanlışların yanlışları
Ahbap çavuş olduğu günleri
İllegaliteyi unuttuğu günleri
Disiplini çiğnediği günleri
Unutmuş
Yüzdelerle yapılan oranlar felsefesi
Yüzde yüz
Berlin’e kurulmuş besbelli
Yağmur yağıyor dışarıda
Şehir karaya düştü
Aklımda ve dışımda gerçekliğimiz
İmar affı-kentsel dönüşüm ve konut sorunu

Bilindiği üzere iskansız ve ruhsatsız yapılmış olan yapılar ile iskanı yada ruhsatı olupta projeye aykırı olarak yapılan yapılar imar planlarına aykırı yapılar olarak görülmektedir. Burada kanun gözünde herhangi sınıfsal bölgesel farklar ve özel durumlar dikkate alınmamıştır.
Birinci olarak işçi köylü ve memurlar ile ücretli çalışan kesimlerin kaçak olarak yapılan yapıları ile orta sınıfların ve müteahitlerin 'kaçak yapıyı' yapma nedeni arasındaki farkları silikleştirilmiş olup burjuva hukukun 'herkese' eşit mesafe de olma sahtekarlığı altına gizlemiş bir fark vardır.
İşçi Köylü ve çalışan kesimlerin kaçak yapıyı yapmasındaki temel amaç barınma sorununu gidermek iken orta sınıflar ile müteahitlerin temel amacı toprak üzerinden rant ve faizdir.
Bu sınıflar arasındaki bu çelişkiden önce ise işçi ve köylülerin şehirleşmesinin ana etkenini sınıflar açısından tespit etmemiz gerekiyor.
Bilindiği üzere kentleşmenin ülkemizde ki temel biçimi Komprator kapitalistin işgücü ihtiyacının karşılanması, bağımlı olduğu emperyalist kapitalist devletlerin işgücü ihtiyacı,ortak sınıfsal çıkarları üzerinden şekillenmiştir,Kompradorun 'gerici' niteliği gereği kırsal nüfusun kentleşmesi , burjuva sınıf ve katmanların 'kapitalist' niteliğinin gelişmemişliği ile belirlenmiş olan bir tarza sahiptir.Göbekten bağımlı ikdisadi yapı demokrafik yapı üzerindeki değişikliği sadece ekonomik ilişkiler üzerinden değil, bir iç savaş ülkesi olması gerçekliği üzerinden de savaş üzerinden şekillenmiştir.
Ülkemizin gerek üretim biçimi gerekse dünya ile olan iş bölümünde ki tarihi kır ekonomisinin büyük toprak sahipleri çıkarına parça parça kısım kısım ve yüz yıllık bir sürece yayılarak gerçekleştirilmiştir.Bu yıkımın kontrolden,sorumluluktan ve düzenlilikten yoksun bulunması kentleşme sürecinde kente göçenlerin üzerine yıkılmıştır.
Kente göçen kır nüfusu 'kaderine' terk edilmiş, 'siyasi çıkarlar'ın bir yanını oluşturduğu gece kondu yapımına 'idarecilerin' göz yumduğu kentlilerce eleştri konusu yapılmıştır.
İşçi ve Emekçilerin kentleşmesi ve kentte barınma sorununu 'kendi başalarına' çözmesi gece kondu olarak adlandırılmış, kanun önünde Hazine yada kamu arazisinde 'işgalci'(fuzuli şagil,haksız zilliyet) durumuna düşürülmüştür.
Kaçak yapı sorununun bu yönü şimdilik konumuz dışı.
Kaçak yapıların oluşturulduğu bu süreçte siyasi ve idari çıkarlarda başka bir yazının konusu.
İşçi ve Emekçilerin barınma sorunu karşısındaki bu tek başınalığı egemen sınıflar açısından ne anlam taşıyordu?
Gece kondular için ilk kanunlar 1948 yılında başlamış(5218, 5228, 6188, 7367 sayılı yasalar) kendini 1966 yılındaki 775 sayılı gece kondu kanunu ile somutlamıştır.
Ülkemizin ikdisadi yapısı gereği sermayenin birikim süreci ve özel sermaye birkiminin tarihsel olarak dünyada ki birikim hızının çok gerisinde bulunuyor oluşu, işçi ve emekçilerin barınma sorunun da konutun üretilmesi,satılması ve kiraya verilmesi için işçi ve emekçilere ÜCRETLERİ İÇERİSİNDE bulunmasından doğan kısmın yokluğu gece konduya göz yummanın egemen sınıf olan komprador ile işçi ve emekçiler arasındaki çıkar ve çatışmanın sonucudur.
Kırdan göçen köylülüğün kentlileşmesi ile kentte yaşayan sınıfların konut sorununu çözme açısından farkları bulundurmaktadır.
Komprador kapitalist devletin kırdan gelen nüfusa konut'u planlı bir şekilde hazırlamış olması durumunda,konutu satması yada kiralaması işçi ve emekçinin ücretine belirli bir oran olarak yansıması gerekecektir.Bunun farkında olan egemen sınıflar, bu payı karlarına katabilmek için 'plansız' kentleşme bir düşüncesizlik değil, bir sınıfın çıkarı gereğidir.Bu sınıf Komprator burjuvazidir.Hükümet biçimi ile devlet biçimi arasındaki fark burada görünür hale gelmektedir.Hükümet biçimine göre, siyasi çıkar gereği görülen 'göz yumma' devlet biçiminin zorunlu sonucudur.Egemen sınıfların egemenliğini gösterdiği alandır.
Plansız ve kaçak kentleşme, hem işçi ve emekçilerin maliyetini düşürmekte, hem de siyasi ve idari olarak egemen sınıflara imkanlar sağlamaktadır.
Ne değişti de 'deprem e dayanaksız' yapılar (işçi ve emekçiler) burjuva sınıf ve devleti için önemli hale geldi?
Dün gece konduyu hizmetsiz,susuz, yolsuz bırakan kaçak olduğu için yıkım kararları ile kuşatanlar ne oldu da bugün 'planlara',aflara,barışlara' boğuyorlar?
Tuğlasından harcına, suyundan yoluna elektiriğine alınterini gıdım gıdım harcayan işçi ve emekçiler 'sosyal devleti' pratikleriyle kendi içlerinde kurdular.İşçi köylü ve emekçilere, Kompradorun öğrettiği bir şey varsa kendi iktidarlarını nasıl kurabileceklerini öğretmiş olmasıdır.
Burjuva sınıflarının düne kadar işçi ve emekçilerimize yazdığı çileli tarih ne oldu da emsal değerleri ile ölçülür oldu?
Kompradora artık şehir dar geliyor. Sanayii alanları daha dış yerlere taşınıyor.İşliklerin köleleri buralara yakın oturmalı. 'dağlılar' ve tepeliler' manzarıyı terk etmeli, yeni dikey köylerine taşınmalı.
İhtiyarlar geldikleri yerlere dönmeli,çocukları krediler bağıyla bağlanmalı,'yandım gelin dedikçe altına odun atmalı ki sendikasız,uzun süreli çalışmalı,evin yüzünü unutmalı.Sömürüye dah açık olmalı.Pis Komünist ve anarşitlerin kışkırtmasından da uzak durmalı böylece.
O dağ ne zamandır 'değer' üretiyor.
O tepe ne zamandır 'freş hava' üretiyor.
Biz gelmeden önce o dağ vardı
Biz gelmeden önce tepe de oradaydı.
Serin hava da
Biz gelmeden önce de o kamu malı, benim malımdı.
Gelmeden önce idaresini etmesine izin verdiğim bir devlet vardı
Şimdi geldim malıma sahip çıkıyor ve idaresini elime alıyorum deyince
İşgalci ilan etti yezid tohumu emperyalist devletin çömezi
bilumum it sürüsü
İşgalci sensin
Varlığımı ruhumu toprağımı suyumu ve hava mı
alınterimin işgalcisi
sensin.
O yokuş ne zaman bankacıların ve çantacıların ayaklarınca tırmanılıyor oldu?
Rayiç bir değer biçilince
O yokuş ne zaman mafyalarınca kuşatıldı
piç bir plan yapılınca
O yokuş o dere o kondu ne zaman park oldu
sen eski çıkarlarını yeni çıkarlarınla değişince
O dağ o tepe o kondu yaşlanıp yeni yeni köleler doğurunca
o yokuş o tepe o kondu siyasal benliğini
direniş ruhunu yorgunluğu ile değiştirmeye başlayınca
O kondu o sokak o duvar yağmayı
ticaret
pazarlık
2+1
3+1
ticari alan
konut alanı
ile değişmeye uygun bulunca.
Birinci arguman 'depreme dayanıklı konut' üretimi için gece kondu alanları riskli yapı ilan edilerek kentsel dönüşüm kapsamına alındı alınmasına da;
“6 Mayıs 1930 Hakkari depreminde merkez üssü Irak sınırıydı. 7,3 şiddetindeki depremde 2514 kişi hayatını kaybetti.
26 Aralık 1939 tarihindeki büyük Erzurum Depremi’nde 33000 kişi öldü. 7,9 şiddetindeki depremde onbinlerce insan kışın ortasında evsiz kaldı. Bundan sonra gazetelerde depremlere karşı alınacak önlemler anlatıldı ve milli eğitim müfredatına depremle ilgili alınması gereken önlemler hakkında eğitirici bilgiler yerleştirildi.
20 Aralık 1942 tarihindeki Tokat depreminde 3000 ölü 6000 yaralı vardı. Merkez üssü Niksar olan depremin şiddeti 7,0
1943 Kütahya depreminde merkez üssü Tosya ilçesiydi. 7,2 şiddetindeki depremde 2824 kişi yaşamını yitirdi.
1 Şubat 1944 Bolu depreminde merkez üssü Gerede ilçesiydi. 3959 kişinin öldüğü depremin şiddeti 7,2
31 Mayıs 1946 Muş depreminde merkez üssü Varto ilçesiydi. 2394 kişinin öldüğü depremin şiddeti 6,9’du. 1945 yılında aynı ilçede sadece 4 büyüklüğündeki depremde 12 kişi ölmüştü.
28 Mart 1970 tarihinde Gediz’de meydana gelen deprem 7,2 şiddetindeydi ve 1086 ölüyle sonuçlandı.
1975 yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesinde meydana gelen depremde 2385 kişi öldü 3340 kişi yaralandı. Deprem 6,9 şiddetindeydi. 24 Aralık 1976 Çaldıran depreminde 3840 kişi öldü. Depremin büyüklüğü 6,8’di.
30 Kasım 1983 Erzurum depreminin bilançosu 1155 ölü 3800 yaralıydı. Depremin şiddeti 6,8
1992 yılında Erzincan’da meydana gelen 6,8 lik depremde ölü sayısı 653 yaralı sayısı 3850 olarak belirlendi.
1 Kasım 1995 Afyonkarahisar depreminde merkez üssü Dinar ilçesiydi. 95 kişinin öldüğü depremin şiddeti 5,9 olarak belirlendi.
27 Haziran 1988 Adana depreminde merkez üssü Ceyhan ilçesiydi. 6,3 şiddetindeki depremde 84 kişi öldü 310 kişi yaralandı.
1999 Marmara depreminde merkez üssü Kocaeli’nin Gölcük ilçesiydi. Pek çok bölgede etkisi hissedilen deprem 7,4 şiddetinde meydana geldi. Depremde 17000 ölü 23000 yaralı 505 sakat kaldı. 600000 kişi evsiz kaldı. 28000 konut kullanılamaz hale geldi.”
Yukarı daki yıkımlar olurken o dağ o tepe o yokuş 'Rant' üretmediği içindir ki işçi köylü ve emekçilerin canı beş para etmiyordu.
Diğer arguman kentin bütnlüğünün sağlanması ve kentin daha planlı hale getirilerek kentlinin sosyal,kültürel faaliyetlerini kolaylaştırmak vb. Vıdı vıdı vıdı...
Komprador burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin bir türlü avrupalaşamamış burjuva kültürünü tanımayan ve bu nedenle niteliğini kavrayamayan tahlilci,plancı,hukukçu demogoglar sürekli 'olması gerekeni' hatırlatmaktan, orada yada şurada yapılan bir uygulamanın öykünmesi dışında başka bir arguman geliştirememiştir.Bu o demogogların hatası değildir.Bu ne olması sorununun aşılmış, nasıl olması sorusuna dayanmış mevcut nesnel koşulların değiştirilmesi zorunluluğuna ulaşmış olmasından kaynaklıdır.
Örnek vermek gerekirse geçmişten günümüze planlı şehirleşmesi yapılmış Kars örneğine bakalım.
Kars merkez ve bazı köyleri LadiKars ve Kamasor gibi köyler mevcut koşullara göre ihtiyacı karşılayacak şekilde Rus plancılar tarafından planlanmış ve uygulanmıştır.Şehir Türk eğemen sınıflarına siyasi,idari,ekonomik ve askeri olarak bağlaştıktan sonra ise planlı olan şehir plansızlaşmaya başlamıştır.
Bu Anadolu da nereye bakarsanız bakın göreceğiniz tablonun genel özelliklerini yansıtan bir tablodur.Plan yerleşim yapıldıktan, göç yaşandıktan,fabrika kurulduktan,yol açıldıktan,ocağa incir ağacı dikildikten, tüyü bitmemiş yetim hakkının tüm hakkı yendikten sonra 'KENT PLANLAMASI' yetimin torunlarını kentin dışına sürdükten sonra üzerine yapılmaya çalışılmaktadır.
İşçinin köylünün ve emekçinin hafızası bedeniyle birlikte göçerken yeni kuşakın ağzına bal çalmanın tam zamanıdır.
Diplomalı ama nitelikten yoksun,iş ve düzenli çalışmaya uzak,global dünyaya telefonundan ve televizyonundan bağlı,birbirlerinin yüzüne bakmayan,sesini duymayan,köksüz kuşaklara bir ev ver toprak rantını kap.EVDE zaten oturamayacak.
Evin sabit giderleri ile ortak yaşamın zorunlu giderleri için mutlaka 'çalışacak'!
-telefon faturası
-elektrik faturası
-su faturası
-doğal gaz faturası
-çevre temizlik vergisi
-emlak vergisi
-apartman yada site aidatı
-ulaşım gideri
buluşma,koklaşma gideri(çay,türk kahvesi ve nargile)
-maç gideri(oleeeeeeeyy..goolll)
-Yazın ya köye ya tatile gideri
-okul servisi gideri
-beş para etmez bedava kitaplar yerine öğretmenin önerdiği kitaplar gideri
-doktora gitme eczacının koca karı ilacını al gideri
-üfürükçü hoca vaazı gideri
-sağlığından yaşamından herşeyinden kıs yastık altına üç kuruş koy onu da bankalar çalsın gideri(batık bankacılık yakındır)
say sayabildiğin kadar.
kentin planlanma sorununu,sınıflardan işçi köylü ve emekçinin 'gösterilen yerde' yaşamaya indirgenmesi, gittiği yerde de yeni zincirlere bağlanması kimin umurunda.
Hatta ve hatta işçi ve emekçilerinde pek şeyinde değil.Benim arsama kaç dayre verecek?
Çocukların her birine ev düşecek mi?
Gardaşımın durumu iyi evi bana verir!Ya vermezse?
Kavga döğüş günleri başladı.
Yakın da ev için birbirini yiyen ailelerin davalarından zengin avukatlar kendi sitelerini kururlar.
Hakimler sitesi
savcılar sitesi
avukatlar sitesi
adres:gülsuyu,gülensu ...Muhtar: Kent DAVADANZENGİNOĞLU
İmar affı,barışı,sulhu adına ne derseniz deyin.Kent kaçaklarının kendilerini ihbar etmesi,'kaçak'lığını tescil etmesi,üzerine parasal cezasını eliyle tıpış tıpış ödemesi,yeni bir kanun çıkar gel ve yık demenin bir biçimidir.
Ancak burada alicengiz oyunu var.Kanunun bütünlük içerisinde çıkarılmamış olması mevzuat yönünden eksikliklerden kaynaklanmıyor.Bilinçli olarak böyle yürütülüyor.
İmar barışına başvursan bir türlü başvurmazsan obür türlü.
Başvurdun diyelim.
-Yıkım kararları varsa duracak,yeni yıkım kararı alamayacak.
-elektriğini suyunu kesemeyecek,ruhsatını iptal edemeyecek,zabıtayı kapıya dikemeyecek.
-yapı kayıt belgesini aldın diyelim.
Kat mülkiyetine geçmek için bin takla atman gerekecek bakan önünde
takladan önce projeye,ifraza,tevhide,imara uygun hale gelmesine,harçlara vd. Giderlere bayılacaksın ki gazozu içesin.Sonrasında evinde uyanabilirsin.
Kabus değil bu prosedür.
Başvurmadın diyelim.
Başvuru süresi geçti gittiiiii.
-Kent baronları,arazi simsarları
-eli çantalı gölgesi çakallı sürüleri
-bürokrat başkanları ve müdürleri ,kanunları,yönetmelikleri,tebligatları
sizin canınız için kaçak yapınızın mevzuata aykırı olduğu için
affa burun kıvırdığınız için
devletin şevkatlı kanunlarından faydalanmadığınız için
'terör yuvası',vatan hayını gavur döllerini kente bela ettiğiniz için
sokaklarınızı temizlemek için toma suyu
ciğerlerinizi temizlemek için biber aromalı gaz
ellerinizi temizlemek için kelepçe
ruhunuzu temizlemek için kafanıza cop
kıçınıza tekme
yanlızlığınızı gidermek için toplu gözaltı
Toplu Konuta razı olmayan Topluca Cezavine.
Tercih sizin.
Her iki durumda da kumarhane sahibinin söylediği gibi 'KASA ASLA KAYBETMEZ'
Kentsel dönüşüm alanı ilan edilen yerlerde 'Planlar' bir bir onaylanıyor.Acaba niye..
Kimi yıllarca mücadele ettik kazanım bu diyor.
Kimi herkes payına razı sana ne oluyor diyor.
Kimi köyümü özledim ben gidecem diyor
Kimi yeni evindeki yaşamını hayal ediyor
Kimi o dağın o tepenin o yokuşun artık yetmediğini düşünüyor.
Ülke de dağ mı tepe mi yokuş mu kalmadı.Yeni dağlara yeni yolllara yeni yokuşlara yol alıyor.
Maliyetlerin iki katına çıktığı bir dönemde egemenler planları onaylıyorlar. ve imzadan geçmeden tv kanallarında 'hayırlı olsun,' bir sorunu daha çözdük diyor.
Ne değişti de onaylar,aflar uçuşuyor havada?
Ne değişti de küçük müteahitler eriyor büyükler para biriktiriyor ve pusta bekliyor.
Toprak rantının konducuya düşecek payı eriyor.
Planları ADA bazlı yapıyor ki işçi ve emekçiler birlik olmasın.ada da anlaş,kaç,kurtul deniyor.
Yerinde dönüşümmüş,yersen adı.Yerinden sürülmüşlere yutturulmak istenen.
Kendi yaptıkları anayasayı sürekli çğneyen devletten,kanunları 'nizamlı' uygulayacağını düşünen kim var?İnanan rüyasından uyanır mı bilmem.
Kimin malını kime satıyor?
Kimin yaptığını kim affediyor?
Siz bu Kompradorun egemenliği altında yaşanmış tarihi affettiniz mi gerçekten?
Yıkılmış köyleri, kentleri,Kürt ve Türk ulusundan binlerce yatanı,darbeleri,kayıpları,işkenceleri,Abd,ab,çin,rusya bilmem hangi emperyaliste ülkesini satmış olan kompradoru?
BAKAN var adı üzerinde Bakan.
Kimin adına benim adıma.
Neye bakan ?Orman'a
Suya
Mera'ya
Tarla'ya
kim adına benim adıma
kimin ormanına bakıyor
kimin suyuna
kimin merasına
kimin tarlasına
benim adıma benim malıma
kim adına beni ormanı gasp etmekle itham ediyor
kim adına suyu gasp etmekle itham ediyor
kim adına merayı gasp etmekle itham ediyor
kim adına tarlayı gasp etmekle itham ediyor
benim adıma beni itham ediyor.
Kimden topluyor vergiyi
benim adıma benden topluyor.
Kim boşaltıyor kasayı
komprador ve büyük toprak sahipleri
ormanı,merayı,suyu ve tarlayı kim yağmalıyor
benim adıma BAKAN yağmalıyor.
Fiyatları kim belirliyor
benim adıma BAKAN belirliyor
Kim alıyor ürünümü BAKANIN YANINDA SIRITAN TÜCCAR VE SANAYİCİ
BAKAN benimle neden toplantı açıklama yapmıyor?
BAKAN affı barışı kime çıkarıyor?
Bana?
Hırsız kim BAKAN.
Affı mı dediniz
Affetmiyeceğiz
Dönüşüm mü dediniz tüm saraylarınızı yalılarınızı,kulelerinizi,residans ve tower'larınızı devrimci dönüşüme tabi tutacağız.
Konut sorunu mu dediniz?
Tüm işçi ve emekçilerimizin barınma sorununu çözeceğiz.
Konutlarımızda oturmak isterseniz gitmeyin maldivlere,Paris'e,Newyork'a.
İşçi ve Köylü devletimizde size de dağ havası tepe manzarası,trekking için yokuşlarımız,macera için maden ocaklarında,işliklerde parkurlarımız var.
Ancak öncesinde İbrahim'in doldurduğu mavzerden yağlı kurşunlarımızdan kurtulup level biri atlamanız gerekiyor.
Level iki için tüm paralarınızı,toplumsal üretim araçları üzerindeki mülkiyetinizi,bankalarınızı,ikdidarınızı vermeniz gerekiyor.
Affı mı dediniz sınıf savaşı kıpkızıl bir 'afla' sizi bekliyor.
Yaşasın MLM.
Yaşasın Demokratik Halk Devrimi için Halk Savaşı
Taner Özcan.
Kaçkınlara döneklere ağzı iyi laf yapan kurusıkı lafazanlara

1- Kitabın bol cümleli yerinden ve damarından konuşarak abartma denemesi:
Süreç öyle bir hal aldı ki dönek olup içinde bir şeyler kıpraşanın sadece ben olduğumu zannedecek saflıkta bakıyorken hayata, dan dun sesleri eşliğinde gürültünün göründüğünden daha büyük olduğunu gözlemledim. Toparlanma nidaları eşliğinde, apoletlerini bırakmış, kenara çekilmiş, görev bekleyen Amerikan askerleri havasında dolanan geçmişin soytarıları(tüm mücadele kaçkınları yani bizler), meydanı boş bulup at koşturmak için eyerlerini eşeklerin sırtına yerleştirmek için hazırlanıyorken böyle bir yazının taraflar için kendine gelme yazısı olmasını dilerim.
Dönülmez akşamın ufkundayım. Maoistlerlerle dirsek ve kol temasındayım, Haberler uçuşuyor, etkinlikler piknikler vs. yapılıyor. Oh ne güzel haberler, ne gaddar güzel… Eski ilişkilere ulaşılıyor. Oh ne gaddar güzel… Döneklerde kitabın ve bilginin karanlık yüzünden başlıyorlar konuşmaya, ağızları iyi laf yapıyor. Of ne gaddar! ca değil mi? İkiyüzlüce değil mi?
Geçmişin hizip klik ve bilumum ayrık otları ilan edilip(böyle olabilir yâda olmayabilirler) bugün yeniden toparlanmak adına eski savaşçılar, eski tüfekler, eski devrimciler oluverdiler. Bunun tespitinin ve açıklamasının nedenlerinin ve dayanaklarının öncelikli olarak içerde baştan aşağı bir tartışmasını yapmadan böyle bir adım atmak, mayına basmakla eşdeğerdir diye düşünmekteyim.
Benimde ağzım iyi laf yapıyor? Küçük burjuva yaşamın esnekliği ve kaypaklığını ev iş ve çevremde gizleyip, illegalite oportünizmine bulayıp proleter halkımızın yaşam alanlarında çok da güzel ajitasyon ve propaganda yapabilirim, hatta ve hatta geceleri yazılamaya ve bildiriye ve hatta ev ziyaretlerine çıkabilirim. Ara sıra gelip o evlerde gönül almak babında kalabilirim. Ancak ne ev hayatımdan ne de iş hayatımdan nede beni şekillendiren o küçük burjuva yaşamdan vazgeçebilirim. Eskiden işler böyle yürüyordu sanırım. Sadece hamallar ve eşekler her şeyi sırtlıyor, yapıyor, ölüyor, tutsak düşüyordu.(O zamanın eşşek ve hamallarından biride bendim.)
Benim gibi kaçkınlarda teori ve pratik bilgilerini, hikâyelerini sermaye yapıp pazarda çok da güzel bir tezgâh yapabilir aslında. Nede olsa gelenekten biriyim. Buna hakkım var değil mi? Bir özeleştiri verdim mi? Olay tamam demektir.
Dönüp bir semt, mahalle, okul, ilçe, il komitesinde görev alabilirim. O kadar emek verdik bedel ödedik!? Değil mi?
Bilgimizde var Allaha Şükür
İl komitesinden aşağı kurtarmaz aslında
Ama haydi ilçe olsun kabulümdür.
Ne dediniz zaten örgütlü çocuklar mı var?
Başlarına mı vereceksiniz.
Tabii yoldaş!
Ne demek körün aradığı bir göz Allah’ın verdiği iki göz ooh ne güzel,
Ne gaddar güzel toparlanıyoruz!
Eğer toparlanma denen şey yukarıda yazdığım kurgusal süreçteki gibi ise size kocaman bir ‘NAH TOPARLANIYORUZ’ demek zorundayım. Toparlanma denen şey küskünleri bir araya toplamak olmamalıdır. Küskünler ve kaçkınlar ancak hurdacıların depolarındaki çürümeye yüz tutmuş parçalara benzerler, geri dönüşümden geçirip işlevsellik kazanmaları için; hiçbir tercih ve hakları olmaksızın en alt seviyede en kızgın ve önemsiz gibi görünen işlerde ellerinde fırça duvara afiş yapıştıracaklarsa, gece elinde boya ile yazılamaya çıkacaklarsa, gözcülük yapacaklarsa, en zor görev ve sorumlulukların yerinde yani en altta olacak ve her görevi yaşına ve bilgisine bakmadan sorumlusunun ve komitesinin kararlarına uyacaksa evet her dönek her kaçkın geleneğin aktif bir üyesi olabilmelidir. Ancak kaldığı bıraktığı ya da daha ileri bir konumdan başlayacaksa(yeteneği var ya) bu çürümenin, hizipleşmenin, eski kokuşmuş iş ve pratiklerin tekrarlanmasına sebep olacaktır. Çalışan akıl ve el olmadıkça sadece çalışan akıl hep patron ya da ağa olarak kalacaktır. Doğruyu yapmak için çok şey bilmeye ihtiyaç yoktur. Sadece yapılan her iş halkın içinde açık yüreklilikle yapılmalı yönü hep ona dönük olup ondan gelip ona gitmelidir. Yani Kadroların genç ve tecrübesiz olması sorun değildir. Eğitilebilirler. Örgütlenebilirler. Ancak kaçkınları gencecik yeni savaşçıların başına cellat olarak atamayın. O gençler 40 yıllık geleneği kendi ayakları üzerine dikecek kudrete ve güce bilinçlerinde zaten sahipler. Eski tüfekler, aslında bir tıkaç olmaktan başka hiçbir şey olmayacaklardır. Çünkü onların hastalıklarını temizleyecek aygıt ve mekanizmalar hala oluşmadı oluşturulmadı. Yazıp çizdikleri kadarına müsaade edilmeli bilgi birikimlerinden faydalanılmalıdır. Ancak ve ancak asla kadro haline gelmelerine izin verilmemelidir.
2- küçük burjuva özgürlükçülüğü, dar, kolaycı, yüzeysel, bir şey olmazcı yaklaşım denemesi:
Süreç öyle bir hal aldı ki, iyi anlamda söylüyorum. Yanlış anlamayın. Toparlanıyoruz farkında mısınız? Eskiler bile görüşmek istiyorlar.
Bakın kadrolar genç ve tecrübesizler, bunların birikimlerinden faydalanılabiliriz. Tecrübeleri çok, yürekleri de biraz kararlı ise cacık bile olabilirler. Hele eskileri bir anlatışları var roman gibi hikâye gibi. Bak kelli felli adamlar olmuşlar hala yılmamışlar. Sırtımızı dönecek halimiz yok. Böyle bir süreçte çok faydalı olacaklardır. Gelsin özeleştiri versinler. Geçmiş geçmişte kaldı. Ne olacak onlarda böyle olmasını istemezdi. Ufak tefek hatalar çok büyütüldü canım. Aslında söylemlerinin çoğu doğruydu. Biz hiç mi hata yapmadık. Yapmayın canım. Okumuş teorik yönleri güçlü kişiler, gelsinler başlasınlar bıraktıkları yerlerden. Hatta biz onların gönüllerini etmeliyiz. Biraz yağ, biraz fırça, biraz da alttan aldık mı devrimi bir ömür’e sığdırırız.
3- Bana ne var, sana ne var! yaklaşımı denemesi:
Süreç öyle bir hal aldı ki, ne oluyoruz demeye kalmadı. Aslında iyiler onca emekleri var ama böyle şeylere gerek yok. Biz bize yeteriz.
-Hem bana ne var, yukardakiler daha iyi bilir. Onlar bilmeyecek te kim bilecek. Neden büyütüyorsun Tanerciğim. Bunu sorun ve gündem haline getirerek ne yapmak istiyorsun. Hem Sana ne var! İşine baksana. Buluttan nem kapıyorsun, Bizi de kendini de üzüyorsun. Boş ver, bu dünya fani, her şey gelip geçici…
-Ama be.
-Boş ver dedik ya!
-Ama bizde düşülen hatalara, bizim yaptığımız hatalara kimse düşmesin diye…
-Ne laf anlamaz adamsın be, oğlum bak git!
4- Eskimeyen bahaneler, eskiyen dönekler
-Geçmişte çok hata yapıldı çok.
-Şuradan bir ciğara
-Hüüüüüüpss, ciğerlerim bayram etti kirve.
-Hangisinden başlayım bilmiyorum… OF oof!
-Ayağımızı kaydırdılar(Takunya giyseydiniz.)
-Adam kayırdılar.(Menfaatin mi vardı da sustun)
-Hemşericilik ve bölgecilik çoğalmıştı(Bence Siirt fıstığı Antep fıstığından daha iyi, yoksa pahalı olmazdı)
-Kötü işlere bulaşanların olduğu(sen ne yaptın peçetemi tuttun)
-Seks konusunda sapıtanların olduğu(arkanı dönüp dinleyeceğine, kalkıp su döksen ayrılırlardı)
-Ama programa karşı çıkıyorlardı, yasalcı olacaktı bunlar, maoyu ve mayoyu red ediyorlardı.
-E’eee
Ne e’si biz canımızı koyduk meydane, siz yaşamadınız, çocuksunuz, siz kimsiniz bize hesap soruyorsunuz! Ne yaptınız ha! Ha! Ha!
Biz dındını dındını dındını dındındın
Biz zındırı zındırı zındırı zınzınzın
-Siz bu kadar şey olurken ne yapıyordunuz???
-Bizmi? Iııım , Iıım ımm,Küümm Küüm Küm.
KAÇTIK İŞTE BAŞKA NE YAPACAKTIK. Bizde mi güme gitseydik. Bak ne güzel aile kurmuşum, Bak işim eşim aşım tam, bak her istediğimi söyleyip yapabiliyorum bak. Bak kitapta okudum entelektüel de oldum. Bak ….
Buradan yaptığınız saptamalar idealizmdir. Her insan bildiği kadarını değil yapabildiği kadarını yapabilir. Yapabilirliğini belirleyen şey zaman, konum, bilgi ve beceri ile sınırlıdır.
Dostlar gerçek her zaman çıplaktır. Görecek kadar cesursanız doğru yerden doğru bakın. Kaçkınsanız kaçkınsınızdır, Dönekseniz öylesinizdir.. Küskünseniz sadece naz edersiniz. Maoizm öyle bir kordur ki söndüremezsiniz. Kendinize de benzetemezsiniz. Sizde soyunup Ganj nehrinde bedeninizi ve ruhunuzu yıkayıp dara çekin. Çünkü çıplakların en büyük silahı örtüsüz kılıfsız Marksizm Leninizm Maoizmdir. Birde buradan bakın.
Taner Özcan
Erdoğan özgülünde orta sınıfların kültür anlayışı

Orta Sınıfların en etkili olduğu alanın bu sınıflara hükümet etme yetkisi verildiğinde başladı. Birçok alanda bu etkiyi genişletmeye çalıştı. Hiç varlık gösteremediği alanları ya yıktı ya da bizde yapabilir miyiz ile girişimlerde bulundu, bulunuyor.
Kültürel alanı milli ve yerli (edebiyat ya Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl K., Sezai Karakoç vs.) edebiyatçılar ile doldurmaya çalışıyor. Bu sınıfların önderliğini 70 dönemini yaşamış kesimler oluşturuyor, orta kısmını 80-90 yaşamış kesimlerden oluşuyor v e biraz sola yanaşıyor ama kendini frenlemeyi iyi biliyor. 90 ve 2000’leri yaşamış kuşak ise sola yakın kısmı, edebiyat ve kültürde duyguya önem verdiği için pek “kimliğine’ önem vermiyor.
Yazın dünyasında belirli bir geviş getirmeden sonra çabucak yorulan bu kesimler ne kadar yumuşak bir siyaset izlese de( kitap dergi yasakları vb. büyük boyutlarda olmasa da) yabancı olduğu alanlarda aynı tutumu sergileyemiyor.
Erdoğan özgülünde Ülke gündemine “UCUBE” ismiyle yerleşen Barış anıtının yıkımı, AKM’nin yıkımıyla devam etti. Bu sanat dallarına ve eserlerine yabancı olan(kültürel yabancılık), üretemediği için de yıkan, yaptığı şeylerinde içini doldurmayı beceremeyen bu sınıfların niteliği gereğidir.
Yeni bir şey yapmak adına gerek mimari de( camii ve kültür merkezleri) gerekse tiyatro ve sinema da bir çuval inciri berbat etmekten öteye gidemiyor. Gidemeyecekte.
Beykoz Gümüş suyu mahallesinde bulunan şu ucubeyi dini amacın neresine yamayabilirler acaba İçine harcanan binlerce Lirayı “sadelik ve alçak gönüllük” dini olan İslam’ın burjuvalaştıkça onun kültürünü taklide öykünen Türk feodal sınıflarının acınası durumu değil midir?
Manzarası özlemini dışa vuruyor. Tam karşısında Acarkent Villaları, Beykoz Konakları bulunuyor. Büyük Sermayenin sahipleri ile futbolcuları, sanatçıları, mimar ve mühendisleri ile dolu.
Bu kuleye öyle herkes giremiyor. Anahtarı Kuleyi hayrına yaptıran kişide bulunuyor. Özel kişiler asansör ile “ camiye yapacağı” bağış ile çıkabilir tabii ki.
Süslemeler asr-saadet özlemlerini renk renk yansıtıyor.
Bu sınıfların temel anlayışı Dünyada hiçbir nitelikli değişiklik olmadan çalışan emekçi sınıfları da zenginleştirebileceğine inanıyor. Asr- Saadetin Ticaret ve askeri sınıflarının düşünü, günümüzde bu orta sınıflarda görüyorlar.
Seçim sonrası fiilen başlayan ve Pazartesi kutlamaları yapılan başkanlık hükümetinin hemen sonrasında(Salı gününün tüm yazıları) özellikle Yeni Şafak ve Akit Gazetesi köşe yazarları bu dönemin ‘başladığını’ ilan ederek herkesi ‘yönetimin’(Erdoğan’ın) arkasında el pençe durmaya davet etmesi, rüyalar aleminde(idealizmin en saf yanında) yaşadığının ilanıdır.
Köşe yazıları; ‘Hoş geldin bebek yaşama sırası sendeden” başlayıp, anti-emperyalist(milli ve yerli) sloganlar ile coşkusunu saray da bulunmanın heyecanına katarak zirveye çıkarıyorlar.
Rüya bu çıkmasa da olur, biz gözleri açıkken rüya görmeyi çok seven bir topluluğuz zaten. Sonu hüsran da olsa “yine de denedik” be ile avunabilen “yiğit” Anadolu züğürt felsefesi ile “yaşamın” tüm olumsuzluklarına “dünden” hazırız.
Bu teselli sadece onlarda yok dostlar. Bizde de “başarısızlıklar” bu felsefe ile karşılanıyor. Mutlaka da bir kahraman ve mutlaka günah keçisi buluyoruz. Sınıfların toplumsal yasalarından doğan hareketini anlayamayan bilinç oportünizmi genişletecek zemini bulduğunda, ‘bulutlar üzerinden” miraç a çıkmış çok mu? A dostlar.
Orta sınıfların hem camii si hem de sarayı aynı rüyanın nesnel ürünleridir.
Yağmaya ve hukuksuzluğa karşıdırlar ama aceleleri onları sürekli hata yapmaya zorluyor. Kendi aralarındaki hem kuşak çatışması hem de sınıf ve katmanların çatışması birbirlerini yadsıması olarak derinleşiyor ve genişliyor.
Çamlıca camii örneğinde olduğu gibi;
Çamlıca camii arazisi Devlete ait bir arazidir. Aynı zamanda Çamlıca kulesinin bulunduğu arazi de öyledir. Kuleyi bir araya toplamak için yeni kulenin inşaatına başlanmadan önce eski vericilerin “yerlerini ve çevresini” koyu AKP fanatiği bürokrat akrabaları yağmalamaya başladı. Yağma devam ediyor.
Yine Üsküdar da bulunan 70 dönümlük arazi konusunda, önce içindeki kişiler ‘kanunlar çerçevesinde’ çıkarıldılar, bugün sağlık bakanı olan Medipol hastaneleri sahipleri için. Üsküdar Belediyesince yapılan plan tadilatları ile ‘uygun’ hale getirildi. Yakında orada da inşaat başlanacaktır.(Başlamış galiba)
Aynı çevrenin birbirinden kopuk ‘kopuk sürüleri’ bu arazinin “işini” bitirebilecek kişilere on milyon-yirmi milyon arası iş bitirme parası vadediyorlardı. Bilal ismini duyan ‘sırtlanlar’ kuyruklarını kısıp geri çekiliyorlardı.
İstanbul kıyıları Maliye müsteşarı Abdullah Kaya’dan soruluyor, pazarlıkları Binali YILDIRIM üzerinden yürütülüyordu.
Hasta haneye yer mi lazım Naci AĞBAL hallediyor, okul için ‘ne demek efendim’ hallederiz deniyordu.
Çakallara ise kafe pasta hane işletmeleri, kentsel dönüşüm alanlarında arsa payı düşüyordu.
Bürokrat’ın akrabaları müteahhitlikte, ezilen sınıflar mücahitlikte yarışıyorlardı. Birinin kasası doluyor diğerin tabutu. Herkes hak ettiği kadarını alıyor, herkes hak ettiği yeri mutlaka buluyordu. Biri yeni banknotlarla Umre ziyaretine gidiyor, öbürü 100 yıllık ülke acısını haykıran Kürt Gerillasının yepisyeni mermisini yiyordu.
Ceng rüyalarını haykıran mücahitler, paralı askerlik için AKP’ye oy vermesinde ne yapsındı, kaçsındı o mermilerden nasıl olursa olsundu, kurtulsundu.
Dinin birleştirici(ulusal farkları şeffaflaştıran) özelliği, Erdoğan siyasetinin de ‘normalleşme’ diline dönüşürken, TUSİAD yönetim Başkanı Erol Bilecik’in tarzında ‘toplumsal uzlaşma’ şeklinde ‘ekonomik egemenlerin’ direktifine dönüşüyordu.
Bu orta sınıflar Komprador sınıflara ‘para’ olarak özeniyor özenmesine de onun kanlı tarihini ve önem arz eden “tecrübesini” ciddiye almıyor. Ve Orta sınıfların Türkiye iktisadi yapısı gereği kaldırabileceği nicel büyüklüğün niteliği ile olan ilişkisini, olduğundan çok büyük görüyor.
90’lı yıllarda faaliyet yürüttüğümüz bölge de TDKP bizim kitlemizi, nicel olarak onlarca kat aşıyordu. Öyle coşkulu öyle ‘doğru yöntemi’(yarı açık alanı) bulduklarına inanıyorlardı ki, bir gece de 400 gözaltı ile sonuçlanmıştı rüya. Bizde ise askeri faaliyet sonrası bir şehit bir yaralı vardı. Bu orta sınıfların rüyası da buna çok benziyor. Mühendislik bilimi olmadan gecekonduya çıkılan katlarla kule çıkaramazsınız dostlar.
Son yirmi yılın Emperyalistlerce ve Kompradorlarca kuşatılmış kültür alanından etkilenen tüm sınıflar nesnel yasaları ya ret ediyor ya da kendi düşünme biçimi altına sokuyor.
Dini olarak; enternasyonalizmi yaşayabileceğini zanneden dindarlaşan işçi ve emekçiler mi dersiniz?
Turancı düşünen ‘milliyetçi komüncüler’ mi dersiniz.
Yoga yapıp iç huzuruna ererek toplumunda Yoğa yapmasıyla barışını sağlayacağına inananlar mı dersiniz?
Faşizmi Parlamento da derdest edeceğini düşünenler mi dersiniz.
Şeyleri tek yönüyle ele alan metafizik MLM’ler mi dersiniz.
Biraz susun, içinize çekilin, şöyle iyi bir geçmiş muhasebesi yapın dostlar. Kendinizi toparlayın ki, yaşamı da toparlayacak, yasaların farkındalığında bir teorik, politik, ekonomik ve askeri faaliyet sunabilesiniz, şu “gerici, dinci, faşist işçi ve emekçi” yığınları ile bir bağ kurabilesiniz.
Konu yine nereden nereye geldi.
Ha! UCUBE demiştim.
Hani şu Kars’ta yapılan ve yıkılan UCUBE.
Daha dikilmeden önce ellerini gökyüzüne doğru uzatmış kaderine yalvarıyordu.
Bu el buraya gelmezden önce büyük bir temel kazıldı. Gündüzleri değil geceleri el feneri ışığında.
Feneri o dönemin AKP’li belediye başkanı Naif ALİBEYOĞLU tutuyordu.
Kürtler Özgürlük anıtı, Ermeniler Barış anıtı, Azeriler ve mevcut siyasi rüzgârı takip edenler UCUBE demeden önce “komünist” anıtı diyordu.
Başkan elinde fenerle neden mi gece nöbeti tutuyordu?
Kazıdan çıkacak ‘altın ve diğer kültürel varlıkları’ yağmalamak için.
Hâlbuki o dönem de Erdoğan, Kars’ı dört kere yıkıp baştan kuracak parayı Naif’e teslim etmişti.
Ama Naif ne yaptı? Hepsini iç etti.
Yetmedi gömü sevdasına düştü. Yerli ve milliyi feodal sınıflardan çıkaracağını zanneden NATO kafa, fener ışığında parlıyordu.
Bu durumu öğrenen Erdoğan, Naif’i, UCUBE ile postaladı.
Azerbaycan konsolosluğunun, yıkım karşılığında Kars’a 3000 öğrencilik bir Lise sözü vermiş, Devlet te “yerde benden be” kükremesiyle karşılık vermişti. Şeker Fabrikasının batısındaki araziyi bu işe, resmi dille ‘tahsis’ etmişti.
Ucube AKP Belediyesinin ‘belediye kondu’(kaçak olarak, plansız bir yerde) yapmış, gündem olmadan önce Valilik birçok kez zaten yıkım kararı çıkarmıştı ve Erdoğan köylü kurnazlığını kullanarak sadece süreci sahiplenerek, politika yapıyordu.
Azerbaycan ile ilişkilerin düzenlenmesi için kocaman bir yıkım ile temel atmıştı.
Naif bu beton UCUBE’ ye para harcamayacak kadar uyanık bir AKP’li idi.
Ucube’nin önüne yapılacak olan Kafe’nin sahibine deyim yerindeyse ‘geçirmişti’ tüm masrafları.
Ama o kafe de Ucube’nin kaderine nail oldu.
Aynı NATO kafa Meçhul Asker Anıtı’nın oraya da bir kafe yapmış, Kültür varlığı üzerine rantı dikmiş o da Ucubenin kaderinden kaçamamıştı. Kültür Varlıklarının üzerine yeni kültür varlığı(?) dikmek bu sınıfların aç gözlülüğünün basit bir örneği olurken Erdoğan kıvraklığını gösteriyordu.
Kale içi ve Atatürk mahalleleri ‘Kentsel Dönüşüm alanı ilan edilmiş ‘gece fenerleri ışığında’ günlerce TOKİ kazısı yapılmış, çıkan kültür varlıkları ‘müze müdürlüğünde yer olmadığı için’ AKP’li Tarihi Eser Kaçakçıları tarafından korumaya alınmıştır.
Gündüzün değil gecenin bir dili olsa da haykırsa karanlığında yapılan her türlü dalavereyi.
Beşiktaş kazısında, Hızlı tren yolu kazılarında da çıkan kültür varlıkları aynı milli ve yerli AKP’li canımcımların koruması altında, Erdoğan’ın gemileriyle geçici olarak yurt dışına gönderiliyordu.
Geçici tabi ki; Osmanlı Ordularıyla Dünyayı fetih edince hepsi yine bizim olacak ya ondan. Yoksa neden göndersin değil mi?
Vatanı için yanıp tutuşan bunca vatansever.
80 yıl vatanseverliği Kemalistler, bize bırakmadı sağ olsunlar.
Şimdi ise dindar ve ülkücüler bırakmıyor.
Kemalist milliyetçilik çöktü. Başına Erdoğan kuruldu.
Dindar ve ülkücü vatanseverlikte çökecek.
İşçi köylü ve emekçilerimiz anlayacak sonunda ‘dinsizlerin’ komünistlerin çıkınında kandıracak bir dinleri olmadığını, anlayacaklar ‘enternasyonalist kimliğimizin’ komünistliğimizin kandıracak bir milliyetinin olmadığını.
İşçi köylü ve emekçilerin ulusunun Lenin’in de söylediği gibi ‘Proletarya Ulusu’ olduğunu. Bu ulus bilincini kavradığında yüksek bir kültürü de yaratacağını anlayacaktır.
Ve yakacak bir SARAY dikilmişse çöküş başlamış demektir.
Yoğurdu üfleyerek yemeye alışkın toplumumuz, Erdoğan siyaseti bitince de o yoğurdu da üfleyerek yiyecektir.
Ne yazık hasta ülkem. Ne kendine güveniyor ne de başkasına. Daha kaç yıl bu endişeli, geleceksiz, geçici ilaç deneyleri ile kendini harap eden durumunu sürdürecek.
Dostlar binlerce yılda birikti ve sürüyor.
Kırdan şehirlere uzun savaşlarla kurtulacak ülkem ve dünya.
Ucube yıkıldı.
Naif Koyu CEHAPE’li oldu.
Azerbaycan gazı oluk oluk akacak TANAP’tan.
Sermayenin devir hızı ve dolaşımı hızlanıyor. Daha da hızlanacak sanayi4.0 ile.
Tabi ki geçişi atlatabilirse.
Ben ülkemizde atlatamayacağını düşünüyorum. Yakın zamanı demiyorum. Yakın zamanda emperyalizm tek adamı sırtında taşımak zorunda.(Nereden geldiği belli olmayan paralarla dolacak kasalar) Daha da şişmesi sanayii 4.0 için ön koşul.
Orta sınıfların bu bol parayla yapacağı şeyler de sınırlı.
Bolca kompradora öykünmesine harcayacak. Acıyorum bu orta sınıflara, bizi okumadan çıktıkları yollarda ‘harap olacaklar’, en dibe yanımıza gelecekler mülkiyetlerinden kurtulmuş olarak.
Öncesinde Kültür abideleri dikecekler bataklığa, kocaman kocaman, içi bom boş, dışı hacı yağı kokan.
Kendileri bile tiksinecek kokusundan Hugoboss dururken yaptıklarına.
Bu sınıfların anlamadığı Osmanlı da Padişah olmakla şimdi ki sistemde başkan olmak aynı sanıyor. A be aptallar.
Padişah sadece tahta kurulmuş bir miras yedi değildir, ekonomik, politik, askeri, idari erkin tek yetkilisidir(Zilyet olarak). Kapitalizm doğmuş, Emperyalizm’e göbek bağını daha kurmamıştır. Ama bugün başkanlık hiçte benzemiyor Padişahın koşullarına.
Tüm orduya bir emir ver Kandile doğru,
Bak bakalım kaç kişi gidiyor savaşa.
Bir emir ver boğazlar kapansın Emperyalist gemilere.
Ertesi gün Sarayın bahçesinde kimin helvası dağıtılıyor görsünler.
Bir emir ver dolar, tl bollaşsın.
Bir emir ver KHK ile asgari ücretler 1000’e insin ya da 3000’e çıksın.
Emirle olmuyor efendi!
Sermayenin kendi yasaları var.
O yasalara uyacaksın!
Yasalara kafa tutarsan Sarayında kavrulacaksın.
Kültür yaratacağım diye FETO’ya eğitimi teslim etmiştiler. Şimdi de Maarif Vakfı üzerinden aynı teraneyi yiyorlar. Erk verdikçe, kendilerine atılacak bir mızrak yapmış oluyorlar.
Anlamadıkları eski bir yönetim biçimini ne kadar cilalanırsa cilalansın, niteliğini değiştiremezsiniz. Bir kağnının taşıyabileceği yük en yüksek ne kadar taşıyabilirse o kadardır. Traktörle ölçüşemezsin. O bayır bu bayır değil efendi. Yıkılacaksın.
İlericilerin devrimcilerin kültürü ne kadar eski binalarda görünse de içi geleceğin kültürüyle doludur.
Binayı yıkarak, bizim için en güzelini yapıyorlar. Ellerinize sağlık. Kültürün kendini proletaryadan kopardığı mekânlar sayenizde azalıyor, gideceği tek bir yer kaldı.
İşçi ve köylülerin sokakları, evleri.
Biz “yer altında”, “yer üstünde” toplu iğneyle kazacağız Komprador burjuvazinin ve Büyük Toprak Sahiplerinin mezarlarını.
Son aldanmadan sonra “Demokratik Halk Devrimine” öyle sıcak bakacaksınız ki milli ve yerlinin, İşçi köylü ve emekçilerinin savaşımıyla kuruluşuna şahit olacaksın.
Bu bir rüya değil imalatçı efendi, KOBİ’ci. Sor o zaman ‘kurtarabiliyor mu seni mali sermayenin zincirlerinden’ bu kendini beğenmişlik.
Sor ‘dış ziyaretler’ sonrası kim için yapılmış aslan payı anlaşmaları.
Kim kalacak tower’ın altında.
Sor çekinmeden.
Sınıfın şiştikçe, adımların yavaşlaması neye alamet.
Yıkıntıdan kaçacağın günler geldiğinde, milli ve yerli kime kısmet.
Emperyalizm sıkışmışken kendi bağrında, bu 700 yıllık rüya, turuncu renginden kızıla dönüşmeyecek mi?
Yeni mimariler yap, ama unutma. Yapı taş değildir, beton değildir, harç değildir efendi. Hepsinden önce kültürdür onu var eden. Ve bu kültür ezilen sınıfların olmadıkça tarihte yok denecek kadar bir anı kapsar sadece.
Binlerce saraydan ve anıttan ne kaldıysa? Binlerce kral ve prensten ne kaldıysa; Emperyalistlerden, Kapitalistlerden de o kadar bir tortu kalacak gelecek kuşaklara.
Ateş nasıl kutsalsa, su nasıl azizse, ekmek nasıl nimetse, bahar nasıl muştuysa, Halkların bağrında, bu topraklarda devrimde öyle yer edecektir.
Her toprak, her şeyi taşıyamaz.
Ve egemen sınıfları taşımayı bıraktığında ezilenlerin toprağı, el gökyüzünü yine işaret ederken, ‘el fatiha’ eşliğinde gömülen mezar senin ki olacaktır.
O mezarın üzerinde yeni kültürün çiçekleri açacaktır. Emek gücünden başka hiçbir mülkiyeti olmayan proleterlerin diktiği, üstüne titrediği çiçekler.
Kıpkırmızı.
Bu sınıfların kültürü tek renkli değildir. İkinci rengi bizde de görünür haldedir.
Proleter rengin üzerinde kendini gösteren “Aydın” söylemlerinin ve pratiklerinin hepsi bu akımın içimizdeki yansımalarıdır.
Örgüt teori ve pratiklerinin, tespit ve yönelimlerinin ‘üzerinde’, ‘bağımsız’, sınıf mücadelesinde ‘en doğru belirlenimci’, tahlilci, her şeyi herkesten daha iyi gören bu aydınlar, sınıfın en yüksek mücadele aracının politikasını ve ihtiyaçlarına cevap vermek yerine ‘olması gerekeni’, sürekli söylüyorlar. Ancak nesnel ihtiyacın zorunlu ihtiyaçları için ise ‘yazmaktan’ ve ‘konuşmaktan’ başka da bir şey yaptıkları yok. Aydınlar için ‘aydınlatma’ aracı, sadece gerçekleri insanların gözüne sokmaktan ileri gidemiyor. İktisat ta, politika da, kültür ve sanatta, düşün dünyasında ve tarihsel hafıza da ‘örgüt olma bilinci ve zorunluluğu’ dışında kalan bireysel özgürlüğü fikir özgürlüğü kalıbına sokarak hareket ediyorlar. ‘Fikirleri’ inanç durumuna getiriyorlar ve özgürlüğü somut nesnel dünyada yaşanan ilişkilerden koparıyorlar.
Bu özgür fikirleri özgür kılan şey ‘örgüt disiplin ve politikalarını’ küçük görmeleri ve bu sayede zemin bulabilmeleridir.
Örgütlerin teorik ve pratik olarak gerilemesi ‘aydınların bu kadar çoğaldığı’ bir alanda ters bir orantı söz konusu. Aydın miktarı artıyor ancak örgütler zayıflıyor. Buradan da anlaşılacağı üzere ‘aydın’ın bağımsızlık ve özgürlük olarak gördüğü şey maddi dünya da sınıfın gelişmesi için nesnel ihtiyaçlarının karşılanması değil de ‘doğru fikirlerin’ görünür ve onaylanır olması yeterli görünüyor.
Orta sınıfların aşağı da olmama ve yukarının ‘kötülüklerinden’ uzak durarak ‘nesnel olan mutlu yaşamı’nda şekillenen bu kültür aynı sınıfların düşünce dünyasında ki acı ve sancıları da yansıtıyor. Sınıfın acılarını hissediyor, öfkeleniyor. Ertesi güne aynı yaşam koşulları ve aynı serzenişlerle uyanıyor. ’Tespit’ daha kötüyü gösteriyor. Aydın karamsarlığının, denemelerin(pratikte bir değişikliği yadsıdığı için) aynı yöntem ve aynı tarzı taşıdığından doğduğunu göremiyor. Ve kendinde bulunan bu hastalığı genel tabana bulaştırıyor. Örgütsel mücadeleye güvenmediğini ‘fikir özgürlüğü’ altında ifade ederken, bağımsızlığı ise ‘nesnel zorunluluğu’ yadsıması oluyor.
Bireyin topluma yabancılaştığı, Aydının sınıfa yabancılaştığı, bireyselleşmenin toplumsal üretimin dışında bir olgu olarak kendini gösterme biçimi toplumsallaşma aracı olan ‘örgüt’lerin ( burada örgütün teorik ve pratik olarak doğru ya da yanlış olması dışında) zayıflamasında da bir etkisi söz konusudur. Örgüt’e, programına, tüzüğüne bağlı olmak, örgüt köleliği, program köleliği, kişilere kölelik, körü körüne inanmak gibi görünüyor ya da gösteriliyor. Özgürlük ve zorunluluk ilişkisini birbirinden koparmalarının nedeni ise proletaryanın içine düşmektense her an orayı terk edebilme ‘seçeneğine’ sahip olması kendi sınıfının içinde kavrulabilmesi veya üst sınıfların ‘kardeş’liğine kendini aday üye olarak görmesidir.
Orta sınıflarda ki ‘özgürlük’, bireysel bağımsızlık, kültür ve sanat ta ‘kolektif’ üretimin gerilemesine, yerine ise ‘bireysel üretim’ in ön plana çıkarılmasına sebep oluyor. Dikkat edilirse orta sınıfların genişlemesine paralel olarak kolektif üretim zayıfladığı görülecektir.
Grup Yorum, Grup Kızılırmak, Grup Munzur vd. ile kolektif üretimin oluştuğu ve geliştiği döneme denk gelirken, bu ve benzeri gruplardan bireyselleşerek ayrılan ‘özgür’ ve ‘bağımsız’ sanat faaliyetleri sadece ‘özgür’ ve bağımsız’ olmaları ile değil ‘ürünlerin’ niteliğini, ürünün hazırlanışını, ürünün sunuluşunu ve hatta mekânını da belirledi.
Kolektif üretimin yerine bireysel ‘doğrular’ın konması aydın içinde geçerlidir. Aydın fikirlerin üretiminin koşulları, fikirlerin dolaşımını ve yeniden üretimin koşullarını da, nerede kimin için ne içini de koşullar. Aynı sermayenin üretimi ve yeniden üretimi nasıl ki dolaşımını da koşulluyorsa; o fikirlerin üretim biçimini; sunuluşunu ve mekânını ve araçlarını da koşullar.
Örgüt’e uzaklık fikirler de bir gelişme kaydetmiş olsa dahi amaç ile çelişir. Kültür ve sanatın bireyde(sanki toplum dışında bir birey oluşurmuş gibi ) somutlanması ve topluma geri dönme biçimi altında yalnızca halk için yapılan burjuva sanatının ve kültürünün bir ‘metası’ olmaktan kurtulamamaktadır. Ve yeniden üretimi de kapitalizm’ in yasalarına tabi hale gelmektedir. Arz ve talep varsa, tüketim varsa üretim vardır.
Aydın bireyselleşmesi ve özgürleşmesi ‘bireysel’ gelişme’ veya gerileme de somutlaşıyor, dün için doğru olan bugün için yanlış olabilir ya da tam tersi. Ve kolektif bir hesap sorulabilirlik olsa da(halkın yargısı gibi), hem bireysel bağımsızlık taşıdığı için, hem de özgür olduğu için dar bir sorumluluk taşıyor.
Aydın’ın öcü gibi korktuğu şey; örgüt ne kadar dar olursa olsun, bu hesap soruculuktan ve hesap verilebilirlikten kaçması demektir.
Bu özgürlük ve bağımsızlık fikri kendisini ‘iki çizgi mücadelesine’ karşı yaptığı saldırılarla somutladı. Bu mücadele aracının eskidiği, güne ve ihtiyaçlara cevap veremediği söylendikten sonra ise genelde son tespit olarak ‘iki çizgi mücadelesinin’ zaten olmadığını söyleyen çokçadır.(Aslında çocukçadır) Ancak ‘ayrı’ olarak dahi olsa zaten bu iki çizgi mücadelesidir. Mücadele kendini ayrı olarak somutladığı ve görünür hale geldiği için çizgi silikleşiyor.
İki çizgi mücadelesinin olmadığını(adı konmasa dahi) söylemek, Diyalektik Tarihsel Materyalist görüşü ret etmektir. Çünkü düşünce dışında ki nesnel ve maddi dünyanın hareketine bağlıdır. Hareketin yasaları gereğidir.(Zıtların birliği ve çelişki)
Bu nedenle çelişkinin sonucuna bakarak, çelişkinin olmadığı söylenemez. Sadece çelişkinin birbirini yadsıdığını söyleyebiliriz.
MLM’lerin ayırt etmesi gereken şey de tam burasıdır. Çelişkiyi görünür hale gelip gelmemesine bakmaksızın ‘birlik’ içinde çözümlemesi gerekmektedir. Çelişkinin içselliğini gösteren en değerli şey kendini ‘ayrı olarak’ somutlayabilmesidir zaten.
Bu nedenle çelişkiyi çözümlemek “ayrı”ların ayrılıklarını genelleştirmesi, geliştirmesi, derinleştirmesi ile mümkün değildir.
Çelişki içtedir ve itme ile değil çekme ile çözülecektir. Elmaların ayrı kasalarda olması ‘çürümeyi’ engellemez. Çünkü ‘çürüme’ içsel bir çelişkidir. Bu çelişki içte olduğu için çelişkiden kaçılamaz.
Çelişkiden tarih boyunca kaçanlar(ben ve benzerlerim) eteklerindeki taşları hep yanlış yere dökenler olmuşlardır.
O taşlar bireysel olarak oluşmadı, öyle her yere de dökülmemeli. Nasıl ki ‘örgütlü birey’ tek başına oluşmuş birey değilse ürünleri de toplumsaldır ve başka yere dökülme lüksü yoktur. Alıp götürülen özellikle yeni fikirler içte kaldığında, içerde eskiyen şeylerin özelliklerinin açığa çıkmasını sağlar. .İ.K’ ya, Partiye ve sınıfa karşı sorumluluk bunu gerektirir.
MLM’lerin(hepsi için birbirlerini MLM görülüp görülmemesine bakılmaksızın) bir konferans ya da kongre yapması, ölümüne mücadele vermesi gerekmektedir.
HBDH meselinde tutumun doğru ya da yanlışlığı bir kenara olmak üzere devrimci güçlerin birlikteliğini olumlu bir adım görürken nasıl olurda MLM’ler kendi içinde bu birlikteliği tartışma konusu yapmazlar.
Ayrı olmak için bin bir sebep bulunabilirken, birlik için bir tane dahi neden bulamazlar.
Ucube’nin eski bir kültür varlığını yağmalamak için dikilmesi ile İ.K.’nın üzerine dikilen anıtların arasında ne fark var? Bu orta sınıfların ‘ganimet’ peşinde koşan kültürü ve aklı değil mi?
İ.K.’nın dibini kazı, çıkanları al, üzerine de kendini dik.
Bir başkası da gelsin seninkini yıksın.
Aydınlar bas bas bağırıyor. Kürsüyü kimseye vermiyor. Bırakın da işçiler köylüler ve emekçiler biraz da o kürsü de konuşsun. Coşku mu istiyorsunuz, karamsarlıktan, edilgenlikten, pasiflikten mi dem vuruyorsunuz. O sese kulak verin.
Birbirinize o kadar yüksek perdeden bağırıyorsunuz ki ne işçilerin, köylülerin ne de emekçilerin sesini duyuyorsunuz.
Orta sınıflar; bir rüya da ve uyandığında yıkılmış olacak. İşçi, köylü ve emekçiler gerek metropollerde gerekse şehir kasaba ve köylerde ekonomik, politik, idari ve askeri mücadele yürütecekler ve bu mücadelede kazandığı ya da kazanabileceği yerlerde yoğunlaşacaklar. Askeri mücadelenin yoğunlaşacağı yerler savaşın yasaları gereği bellidir. Orada kazanırken şurada kaybedecektir. Bu nedenle ‘parça parça’ için ne kadar hazır olur isek o kadar somut gerçeğe dönüşecektir. Ve nihai zafere giden uzun yolun taşları yerlerine oturacaktır.
Bugünden bu hazırlığın önünde ki en büyük engel MLM’lerin ‘yoğunlaşmaması’, devrimci güçlerin yoğunlaşmamasıdır. O günlere de bu şekilde yol aldığımız takdirde ne Proletaryanın iktidar olma sorunu ne de ülkemizde ki iki temel sorun çözülemeyecektir.(Ulusal sorun ve ezilen inançlar sorunu=Demokratikleşme sorunu)
Mücadeleden ‘kaçmak’, ayrılmak’ kavramından doğmaz.(Menşevik Bolşevik ayrımında olduğu gibi)Hareketin mevcut nesnel koşullara cevap verip vermemesi nasıl verdiği ile belirlenir.
Bugün kendini ‘Bolşevik’ görmenin, herkesi ‘Menşevik’ ilan etmenin bir anlamı yoktur. Soyut ve boştur. Çünkü kitlesiz bir belirlemedir. Pratikten kopuktur.
Çünkü ilan nesnel koşulların tam tersidir.
Çünkü duygusaldır, öfkelidir, çünkü sınıfın nesnel ihtiyaçlarından uzaktır.
Çünkü kendi kendinin belirleyicisidir.
Çünkü metafizik ve idealisttir.
Hareket; proletaryanın çıkarlarını somut koşullarda gösterdiği zaman diyalektik tarihsel materyalisttir.
Orta sınıfların(küçük burjuvazi de dâhil) duygu düşünceleri ve özellikle kültürü; kalma değil gitme, çağırma değil kovma ‘özgürlüğünü’ kendinde bulmasını bize de bulaştırmış olmasındadır.
Camiinin yerini biçimini ve süslemesini yapanlar biz dede çokçadır. Beğenmeyen başka camii ye gider diyen kafa ile başka camii mi yok, gider orada namaz kılarım diyen kafa durumunda olmamızdadır.
Cem olmak, cami olmak’ın, cemiyet olmak, teşkilat olmak, örgütsel güç olmak gelişimi bu anlayışı ret etmek üzerinde yükselir.
KAVGANIN SICAKLIĞINDA KUCAKLAŞANLAR VE KELİMELERİN AYAZINDA ÜŞÜYENLER
Baskı koşullarının ülke dışına taştığı koşullardayız. Münih davası gösterdi ki; dışarısı hiçte o kadar ‘rahat değilmiş’. ‘alanın özgüllüğünü’ anlamadan yapılan değerlendirmeler gösteriyor ki sübjektif kalıyor ve pasif koşullarda doğru görünüyor. Dün için dışarıda rahatına bakanlar olarak eleştiri konusu haline gelen özneler, bugün için içerinin yetersiz kalan desteğini aynı yöntemle açıklasa kimler ‘dut yemiş bülbüle’ döner acaba.
Turgut Kaya özgülünde dışarı da ciddi bir çalışma yürütülüyor. Yürütenler ‘sağcılık ve hizipçilik yalnızlığına’ terk ediliyor. Doğru olmak pratikte uygulanmadığında ‘kâğıt üzeri’ doğrular olarak salt varlığını koruyabilirler. Teorik olarak taraf olup pasif olmak(bir taraf için), pratik olarak tarafsız olup aktif olmak sürece damgasını vuruyor.,
Evet, kavga bizim kavgamız, tüm sivriliği ile dil bizim dilimizdir.
Ancak yaşama ‘aktif’ yönden bilinçli olarak katkı sunmaya geldi mi akan sular duruyor, büyük laflar uçup gidiyor, olmak ya da olmamak, yapmak ya da yapmamak belirleyiciliğini gösteriyor.
Dışarısı için geçmişte de onlarca ‘eleştiri’ yapılmıştır. Hatta geçmişte ‘Konferans’ın belirli bir yerde yapılması ısrarı bu ‘tepkiselliğin’ ürünüdür. Verilen kayıpların, sağlam bir özeleştirisi dahi yapılmamıştır.
İçerideki kadar dışarıda da koşulların ağırlaşması içerisi ve dışarısı diyalektiğini açığa çıkarıyor.
Devrimci mücadele süreçlerinde alanın kendi özgüllüğü ‘sanki taraflarca’ belirlenmiş gibi değerlendirmeler ‘tercih’ altında sınırlı bir eleştiriye tutulmuş, ‘katkı’ yönü ise çoğunlukla hor görülmüştür.
Son üç yıllık süreçte (Münih Tutsakları, Hıdır Gönek, Turgut Kaya ) dışarıda yapılan saldırılara karşı içeriden verilen destek yok denecek kadar azdır. Katkı bu diyalektik bağlamda içerinin kendine vereceği özeleştiri ile açığa çıkabilir.
Daha önce de söylediğim üzere ‘tarihimiz boyunca’ farklı fikirler bağrımızdan doğmuş ve her seferinde damgalarla süreçleri inşa etmişiz. Kaçkınlar, hizipler, tasfiyeciler, oportünistler, revizyonistler, darbeciler vb. Peki bu arınma P.P. ne gibi gelişmeler doğurmuştur?
Bir gelişmeden çok sürekli hareket karşısında (teorik doğruluğunu korumak dışında) pratikte sürekli gerilemeye sebep olmuştur.
Gelinen süreçte taraflılık kendi dar alanına kapanırken, tarafsızlık tabanda ciddi bir alan tutmaktadır.
Bu alan, ‘birlik’ zorunluluğunu, tabanın ‘tarafsızlığı’ ile kendini göstermektedir. Bu nedenle ‘tarafsızlık’ lanetlenecek bir durum değil, değerlendirmeye alınması gereken nesnel bir durum olarak belirmektedir.
Bu tarafsızlık; acil mücadele beklenen pratiklerde kavganın sıcaklığını canlı tutarken; doğruların salt doğruları ‘kelimeler’ le birbirine soğuk yeller estiriyor. Siyasi jargonun en ağır ithamları tarafları birbirinden uzaklaştırıyor. Bu tarihi yazanlar yarın için bir birlik durumunu neyle açıklayabilirler. Ne değişti sorununa nasıl cevap verecekler?
Taraflarca; tarafsızların haklı olabileceği hangi ‘nesnel’ gerekçelerle çürütülmektedir.
Haklı olmanın salt varlığı neye yarar. Onu pratikte göstermedikçe.
“Yanlış” olmak ‘yalnızlaştırılmak mıdır’?
Nesnel hareket bunun neresindedir?
Hareketin soyutlanması için tarihten hangi usta çağrılırsa çağrılsın hareketin parçası olanlar kendi hareketini ya da hareketsizliğini kendi dışında bir olgu olarak nasıl sunabilecektir?
Bol bol karşılıklı atışmalarla bu değirmen dönse dahi küçülüyor ve yeteneklerinin birçoğunu kaybediyor. Silah resimleri paylaşmak ne işe yarar. Bakın bunlar ‘kaçacaktı’ onun teorisini üretiyorların bugün ne anlamı var. Özelliklerinin bazılarını yitirmesi, belirli zorunlu koşulları da yaratmaz mı? Aynı eleştiri ‘olunamayan’ alan için sizin içinde yapıldığında ‘doğru ’ya mı dönüşür?
Şeylere bu şekilde yaklaşmak (teorinin capcanlı ve doğruluğunu pratikte sürekli ispatladığı koşullarda) Çizgiyi geliştirmiyor. En gerici örgütlerde örgütlenme tavsiyelerinin olduğu bir tarihsel hafızamızın yanında kardeşlerimizle ‘aynı sofrada’ oturabilecek kültürü yaratamadıysak, ‘burada bir ortaklık yaratmışız’ demektir. Aynı sofra da oturacak kültürü yaratamama ortaklığı bu.
İnsan nasıl ki elbirliği’ni ve elin ürünü ise ve düşünce nasıl bu diyalektiğin pasif yönden aktif yöne geçişi ise, nasıl ki düşüncenin aktif yönü ağır bastıkça eli de değiştirmişse; maymunlarda ki kadar bir el birliğini yaratabilecek teori ve pratik geliştirmek zorundayız.
Maymunlar âleminden çıktığımızın kanıtı olarak!( No Mans Land 2013adlı Çin Filminin girişinde şu hikâye anlatılıyor: İki maymun şeftali toplarken kaplanlara yem olmamak için işbirliği yapmaya karar vermiş. Birinci maymun şeftali toplamaya gidince diğer maymun ona gözcülük yapıyormuş. Sonra o maymun, topladıklarının yarısını ikinci maymuna veriyormuş. Ancak ikinci maymun görev yerini bırakamazmış. İki maymunun sadece kendilerini düşünmemeleri gerekiyormuş. Sonuç olarak, o ikisi bir maymun grubunu oluşturmuş. Bu maymunlar insanoğluna dönüşmüş.)
Bizim tek bir ulusumuz var o da Proletarya Ulusu. Tüm çabamız yaşamın kendiliğinden doğal hareketini, bilinçli ve belirli bir değişikliğe uğratmak.
Kendi hareketimizi bu nesnel hareketten kopararak, bu hareketin gelişme yönünü desteklemek mümkün değildir.
Revizyonizmle mücadele salt teorik mücadele ile olmuyor dostlar, Pratikte göstermek gerekiyor, Mücadele; Salt eleştiri değildir, pratikte salt yadsıma değildir, salt itme değildir, hareket çekmedir de.
Yanlış olduğunu yıllardır söylediğimiz şeylerin üstesinden gelecek araçları yöntemleri bu hareket diyalektiği ile kavradığımızda oluşturabiliriz. Kötü çocuktan uzak durmak; toplum içinde toplumun şu veya bu bireyini koruyabiliyor mu?
Tersten baktığımızda ‘tutsaklık’ akıllanmayan beyinlerimizi akıllandırsa bile sistem için çözüm olabiliyor mu?
Burjuva yöntem ya çelişkiyi yadsır ya da sınırlandırır. Proleter yöntem ise çözüme kavuşturur.
Bugün birbirimizi yadsımak veya sınırlandırmak çözüm üretiyor mu?
Hayır!
Yöntem sakat çünkü.
Tarafların kavgalı birlikteliğini sonuna kadar destekleyen, birlikte yapılabileceklerini sorgulayan Proleter devrimci pratikler istiyoruz.
Turgut KAYA Tutsak, açlığa yatırmış bedenini, pasifliğin değil aktifliğin zamanı dostlar. Cezaevlerinden ‘duyarsızlık’ ve ‘ilgisizlik’ feryadları yükseliyor.
Toplumun ‘duyarsızlığından’ dem vururken ‘bu ‘duyarsızlığı’ bizde bir yandan üretmiş olmuyor muyuz?
Koca koca yazın yığınların altında kalsa kalsa bu itme kalır. İçeri de ya da dışarı da.
Soğuk yelleri önce yaratıp sonra soğuk yele sövmek bizimkisi. O zaman elbirliği sıcaklığında, kavganın sıcaklığında kucaklaşabiliriz. “Herkesten yeteneğine göre herkese ihtiyacına göre.” Diyoruz. Ancak yeteneğinin dışında şeyler bekliyoruz.
Olmuyor böyle dostlar.
Olmadığı gün gibi ortada.
KİTLE ’de kaybolanlar ve SINIF

Kitle TDK’nin sitesinde şöyle tanımlanıyor:
‘Belirli işleviyle özellik gösteren büyük insan kalabalığı, kütle’
Kitlenin bizim için birinci anlamı, devrimci düşünüş, yaşayış tarzını yansıtmasıdır. Yakından uzağa sıralaması şöyledir. MLM’ler, Devrimciler, İlericiler vb.
Burada kitleyi oluşturan öğeler, belirli bir düşünüş tarzını ve pratiğini simgeliyorlar. Burada dikkat edeceğimiz şey kitlenin daha küçük parçalarını oluşturan şey, birliğini ‘Düşünce Birliği’ temeline dayamasıdır. Burada, kitle parçalarının birbirlerine göre birbirlerinin arasındaki düşünüş farklarının ‘üstünlüğü’ bizi bir gram dahi ilgilendirmiyor. Daha adil olmaları, daha nesnel olmaları, daha ‘doğru’ olmaları da konumuzun dışında bulunuyor. Konu onun öznelerini oluşturuş biçimi, öznelerinin niteliği ve amaç arasındaki çelişkidir.
Bir Kitle anlayışının temelinin ilk biçimi, düşünce, amaç vb. birliğini sağladığı biçimdir. Bu birliğin ilkel biçimidir. Düşünüş yaşayış ve amaç birliği altındaki biçimi, kitleyi oluşturan öznelerin arasındaki farkları silikleştiriyor ve somut gerçeklere(SINIFSAL TEMELİ) dayanan birliğini geriye itiyorsa amaç ile olan somut bağını da zayıflamasına yol açıyor demektir. Bizim açımızdan kitle siyaseti işçi ve köylülerin çıkarlarını savunmak adına bir araya gelmiş insan topluluğu(sosyalizm, komünizm nihai hedefi de dâhil olmak üzere) değildir. Doğrudan doğruya işçi ve köylülerin kendi çıkarları için devrimci siyasete katılmaları, aracı aktif şekilde kullanmalarıdır. Sınıf siyaseti ile kitle siyaseti arasındaki temel fark, amaç için topluluğu oluşturan parçaların özelliği birinde işçi ve köylülerin doğrudan siyasal katılımını temel alıyor olması; ikincisin de ise duygu ortaklığının öne çıkmasıdır. Duygu düşünce ortaklığının öne çıkması, duygu ve düşünceye sahip öznelerin kendi sınıf kimliklerini gölgelemesi demektir. Ülkemiz açısından özellikle bu iki çizgi arasındaki çelişki politika da belirgin hale gelmektedir. Ezilen sınıflara uzaklık, ezilen sınıfların hareketinin de anlaşılmasını zorlaştırıyor.
Bunun başlıca sebebi ise devrimci mücadeleyi yürüten öznelerin sınıfsal kökenleridir, özellikle küçük burjuva sınıf ve katmalarının ve aydınların etkisidir. Buna ek olarak yorulmuş nostaljik devrimciliğin eklemlenmesi de işin tuzu biberi oluyor. İşçi ve köylülerin iktidar mücadelesine yabancılaşmaları, burjuva siyasete yaklaşmaları, devrimci güçlerde de etkisini gösteriyor. Etkinin belirtileri şunlardır:
Devrimin nesnel koşullarının yaratılmasına uzaklık.
Ezilen sınıfların nesnel ekonomik, politik, kültürel vb. ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir örgütlenmeye uzaklık. Askeri mücadeleye uzaklık.
Bu iki uzaklığın boşluğunu küçük burjuvazinin damgasını vurduğu politikalar dolduruyor.
Proleter mücadele alanları görünür halde bulunan üç çizgide kendini gösteriyor, birincisi; Kürt Ulusal Mücadelesi, ikincisi; Alevilik veya Ezilen İnançlar Sorunu, üçüncüsü ise Kadın Sorunu. Bunlara ek olarak lgbti, çevre ve doğanın korunması, hayvan hakları gibi sorunlar da eklenebilir. Günlük siyaseti belirleyen bu duyarlı yaklaşımlar ülkemizde belirli sınıfların içerisinde yankı buluyor. Bu sınıflar geçmişten günümüze devrimci çevreleri oluşturan bir kitle ile şehrin eğitimli ‘geleceği görebilen’ pek hümanist (bu nedenle de savaştan öcü gibi korkan, nesnel koşullarına cevap vermek yerine, onu kendi yaşamına göre eğip bükerek siyaset üretiyor) ) aydın çevrelerde yankı buluyor. Günümüz siyasetine rengini veren bu çeşitli alanlarda, varlık yokluk sorunu yaşayan, etkisizlik etkililik arasındaki eşitsizlik de dolanan, kitleyi oluşturan sınıfların hareketi ya da hareketsizliğidir. Hareketi aşırı abartması, hareketsizliği yerlere vurması( çözümlemek için nesnel zorunluklara direnmesi) Karşıt harekette kendini somutlaması, teori de toplumsal yasaların reddine, mücadele de araçların reddine, yöntemde yöntemin reddine götürüyor.
Kitleyi oluşturan sınıfların sınıfsal özelliğini gizleyen eski biçimler ve hala var olan örgütlenme tarzındaki ‘düşünce’,’ ilke’, ’inanç’ birlikleri burjuva örgütlerinde ki sınıfsal nitelikten bile o kadar uzaktır.(TUSİAD, MUSİAD, TİS. Vb.)
Ne de olsa hepimiz Müslümanız değil mi?” sıkıntı yok rahat olun! Biz bizeyiz.
Bu anlayışa göre ‘sınıf’ farkları ya yok oluyor ya da geri plana düşüyor. Bu kitle anlayışı dinsel anlamda en dar anlamda tarikatlarda, en gelişmişini de dinin kendini ulus milliyet farklarını da aştığı yerlerde görüyoruz.(Bizde ULUSALCI, İBOCU, KÖYLÜCÜ, KEMALİST, KOMÜNCÜ, MAOCU VB.) Üretim ilişkilerin de de üretici güçleri ,‘ortak çıkar adına ‘ulus’ a ait olmak ortaklığı ile kitleye bir ortak özellik vermesi demek değil midir?
Üretim ilişkilerinin uluslararası genişliğe ulaştığı günümüzde ‘kitleyi oluşturan’ ortak nitelik ise “insan” kavramına genişletildi. Hepimiz Müslümanız’ın bir sonraki biçimi “hepimiz İnsanız” oldu. Bu ‘insan’ o kadar geniş bir alanı kapsıyor ki hem geçmiş insanı, hem bugün ki insanı hem de geleceğin sonsuz kuşaklarının insanı olmasına kadar genişledi. ‘soyut insan’; tüm üretici güçler için ‘aynı anlama’ gelecek bir insan kavramı etrafında, yalanıp duruyor.
Son dönemde özellikle bu genel kavramlar üzerinden düşünüş ve politika üretmek moda oldu. İnsanlar için mücadele, hayvanlar için mücadele vb... Bu düşünüş tarzı kitlenin niteliğini belirlediği için duygu ortaklığı temel, sınıf çıkarı ise tali hale geldi. Kitlenin niteliği şeffaflaşıp kayboldu. Duygu ortaklığı üzerinden ezilen sınıflar terk edildi. Ezilen sınıfların içinde siyaset, kültür, eğitim, ekonomik mücadele, politik ve askeri mücadele tali hale geldi. Kitleyi oluşturan küçük burjuva ve aydınlar, sanatçılar çerçevesinde ve mekânında bir hareket belirgin hale geldi. Hareket, ezilen sınıflar çıkarı adına, ezilen sınıflardan uzak mekânları seçti. Eski mekânlar sınıfsal yapılarını değiştiriyorken, yeni oluşan işçi emekçi ücretli mekânları ‘gerici’ oldukları için sokağından bile geçilmedi. Kırda ezilen yığınlara tamamen sırtını döndü. Proletarya kitleye kurban verildi. Kendi yalnızlığına ve ‘gericiliğine’ terk edilen sınıflar, kendi bilinçleri ile siyaset yapmaya başladı. Sınıf çıkarını AKP de somutladı. Kompradorların altında feryad eden burjuva sınıfların sesini, kendi feryadı ile birleştirdi. Ve bu pratiğe devam edecek. Ezilen sınıflar geniş bir deneyden geçiyor.
Bu Kitle ne yapıyor? AKP gericiliği arttıkça AKP altında bağlaşıklığını derinleştirmiş işçi köylü ve emekçilere; ‘koyunlar ‘, ‘aptallar ‘, ‘akrep gibisinler ‘, yüzde 60 oranlarında Aziz Nesin tespitleri yapıyor. Son olarak ta benim ‘tuzum ‘ kuru ile avunup, ‘akıllanmayan gerici yığınları (işçi, köylü ve emekçileri) kendi kaderlerine terk ediyor. Kitle böyle bir kitle. Aydın, okumuş, kültürlü ve duygusal, ‘gerçekleri gören’ bu kitle milyonlarca cahilin, geri kalmışın, ‘gerçekleri göremeyen’ körlerin altında acı çekiyor.
Bu kitleye rengini veren, politikasını belirleyen temel sınıf küçük burjuvazidir. Onun çokbilmişliği, soyutlama biçimi, düşünüş ve yaşayış tarzından kaynaklı görgücülüğü, biçimciliğidir. Sınıfın yoksulluğunu ve yoksunluğunu kültür merkezlerinde, Cevahir, zorlu Center konserlerinde gidereceğini zannediyor. Onlarla yaşayarak onların içinde değil. Dışında kalarak, ayağına ‘çöp batmadan’ yapabileceğini zannediyor. Bu kitle ‘doğruların ‘ salt doğruluğuna ‘ öyle inanıyor ki gerçek hayatın şamarı bile uyandıramıyor onu.
Kitle o kadar çeşitli sınıf ve katmanlardan oluşuyor ki, kâh kedi ve köpeklerin yaşadığı acıları gündem yapıyor, kâh ormanların kesilmesini zirveye çıkarıyor kâh cinsel tercihi öne sürüyor, kâh “adalet” yalvarıyor mahkeme kapılarında... Yalvarırken de ‘gerçek adaleti’ kendinin kuracağını haykırıyor. O sepetten bu sepete atılıyor, yoruluyor burjuvalarca…
Sınıf karşıtlığı ve sınıf temelli siyaset bu kalabalıkta yitip gidiyor. Sloganları; sınıf siyasetinin alt biçimi olarak kendini ortaya koyuyor. Neymiş Emperyalistler ve kapitalistlere karşı taktik mücadele yürütüyorlarmış. Külahıma anlatın…( Askeri mücadeleden kaçmanın teorisi ‘kalkışmaya ertelenen strateji’ de kendini gösteriyor. Şehirde kameralar, kırda modası geçmiş gerilla savaşı tespitlerinin hemen yanı başında ‘ yeni’ mücadele yöntemi dedikleri köyde muhtar, belediye de başkan, mecliste milletvekili olmak. )
Ve sınıf savaşımı öyle bir yemek kültürü yaratır ki şaşıp kalırsın. Çinli bir mide de soslu kedi etini görünce apışıp kalırsın. Sen kuzu etinden sütünden nasıl zevk alıyorsan, Çinli de açlık günlerinden kalan kültürünü kedi köpek etinde yaşatır böylece. Oxford vardı da biz mi okumadık. Koç vardı da biz mi yemedik dese yağlı çekirgeyi avuçlamış bir Meksikalı, (bizim ki William rich ta bulur şiddeti, Freud ‘a sarılır peşinden libidosu şişmiş besbelli ki. Macro ve mikro iktisat analizlerinde kendini bulur. Uyum aranıp durur çelişkiler dünyasında. Düşünceye uyan ‘doğrular’ın kesin ve keskinliğinde can verir. Ama filmin son vurucu kısmını unutur(Altıncı his).Ölü fikirleriyle bir sisli bulvarda kaybolur…)
Ve sınıf savaşı silahları kuşanınca, kedi köpek sevgisi protein deposuna dönüşünce, hangi hümanizm kurtaracak aç mideyi.
Kitle öyle artistik ekonomik kültürel bir birikim elde etmiş ki o kültürel birikimin proletaryanın sırtından üretildiğini unutmuş.
Solon tarih sahnesine çıkmazdan önce, özgür kişilerin borç yüzünden köleleşmesi hukuktu. Bu hukuk özgür kişileri köleler içine atınca, kölelere taşınan yeni fikirler, kölelerde kültür, düşünüş ve yaşayış biçimlerini geliştirdi. Bu sonradan köle olanlarda ki eski durumlarına gelme isteği kölelerde de bir yankı buldu ve köle isyanları başladı. Bunu fark eden köleci devlet egemen sınıfları, daha adil bir hukuk yapması için Solon’u tarih sahnesine çağırdı. Borç köleliğini kaldırdı.
Bizi burada ilgilendiren kısım, kölelerin aydınlanmasını sağlayan yöntemdir. Kölelerin başarılı olup olmaması bizi ilgilendirmiyor(çünkü kölelerin özgürleşmesi üretici güçlerin gelişmesine de bağlıydı)
Demem o ki ya bilinçli bir şekilde “köleleri ‘ mekânlarında bilimle kültürle sanatla kitapla ve hakları için mücadele etmeleri için kuşatacağız. Yâda kapitalist üretim biçiminin bu kitleyi, proletaryanın içine atmasını bekleyeceğiz.
Onlar adına siyaset yapmayı değil, onların siyaset yapmasını ve bu siyasetinde sınıf siyaseti olmasını belirlemek elimizde. Eskiden siyasete uzak kalmalarını sorun ediyorduk, bugün ise yaptıkları siyaseti doğru bulmuyoruz. Ne güzel işte sadece siyasetin yönünü değiştirmek kalıyor bize.
Bu kitle öyle gevşek bir kitle ki onu proletaryanın içine çağırmak bile dertken, iktidar için silah kuşanan siyaseti anlaması da bir o kadar zor oluyor. Onlar içinde onların duygu ve düşünceleriyle, DHD için siyaset yapmayı savunanlar, kalabalığına aldanmasın, onu mekânından koparmak, o yaşayış biçiminden proleter yaşayışa çekmek hem zor hemde ikinci bir çelişkidir. Birinci çelişki sınıfa gitmek onu bilimle donatmaktır.
Bu nedenle küçük burjuva sularda fazla kalanlar onun rengini almaya mahkûm olurlar. Bu sınıfların onaylandığı değişim, gelişme, ilerleme siyaseti de ancak kendi rengini taşıdığı içindir. Bu unutulmamalıdır. Proletaryanın en gerici unsurlarının dahi Kaypakkaya çizgisini ‘nerede öyle bir imkân ‘ keşke olsa diye iç geçirmesinden özlemleri anlaşılabilir.
Burada küçük burjuvazinin damgasını taşıyan siyasetine karşı olmak o kitlenin terk edilmesi anlamına gelmiyor. Bulunan bu alanlarda devrimin nesnel ihtiyaçları için kendileri doğrudan ana kaynak olmasa da birikmiş olgunlaşmış kültürü işçi ve köylülerin hizmetine götürmek gerektiğini söylüyorum. Küçük burjuva sınıfların proletaryanın en göbeğine atılma korkusundan doğan ekonomik mücadele temelli siyasetinin yerine, devrimin nesnel koşullarına cevap verecek çalışmaların yapılmasını, bu çalışmaların işçi köylü ve emekçileri kuşatmasını, onlara proleter kültürü götürmesini, yanında da iktidar amaçlı siyaseti taşıması gerektiğini söylüyorum.
Bu kitle anlayışı tarihsiz değildir. Kocaman geniş bir teorik ve özellikle pratik deneyimin ürünüdür. 68 hareketi bu sınıfları proletaryaya yaklaştırmış, proletaryaya bilinç götürmede aktif bir rol oynamıştır.70 ve 80 de öne çıkarak aşama kaydetmiş, ancak 90 yıllara gelince( 90 krizi küçük burjuvaziyi proletaryanın içine attı sindirerek) gerilemeye başlamış, yorulmuş ve proletarya ya bilinç taşımada zayıf kalmış. Nesnel koşulları doğru kavrayamadığını, çok çeşitli sekter, doktoriner, dogmatik teoriler ile göstermiştir. Bugün sınıf olarak genişlemiş olması ile birlikte Sınıf siyaseti de değişikliğe uğramıştır. Toplumsal yasalarca belirlenen mücadele yöntemlerini gelenek ile eşitlemiş, şeylerin özüne ve derinliğine inmek yerine biçime takılıp kalmıştır.
Biçimci bu siyasetin örneği Erdoğan' ın diplomasında zirve yapmış.(Tek Adam’a karşılığı da aynı biçimciliğin ürünüdür, saf aklının teorisidir. Lenin, Stalin ve Mao’da öyle tek adam görüngüsü içindeydi.. Ama tek farkla arkasında kocaman proletarya ile tek adamdılar.) Bu diplomasızlığı ezilen sınıflara dayatılmış olan diplomalılık ile olan çelişkisini açığa çıkarmak yerine, günlerce diploma nerede? Diye boş boş sorularla uğraşmıştır;(Bu arada Engels’ te diplomasız bilim adamıdır; unutmayalım) diplomalılık küçük burjuvazi de geniş bir alan kapladığı için en çok yankıyı da orada bulmuştur. İşçi köylü ve emekçiler diploma olmasa dahi Erdoğan’ı sahiplenmiştir. İşçi köylü ve emekçilerin diplomaya bu kadar kafa takmamasının sebebi ise Erdoğan’da simgeleşen ‘temsiliyet' durumudur. Dinî duyguların temsiliyeti, ulusun egemenlik ve bağımsızlık arzularının temsiliyeti gibi.(Aslında dini biçimde görünen ezilen sınıfların çıkarlarının orta sınıflara eklemlenmesidir.)
Kitleci kafalar, seçimler üzerinden başarısızlığı ‘ sahtekârlık, hile' argümanlarına sarılarak, işçi ve köylülerin bilinçli olarak böyle bir tercihte bulunabileceğine inanmak istemiyor. Âmâ durum tamda böyle. 11.000.000 üzerinde bir hırsızlığın gerçekleştiği bir seçimde kitleleri kimse sokakta yenmeden iktidara kurulamaz. Sokakta ses yoksa oy AKP ye gitmiştir yoldaşlar. Yönetimi zor ile değil, demokratik katılımın yüksek olduğu kendi meşru zemininde gerçekleştirmiştir. Bu sürece katkıları için reformist küçük burjuva akımları Erdoğan mutlaka ödüllendirecektir. Çünkü o “demokratik devrimi” gerçekleştirmiş, bir ‘devrimcidir.’(Seçim sonrası SOYLU bu iki kelimeyi de kullandı)
Küçük burjuva siyaseti ve onun çokbilmiş yaşlı eşekleri her gün falcılar gibi fal bakıp geleceği söylüyorlar. Allah razı olsun o eşeklerden Kaypakkaya çizgisi ile olan farkları daha da netleşiyor.
Bu yaşlı eşekler, yaşlanmadan evvel, çok ateşli çok fedakâr insanlardı. Halkı için bedel ödemiş ve büyük bir miras yaratmışlardır, şimdi de oturmuş kendi miraslarını yiyorlar.
Bu ideolojik ve politik ve örgütsel olarak geri kalan acıların sıpaları, çok ve çokça Marx, Engels, Lenin vd. Okumuş, her şeyi çözmüş yaşlı eşekler haline geldi. Acıların çocuğu Emrah büyüdü iş adamı oldu. Biz de de tarihçi, tahlilci…
Dünya’nın en gelişmiş bilimine sahip olduklarını düşünen bu eşekler, nesnel dünyada hiçbir çelişkiyi çözümlememek gibi bir lükse sahipler. Kendilerini bugünün mutlak ‘Doğru’ları olarak olumlarlarken, dününü mutlak yanlışlarken, en dikkat çekici özellikleri ile savruluşlarını tarihe yazıyorlar. Sınıfların niteliği değişti vs. Vs.
Bu yaşlı eşeklerin gördüğü düş şudur: nesneli eğip bükerek kendilerini ‘Marx’, ‘Engels’ durumuna yükseltmek için ‘yeni bir bilim' icat etmek zorundalar. Marx Engels ve ..Mao’nun eskimesi bu eşeklerin altın semere kavuşmalarının ön gereğidir. Maoizm ’in capcanlı olduğu yerde KAYPAKKAYA programının cap canlı olduğu yerde bu eşeklerin önünde iki şey yükseliyor.
Birincisi tarihsel öz eleştiri yapmak
İkincisi altın semeri unutmak gerekiyor.
Bu iki durumu da bilen ama yüzleşmekten kaçan çok bilimsel modern çağın teorisyenleri ‘geçmişe nazaran’ daha çok burjuva ‘haydutlarına’ bilinçlerini kaptırmıştır.
Yine ‘geçmişe nazaran’ daha çok yaşlanmış olan bu eşekler, nitelik ve nicelik olarak sıçramalı, hoplamalı değişikliğe uğramış, yâri-feodal kafaları, küçük burjuva biçime dönüşmüştür.
Ayın karanlık yüzü bize aydınlık yüzü onlara bakıyor. Hâlbuki aynı dünyadan bakıyoruz.
Aynı dünyadan bakmak yetmiyor demek ki sınıf kimliğine de bakmak gerekiyor.
Bu yaşlı eşeklerin eskiden en belirgin özelliği politik yetersizlikleri idi. Şimdi devrimin nesnel ihraçlarının reddi ile bu yetersizliklerine örgütsel yetersizlik ekleniyor. Kitlesinin niteliği bu yetersizliğin aynasıdır.
Değil dağda silah kuşanmak şehirde çakı taşımaya çekiniyor. Sistemle yüzleştiği her alanda ağlıyor ağlıyor. Ve yine ağlıyor. Ayağını şehre prangalamış olan yaşam koşullarına boyun eğiyor. Boyun eğmesi çok yüksek bilime dönüşüyor. Nerede mi kendi gibi prangalıların meyhanelerinde. Âmâ bu prangalar o kadar sıkmıyor ki katlanabiliyor, meyhanenin hesabını da ödeyebiliyor. Ne güzel beyaz peynir kavun ve sosyalizm. Afiyet olsun. İçkiye de ek vergi geldi eylem lazım. Ama ayık gelin yoldaşlar.
Kitle siyaseti bayat bir siyasettir. Sınıfın öz örgütünü sınıftan ve çıkarlarından koparmanın bir biçimidir. Bu kitlenin içinde kimler yok ki, mimarlar, mühendisler, doktorlar, yazarlar, çizerler, ekonomistler, yazın köyde kışın şehirde emekliler, öğrenciler, esnaflar, Bağdat caddesinin çok bakımlı rüküş yaşlı kibar kadınları, say sayabildiğine... Niteliği ve niceliği her şeyi anlatıyor. Anlatmaya gerek yok.
Sınıf nerede?
Bu yaşlı eşeklerin direktiflerini bekliyor en ücra yerlerde.
Hazırım komutanım!
Çığır açan fikirleriyle şimşek çakanlar, kirke’nin efsununda esir düşmüş çilelilerdir İlyada’da; bizde ise burjuva düşlerde eski masalları yeni diye yutturan yaşlı eşekler. Kylkops’tan bir kurtulsa varacak kesindir İthake’ye…
Tüm ‘intikamını’ alacaktır böylece.
Uğurlu sayılar takvimini günümüze uygulasanız sizden iyi numizmatik olur.
Her salı kral ne yapıyor konusunda yazı yaz!
Perşembeleri işçiler huzursuzsa. Önemli kararlar alma.
Cuma günleri ölü bir köpek görürsen kötü bir günün olacak
Vs.
Yâda Pisagor teoremi çok eski onu yenilemek lazım deyip yeni bir teorem yazın ve tüm matematik âlemini kendinize güldürün.
Bu eşekler o kadar yaşlandı ki sınıfın bilimine, Marksizm ideolojisi diyor. Bunama belirtileri gösteriyor.
İdeolojiymiş hadi oradan…
En gelişmiş bilime sahip olduğunu iddia eden bu Aydın hastalığından mustarip eşeklere, en aklı yetmez bile demeyecek mi; kürsün ile işçiler arasındaki mesafe o kadar uzak ki işçiler seni duymuyor efendi.
Her şeyin tersini yapın!
Sizi burjuva medyalarından greve mi çağırıyorlar?
-Gitmeyin
(üretimin daraldığı yerde grevler uzun süreli ve başarısızlığa mahkûm olurlar. https://www.dunya.com/kose-yazisi/isletmeler-2274-faizi-kaldiramaz/421356)
Sizi Meydanlara mı çağırıyorlar
-çıkmayın
Sizi zehirli seminerlerine mi davet ediyorlar
-Gitmeyin
Siz onları çağırın!
En yoksul ve yoksun mahallelere!
Hacı hoca ve sakallılara teslim edilen işçilerin köylülerin, gündelikçilerin sofralarına.
Tekellerine aldıkları ‘kültürleriyle’, ‘sanatlarıyla’, kitaplarıyla’ notalarıyla… Gelsinler.
Çağırın.
Bize, İş ve becerileri tekellerine almış Kutsal Olimpos’lularla kardeşliği sürdürenler değil, ondan vaz geçmiş ‘ateş hırsızı’ Prometeus’lar lazım!
Yazı dilimden dolayı kızmayın dostlar, dili ustalardan öğrendik.
“Köylük bölgelerde terör iyidir.” Yazın dünyasında da terör iyidir bu yüzden.
Eksikliğimiz sizin de parçası olduğunuz tarihsel pratiktir. Hesap verin!
Yaşasın MLM
YAŞASIN DHD İÇİN HALK SAVAŞI
Mutlak yöntemin kendini yeniden üretme biçimi ve Diyalektik Tarihsel Materyalist Yöntemi Anlamayan dairesel kafaların teğetinde Doğru’lar

İçinde bulunduğumuz hazır bulduğumuz ve sürekli hareketle var olan dış dünyanın nesnel varlığının en yüksek ürünü olan bilinçli maddenin üretimi -düşüncenin üretimi- ve yeniden üretimi sadece yeni koşulların üretimi ile var olmazlar. Çünkü her yeni hareket ve koşul bir önceki hareketin ürünü olmakla kalmaz onu içerir, onu ret eder yani yadsırda. Bilinçli madde düşünceyi kabuklarından ayıklayınca organik maddeye ulaşmak, organik maddeyi kabuklarından ayırınca da inorganik maddeye, inorganik maddeyi de kabuklarından ayıklayınca atom altı parçacıkların hareketine ulaşmamız bu tarihsel gelişimin geriye izlenmesidir. Engels Darvinciliği eleştirirken evrimci yaklaşımın, bir türün maymunun insana evrilmesi sürecini çevre koşullarının etkisini rastlantı ve zorunluluk ilişkisini ve bu sonsuz dizilişinin belirsiz ve kararsız dizilişini ret eden mekanik yöntemin hatasını, maymunu giydirerek insana ulaşılamayacağını bildiğinden insanı soyarak ulaşabileceğini söylüyordu. Bu nedenle evrim sürecinde maymundan yola çıkarak insana ulaşmaya çalışan bilim dünyası her şeyi ters gördüğünü itiraf etmiş oluyor. Örneğin papağanın konuşuyor olması, konuşma var olmadan önce mümkün değildir. Aynı şey alet yapma içinde geçerlidir. İkisi de üretildikten sonra taklit ile hayvanlar dünyasında görünür hale gelmiştir. Şimdi biz bu ortak noktaları daire yüzeyine teğet geçen bir çizgi olarak düşünelim. O sınırda teğet ile dairenin eğri yüzeyinin ortak bir çizgide kendini sonsuz kez tekrar ettiği sınırlı bir doğru elde ederiz. Bunu insan ile papağan insan ile maymun ortaklığı için düşünebiliriz. Dairenin sonsuz teğetleri birinde maymunu birinde papağanı vd. İfade eder. Soyutta benzer olan teğet hayatta dış dünyada eşit aynı teğetlere dönüşmez. Papağan maymuna eşitlenemez. Ancak ortak bir kökeni işaret eder. Organik dünyanın bir başka teğetini bize gösterir. İşte bu teğetleri düşüncenin temeli olarak görmeye başladığımızda göreli doğruluğunu genel ya da mutlak doğruya dönüştürdüğümüzde hiçbir zaman daireye, insana gerçek insana ulaşamayız. Mekanik Materyalist anlayışının sınırına geliriz; elimizde sadece bir frenkeştayn olur. Bu frenkeştayn üretime katılan milyarlarca insandan biri de olamaz.
Ekonomik alanda kategorilerde de durum tam böyledir. Belirli bir ekonomik kategori, tarihsel açıdan insanların yaşamı üretme biçimlerinden sadece biri ve teğetidir. Teğet dairenin genişlemesi ile kendi uzunluğunu ve genişliğini artırabilir. İlkel komünal toplumdan Kapitalizme, mülkiyet ilişkilerinin gelişimi, teğetin uzunluğu ve genişlemesidir. Ama tek tek teğetler(ilkel, köleci, feodal, kapitalist mülkiyet biçimleri) bu daireyi elde etmemizi sadece soyut dünyada izin verir. Soyut dünyada işe yarayan bu yöntem gerçek dünyada işe yaramaz.
Şu önermeye bakalım:
Kitlelere rağmen siyaset yapay devrimcilik üretir (Tekirdağ dan tutsakların seçim süreci için açıklamalarının başlığı bu)
Önerme kitle içinde siyaset yapmanın önemi anlatılıyor gibi görünüyor. Ama değil, konu seçimler özgülünde burjuva siyasetinin içinde belirli bir tavrın sahiplenilmesi. Konu kitle içinde siyaset yapmanın yanlış olduğunu söyleyen bir tarafa verilmiş bir cevapta değil. Her siyaset zaten kitle içinde yapıldığında somutlaşır. Burada önemli olanın, kitle içinde olmak mı? Siyasetin türü mü? Önemi belirsizdir.
Bu önermeyi 15 Temmuz darbesine uyguladığımız da sonuç teorik açıdan olmasa bile pratik açıdan dumur durumudur. Kitle silahlı bir saldırıya silahlı bir direniş koymuştur. Burada konu burjuva kliklerden hangisinin yararına hangisinin zararına konusu mevzu bahis değildir. Konu hala kitle hareketidir. Kitle sokakları zapt etmiştir. Günlerce nöbet tutmuştur. Peki, darbe gecesi kitle içinde siyaset yapmanın önemi konusunda ahkâm kesenler nerededir?
Cevap: Hareket iki burjuva klikten birinde yedekleme anlamını taşıdığı için kitle hareketinin desteklenmesi doğru değildir. Kendi içinde tutarlı bir önerme. Ancak doğru da değil. Başarısız darbe girişimi sonrası iki klikten birinde yedeklenmeyi kendileri doğru bulamayabilirler. Ama kitle buldu. Sadece kitle bulmadı, HDP’de 16 Temmuz’da meclis ortak bildirisini imzaladı. İki klikten birine yedeklendi kısacası. Şimdi seçim sürecinde AKP gericiliğine karşı AKP ile imza ortaklığı olan bir partiyi ezilen ulusu desteklemek adına meclise yükleniliyor.
Dayanak noktası reform, AKP gericiliğinin tasfiyesi, demokratikleşme.
Reform ezilen sınıfların talebi olabilir olmalı da. Toprak reformunu bile yüz yılda gerçekleştirememiş bir ülkede reform hangi sınırları içinde barındırır. Ve reform hangi politik örgütün görevidir? Kitlenin ilerici ve devrimci her talebinin doğrudan ya da dolaylı aracı onun politik aracının görevidir. Politik aracı nedir? Proletarya Partisidir. İşte proletaryanın hem aracını kullanması hem de o aracı güçlendirmesi bu teorik ve pratik tutuma bağlıdır.
AKP gericiliği sadece hükümet gericiliği değildir. Bürokrasinin kılcal damarlarına kadar işlemiş bir gericiliktir. Kemalist kadroların uzun süre dolandığı damarları 16 yılda genişleyerek ve yenileyerek AKP kendi kadrosu ile doldurdu. Yani seçimler ile AKP hükümetinin tasfiyesi ile çözümlenmesi mümkün olmayan çelişki içeriyor. Bu noktayı kavramış olan düzen partileri CHP, İYİ PARTİ, SAADET PARTİSİ Cumhurbaşkanları adayları, seçimde elde edebilecekleri bir başarı durumunda bu damarları nasıl temizleyeceklerini bir programa bağlamaları zorunluluğundan ortak bir mutabakata vardı. Bu temizliğin en az 2-3 yılı bulabileceği ön görüsünde bulundular. Reformlar sadece Muhalefet unsurlarının programı değil, aynı reform Erdoğan’ın da programında var. Ve en önemlisi Sistemi hükümet ile eşdeğer görmek devlet biçimini küçümsemektir.
Demokratikleşme söylemi ise kendini yadsımaktır. Çünkü Parti programın içinde olan bir hedefi, yöntem olarak belirlediği yöntemin dışında, başka bir yöntem ile de elde edilebileceğini söylemek demektir. O zaman bu çelişkiyi gidermek gerekiyor. Ya biri ya da diğeri. HDP’de somutlaşan talepler ve metot demokratikleşmeyi içeriyorsa, DHD için silahlı halk savaşı metodu yanlıştır.
Önerme: KAYPAKKAYA 24 yaşında çok gençti, neyin önermesi bu. Programının eksikliğinin.
O zaman genç olmak bilimsel doğrular elde etmek için yeterli değildir sonucu çıkar. Bu önerme babalarımızın zamanında ki tembihlerine ne kadar da benziyor. Hele bir büyü o zaman devrimcilik yaparsın. Dar deneyimci, kendini hareketin gerisinde böyle somutluyor. Bu Önermeyi Korsakov’a yapsaydınız keşke. En genç bestecilerden biriydi.
Önerme: KAYPAKKAYA zamanında tuik vb. veriler yoktu. Ülke tahlili eksikti, yanlıştı, ya da döneminde doğruydu.
Burjuvazi de Marx için Marx dönemi Kapitalizm için Marx’ı doğruluyor. Onu sınıflar savaşımı içinde ölçeğini bozarak teğet durumuna sokarken oda haklıdır o zaman.
Önerme: KAYPAKKAYA’nın programı eskidi. Neden çünkü 50 yıl geçti aradan.
Marx’ın Lenin’in Mao’nun üzerinden daha fazla zaman geçtiği için onlar daha eskidir.
Eski olmak teorinin geçersizliği demektir. Bu nedenle Marksizm eskimiştir.
Önerme: Kır nüfusu azalmış kent nüfusu artmıştır. Bu nedenle feodalizm çözülmüştür. Vb.. vb..
Nüfus oranı üretim biçiminin doğrudan yansıması ise şunu söylemeye hakkımız vardır. Dünya nüfusunun yüzde ellisi hala kırsal bölgelerde yaşadığına göre, dünya ekonomik sistemi yarı emperyalist yarı feodal bir niteliktedir. Pek dünyaya uyumasa da veriler bu projeksiyonda bu sonucu verir bize. Ayrıca nüfus coğrafi dağılım, miktar vb. Ayraçlar, gerçek tarihi olan insanı değil, ilişkilere giren insanı değil, belirli bir miktardaki ölçüyü gösterir.
Önermeleri bu biçim altında sonsuz kere çoğaltabiliriz. Sonsuz teğet çizebiliriz, ama metot değişmediği için hareketin anlaşılmazlığı kendini tekrar tekrar böylece üretir durur. Burjuva düşünüş biçiminin gelişmesi, sınıfın örgütüne MLM’den uzaklaşma olarak yansır. Burada yeniden üretim anlaşılamama olarak değil hareketin yönünde kendini gösterir. Kompradorun sanayi 4.0’a kendini hazırlama süreci MLM adına hareket edenlerde dünyaya, kitleye uyum arayışı biçimine bürünüyor.
Burjuva bilimi ve yaşayış tarzı gerçek nesnel dünyayı da kuantum da sonsuz evrenler teorisi ile sonsuz kez teğetler. Ancak sonsuz evrenlerde ki sonsuz teğet yarın sabah saat 7 de iş başı yapmayı, sömürü alanına gitme gerçekliğini değiştirmez.
Dairenin Türkiye’yi kapsadığı, belirli bir teğetin uzunluğu taktik maskesi altına indirgenemez ve diğer teğetler ile eşdeğer görülemez.
AKP’yi Erdoğan’a eşitlemek demek Komprador burjuvaziyi temsil eden daire ile AKP de kendini temsil eden sınıfların teğetini eşitlemek demektir. Klik açıklaması içindeki çelişkileri dışlamaz.
AKP ye daha yakından bakalım: Merkez siyasetini, Kompradorun ve Emperyalistlerin egemenliği altında ezilen burjuva sınıf ve katmanları belirliyor, bu siyasetin tam egemenlik arzusunu Feto ifade ediyordu. Bağlaşıklığın ve genişlemenin tabii ki Kompradorlaşma arzusunu da Erdoğan kanadı. Bu siyasetin, ezilen sınıflarca desteklenmesi, sadece ekonomik krizin ürünü değildir. Tarihsel deneyimlerinden elde edilmiştir, küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin sol kanadının yani faşist Kemalistlerin pratiğinin bilinçteki ters görüntüdür. Ezilenlerdeki özlem ve arzuların, maddi çıkarların bu partideki ifadesidir. AKP imalat ve hizmet sektörünün ve bu sektöre doğrudan ya da dolaylı olarak bağlı tüm sınıfların ortak siyasi bir partide birleşmesi çatışması ayrışmasının siyaset aygıtıdır. Bu siyaset ulus milliyet ya da inanç farklarını en azından bürokrasi ve ekonomik alanda şeffaflaştırmış(devletin Kürt’ü, Devletin Alevi’si bu dönemin ürünüdür) diğer birçok alanda ise derinleştirmiştir.
Tuik verilerine baktığınızda ulaştırma ve haberleşme de kat be kat ilerleme kaydetmiştir. Devletin insan unsurunu gençleştirmiştir. Yani Emperyalistler ile yerli Komprador sınıfların işlerine başarıyla hizmet etmiştir. Bu sınıfların bu hareketine her türlü tefeci soyguncu çeteci kontracı yedeklenmiş geniş militarist bir kütle oluşmuştur. Bu sürece yedeklenmiş olan yetmez ama evetin dünkü temsilcileri bugün biz akıllandık diye bu sefer bu kütlenin karşısına yeter artık hayır ile çıkıyor. Bu reformizm, aldandık da ne kadar haklı ve doğru ise Erdoğan da Aldandık da o kadar doğru olur.
AKP de kendini ifade eden sınıfların ortak siyasi hareketi ekonomik, siyasal, ideolojik çıkarların kimi orada kimi burada geçerli olduğu koşullar içinde kendini gösteriyor. Merkezden uzağa gittikçe Erdoğan’ın kimliği dinsel bir önderliğe, başka yerde başbuğ görünümüne başka yerde ordu komutanına bürünüyor. Merkez de ise ekonomik ve siyasal alanın temsilcisi oluyor. Cumhuriyet öncesi Türkiye’nin büyük bir projeksiyonuna benziyor hareketi. Atatürk’te simgeleşmiş olan ilerleme(sol kanadı) bu sefer Erdoğan da(sağ kanadı) kendini gösteriyor. Bu parti ve kişilerde kendini gösteren şey nitelik farkı değil nicelik farklıdır. Mayası aynıdır. Hareketi aynı yönlüdür. Bugün geleneksel kanadı temsil edenler Siyasette ve ekonomik alanda daralırken, bu eskiyen yanın feryadını ne hikmetse hem Kürtler hem de ‘devrimci ‘çevreler halk adına ezilenler adına sahipleniyor. Ne güzel özeleştirinin olmadığı yerde siyaset, körler topallar birbirini ağırlar.
Kitle içerisinde siyaset yapacağım diye sınıf siyasetine yüz çevirmek. Kitlenin niteliği nedir, hangi kitle bu? İşçi köylü ve emekçilerin en yoğun sömürüyü yaşadığı bugünkü mekânlarının neresindesiniz? Bunu bir tespit edelim önce. (siz neredesiniz sorusu problemi ortaya koymaya yetmiyor)
İşçi sınıfı adına mücadele ettiğini iddia eden yapılar ‘yasal alanda‘ hangi işçi örgütünü kurmuşlar da yasal alanda mücadelenin siyasi parti pratiklerinde ifade edilebileceğini savunabiliyorlar. Aynı şey daha derin daha çaresiz olarak köylüler içinde geçerlidir.
Yasal alanda Ekonomik, kültürel, politik mücadele araçları ne zaman siyasi parti varlığına ve darlığına indirgendi. Yasal mücadeleyi siyasi parti mücadelesi biçiminde bugün görünür kılan hareketin kaynağı nedir? Kürt Ulusal Hareketinin binlerce gerilla ile yürüttüğü savaşı. Ekonomik siyasi idari ve askeri mücadele de izlediği inişli çıkışlı yol. Türkiye ezilen sınıfların bilinci ilerleme de nasıl kendisini şehirli Kapitalist sınıflarda ifade ediyorsa geriden gelen devrimcinin bilinci de kendini, kendisinden ilerde olan Kürt Ulusal Hareketinin peşinde ifade ediyor. Ne adına Kürt Ulusunun çıkarları adına. Bu ezilen sınıfların çıkarının ezilen Ulusun çıkarlarına tabii haline gelmesi anlamına geliyor. Tam tersi değil. O zaman diğer ezilen ulus milliyet ve inançların özel çıkarları da ezilen sınıfların çıkarının üzerinde olduğu anlamına gelir. Bunun görünür hale gelip gelmemesinin hiçbir önemi yok. Ancak bu özel çıkarların çözümü tek tek çıkarların ayrı ayrı ifadeleri ile değil ezilen sınıfların çıkarlarında ‘maddi zemini bulunur. Çünkü o özel çıkarları yaşamda sunabilecek sınıflar proletaryanın kendisidir. Bu nedenle demokratikleşme proletaryanın ürünü olmadıkça gerçekliği mümkün olmayan küçük burjuva hayalidir. Seçim sonuçlarından demokratikleşme çıkacağını vaat eden umut seçim sonrasında başarısızlığının kaynağını ‘etkisiz ‘boykot sevdalı, gelenekçi, tarihin gerisinde yürüyen çağ dışı kafalarımızda bulmakta hiçbir gerekçesi de olamayacaktır. Bağnazca boykot ile (yıllarca bu bağnazlığı kendileri üretmemiş gibi) sınıf siyasetini birbirine karıştırmaları iki farklı zamanda iki farklı koşulda dün yanlış bugün doğru olabilecek olan sınıf tavrı ve Politikasını anlayamıyorlar. Zaten KAYPAKKAYA’yı da anlayıp bilince çıkarmamış olan bu sapmalar en sonunda KAYPAKKAYA zamanı sapmaların çizgisine ulaşmayı ‘ilerleme ‘zannediyorlar.
Sınıf mücadelesine katılan örgütlü her özne, programı ve tüzüğüne bağlı hareket etmek zorundadır. Programı eleştirirken onun eksik yanlarını bulmak, eskiyen yanlarını bulup Yaşamın nesnel hareketine göre yenilemek zorundadır. Bunu programına güvensizlik içinde yürütmesi de mümkün değildir. Yürümez. Güvenmek demek kutsal kitap konumuna indirgemek değil onun bilimsel somut çözüm yöntemini kavramak demektir.
Programa olan güvensizliğin nedeni olarak Türkiye Marksizm’i açısından iki temel Önerme bulunur:
Birincisi feodalizmin olup olmadığı tartışması ikincisi buna ek olarak egemen sınıfların niteliğidir. Burada bu iki tartışmanın sonucu olarak ise mücadele yöntemleri belirlenir. Sınıf tahlilinin ve üretim tarzının mekanik uygulanma biçimi üzerinden matematiksel bir mantık ile mücadele araçları seçilir.
Feodalizm konusunda en eski değerlendirme biçimi kırsal nüfusun şehir nüfusu ile oranı karşılaştırılması ile elde edilen oranın, şehir nüfusu kapitalizmi, kır nüfusu da feodalizmi niteliyor sanılıyor, projeksiyon olarak da emperyalist kapitalist ülke verileri kullanılıyor. Bunun daha gelişmiş biçimleri de kullanılıyor günümüzde; bu projeksiyon sabit kalırken nüfusu oluşturan üretici güçlerin üretim araçları olarak da irdelenmesi yapılmaktadır. Eğer üretim araçları üretim tarzının belirlenmesi için tek biçim ise bu her üretim aracı belirli bir ekonomik kategoriyi yansıtıyor demektir. Ancak bu tarihsiz bakış açısı belirli bir üretici güçler toplumunu ele almaya başladığında ırksal dinsel kültürel farklar bulmakla kalmaz aynı zamanda farklı tarzlarda yaşadıklarını bu yaşam tarzı farklılıklarını üretim ilişkilerine yansıttıklarını görür. İlişkilerin gelişmesi ile farklar azalma eğilimi gösterse de düşünüş yaşayış tarzı ya yıkılır ya da kendini üretim ilişkileri içine gömer. Bu tamamen koşullara bağlıdır. Eski yaşayış tarzının mevcut maddi üretim sürecine gömmesi toplumun (sınıf ve katmanların) tarihte neyi yadsıdığı ya da içselleştirdiği tamamen sınıfların çıkar ilişkilerini nasıl ifade ettiğini gösterir.
Bu karışıkmış gibi görünen ve gerçekten de karışık olan şey hareketin kendisidir. Belirli ve kararlı şey arayanlardaki mantık kararlı ve belirli şeyleri sıkı sıkıya tutar. Üretici güçlerin ekonomik kategorilerini birbiri sıra birbiri ardında izler. Ancak bunu tarihin genel açıklaması içinde tüm toplumlar ve tarih için genişlettiğinde nesnelliğini yitirir. Hem yan yana hem ardı sıra hem iç içe hem yalıtık biçimleri hem de aynı toplumda, tarihinde hem yanı başında ki toplumda günümüzde bulur ve bilinci afallar kalır. Bizim düşünüş tarzımızda ise şekilleniş gereği sürekli mutlak doğruyu bulma eğiliminde olduğundan dolayı (çünkü öyle eğitildik) Diyalektik Tarihsel Materyalist anlayışını da kendimize benzetir mutlaklaştırırız. Onun bilimselliğini kendi şekillenmemize uydurur ve sınırlandırırız.
Örnek olarak şunu verelim feodalizm ’in, “kendi kendine yeten kapalı üretim biçimidir” tanımlaması hareketten yoksun hale böyle gelir. Eğer yeryüzünde bu tanıma uygun bir ekonomik kategori bulamıyorsanız onun yokluğu anlamına gelecektir. Bu bakış açısına göre Hindistan köylüleri kendi aralarında kapitalist ilişkileri yaşıyor olur.
Ya da “feodal emperyalist” bir ülke mümkün olamaz, Mao Japonya’yı bu şekilde tanımladığı için ‘saçmalamış’ olur. Feodal emperyalist tanımını Stalin yoldaş da kullanmıştı. Ne saçma şey değil mi? Hem feodal olacak hem de emperyalist?
Belirli bir toplumdaki üretim ilişkilerinin açıklanması için “ekonomik kategori belirleyicidir” yanılsaması üzerine yazışmalarda Engels bu suçun kendilerinde olduğunu söylüyordu. Ancak bunun bir zorunluluk olduğunu da belirterek. Burada ekonomik yönün aktif yönü eninde sonunda kendini ortaya koyacağını söylemek bunun her toplum için zorunlu olduğu anlamına gelmediğini belirtiyordu.
Şöyle ki ekonomik kategori üretim araçlarının ürünü ise saban=feodalizm, makine =Kapitalizm ise üretim araçlarında yeni bir gelişme olmadan yeni bir ekonomik kategori (sosyalizm, komünizm) olanaksızdır.
Bu yöntem ne Kapital i ne de onun yönteminin zerre kadar anlaşılmadığını gösterir. Kuran’ı hatim edip ne yazdığını anlatamayan dindarın benzeri bu kafalar, makineli üretimin üzerinde yükseldiği tarihi ve aldığı biçimi ayırt edebilmesi de mümkün değildir. Üretici güçlerin, İdari kültürel dinsel ulusal siyasi tarihlerinin, yaşamdan ne anladıklarının, hangi düşünüş ve yaşayış tarzını ne zaman hangi koşullarda terk edeceği bir formülasyon içermiyor. Eninde sonunda kendini ortaya koyacak ama ne zaman?
İşte KAYPAKKAYA dan günümüze kadar ki sapmaların hepsi yeşereceği yumuşak zemini bulduğu zaman, Emperyalistler ve kapitalistlerin topyekûn silahlı halk savaşının geçersiz olduğunu ‘silah bırakmalar ‘ile toplu katliamlarla imha ettiği zaman. Sınıfların ‘kentlere yığıldığı ‘kentlerden kentlere sürüldüğü zaman. Okumak için çok zaman bulan ukala aydınların yol göstericiliği peşine takılmayan ne okumaya nede yaşadığı hayata eleştiri yöneltmeyi dahi düşünemeyecek kadar sömürüye tabi olan, ezildikçe tarihin sayfalarına kutsal kitap sayfalarına sarılan proletaryanın tutumu. Tarihin sayfalarından devrimci proletaryayı çıkarsak ta ülkemizde devrim yapsa diye bekleyen devrimciliğin KAYPAKKAYA dan beri aldığı tutum.
- Bilimsel yöntemi deneye indirgemek: devrimci mücadeleyi bireysel örgütsel Sınırlar içinde dar bir alana hapsetmek demektir. Belirli ve sınırları içinde doğru ya da yanlış olabilecek sonuçlar ile elde edilmiş, verileri genel duruma yükseltmek şeklinde kendini gösteriyor. Deney tek öğrenme biçimi ise tecrübe deneylerin toplamıdır. Burada konu toplumsal bir deney olduğu için deneyi yapan deneye katılarak bir parçası haline geliyor, deneyin başarılı olup olmaması üzerinde doğrudan ya da dolaylı olarak katılmasını da içeriyor. Deneye ne kadar etki kattığını önemsemiyoruz burada, önemli olan deneyin sonucuna etki ettiğidir.
Seçim süreci içerisinde boykot karşıtlığı, kendini geçmiş boykot deneyimlerinden çıkardığı etkisizlik sonucuna göre, bu tavrın deneysel olarak başarısız bir tavır olduğunu öne sürüyor. Bunu açıkça yapamadığı yerde ise KUH imdadına yetişiyor.
Biz konuyu aynı anlamda başka deneylerde gözlemleyelim.
Yasal mücadele alanında devrimci yasal parti çalışmalarının geçmişte yapıldığını ve bu yasal alanda sadece devrimci parti çalışmaları değil birçok örgütlenme yapıldığını görüyoruz. Geçmişte Tip vb. Biz deney açısından tarihi değerlendirmeye başladığımızda, bu mücadele biçimlerinin de bir tecrübe yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Tecrübe sonucunda yasal parti ve çalışmalarının başarısız olduğunu bu nedenle yasal çalışmanın (stratejik ya da taktik olması şimdilik konumuz değil) mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Ama bu hiç bir şekilde yasal mücadele yönteminin yanlış olduğunu tanıtlamaz!
Aynı deneyciliği askeri alanda değerlendirelim.
Düşman askeri alanda güçlü, geçmiş deneyimlerin ışığında, verdiğimiz kayıpların yarattığı duyguyla askeri mücadele yönteminde belirli bir aşama kaydedemediğimiz için genel olarak askeri mücadele özel olarak gerilla savaşı geçersizdir. Neden mi tecrübelerimiz bunu gösteriyor. Yöntemin yanlış olduğu burada da tanıtlanmaz!
Bu deney ve tecrübe zaten sizin de öznesi olduğunuz bir süreçler toplamının ürünüdür. Doğal olarak bu nokta da deneyin başarısı ya da başarısızlığı üzerinde az ya da çok etkilisiniz. Tarihsel başarısızlıkların (özel ya da genel olup olmaması bizi ilgilendirmiyor) gerçek nedenleri süreçte izlenen metodun yanlışlığını içeriyorsa sizi de şu veya bu oranda mutlak içeriyordur. Süreçten kendini soyutlamak için metodu göstermek deneyciyi kurtarmaz ama gizlenmek için güzel bir kovuk olur. MLM yöntemi önce deneye sonra tecrübeye indirgemek en sonunda toplumsal yasaların reddine, ‘kararsızlık ‘ belirsizlik ‘ (hareket demek bu hareketin reddine) ve bilinemezciliğe götürür. Bir savaşı kaybetmek bir yöntemin yanlışlığını dışa vuruyorsa hiç savaş alanına çıkmamayı zorunlu kılar. Ama savaş alanına girmiş olmak zaten bir taraf için kazanma diğer taraf için yenilgidir. Biz yenilginin sebeplerini savaşa katılma da bulduysak, doğru bir tespit yapmış oluyor muyuz? Bu metot, neden başarısız olduğumuzu bize tanıtlamaz. Sadece, Savaşın yasalarını kavrayamadığımızı düşmanın ise kavrandığını gösterir.
Bu nedenle boykot tavrını yadsımadan önce çürütmek gerekiyor. Yadsıdıktan sonra değil. Çürütmeyi tarihsel pratikten seçmecilik ile yaptığımız takdirde hegel i çağırmamamızın yeridir:
Yeryüzünde hiçbir fikir yoktur ki kendine Dayanak bulamasın.
İşte deneyci tarihsel öz eleştiri vermemek adına böyle bir yol izler bizi de aynı yere çağırır. Öz eleştiriden kim korkar? Komünist olmayanlar
- Taktik ve Stratejiyi eğip bükmek: Burada ayrı ayrı tanımlara girmeyeceğim. Okuyucunun bu iki kavramın anlamını bildiğini varsayıyorum. Partinin Stratejisini bilmeyen yoktur. Nedir KAYPAKKAYA programının Stratejisi?
......
...
Lenin Materyalizm ve Ampiryokritizm de şöyle yazıyor :’Bir tanım vermek ne demektir? Her şeyden önce, verilen bir kavramı, daha kapsamlı bir kavrama götürmek demektir. Örneğin şöyle bir tanımı getirdiğim zaman: eşek bir hayvandır dediğimde, “eşek “kavramını daha kapsamlı bir kavrama götürüyorum demektir.
Taktik de daha üst bir kavram olan stratejiye (daha kapsamlı) ulaşmamızı sağlamalı. Eğer kavram daha kapsamlı bir kavrama ulaşmıyor ya da onunla çatışıyor ise bir sorun var demektir. Yani taktik olarak seçimlerde HDP’de somutlaşan destek, stratejik hedefin iç kümesi olmalıdır. Şöyle ki Kürt Ulusal Hareketini desteklemek aynı zamanda proletaryayı desteklemenin bir alt biçimi olmalıdır. Tam tersi değil. Bu ise politika da ezilen sınıflardaki gerici çizginin zayıflatılması demektir. Bu ezen ulus milliyetçiliğinin ezilenlerdeki biçimleriyle mücadele etmek diğeri onları DHD içine çekmek demektir. Bu görev kimindir? Tabi ki Türkiye devrimci mücadelesini üstlenenlerin. Peki, bu asli stratejik görevi ihmal edenler kimlerdir. Bugünü fırsata çevirenler. Ne diyor bu çizgi. AKP gericiliğine karşı HDP. Ya da arı kovanına çomak sokan kız ‘ı oynamak. Bu lafazanlar bugüne kadar stratejik olan hedeflerden halk ordusunu oluşturma görevi için hangi çalışmaları yapmışlardır. Hangi araçları oluşturmuş, kaç çağrı yapmıştır. Kendileri bu alanda hangi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Kendi ayakları nereye gidiyorsa kitleyi de oraya çağırmayı iyi beceren bu zavallılar şimdi de doğru politika diye aynı ayakları izlememizi söylüyorlar. Buna aldanmanın zemini geniştir tüm sapmalar aynı yerde toplanıyor toplanmasına ama kaygan olduğunu unutuyor.
- Ülkemizin özgüllüğü sorunu, Maoizmin Çin Sınırlarına hapsedilmesi: Ülkemizin özgüllüğü demek, sınıfların niteliği ile belirlenen mücadele tarzının belirlenmesi demektir. Ancak mücadele tarzını belirlerken izlediği yol KAYPAKKAYA da doğru bir biçimde ortaya konulurken öznelerce bilince ters yansımasından ibarettir. Maoizmi, Feodal ya da yarı feodal bir ülkeye indirgemek Maoizmi ret etmek demektir. Maoizm, işçi sınıfının zayıf olduğu, hiç olmadığı ya da İktidarı feth etmek için gerekli büyüklüğü sağlayamadığı koşullar da mevcut müttefik sınıfların işçi sınıfı çıkarlarına bağının kurulması, desteğini alması demektir.
Bu ezilen bir ulusun veya inancın taleplerini proletaryanın sağlayabileceğini söylemektir. Ama neden proletarya? Başka sınıf veya katman da bu özgürlük ve hakları sağlayamaz mı sorusunu sormamız gerekir. Burjuva demokratik devrimleri deneyimlemiş toplumlar da bu iki sorunu burjuva sınıfları çözümlemişti. Peki yüzüncü kuruluş tarihine hazırlanan bizim burjuva sınıflarımız bu sorunu neden çözümlemedi yada neden çözümleyemez.?
Çünkü bizim burjuva sınıflarımızın niteliği bu sorunların çözümünü içinde barındırmaz. Niteliği Kompradordur. Bu iç te demokratik bir zeminin değil faşizmin, dışta bağımsızlığın değil emperyalistlerle olan bağımlılığın sonucudur. Demokratik zemin ezilenler için çeşitli hak ve özgürlükleri sadece sağlamaz burjuvazinin de serbestçe gelişmesini sağlar. Ve Komprador niteliği bu sınıflar için içselleşmiş tarihsel bir olgudur. Bu Komprador sınıflar ister bir bütün kütle oluşturmuş görünsün (tekel) gibi, ister rekabete girsin, ister birbirini yutsun, ister çoğunluk çoğulculuk üzerinden parlamenter hükümet biçiminde görünsün, ister askeri faşist biçime (gerçek şekli budur) girsin, ister tek kişi otokrasi, oligarşi biçimine bürünsün, onun tüm tanımları bir üst tanım olan Komprador geniş tanımına ulaşır. Tanım burada da kalmaz bir üst tanımı işaret eder. Bağlaşıklığından kurtulmuş bir burjuvaziyi işaret eder. Buda burjuva demokratik devrimlerin burjuvazidir. Ancak tamamlanmamış ve tamamlanmadığı için de (KAYPAKKAYA Kemalizm i tahlil ederken onun şahsında simgeleşen Komprador, ticaret, tefeci sermayenin ve büyük toprak sahiplerinin bu yolu nasıl baltaladığı ve gasp ettiğini gösteriyordu.) KAYPAKKAYA, bu sınıflarca gerçekleştirilemeyeceğini, bu görevin ülkemiz Türk Kürt ve çeşitli milliyet ve inançlardan halkımızca gerçekleştirilebilecek nesnel bir olgu olduğunu, ezilen sınıflardaki bu özlemlerin Maoizm bilimiyle kuşanmış silahlı halk gerçeğine dayanan ordusu ile gerçekleştirilebileceğini, bu çelişkiyi içinde barındırdığı için, programın stratejisi olarak somutlamıştı. Yoksa genç bir devrimcinin kuruntuları olduğu için değil.!
Maoizmi kent ve kır nüfusu sananlar, Maoizmi feodalizm Kapitalizm üretim biçimine indirgeyenler, Diyalektik Tarihsel Materyalist dünya görüşünü bir gram dahi anlamadıklarını ispat etmek dışında başka hiçbir şeyi tanıtlayamazlar.
Şöyle ki: Marx üretim tekniğin de her ilerleme yedek işçi ordusunu genişleteceğini söyler, bugün sanayi 4.0 denen makinelerin birbiri ile iletişim kurduğu, koşullar da işçi sınıfının da büyümekle beraber üretici güçler içinde İktidarı tek başına ele geçirme, onu ayakta tutacak niceliği görece kısaltmaktadır. Bu ücretli yığınların büyüdüğü, kafa emeği ile kol emeği arasında ki açının genişlediği, sınıfların katmanlarının çoğaldığı ve işçi sınıfının diğer ezilen sınıf ve katmanlarının desteği olmadan İktidarı ele geçirmeyeceği, geçirse dahi bu sınıf ve katmanların desteği olmadan iktidarını koruyamacağı anlamına gelir. Ancak bu iktidarın hangi sınıf ve müttefiklerince kurulacağını da önseller. KAYPAKKAYA programını tanıtlarken 72 koşullarına göre tanıtlamaz. Sınıfların niteliklerine gelişimine ve iktidarın proletarya çıkarına nasıl kurulacağını nesnel gerçekliğine dayandırır. Ülkemiz proletaryasının zayıflığı, sınıf bilincine uzaklığı onun ağır ve geriden gelen üretim ilişkilerinin sonucu olan bilincinde ki gelişmenin de uzun bir süreci kapsadığını, askeri faşist gerici bir orduya karşı askeri bir proletarya ordusunun kurulması oluşturulmasının da uzun bir süreç olduğunu Maoizm biliminindi bu nesnel gerçeklere dayandığını 72 de biliyordu. Ancak düşman anladı. Bizim çok gelişmiş Komünistlerimiz hala anlayamadı.
Proletaryanın göreli olarak üretici güçlerin büyük çoğunluğunu oluşturmadığı, oluşturamadığı, coğrafi yapısının ordu kurmak için elverişli olduğu, savaşı pratikte yürütebileceği, ikmal vb. İhtiyaçlarını karşılayabileceği, kırsal nüfusu olup olmasın (bu sadece ikmal için aktif yöndür, günümüz koşullarında başka yollarla da giderilebilir) sadece Çin için değil sadece Türkiye için değil dünyanın büyük çoğunluğu içinde proletaryanın bilimidir.
Maoizmin temeli köylülüğün varlığı yokluğu ilişkisi değildir. Kent kır nüfusu oranında kır nüfusunun çoğunluğu oluşturması hiç değildir. Maoizm proletaryanın tek başına iktidar olmak için nitelik ve nicelik olarak belirli bir büyüklüğü oluşturamadığı ve bu nedenlerle müttefik sınıfları bu mücadeleye çektiği, proletaryanın tek başına diktatörlüğünü oluşturabileceği nesnel üretici güçleri proletaryanın lehine çoğaltabilmenin, halkların demokratik hak ve özgürlükleri sorununu çözümleyebileceği, ülkemiz için iki gericiliğin yani Emperyalizm ile bağın koparılması, Komprador sınıfların ezilmesi demektir. Ve en önemlisi bu amaç için araçların yaratılması bilimidir. Ancak bununla da sınırlı değil.
Bir üretici güçler toplumunda işçi sınıfı niteliği ve niceliği tek başına iktidar olmak için yeterli bir büyüklüğü temsil edemiyorsa, bir nicel büyüklüğün oluşmasını bekleyecek miyiz yoksa elimizdeki işçi sınıfını ve müttefik sınıfları örgütlenip İktidarı ele geçirecek miyiz?
Bekle gör siyaseti pratikte bir hareketsizlik değildir. O üretici güçlerin proletaryayı büyütme geliştirme süreçlerini bekleme siyasetidir. Yani bir yandan ‘proletarya diktatörlüğü ‘diye bas bas bağırmak, bir yandan onun nesnel koşullarını beklemek demektir. Bu küçük burjuvazinin yaşam biçiminden düşünce dünyasına uzanan yoldur. Nesnel gerçekleri sezgiler ve duygularıyla ‘bir dünya ‘ tasarlar. Nesneli bozuk olarak duyumsayıp deneyler, Diyalektik Tarihsel Materyalist yöntemi de hareketin alt biçimlerine indirger.
Şöyle ki: Engels doğanın diyalektiğinde hareket yani maddenin hareketi hareket biçimleri geliştiği oranda üst biçimler alt biçimi içerir ama ona inmez der. Bu ne demektir? Bu MARX’a baktığınızda bir Lenin bir Mao bulamayacağınız anlamına gelir Ancak bir Lenin e baktığınız da hareketin Marx ı içerdiğini ama asla alt biçime indirgenemeyeceğini, aynı şey Mao içinde geçerlidir. Çünkü hareket ezilen sınıflar için Marx ta bilimin üretilmesi Lenin de nesnel dünya da gerçek ile sınanması, Mao da Proletaryanın doğmuş olmasına karşılık üretici güçler içinde çok küçük bir alan kaplamasına rağmen en etkili güç olmasını sağlamanın (Mao seçme eserler de 1937 verilerine göre 450. 000.000 milyon nüfusta sadece 2.000.000 milyon işçinin bulunduğunu söylüyordu. İşçi sınıfı çok azdı.) yoludur. İki milyon işçi öyle bir komünist partisi yarattı ki ezilen sınıfların büyük bir çoğunluğunu kendi sınıf siyasetinin etrafında toplayabildi. Hareket bir üst biçime eriştikten sonra hayli hayli hayli alt biçimleri içerir. İnsan bedeni fiziksel, kimyasal, moleküler hareketleri aynı anda gösterebiliyor, hemde maddenin en yüksek biçimi olan düşünceyi de gösteriyor. Bu maddenin hareketlerinin birliğine insan diyoruz. İnsanı bilinçli maddesinden ayırdığımız zaman bir önceki hareket birliğine hayvanlar dünyasına iniyoruz, organik birliğinden ayırınca ise inorganik maddelerin hareketine iniyoruz, BASİT hareketten KARMAŞIK harekete, bilinçli maddenin hareketin yasaları gereği bir zorunluluk olduğunu aynı zamanda uzayın ve zamanın belirli bir yerinde var olmasını da bir rastlantı olduğunu biliyoruz.
Bu birikim ve ilerlemeyi ekonomi politikte Marx şöyle uygulanmıştı. Artı değer teorisinde kapitalist tek tek işçiye emeğinin karşılığı olarak belirli bir ücret verir bu emeğini satan için emeğinin karşılığı olarak ödenmiş bir değer olarak görünür. Tek tek her işçiye verilen bu ücret ile işçilerin elbirliğinden doğan üretici güç için kapitalistin hiçbir karşılık vermediği söyler. Aynı metanın üretiminde tek tek işçi de başlayıp ve son olarak onda bittiği koşullarda (zanaatçının üretiminde olduğu gibi), işin belirli kısımların bölünmesi ile her işçinin metanın üretiminde belirli bir işi yapması sonucu (fabrikada olduğu gibi) üretilen metaların kütlesinde ki muazzam büyümeyi hareketin bir üst biçime çıktığını göstermesi açısından üretici güçlerde ki bu sıçramayı tanıtlamıştı.
Maddenin alt biçimlerden üst biçimlere hareketi doğada nasıl bir ilerleme gösteriyorsa bilinçli madde de aynı hareketin yasalarına tabidir. Düşünce tarihindeki bu ilerleme doğa filozoflarından Marx a kadar Diyalektik Tarihsel Materyalist Yöntemin oluşma süreci ise Marx ve Engels ten Lenin ve Stalin e ve oradan Mao ya ilerleme de bu yöntemin gelişme tarihini oluşturur. Lenin e Stalin e ya da Mao ya baktığımızda eğer Marx ı ya da Engels i arıyorsak nicel olarak her zaman daha az miktarda Marx ve Engels bulacağımız hareketin yasaları kadar kesindir. Ancak yöntemi arıyorsak onun gelişip derinleştiğini alt hareketlerin nicel ve nitel olarak ilerlerken bu hareketlerin birliğini(oranları konusunda ayrıma girmek insanın ne kadar fiziksel ne kadar kimyasal ne kadar düşünsel hareket yaptığını bu hareketlerin ne kadarının mekaniğe, ısıya, elektriğe dönüştüğünü belirlemek gibi bir anlamı olurdu) bir üst harekette kendini ifade ettiğini görürüz. Eğer Lenin ya da Mao da Marx ve Engels i arıyorsak hareketin belirli kısımlarını buluruz, buda Lenin veya Mao daki Marx veya Engels miktarını gösterir bize ama ancak bu bakış açısı da yetmez onu hareketten soyutladığımızda eski biçimiyle arıyor olduğumuzu yeni biçimindeki değişikler yüzünden onu göremeyeceğimizi söyler. 1900 lü yıllarda ki bir araba motoruna bakıp günümüz araba motoru ile arasındaki fark kadar malzeme ve biçim farkları oluştuğundan günümüz motoruna bakıp o eski motora benzemediğini söylemek ne kadar nesnel bir gerçek ise Marx ile Lenin, Lenin ile Mao arasındaki fark ta o kadar gerçektir. Dogmatizm bizde o eski motoru günümüz arabasına monte etme biçiminde kendini gösterir. Ülkemiz Marksizm’i düşünce dünyasından bulduğu parçaları bugünün hareketine uydurmaya çalışıyor, uymadığı içinde parçayı uyacak şekilde deforme ediyor, bize de deforme ettiği parçayı göstererek (yuvanın biçimine soktu çünkü) kendi aldanmışlığı ne eski parçaya hareket kazandırıyor ne de yeni olana. Bizi de parça üzerinden değil bütün üzerinden eleştirmesi gerekiyor. Yani Marx ve Engels ten Lenin ve Stalin e ve oradan Mao ya ilerleyen bilimi savunup uygulamaya çalıştığımız için suçluyorlar. Aracın eskidiğini söylüyorlar, ama bize bir üst biçimi sunmadan yapıyorlar.
Peki, bu aracın eskidiğini bu Dogmatizm, reformizm, idealizm batağına batmış dostlarımız dışında kimler söylüyor: Emperyalistler, kapitalistler ve her türden gericiler. Marx kapitalistler ne söylüyorsa tersini yap der, bizde onu yapıyoruz. Maoizmin izm olmadığını kimler söylüyor ise Maoizmin Mao Zedong düşüncesi olduğunu kimler söylüyor ise Maoizm i Maoculuk olduğunu kimler söylüyor ise biz proletaryanın çıkarlarını savunmayı buradan ölçüyoruz. Sınıfa yakınlığını buradan anlıyoruz. Çünkü bilimi ne kadar kavrandığını kavramlarla bu şekilde yansıtıyor.
- Silahlı mücadele ve özel biçim olarak uzatmalı halk savaşı metodunun eskiliği yeniliği:
Ezilen sınıfların mücadele alanları nelerdir?
İdari mücadele, ekonomik mücadele, politik mücadele, askeri mücadele vd.
Hareket bu mücadele biçimlerini bir yerde ve zamanda öne çıkarabilir geriye itebilir, ancak konu askeri mücadeleye gelince diğer mücadele yöntemlerinden nitelik ve nicelik olarak ayrılır. Bu mücadele yöntemleri Ne Rusya da Lenin tarafından yapılması ile nede Mao tarafından Çin’de yapılması ile nesnel bir varlık kazanmaz, bu belirli bir üretici güçler toplamında ki sınıf karşıtlarının mücadele alanındaki araç gereç ve donanımları ile belirlenir. Bu mücadele yöntemlerinin nitelik farkı karşıt sınıfların savaşımı nerede kazanıp nerede kaybedeceği her mücadele yönteminin yasaları ile belirlenir. Nihayet bu savaşımların başarısı da kendi içinde sınırlıdır. Bu mücadele yöntemlerinden hangisi ile olursa olsun gelecek olan başarı kendisini iktidar olma ile gösterse dahi ayakta durması askeri biçimin güçlülüğüne bağlıdır. Bunun ifadesi (Proletaryanın Diktatörlüğüdür) .Diktatörlük tanımlama gereği doğrudan ya da dolaylı olarak devrimci zoru hayli hayli içerir. Ülkemizde silahlı mücadeleyi savunan güçlü bir birikim var. Var olmasına varda bu mücadele yöntemini nesnel gerçeğe uygun olarak nitelik ve niceliğini nasıl belirleyeceğiz. Sorun burada, kafamızı kitaplardan kaldıralım beyler, Egemen sınıfların niteliğine ve savaş araç ve gereçlerine savaşı nerede ve nasıl yürüttüğüne bakalım. Asker polis vd. Unsurları ile bir milyon kişilik nitelikli genç eğitimli savaş konusunda araç ve gereçleri olan bir kütle var, bunun arkasında emperyalistler tarafından sağlanabilecek yedeklikler var. Bu kütleyi yenmekten bahsettiğimiz anda tahta bir silah hiçbir şey gibi görünür ama o bir şeydir. Bir ordunun kurulması için kıvılcımdır. Bir ordu demek sadece bir kütle de değildir, erler, onbaşılar, subaylar, generaller, doktorlar, mühendisler, aşçılar, terziler demektir, bir ordu demek tabanca tüfek demek değildir, tanklar füzeler uçaklar gemiler demektir. Bir ordu demek bunların bir Birliği de değildir, Savaşın yasalarını kavramış bilim demektir. Sadece bu bilimde demek değildir. Bu bilimi proletaryanın çıkarlarına göre uygulamak demektir. Eğer bu şeylerin birliğini oluşturabileceğini söyleyen varsa nerede nasıl oluşturacağını sormamız gerekir. (Ne zaman sorusu en saçma sorudur çünkü bu bir oluşum sürecidir.) Kürt Ulusal Hareketi dahi ordu biçimine geçemedi. Uzatmalı savaş Kürt Ulusal Hareketinde belirli bir ilerleme sağlayabiliyorsa Maoizm biliminin ışığında Proletarya için parça parça iktidar demektir. Eğer savaş aygıtı ulusal sınırlarını birliğe ya da sınıfsal alana genişletebilmiş olsa ordulaşması da düşmanı yenmesi de mümkün olurdu. Aktif savunmadan saldırıya geçer olurdu.
Ama bugün bu genişlik ve derinliğe ulaşamaması başka bir şeye dönüşüyor, geri çekilmeye. Dünyadaki ideolojik gerilemeyi yavaşlatan şey dağda yanan ateştir. Ülkemiz kırlarında yakılan ateşi küçük görenler, eski görenler teoride bodoslama duvara toslamıyorsa hala kırda ateş yandığındandır. O ateşin sönmesi için karşıt sınıflar ne yapıyor bir bakın. Bizim bilimimizi anlayamıyor olmanız bir sorundur. Yöntemin bilimselliğini anlayamıyor olabilirsiniz ama düşmana bakın. Neye nerede saldırıyor nereyi nerede açıyor ya da kapıyor? Ve sizler nereye gidiyorsunuz?
Bir bakın. Kafanızı kaldırın dostlar yoldaşlar. Ateş hepimizi çağırıyor.
- Eleştiri ve Özeleştirinin eğilip bükülmesi:
MLM lerin özellikle eleştiri-özeleştiri denildiğinde sergilediği ilk biçim, pratik eleştiri-özeleştiridir. Bu ilk biçimden sonra buna dayanarak Düşünsel ve sınıfsal elbise giydirme işi de yapıldı mı eleştiri son biçimini almış olur. 94 ayrılığının taraflarından birinin pratik hatasını diğerinin pratik hatası karşılamıştı, hemen ardından gök süreci de pratikte ki hatalar zincirini kendine zemin yapması, yöntemin içimizde ne kadar derinlere kök saldığını gösterir. Son ayrılık ta bu yöntemin ürünüdür. Pratik hata ne kadar eleştiri ve Özeleştiriye tabi olsa da hatanın kökeni teorik ideolojik politik Eksiklikler, yetersizlikler ve en önemlisi sınıf bilincine uzaklığın ifadesi olan MLM biliminin yönteminin kavranma eksikliğidir. İdeolojik sapmalar pratikteki hataların önseli ise ideolojik alanda çürütme ve tanıtlama da zorunludur. Engels in Anti Duhring nasıl bir ihtiyaçtan doğduysa Lenin in Materyalizm ve Ampiryokritizm mi de aynı ihtiyacın bütünlüklü ürünleridir. Buna Stalin in 16 ciltlik eseri de eklenmelidir. Bir teorinin sınama tahtası her ne kadar pratik olduğu genel bir kabul olsa da her şeyi deneye indirgemek de anti bilimselliğin başka bir biçimidir. Marxın işçi sınıfı bilimini bütünleyip tanıtladığı alan felsefe, ekonomi politik, Engels te doğa Bilimlerinin hepsi düşünce alanında yürütülmüştür günümüze kadar ki ilerlemeler çürütmek bir yana tam tersi onları sürekli doğrulamıştır.
Eleştirinin bizdeki eksik kavranışı pratiğin belirli bir alana sıkıştırılması, içsel çelişkiler olarak değil dışsal bir sorun gibi yaşanmasına neden oluyor. Ve çelişki en sonunda kendini içeri de değil dışarı da ortaya koyduğunda eleştiri ve özeleştiri süreci döngüsünü tamamlamış oluyor. Bu yöntem eleştiri-özeleştiri diyalektiğinin ilk biçimidir. Bu yöntemin taraflar için belirgin özelliği, tarafların pratiğinin birbirlerine göre doğruluğu ya da yanlışlığının ispatı için kullanılıyor olmasıdır. Bu her iki pratiğin ortak özelliğidir. Bu eleştiri-özeleştiri, şeylerin oluşma ve gelişme süreçlerini kendi varlığı dışında göstermesi açısından şeylerle olan diyalektik bağını koparması ile ayrılır. Çelişki bir kere açığa çıkıp gerçekliğini görünür kıldıktan sonra onu tarihsel gelişimi içinde gözlemlemediği için, ona artık bir sübjektif tarih yazma imkânı doğmuş oluyor. Tarafların nasıl bir tarih yazdığını yöntem belirler. Bu yöntemin özelliği toplayıcı iyileştirici ya da klasik söylemle yapıcı olmamasını kendisini ürününde somutlar. Ürün daha küçük, daha çok yıpranmış, yeteneklerinin bazılarını kaybetmiş olarak taraflarda somutlaşır. Örneğin Parti içi ayrılıkların ya da anti İbrahimciliğin kaynağı yarı – feodalizm tartışmaları olmuştur. Taraflardan bir yanı feodalizmin olmadığını, geçerliliğini yitirdiğini iddia ederken diğer taraf bunun ülkemizdeki nesnel varlığını görünür kılamamıştır. Bunun temeli ideolojik yetersizliktir.(Bırakın kır kent nüfusunu, bırakın saban traktör sayısını, ülkemizin işçi ve emekçileri her bir dolar için 4 ya da 5 kat emek gücü sarf etmesi angarya mıdır göreli artı değer midir yoksa mutlak artı değer midir?
Bu sömürü tipinin ekonomik kategorisinin üretici güçlerin hangi teknik ile üretim yaptığıyla ya da nasıl dağıldığı ile ilgilenmediğini, neden ilgilenmediğini açıklasın. Bu sömürü tipinin ürün, meta, meta para olup olmaması sömürü tipi üzerinde ne tür değişikler yaptığını göstersin. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze bu angarya ortadan kalkmış mıdır ki Kaypakkaya çizgisi eskimiş olsun. Sömürü tipinin para biçiminde görünmesi sömürünün türünü değiştiriyor mu? Feodal devletler kendine bağladığı halkları artık ürünle mi sadece bağladı hiç para biçiminde kendine bağlamadı mı?)
Bu yöntemin ikinci biçimi eleştiri-özeleştiri diyalektiğinde kendine tek yanlı pay biçerek ideolojik dürüstlük taslamasıdır. Yapmamalıydık ama oldu, önceden öngörmüştük vb. Savunmalar geliştirmesi ile kendini gösteriyor. Ama bu soruna karşı yetersizliği gidermiyor. Bu İki tek yanlılığın birlikteliği, ikizlerin fizyolojik benzerliği gibidir. Özleri aynıdır, sadece küçük fizyolojik değişikler içerir.
Bu iki yöntemin eksikliği şudur: iki olasılığı dışlar, birincisi ikisinin de doğru olma durumunu ikincisinde ikisinin de yanlış olmasını.
Bu iki yöntemin eksikliği çok yönlülüğü yadsımasıdır. Her şeyi ya kendi ile başlatır bitirir ya da karşı tarafla başlar bitirir. Durum her iki durumda da taraflar açısından değişmez. Tek yanlılık her yerinden sızar.
Eleştiri-özeleştiri diyalektiğinde bu iki yöntemin diğer bir ortak özelliği hareketten kendini soyutlaması ile kendini gösterir. Anlatım şeyin donmuş biçimini ya da donmuş şeyin hareketine indirgenir. Hareket, anlatımı güçlendirdiği kadar etkindir ya da hareket tamamen dışlanır. Bu nedenden ötürü içeriği oluşturan özne nesne olaylar daralır. Daralmakla kalmaz, aynı ve birlikte olan hareket ayrı ayrı iki veya daha çok harekete bölünür. Bu bölünme öncesine de uygulanarak birlikte hareket şeffaflaşıp kaybolur. Hareket nesnelliğini böylece yitirir. Sübjektif harekete dönüşür.
Eleştiri-özeleştri diyalektiğinde üçüncü biçim hareketli maddenin nesnelliğidir. Burada öznelerin hareketleri birliğinde ifadesini bulunur. Devrimci olduğu için sadece nicelik olarak büyümez niteliği de geliştirir. Niceliği belirleyen hareketi görünür kılar, tek tek olaylarla ilgilenmez, olgular arasında ki bağı ve birbirine göre birbirleri ile ilişkisi içinde ele alır. Ve yöntem kendisini proletaryanın çıkarları için yeni ve daha üst bir harekette ifade etmesi ile belli olur.
Küçük burjuvazinin genişlediği yerlerde bu sınıfların devlet aygıtını daha etkin şekilde kullanarak idari biçimi düzeltecekleri kuruntusu hiç te yeni bir yöntem değildir. Bu sınıflar devletin nesnel niteliğini kavrayamadıkları için düzene katılarak devrim sorununu eğip bükerler. Devrimin nesnel ihtiyaçları geriye düşer, bu sınıfın duyguları ekonomiye, politikaya, idareye ve askeri mücadeleye şekil verir. Ekonomi de bölüşümü, politikada liberalizm i, idare de yerel yönetimlere katılmayı , askeri mücadele de barışçı mücadele biçimlerini, örgütlenme de yasal alanları kendine seçer. Tüm enerjisini buraya harcar. Neyin üretimini yapıyorsan onun ürününü çoğaltırsın. Sadece çoğaltmazsın, o üretimde yetkinleşir ve uzmanlaşırsın.
Ürün üreticinin tekniğini, bilimini, yetkinliğini yansıtır.
Dep, hep, hadep ve sonunda HDP, bir mücadele yönteminin hem öğrenilmesi hem öğretilmesi hemde belirli bir ustalığın geliştirilmesidir. KUH’nin askeri tarzı olmadan bu pratiğin oluşma ve gelişme süreçleri de olmazdı. Aynı zamanda sistemin belirli ihtiyaçlarını karşılaması, karşıladığı anlamda varlığını sürdürmesi tek yönlü bir ilişkiyi değil, çok yönlü bir ilişkiyi gösterir. Çünkü tek yanlı bir hareket daha gözlenemedi.
Emperyalist ve kapitalist batının Türkiye üzerinde ki taktiği batıya çekmek değil, doğuya itmek üzerine kurulu. Bu taktik Asya kıtasına sızmak için Türkiye açısından batıdan uzaklaşma doğuya yaklaşma anlamını taşıyor. Dış ilişkiler bunun üzerinden şekilleniyor. İçte ise bu pazarlarla oluşacak alt yapılar tamamlanıyor. Zamanında Suriye ye uzanan tren yolları neden yapılmış ise bugünde aynı amaç için Çine kadar uzanan bir tren yolu hattı yapıldı. Bu hatlar Ermenistan ve İran pazarlarına yan bağlantılar ile tamamlandı. (İran ile olan ticaret hacmimiz geçen yıl 10 milyar dolardan 30 milyar dolara çıkarıldı. Aynı zamanda ülkeye giriş yapan en kalabalık turist yine İran tarafından gerçekleştirildi.) Doğalgaz için Tanap ‘a gaz verildi. Avrupa’ya uzanan 2 hattın çalışmaları devam ediyor. Amerika’nın batı ve Doğu emperyalist devletleri ile ana çelişkisi enerji üzerinde yürüyor. Doğalgazın girdiği her alan Amerika’nın pazarının daralması anlamını taşıyor, bu nedenle Emperyalistler arası gerilimin merkezi İran üzerinden yürüyor. Doğalgaz rezervi en yüksek ülke İran sonra Rusya’dır. KUH’nin üzerinden yürütülen siyasetin birinci yönü Türkiye dışında tutma, Pazar yollarının güvenliğini sağlıyor. Güney Kürdistan ise hem doğu hem batı emperyalist çıkarları doğrultusunda KUH’nin daraltılıp, askeri biçimini kaybetmesi için mücadele yürütülüyor. Suriye sınırına yapılan duvar tamamlandı. Koridor hem uzatılıyor hem derinleştiriliyor. AKP doğuya açılan kapının anahtarı görevini görüyor. Dini söylemleri doğunun sömürge yarı sömürge halklarına yaklaştırıyor. Önce batı emperyalistlerin sonra kompratorların daha sonra imalat sanayisinin ve ticaretle uğraşan sermayenin ve bu genişlemeden ağzına bir parmak bal çalınan sömürülen işçi köylülerin bağlaşması AKP de sınıf ilişkilerini ifade ediyor. Amerika’nın bu bağlaşma sonucu aleyhine geliştiği her adım, petrol fiyatlarının dalgalanması, Fed ‘in 0,25 baz puanlık faiz artışları , kredi not kuruluşlarının büyüme oranlarını düşürmesi, yatırım yapılabilirlik durumunu durgun yada riskli pozisyona getirmesi gibi tepkilerle görünür hale geliyor. Türkiye bir oraya bir buraya bir şuraya itiliyor yada çekiliyor. Bağımlılık kendini sürekli her yöne kıvırtması ile dışa vuruyor.
İmalat sektöründe yapılan araştırma sonucu imalatçıya “değişmeyen sermaye” ihtiyacını nasıl karşılıyorsunuz sorusuna finansman “sorunumuz “yok cevabı veriliyor. Büyümek için önce pazara (üretilen metaların büyük çoğunluğu iç pazarda tüketiliyor) sonra sonra ucuz iş gücüne ve bürokratik engellerin kaldırılması talep ediliyor. Erdoğan Pazar açıyor Erdoğan ucuz işgücü sağlıyor, Erdoğan bürokratik engelleri KHK ile yada her türlü “hukuksuzluk ” ile sağlıyor. Tek adam olduğu taktirde “hukuk “yapacağının sözünü veriyor.
AKP ve MHP’nin misyonu : 1.İmalat sektörüne yapılan her türlü destek ile meta kütlesini büyümesini sağlamak(Ezilenler açısından mal bolluğu ve ucuzluğu) 2. Sermaye tarafından ücret olarak karşılanması gereken çalışmayan nüfusun beslenmesini Maliyenin üzerine yıkmak (emek gücü harcamadan çalışmayan nüfusa ödenen her türlü para, giyim, kira, bakım yardımları, Ezilenler açısından AKP’nin asıl anlamı bu ) 3. Yine sermaye tarafından ücrete yansıyacak olan kira giderlerinin Toki üzerinden işçi ve emekçilere uzun vadeli borçlar olarak yıkılması, ekonomik bağımlılığın derinleşmesi (ezilenler açısından ev sahibi olma aldatmacası) 4. İki gericiliği (milliyetçilik, dindarlık) besleyerek iş gücü maliyetini düşürmesi (ezilen sınıflar için bir kitap, bir konser, bir sinema etkinliği ve yanında yapılan her türlü harcama ‘gider ‘kalemine yazılır. Bu etkinlikleri yerel yönetimler aracılığı ile yine ve yeniden sermaye üzerinden alıp yine ve yeniden kamu bütçesine yıkmak ve içini kendi politikası ile doldurarak gericiliği ezilen sınıflarda güçlendirmek ) 5. Devrimci ve ilerici tüm güçleri orta sınıfların eskimiş politikası altına yedeklemek(CHP) yada yedeklenmiş gibi göstermek.
CHP’nin misyonu : Yukarıda ki tüm uygulamaları devr almak
HDP’nin misyonu : 1. Devrimci ilerici tüm unsurları silahlı mücadele biçimlerinden uzaklaştırmak, Parlamenter sistemin içine çekmek 2. Küçük burjuvazinin rüyalarına su serpmek 3. Tüm muhalif duyguları pasifize etmek 4. Kürt Ulusal hareketinin askeri alandan tavsiyesinden arta kalan unsurları ‘eritmek ‘ (HDP olmazsa, Askeri yöntemde ısrar edenler KUH’un uzlaşması yada yenilmesi durumunda nerede soluklanacak? İdeolojik olarak gerilla savaşının modası geçiyor değil mi? )
Bu bağlamda HDP’nin baraj altında kalması söylendiği gibi AKP’nin işine yaramıyor. HDP’nin baraj altında kalacağına AKP gerçekten inansa kendisi çalışır. AKP en güçlü rakibini(CHP) zayıflatmak için bu taktiği oynuyor. HDP ye yapılan her saldırı, CHP de oy kaybına sebep oluyor.
Diyelim ki HDP barajın altında kaldı, AKP tek adam rejimini uygulamaya koydu. Parlamenter mücadele zayıflayacak, askeri mücadele güçlenecek. Savaştan kim korkuyor? Bu ülke iç savaşın inişli çıkışlı yolunda gitmiyor mu ki ? İç savaşı derinleştirmek devrimcilerin görevi değil mi? Reformizm ülkemizde iç savaşın kendini daha az hissettirmesinin dışında başka bir anlamı var mı?
Boykot burjuvazinin suçlarına ortak olmama anlamında tek yönüyle bile doğru tutumdur. Yaşlanmış saçlarına ak düşmüş anti Maoizm sırf ömürlerine devrimi sığdıramadılar diye, bu ülkenin ezilen tüm sınıflarının çıkarını kendi yorgunluğuna kurban ediyor.
Yorgunluğu ve gerilemenin nedenlerini nesnel hareketten tarihinden çıkaracağı yerde şişmiş göbeğinden çıkarıyor. Göbek dağda yürümesini engelliyor, düşünce dünyasına şekil veriyor. Geçmişe bakınca her şeyin eskidiğini görüyor. Bilimi kendi ağırlığına kurban ediyor.
Kürt seçmen sorunu : Kürt seçmen kendini ana akım olarak iki parti de ifade ediyor. Biri HDP diğeri AKP. AKP den kayan HDP’ye HDP’den kayan AKP’ye. HDP’den kayan oyların AKP’ye kayması Türkiye devrimci mücadelesi yürüten unsurlarda “ulusların kendi kaderini tayin hakkı “ bağlamında ulusun bu tercihini de destekliyor mu? Ulus yüz yıl önce yaptığı bu bağlaşıklığı tekrar etmekten çekinmez ise ‘ihanet ‘ mi olacak.
İbrahim ulusların kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz desteklemeyi hiçbir zaman söylemedi. Burjuva sorunu dediği bu bağlaşıklığı tekrar sağlamasıdır. Ve bu bağlaşıklık ezilen sınıflar için gericidir. Şeyleri tek yönüyle değerlendirmek idealizmdir dostlar. Ulusun bütünü tam özgürlük için savaşmıyor. Bazı kesimleri karşısında yer alıyor, bazı kesimleri ortada duruyor, bir kesimi savaşı yürütüyor. Ve savaş bilimini Maoizm önderliğinde yürütmüyor. Ezilen uluslar tarihte ilk defa özgürlük mücadelesi de yürütmüyor. Ülkemiz için ilk olması (yaşadığımız dönem için) gözlerimizi alan ışık gibi olmamalı.
Ruhi şekillenişimiz şeyleri olduğundan çok büyük, olduğundan çok küçük gösterme eğiliminde. Ya dev gibidir ya minnacık. Gerçeğe yaklaşmada ki kavramlarımız bu nedenle ‘kesin ‘, ‘doğru’, ‘yanlış ‘tır. Bir uçtan diğer uca gidip gelir. Şeyler hem kendisi hemde karşıtının çelişkisi değil mi?
Mücadeleye duygusal yaklaşmayalım. Yaklaşacaksak eğer :
2002 2017 yılları arasında 20.000 işçi önlenebilir iş kazalarında can verdi !
İş göremezlik raporu alan başhekim onaylı kişi sayısı 2002 – 2014 yılları arasında 15 milyon 519 bin 496 kişi!
Dünya da her yıl 2.3 milyon işçi iş kazalarında ölüyor!
YAŞASIN DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ İÇİN GERİLLA SAVAŞI!
İyi Çalışmalar
Taner Özcan
24 Haziran Seçimleri, Komünistlerin Tutumu

Ülkemizde sınıfların hareketi-tarihsel hareketi- niteliğine ve dünyayla bağlaşıklığına bağlıdır. Duşünce zihinsel aktivitite bu gerçek hayatın yansımaları ile doludur. Cumhuriyet kuruluşunu Komprador sınıfların eğemenliğinde, azınlık ulus ve inançların taleplerini yok sayarak, görünür olduğu yerlerde onu ezerek eğemenliğini inşa etti. Komprador sınıfların ve ona yedeklenmiş sömürücü alt sınıfların ortaklığı sadece bir bağlaşıklık ilişkisi değil ortak bir kültür durumuna geldi. Komprador sınıfların büyüme gençleşme dönemleri sona erdi. Ülkemiz egemen sınıfları hem sermaye olarak hemde kültür olarak yaşlandı. Onun gerici pratiğinde pişen ezilen sınıflar çıkış yolunu AKP de somutladı. CHP siyasetinin hükümet biçimine tepkisi olarak yaşam alanı bulan ezilen sınıfların bu tepkisi, şimdi devlet biçiminde yeni bir tepkiye dönüşüyor. Tek adam rejimi Erdoğan da kendini gösteren bu görünürlük neden kaynaklanıyor? AKP nin yerel ve bölgesel yönetimleri imalatçı yerli milli sermayenin unsurları ile dolu olduğu için. İşçi ve emekçiler için inandırıcı görünen bu görüntüye Kürt Ulusal Hareketi de aldanmıştı. Ulusal bilincin gelişmesinde etkili olan milli burjuvazinin geç kalmış gelişmişliği ve bu gelişmenin günümüz biçimi hangi tarihsel aşamalarda kendini siyasi partilerde ifade etti. Ayrı bir siyasi güzergah olarak CHP dışındaki tüm partiler ya bu sınıfların çıkarlarının tek parti yada ittifakını içeriyordu. MHP nin, Saadet ve Refah Partisi (biri ulusal bilincin burjuva feodal biçimi, diğeri eşitlik özleminin eski ve yeni sınıfların kaynaştığı feodal düşünüş ve yaşayış biçiminin yansıması) bu sınıfların tarihsel gelişimi tarihidir. İmalatçı bu sınıflar ne oldu da bu kadar genişledi ve siyasete Egemen oldu? Kompradorun bu gelişme ve genişlemeden çıkarı nedir? Birincisi CHP de somutlanmış devlet biçimi siyasetinin eskimesi ikincisi ise proleteryanın geçim ihtiyacı olan malların ucuzlatılmasını sağlamasıdır.
(Bim, A101, Hakmar, şok vd.) imalatçı sektöre verilen bu iş bölümü gereği bu mağazalar ezilen sınıflara verilen ücretlerin oranına göre düzenlenmiş mamuller ile doludur. Gereksinimlerin türü kalitesi ve fiyatındaki ucuzluk işçi ve emekçilerin ücretlerinin de düşürülmesi yada küçük tasarruflar ile görece rahat yaşamasını sağlıyor. Kompradorun işine gelen kısmı teknikte ilerlemenin gerisinden gitmek zorunda olmasından doğan bağımlılığının yasası emek yoğun üretime tabii olmasındandır. Geçmişte her on yılda bir AFC yöntemine baş vurması proleteryanın geçim mallarını orta sınıflara dayanarak ucuzlatılmasını sağlayamamasıdır. AKP ile bu sınıfları genişletmiştir. AKP, Kemalist ideolojinin ezilenlerde yarattığı yorgunluğu almıştır. Ulusal sorununun tarihsel gelişimi binlerce mezarın ağırlığı yine AKP de Barış süreci aldatmacasına dönüşmüştür. Bu yorgunluk devrimci mücadele unsurlarında reformizm, ekonomizm, oportunizm ve en önemlisi programa güvensizlik, devrimci mücadele yöntemlerinden uzaklaşma, ‘delilikten ‘uzaklaşma, ‘akıllanma ‘ biçimine dönüştü. Akıllanma pasifizm, Faşizme geçici boyun eğme demektir. Kitlelerle bağ sadece yetmez, onlardaki gerileme devrimci mücadele yöntemlerinin en yüksek biçimine silahlı mücadeleye güvensizliğe evrilmiş onun özel biçimi olan gerilla savaşı zayıflatılmış, kır kent nüfus yoğunluğu üzerinden yapılan proleteryanın kurtuluş siyaseti programları ısıtılıp yeniden servis edilmiştir. Hatta devrimci mücadele koşullarının olmadığı tespitleri yapılmış, ülke dışında demokratik ülkelere seyahatler artmıştır. KAYPAKKAYA ‘nın da dediği gibi en iyisi ‘siz Ay’a gidin beyler.
Yasa yani düşüncenin dışında var olan yasa, (hareket) kavranmadığı için olguculuk, görgücülük, posivitivizm, doktrincilik, hareketin eğri büğrü yansımaları olarak devrimci mücadelede geniş alanlar bulmuştur. Kitleler bu sapmalara kanmamış soğuk yemeği yememiş ama pişmesine de yanaşmamıştır.
İmalatçı firma sahibi bir çok insanla görüşme fırsatım oldu. Neden AKP diye sorduğumda, kredi, Pazar, milli duygu düşünce ve yaşayış tarzlarını ifade etme fırsatı buldukları için yanıtını aldım. Umut sadece fakirin ekmeği değil bu sınıfların da ekmeği. Konuşmalarımız da ortak noktamız emperyalist bağın kopması, milli ve yerli de kendini ifade eden bağımsızlık (siz bunu bu sınıflar için egemenlik arzusu olarak anlayın) noktasıydı. Siyasi egemenlik ile bu ekonomik egemenliğin kurulabileceğini düşünüyorlardı. Yerli ve milli onlarca iş kolunda üretim yapıldığını, ilerlediğimizi söylüyorlardı. Bu konuda da hemfikirim. Ancak bu sınıfların da kavranmadığı şey şudur :
Orta sınıfların en yüksek biçime ulaşması durumunda dahi ya emperyalistler tarafından yağmalanıyor yada rekabet gücünü kaybedip yıkılıyor. Kendileri de bu iki seçenekten ilkine satışa mecbur olduğunu kabul ediyorlar. Ve tüm yerli ve milli üretim hayali suya düşüyor.orta sınıflar, Komprador a ve onun bağlaştığı emperyalist devletlerin egemenliği sınırına dayanıyor ve sınıf siyasetleri çöküyor.
Orta sınıfların sağ kanadı neden azınlık ulus milliyet ve inançlara karşı gerici bir politika üretiyor ve üretmek zorunda?
Çünkü o bu bağlaşıklığa boyun eğiyor.boyun eğmesinin nedeni nedir? Çünkü Cumhuriyet öncesi cılız zayıf tefeciden bozma toprak ağazından türemiş, ticaret burjuvazinin Kompradorlaşamamış artıklarından oluştukları için. Ezilen ulus milliyet ve inançlara dağıtacak sermaye büyüklüğü (demokrasi) olmadığı için. Sermayenin ilkel biçimini deneyimlediği için.
Neden dönem dönem yıkılmak zorunda? Sermayesi Komprador ve Emperyalistler için büyüme tarzı olduğu için. Orta sınıfların sağ kanadının genişlemesi durdu mu? Hayır. dünyanın ekonomik yeniden üretimi ve sermayenin devir hızı arttığı için ülkemiz ekonomisinin bu hıza entegre olması için emek yoğun (ucuz emek gücü ordusunun büyümesi, yedeğinin-işsizler ordusu – baskısı olmadan mümkün değil ) üretim zorunludur. Ve egemenlik ve bağımlılık ilişkilerini sürdürmesi için teknik te ayakta duracak bir büyüklük oluşmadan da bu sınıfların yıkımı Kompradorun da yıkımını içerisinde barındırıyor. Bu nedenle seçim siyasetinin ekonomik aktif yönü AKP nin hükümeti idare etmeye devam edeceğini gösteriyor.
Pasif yönü yani geleneksel Kemalizm yönü CHP orta sınıfların sol kanadı ile hükümet olabilir mi? Evet olabilir bunun sebebi de yetmez ama evetin sağ biçiminden sol biçimine dönüşmesine bağlıdır. Tamam vd muhalif tepkiler seçimlere boykot dışında tepki veren her türlü siyasetin bu havuzu doldurmasına bağlıdır.
Yetmez ama evet =yeter artık hayır eşitliği bu. Bu zıtların özdeş olmadığı yasası gereği özdeş bir eşitlik değildir. Tabiki fark vardır. Bu fark proleteryanın iktidarı mücadelesinin ilerici yada gerici Hareketinin neresinde? Gerici yanında.
Proleteryanın aydınlanması, orta sınıfların sol yada sağ kanadının siyasetinde değildir. Bu sınıfların devrimci mücadelenin eğemenliği altında devrimci mücadeleye boyun eğdiği kadar onu tek kurtuluşu gördüğü ve desteklediği yerde bu sınıflar proleteryanın çıkarlarının peşinden geldiği zaman bu sınıflar ilerici bir harekete zorlanmış olurlar. Yoksa onun duyguları ne kadar inandırıcı ise o kadar aldatıcıdır.
AKP gericiliğine karşı geleneksel gericilik arasında bir tercih MLM ler için bir hareket olabilir mi? Evet olabilir oldu da. Ama bu hareket MLM bir hareket değildir. Bu programın çiğnenmesi, teori de doğru olan mücadele yöntemlerini pratikte Red etmektir.
Tamam yada hayır’ın argümanları nedir?
AKP gericiliği
Kürt Ulusal Hareketinin yasal alanda desteklenmesi
Başka var mı?
Yok.
AKP gericiliği yeni bir gericilik mi? Hayır
Komprador AKP yi sevmese de neden desteklemeye devam ediyor? Çıkarlarını ifade ettiği için
Tarihte CHP ye neden destek olduysa aynı şeyler için.
Kürt Ulusal Hareketinin yasal alanda ‘özgürlük ‘elde edebileceğini, parlamento da yorulması eskitilmesinin sağ bir hareket olmadığını biri çıksın açıklasın!
Bu sağ çizginin kitle kuyrukçuluğu olmadığını olgularla göstersin.
Olgular tam tersini gösteriyorken. Kürt seçmeni siyasal ekonomik idari olarak sisteme bağlayan yöntem askeri yöntemi de kemiriyorken.
Güney de ya yok edilecek yada uzlaşılacak bir siyaset proleteryanın çıkarı olabilir mi?
Değişen dünyaya (emperyalist çıkarlara uyan) ayak uydurma değil mi bu.
Seçimlerin sonucu proleteryanın köylülerin hangi kazanımları ile sonuçlanacak.? AKP gidecek daha ne isteyelim. Komik olmayalım lütfen. AKP geldiğinden beri devletin içini, askeri, idari ekonomik alanları öyle köklü doldurdu ki Erdoğan gitse dahi onu hükümet değişikliği ile değiştirmek mümkün değil.
Erdoğan a karşı siyaset sisteme karşı siyaseti içermesi gerekiyor. Sadece sisteme karşı bir siyaset olması da yetmiyor, onu YIKACAK siyaseti içermesi gerekiyor. Yani KAYPAKKAYA çizgisi gerekiyor. Salon KAYPAKKAYAcılığı değil, namlunun ucundan siyaset gerekiyor.
Namlunun gölgesindekine selam olsun.
Yaktığı ateşe selam olsun.
Zindanlarda direnenlere selam olsun.
Proleteryanın alınterine selam olsun.
Sıcak altında pişen tene selam olsun.
Ahbun kokusuna, çeltik serpen yevmiye eline yüreğine selam olsun.
40 TL lik yevmiye ile çalışan ellere kollara bacaklara selam olsun.
Aylık 800 TL ye çalışan Suriye li emekçiye selam olsun.
İnşaattan düşen kurumuş kana selam olsun.
Elektriğe kapılmış pişmiş kemiklere selam olsun.
Son ütücüye selam olsun, servisi bekleyen roman çocuklara selam olsun.
Ezilen sınıfların ülkemiz kurmayına TKP /ML ye selam olsun.
Yaşasın HALK SAVAŞI.
YAŞASIN DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ MÜCADELESİ.
Yerli Milli Dindar ve Politika

Yerli sözlük anlamında ‘ulusal’ anlamına gelmektedir. Ek olarak ulusa millete ait olan, taşınamayan şeyleride kapsıyor. Milli ise yerliyi içermekle beraber çoğu zaman yerli ile eş anlamlı olarak da kullanılıyor. Yerli bölgesel özelliklerin ölçeğini yansıtırken milli devletin sınırlarının ölçeğini gösteriyor.
Dindar ise belirli bir dinin kurallarına uygun olarak yaşayan kimseyi temsil ediyor. Bu üç kelime Erdoğan siyasetinin sürekli tekrar ettiği, tekrarlar arttıkça inandırıcılık taşıyor gibi görünen üç cehennem halkasıdır.
Eğemen politikanın bu üç sakızı işçi köylü ve emekçileri kuşatmış, mevcut Komprador burjuvazinin aldatmacası günümüz politikası halinde R. Tayyip Erdoğan da simgeleşiyor.
Yerli sanayii demek yerli ürün demektir.Kendi kendine yetebilen ülke özleminin ince hali. Bunun bize geç yansıyan ve gerçekten de gecikmiş olduğu içinde mevcut koşullar degişmediği sürece de mümkün olmayan bir politika olması önemlidir. Üretimin ulus sınırlarını aşıp uluslararası haline gelmesi ile dünya pazarına bağlaşıklığı güçlenmiş her ulusun üretici güçlerine denk düşen bir iş bölümü gerçekleşmiştir. Burada Japonya gibi ülkelerin özel koşulları önemli degildir. (üretim için gerekli hammadde ihtiyacının büyük çoğunluğunu dışarıdan karşılanması durumu gibi vb. ) Bu iş bölümü ülkemizde düşük teknik ve emek gücünün en yoğun sömürüsü üzerine kurulmuş olan tarım ekonomisinin tarım sanayisine dönüşerek değil tarım üretici sınıflarının bir kısmını yıkarak gerçekleştirmesi, kırlardan şehirlere akan emek gücünü güçlü bir milli sermayenin Sanayisi içerisinde değil, yavaş ve geriden takip eden güdükleşmiş, Komprador burjuvazinin çıkarlarına uygun düşen bir sanayi ile sürüyor. Emekçiler seksen öncesi sadece 12 ilde bölgesel olarak dağınık, her ilde farklı üretim koşulların da karşılanmıştır. Bugün 21 ile genişletilmiştir. Emek gücünde bölgesel farklar olduğu gibi proleteryayı oluşturan işçiler, emekçiler, tarihsel farklı koşullarda şekillenmiştir.
Yerli ve milli damgalı bu siyasetin yankı bulması ezilenlerin yaşayışlarının doğrudan sonucudur. Üretimin içinde olan işçiler ve emekçiler, üretilen metaların emperyalist pazara bağlaşıklığını bire bir deneyimliyor ,bu deneyim ulusal bilinci geliştiriyor kendisini milli de ifade ediyor. Bağlaşıklıktan kurtulma isteği de yerli de anlamını buluyor, Proleteryanın kardeşliğinin ifade biçimi de dindarın altında çörekleniyor. Kompradorun politikası ezilen sınıfların duygu düşünce ve yaşayış biçimlerinin ürünü olan anti emperyalist sezgisini orta sınıfların çıkarına bağlayarak siyasette AKP’de somutluyor.
Emekçiler, orta sınıfların en sağ gerici kanadının altında eğemenlere olan bağımlılığını AKP ‘de deneyimlemeyi sürdürüyor. Komprador bu genişlemiş ve yedikleriyle şişmiş sınıfların bir kısmını olgunlaşınca siyasetten tasfiye edecek(tasviye için gıdım gıdım onu kemirecek olan partiyi İYİ Parti olarak piyasaya sürdü. Ayrıca yıkım sonrası için kaçaklara yeni bir evde böylece hazırlanmış oluyor) , ekonomik olarak yıkıma uğratacak ve sermayesini daha da büyüyecektir. Kapitalizmin küçük ve orta sınıfların yıkımı ve işçi sınıfının içine atılması yasası ülkemizde geçmişte darbe dönemlerine denk gelmektedir. 15 Temmuz da gerçekleşen girişimin zayıf kalmasından çıkaracağımız ders, orta sınıfların temsilcisi olan ve onların çıkarlarının en radikal ifadesi olan politikanın yani FETO Hareketinin iktidarı fethetme arzusunu engellemesidir. Bu sınıfların hükümeti idare etmesine izin veren Komprador burjuvalar ekonomik yönün eğemenliğini vermeyeceklerini pratikte göstermişlerdir. Kaplanın dişleri sökülmüş ama kaplan olarak gezmesine müsade edilmiş, egemenlik ve bağımlılık ilişkileri olduğu gibi kalmıştır. R. TAYYİP ERDOĞAN nın Feto darbe girişimi için adresi Amerikan Planı olarak göstermesi boşuna değildir. Öfkesi boşuna değildir. Kompradorun ve Emperyalistlerin şamarı onu afallatmıştır. Elinde ordusu var istese yapabilir denebilir, Ancak ordu sadece orta sınıfları temsil eden bir ordu değil, o cumhuriyet ile kuruluşundan beri Kompradorun ordusudur, homojen yapısında oransal değişiklikler olsa da tehlike erkenden ve geniş kitlelerin desteğini alabilecek genişliğe ulaşamadan engellenmiştir. Komprador, Orta sınıfların ekonomiye egemenlik arzusunu 1960 da Menderes’i asarak göstermişti.
1970 döneminde Deniz’leri asarak Mahir’leri kurşunlarla infaz ederek, İbo’ları işkencelerde katlederek ve 1980 de işçi ve emekçilerin iktidara gelme arzusunu yine bir başka darbe ile darbelemiştir. Emperyalistler ile bağlaşık Komprador sınıfların uluslararası iş bölümü gereği orta sınıfların genişletilmesi, küçük burjuva sınıfların sınıf atlama arzusunu güçlendirmesi, ezilen sınıflarda sağa, burjuva yaşayış biçimini arzulamaya itmiş, ‘kazanarak, çalışarak ‘ bu yaşayış tarzına sıçrayamayacağını bilen ezilen sınıflarda lümpenlik gelişmiştir. Ezilenlerdeki lümpenlik AKP’nin içerisine çöreklenmiştir. Geçmiş dönemlerde işçi köylü ve emekçilerin lümpen yaşayış biçimi özellikle milliyetçi parti ve gruplarda kendini ifade ediyordu. R. Tayyip Erdoğan ezilen sınıfların lümpen proleteryasını polis asker kuvvetlerini gençleştirmede kullanmış, büyük bir kısmı da çeteleşerek ezilenlerin en yoğun yaşadığı alanları kuşatmıştır. Lümpen proleteryanın gelişmesi sınıf bilincinde bir isyan ve ilerlemedir.Çalışarak daha iyi yaşam koşullarını elde edemeyeceğini farketmiştir çünkü. Eğemen sınıfların tarih boyunca İktidarı altında yaşadığını, sınıf bilincinden uzak başka nasıl ifade edebilirdi. lümpenliğin varlık koşullarından biride ezilenlerin bilinçli unsurlarının zayıflatılması, kitle içerisindeki etki alanının daraltılması,genel anlamda Komünist ve Devrimci Mücadelenin geriletilmesi, özelde sadece, işçi köylü ve emekçileri değil küçük burjuva ve orta sınıfların milli kanadının tek kurtuluş yolu olan Demokratik Halk Devriminin temsilcisi TKP /ML ‘nin içte ve dışta saldırı altında olmasıdır. İçte Özellikle Parti tarihinde ki 1994 darbesi, hemen ardından benimde taraf olduğum GÖK ayrılığı, zamandaş olan EMEP ve ÖDP vd. Sapmalar, süreç içerisinde sağ oportunist, ekonomist politikarın sınıf içinde alanını sağ yöne sapanlar sağlamıştır. Bu sürecin evveliyatı dışarıda ezilen sınıfların iktidarlar kurduğu yerlerde eğemenlik yönünün değişmesi(iktidarı kaybetmesi) burjuva sınıflara terk etmesi ile genel bir gerilemenin ürünüdür. Ancak özelde ise tarihsel bir ilerlemenin gerilemesidir. Engels Doğanın Diyalektiğinde Madeninde her ileri hareketi alt biçimleri içerir ama ona inmez der. Yani Sovyetlerin dağılması Çin’in Emperyalist bir devlet haline dönüşmesi kendi ezilen sınıfları için asla bir gerileme olarak değerlendirilemez. Çünkü hareket Çarlık Rusyası koşullarına, Çin Toprak ağaları cennetine dönüşmemiştir. Yani hareket alt biçime inmemiştir. Dünyanın Proleteryası muazzam biçimde büyümüştür. MARX’ın Hindistan’ın İngilizler tarafından işgalini konu alan yazısında, Uyuyan ve geriden gelen üretim ilişkilerinin yıkımını dünya proleteryasını beslediği için desteklemiş, hareketi ezilen sınıfların çıkarına bulmuştur. ‘Yazışmalarda’da Engels bu yazının sonuna kadar arkasında olduğunu yazmıştır. Yine Engels Konut Sorununda İngiliz ve İrlanda kırının yıkılması konusunda aynı tutumu koymuştur. Herşey madde ise ve madde hareket ile var oluyorsa, MLM lerin olmadığı her alanda başka bir şey ile doluyor, Kompradorun adını bile tarihsel hareketten çıkaramayan, Komünistler dar deneycilikle ilerlemeye mahkumdur. Kompradorun ordusuna karşı ordu kurmayı hangi argümanlarla ertelerse ertelesin, o orduyu hiçbir zaman TSK dan yada başka bir yerden zortlatamayacaktır, topluca bir anda kuramayacaktır. Bir ordu kursa dahi o bir Halk ordusu olmayacaktır. Proleteryanın ülkemizde tek başına iktidar olsa dahi onu diğer ezilen sınıfların desteği olmadan sürdürmeyeceğini anlamayan politika nesneli bir türlü anlamayan dar kafalılıktır.bu dar kafalılık, hareketi, ekonomik kategoriye indirgiyor , ‘herşeyi’ bu kategori ile açıkladığını düşünüyor, yöntemi mutlaklaştırıyor. İşte bu dar kafalılığın ürünü olan lafazanlık, kitleden uzaklaşıyor, kitlelerdeki gerilemenin pasif yönünü besliyor. Maoist pratikten uzaklara yelken açanlar, bıraktıkları boşlukların içini AKP doldurunca geçmiş hükümet biçimlerine özlem duyuyor. Bizim anti emperyalist sloğanımız AKP elinde milliye, bağımsızlık arzumuz yerliye sınıf enternasyonalizmi dindara dönüşüyor.
Bu politika dünya da teknikte belirli bir ilerlemenin ve bağlaşıklığın güçlenmesi de FAO (dünya gıda örgütü) ile örgütsel bağını kurmuş ve geliştirmiş olan egemen sınıfları kotalar sistemine tabi kılınarak üretici güçlerini bu çıkar ilişkileri üzerine inşa etmişti, Tarımsal üretim için gerekli olan hammadde ve teknik bu iş bölümüne göre şekillenmiş, yaşama geçtiği alanlarda kırdaki nüfusu tasfiye etmiştir. Cumhuriyet tarihi zaten bu bağlaşıklığın ve tasviyenin tarihi degil mi? Burada dikkat edilmesi gereken şey milli burjuvazinin dolaysız gelişmesi ile yıkılmış bir kır yıkımından söz etmiyoruz. Kompradorun ve
büyük toprak sahipliğinin gelişmesi söz konusu olan. Gübre için azot ihtiyacının yüzde 99unu dışarıdan temin eden FAO anlaşmaları gereği tohum vb üretim için gerekli malzemeler ile yerli olmayan olamayacak olan maddeler bir tercih değil bir zorunluluktur. Üretici güçlerin yani sınıfların kimlik kartıdır. Tarihselliğidir. Hareketidir. Emperyalistler ile bağlaşık Komprador sınıfların ‘isteselerde ‘ milli yerli bir sanayi üretimi mümkün değildir. Bu sınıfların oluşumu milli demokratik bir devrimin ürünü olmaması ile açıklanır. Kompradorun bağımlılıkları ve bağlaşıklığını giderecek araçları elinde olmasına rağmen kullanamaması onun yetenekten mahrumluğunu ifade ediyor.
Mevcut siyasetin sahtekarlığı ülkenin dış politikasının ne olduğundan çok dış politikanın dolar aeuro üzerinden yürütülen kısmıdır. Burada degerlerinin ne olduğu önemli degildir. Bu degerlere üretici güçlerin bağımlılıgıdır. Uyanınca konuşunca dolar yada aeuro nun kaç lira olduğu ile hareketini belirleyen sınıflar söz konusu. Buda bağlaşıklığın ölçüsüdür. Biz ilerliyoruz da dünya yerinde durup bizi mi bekliyor. Oda hareket ediyor. Biz ilerlerken o geriye mi gidiyor da tarihsel çözimlemeler yolunu kaybediyor. Geçmişe baktığınızda bugün için üretici güçlerde bir gelişme görmek neden şaşırtıcı olsun ki? Tarih maddenin hareketi ve onun gelişim tarihi değil mi ki? Maddeden önce atom altı parçacıkların tarihi, sonra maddenin oluşum süreci, sonra maddenin kendi içinde gelişimi, sonra organik maddenin oluşma ve gelişme süreci ve bugün Engels ‘in söylediği gibi maddenin en yüksek biçimi ‘bilinçli madde ‘düşünce. Darwin hayvanlar dünyasında bu gelişmeyi fark etmişti. Yasaları bulmuştu. Bizim teorisyenlerimiz ise maymunun (Kompradorun) gelişmesinden fil (emperyalist, milli, pre kapitalist, az gelişmiş burjuva, çarpık burjuva vd.) çıkarabiliyor. Sınıfların niteliklerini nesnel hareketinden çıkaracağı yerde onu teoride arıyor. AFEDERSİNİZ BEYLER ONU İBRAHİM KAYPAKKAYA 1971 DE BULDU. Egemen sınıfların niteliği bu nedenle tartışma konusu bile değil, konu onun gelişim tarihidir..
Konumuza dönelim. Tarımsal alanda olan bu bağlaşıklığın sonucu yerli ve milli bir şeyin üretiminin olanaksızlığıdır. Burada geçerli olan sanayi de hayli hayli geçerlidir. Hammadde konusunda gümrük verileri yeterli olur. Dünya gazetesi sayfa başlıkları güçlü verilerdir.Dikkate alındığında bağlaşıklığın boyutunu görmemek için kör olmak lazım.
Dindar olmak konusunda ise bu kabuğu ezilen sınıflar kadar güçlü sezebilen kimse yok bu ülkede. Tarihi üretim, ilişkilerinin tarihidir. Doguyla batının guneyle kuzeyin üretici güçlerinin savaşım tarihidir. Bu nedenle hepsinden bir şey taşır. Tarih boyunca ezilen sınıfların duygu istek ve çıkarlarının harman yeridir.
Dindarlık ezen sınıflar için afyondur. Ama halk için nedir? Özlemini iliklerine kadar hissettiği bir arzudur. Neyin arzusu bu? Tarih boyunca çektiklerine karşı kurtulma arzusu. Tarih boyunca geliştirdiği insanca yaşamak arzusu. Bu nedenle düşünce dünyası eşitlik diye bağırıyor .Yaşamın tüm nesnelliği., onu gerçek yaşama kurallarına itiyor. Yaşamın yasalarıyla karşılaştığı oranda isyan ediyor . Bu ezilen sınıfların düşünce dünyasında bir gelişmenin ters görüntüsüdür, Sorun da bu istediği ayakları üzerine dikmektir. 1960da sezgisi doğdu, 1970 de cocuktu, 1980 de kırıldı , 1990 da yoruldu, 2000 de ezildi umutsuzluk kapladı içini, sonuç olarak nihilizme düşüyor . Mevcut çıkar ilişkisini Egemen sınıfların çıkarına bağladı, bağlıyor . Sadece ülkemiz de mi? Amerika, Rusya, Çin vb. Ülkelerin hepsi burjuva sınıf çıkarlarını tek kişi de somutladı . Ezilen sınıfların bu çıkara güçlü olarak yedeklenebilmesi, bizim için bir gerilemeyi ifade ediyor ama sınıfın arzusunu koruduğunun capcanlı olduğunun da kanıtıdır . Bunu yanlış yerde aradığını göstermek de MLM lerin görevidir.
Küçük bir parantez açmak zorunlu, toplumsal hareketler kendini bir kişi de somutlayabilir,. Burada sınıfın,halkın, ulusun kendini bir kişide grupta somutlaması neden sorun olsun. Engels in dediği gibi her toplumsal hareket ve karmaşa kendini tek kişi de tarihe sunar. Premetheus ateş hırsızı, Kanun Solon, kölelerin tepkisi Spartaküs, ezilenlerin vicdanı Davut, Musa, İsa, Muhammed te, Ali de Aziz Bruno da, Şeyh Bedreddin de, Pir Sultan Abdal da, Kawa da, jean Darc ta, göçlerinde Alp Arslan, bilimde İbn-i Sina
da, Piri Reis de Mimar Sinan da, Strabon da, Tarih de, Ticitus, Herodot da, bilimsel sosyalizm Marx, Engels, Lenin, Stalin Mao da, Türkiye işçi hareketi niceliğini Deniz, Mahir de niteliğini İbrahim ile açıklıyor. Sınıfların savaşımının gelişmesinde geçmişte Atatürk tekliği savaş koşullarında sınıfların çıkar birliğinin ifadesidir. R. Tayyip Erdoğan da belirli sınıfların ittifakının Komprador a bağlanmasıdır.
bugün komünist partisi pratiklerine evrilmiş ve ne kadar dağınık olursa olsun devrimci mücadele toplandığındatoplandığında yine kendini iki çizgide ifade edecektir, Proleterya, yine Bolşevik Menşevik ayrımında olduğu gibi yine bir çizgide yine onun en güçlü temsilcisi olan önder çevresinde kendini ifade edecektir. Burada tek kişide somutlaması biçimi yansıtırken neyi yansıttığı önemlidir. Ezilenlerin sınıf çıkarını mı? Yoksa burjuva sınıf ve katmanlarının çıkarını mı? Proleterya demokrasisi işçiler için biçim ve özü iken , burjuva üzerinde diktatörlüktür .Burjuvazinin son sığınağı diktatörlüktür, ancak proleterya için ise ilk biçim ve zorunluluktur, onu çoğulculuk ile gevşetmek politikanın sınıfsal özünü gizlemektir. Ezilenlerin sınıf çıkarını Maoist Parti disiplinine ve iki çizgi mücadelesine tabiliğini anlamamak proleteryanın iktidarını anlamamaktır. Saf toplumculuk, katılımcılık ile sınıf politikasını proleter sınıf çıkarından koparmak demektir.Proleteryanın sınıf çıkarını savunmak ta ‘UZMANLIK ‘ gerektirir ve bu uzmanlık eninde sonunda bir kişi de kendini ifade edebilir Bu hiçte tek kişi yönetimi değildir. Bu proleterya diktatörlüğünün tarihselliğidir. Her toplum kendi tarihselliği ve toplumsal yasalar emrinde sınıf mücadelesini görünür kılar. Bugün R. Tayyip Erdoğan tekliğine biçim yönünden saldırmak, kitleleri ne kadar aydınlatıyor ve ezilen sınıflarda yankı Buluyor. Tek kişi yönetiminin hangi sınıfların duygu düşünce ve isteklerini, yaşamlarını ortaya koyuş biçimlerini yansıttığını anlamayan politika, ezilen ulus inanç milliyet ve sınıfları nasıl aydınlatıp, iktidara getirecektir. R. Tayyip Erdoğan sadece bir kişi değildir, sınıfların Savaşımında, birleşmenin yada ayrışmanın çatışmanın biçimidir.
Bu nedenle tek kişi yönetimi kendi içinde sınıfsal olarak iki ana kanadın(Komprador burjuvazi ile orta sınıfların orta ve sağ kliklerleri) çıkarını ve çelişkisini barındırıyor. Parlamenter sistem içinde bu çıkar ilişkisini ve bağlaşıklığın yapısını değiştirmeye yönelik mücadele de AKP karşısında bu ittifakın bozulması için mücadele eden sınıflar orta burjuvazinin sol kliğidir . Bunun nicelik ve niteliğini gösteren parti de CHP’dir. Faşizmin siyasal temsilcileri burjuva sınıfları içinden orta sınıflara bırakılmış, dönem dönem orta burjuvazinin sağ ve sol kanadınca ya el değiştirmiş yada bu kliklerlerin siyaset ayğıtını yönetemedikleri zamanlarda AFC devreye sokulmuştur. Tek adama karşı en güçlü sert duruş sağın zıddı olan sol kanadın temsilcisi olan CHP nin siyasetidir. Bunun en belirgin farkındalığıyla R. Tayyip Erdoğan M. Kemal in de tek adam olduğunu söylerken sonuna kadar doğrudur. Aradı tek fark sınıfın kendi içerisinde ki zıt kanatlarında yer almalarıdır.
Politika da yasal mücadele, legal alanın kullanımı programın dışına çıkılması durumlarında bu kanatların birinden birine (yetmez ama evette olduğu gibi AKP ye yedeklendiği, hayırda da CHPye yedeklendiği anlaşılmalıdır.
AKP varlığıyla olumlanan kemalist ideolojinin kendisini çoğulculuk ve parlamenter biçimi altında daha da gizlenmesi devrimci koşulların ilerlemesi demek değil tam tersi aldatıcı yönünü sürdürmesi demektir. Kompradorlar Ezilenlere, Cumhuriyet kurulduğundan beri de bu zokayı yutturmuştur. Onun faşist gerici yönünün görünürlüğünün belirgin hale gelmesi, ezilen sınıflarda sezildiği içindir ki CHP de somutlaşmış politika güdükleşmiş ve gerilemiştir. R. Tayyip Erdoğan ezilen sınıflar için ‘denize düşen yılana sarılır’ tutumudur. İktidar a geldiği koşullar devrimci mücadelenin her alanda geriletilmesinden bağımsız değildir. Bu gerileme Kürt Ulusal Hareketinin varlığı ile ateşini canlı tutmuş gezi ile mevzilenmiştir. Durgunluk gibi, görünen devrimci mücadele her tonda genişleyerek kendini ifade ediyor.
Ezilen sınıflar sistemle yüzleştiği oranda genişleyen siyasi yön merkezileşmek zorunda kalacaktır. Bu devrimci örgütlerde birlik ve birleşme olarak açığa çıkacaktır. Sorun burada hangi çizgide olacağı sorunudur. MLM lerin görevi çizgide saglamlık askeri mücadelede günü yakalamaktır bunun içinde ise sürekli hareketli savaş yürütmesi gerekmektedir. Durmak ölüm kayıp ve çizgide ısrarı zayıflatan pratiktir. Politika yaşamı yaşam politikayı belirliyor. Pratikte öyle. Bu nedenle özellikle yerli milli dindar görünümlü politikaya karşı ekonomik kültürel idari ve askeri yönlelerindeki aldatıcı ve sahtekarlığı açığa çıkarmak, halkın sezgisini güçlendirmek, beslemek, iktidara yürümedikçe arzusuna kavuşmadığını kavuşamayacağını yılmadan anlatmak, bu iktidar yolununda İbrahim tarafından TKP/ML aracıyla elde edileceğini bilince çıkarmasını sağlamalıyız. Halk savaşı demek, capcanlı askeri mücadele ile güçlü Komünist Partisi demektir. Diğer devrimci unsurlar için deneyimle öğrenilen ve öğrenilecek olan şey bizim için toplumsal yasaların bilince çıkarılmış halidir. Bu nedenle onu egip büken her türlü sapmaya karşı ideolojik mücadele önem arz ediyor.
Egemen sınıfların krizi kitleleri politikleştiriyor. Bu süreç süreğen sürtünmedeki aşınmanın ani çarpmaya evrilmesini içinde barındırıyor. Egemen sınıflar öncelikli olarak askeri her türlü mücadeleye özelde gerilla savaşına saldırıyor, o yola giden tüm yolları ablukaya alıyor, stratejisi krizin daha da derinleşeceğini haber veriyor.Politikası Ezilen sınıfları askeri gücü olmadan karşılamak üzerine kurulu. Tüm tecrübesini yenildiği alanlardan elde etti. En büyük yenilgiyi Rusya da en geniş yenilgisini Çin de aldı. En çok korktuğu yer de ‘bereketli hilal’dir. Bu bölgeyi en tehlikeli yapan şey ise pratikte Kürt Ulusal Hareketi, teori de Halk Savaşıdır. Seçim dönemini fırsat olarak gören egemen sınıflar, HDP’ye askeri yön ile bağını kestiği taktirde Türkiye Partisi olabileceğini 30.05.2018 tarihli sözcü gazetesinden söyledi.
Ezilen Ulusun çıkarı Kompradorun çıkarına tabii kılınsın diye Afrin işgal edildi, Menbiç her an işgal tehdidi altında. Kompradorun çıkarları ile Emperyalistlerin çıkarlarının örtüştüğü şey askeri tarzın geriletilmesi mümkünse yok edilmesi üzerine kuruludur. Bu askeri yönün zayıflatılmasının bir başka yönü ise ülkemizde Maoizmin teorik varlığı ve pratikte güçlenmesi için koşulların olgunlaşmasıdır.
Ekonomi eğitim ve kültürel alanlarda ki gerileme kitlelerde huzursuzluk yaratıyor, İşsizlik büyüyor, parlamenter demokrasiye güvensizliğini Tek adama karşı adaysızlığı ile belli ediyor.
Emperyalizm ile bağımızı halk savaşı ile koparmadıkça yerli hiçbir şey mümkün değildir. Dindarlık ile örtülü özlemler ancak ve ancak işçi köylü ve emekçiler kendi kanunlarını yapmak için iktidara gelmedikçe mümkün değildir. Musluğun başına kendisi geçmedikçe vergileriyle dolu kasasını yağmalayacak ‘hırsız’ sırasını bekliyordur.
İktidar mücadelesi savaşsız, politika ordusuz gelişmez ve tam tersi. Bu nedenle politikanın sağlamlığı ve onu derinlemesine kavramak demek orduyu beslemek ve büyütmek demektir .
Gerileme denen şey programı zayıflatan iç çelişkilerdir. Sürekli çizgiyi koruduğunu iddia eden ama özünden uzaklaşan pratiklerin varlığından bağımsız olarak yapılan gerileme tespitleri de hatalıdır. Bu sapmaların kendini ortaya koyuş biçimlerine bakalım. Son yirmi beş yıl içinde gerçekleşmiş olan ayrılıklarda Programa karşı kim ‘yeni ‘ bir şey sunmuş. Programın eksik yönlerine yönelik yapılmış bir eleştiri olsaydı, program bu savaşımdan güçlenerek çıkardı. Ayrılanların hepsi tam aksine ‘programa ‘asıl kendilerinin sahip çıktığını çıkacağını iddia ediyor ama bu iddiayı sürdürmek için katıldıkları partinin program ve tüzüğünü ayaklar altına alarak her yolu denediği görülüyor. Tüzüğü madde madde okuyup özeleştri yaptığında tüzüğü ihlal etmediğini söyleyebilecek kaç özne varsa çizgiyi savunan o kadar güç vardır.
Parti programının karşısına elli yıldır kim ne koyabildi. Politika da ki gerileme program a karşı hiçbir şey sunamayanların da ürünüdür. MKP nin 3. Kongre kararları dahi kendi çizgisini açıkça ortaya koyamadığını gösteriyor. O tüm inancıyla samimiyetiyle en azından deniyor, sağa yatmasına rağmen.
Politika ezen sınıfların sadece eğemenliği ile ezilenlerin ‘kandırılmış oldukları tezi ile oluşturulamaz. Önderlerin konuya yaklaşımı bunun bir ilişki, üretim ilişkisi olduğu ve sınıfların yaşayış tarzı yaşamdan anladıkları kadarına yakın olduğu sürece gizli bir anlaşma olarak devam edeceğini söylüyor. Bu nedenle politikayı belirlerken yaşama karşılık gelen gönenç, durgunluk kriz süreçlerini tespit edebilmemiz önemlidir. Türkiye Marksizm i tarihinde kriz haricinde diğer koşulları göz ardı etmiş, kitlelerin yaşam koşullarına göre tutumunu bilince çıkaramamıştır. Sürekli köyde yangın var yangın var diye bağıran adamın durumu değil mi bu? Mesele yangına hazırlanmak değil mi? Politika programı beslemediği sürece program nasıl sınanmış olacak? Ve programın eksikliği yada eskiyen yanları nasıl giderilecek? MLM lerin geçmiş süreçte yaptığı en belirgin hata programı teorik alanda soyut dünyada düzeltme girişimleridir. Her girişim pratikte sapmaya dönüşerek son bulmaktadır. Marksizm’i felsefe alanına hapsetmek, soyut eleştiri ile düzeltmeye çalışmak pratik yönüne eğilmeden pratiğin ilerlemediğini söylemek başlı başına bir totolojidir. Ülkemiz özgülünde sınıfların tarihi geriden (Kompradorun niteliği burada daha net görülüyor) takip ediyor, emperyalist devletlerin ipine sımsıkı sarılmış eğemenliğine bağlaşık bu sınıfların ülkemiz ezilen sınıflarında keskin bir çelişki içinde savaşım vermiyor, çelişki lastik gibi esnek, dönem dönem geriliyor yada gevşiyor. Ülkemiz ezilen sınıflarında geçmişten gelen özellikler(bir lokma bir hırka, dünya fani obür dünya için çalış felsefesi vd.) zihinsel dünyasını doldurabiliyorsa, Mustafa Koç’un cenazesine katılan binlerce işçi ağlaşıyorsa, azdan çoka ,kırdan kente, ilkellikten görece tekniğin ilerlemesini bu sınıfların varlığı ile eşdeğer görmesini sağlayan esneklik ve gevşekliği sürece yayarak sürdürebilmesindendir. devrim deneyimi yaşamış yada burjuva demokratik devrimlerinden geçmiş uluslar ile ülkemiz sınıflarının ezen ezilen ilişkisi arasındaki fark sınıfların tarihsel olarak oluşmuş farklarıdır. Ne Çin ‘e benzer nede Rusya ve Fransa’ ya. Ancak bu esneklik ve gevşekliğin gerildiği zamanda ve yerlerde ezen ile olan bağlaşıklık kopabilir. İbrahim KAYPAKKAYA’nın sınıfların savaşımı tarihinden çıkarıp bulduğu bu yöntem (Demokratik Devrim için Halk Savaşı) ‘parça parça kırdan şehirin kuşatılmasıdır. Ülkemizde üretici güçlerin ilişkileri bölgesel farklar içerdiği gibi, üretici güçlerin farklı din, inanç, mezhep, ulus, milliyet farkları olması, sloğanın bir yerde capcanlı karşılık bulabilirken obür tarafda süt liman olabiliyor. Gezi parkı direnişinde katılım, merkezden uzağa bölgeden bölgeye farkları göstermiştir. 15 Temmuz da öyle. Ülkemizde üretim ilişkileri, sadece sınıfların belirli bir ekonomik kategori içerisindeki ilişkileri değildir. Tarihseldir de, Geçmişinden gelen bir çok eski şeyi de bu kategorik (Kapitalizm) ilişkinin içine sokar. Kategorik açıklama Kapitalizm bu nedenle nesnel ilişkileri tam olarak açıklayamaz. Kategori de kavramların ilişkileri , bizim için ‘gerçek insanlar’ ve gerçek ilişkiler söz konusudur. Gerçek ilişkiler ve gerçek insanların üzerine bir teori kurulacaksa orada İ. KAYPAKKAYA vardır. TKP/ML vardır. Partinin kurulduğu bölgenin tarihi binlerce yılında direniş tarihidir. Bugünde hala savaş alanı olmaya devam ediyor. Proleteryanın öncü gücünün politikasında silah varsa orada ezilen sınıfların devrimci pratiği vardır.Var olduğu içindir ki sınıfların savaşımının biçimlerinden biridir Sadece silahlı biçim kuşanılması yetmez, onun nesnele uyması da gerekiyor, halkı silahlı savaştan silahlı savaşı partiden partiyi hepsinden koparan bir silahlı savaş yada onu hareketten koparıp, oluş sürecini sekteye uğratan her türlü teori sınıf savaşımında ezilen sınıfların sadece özlemini dışa vurur, pratikte ise koşullarında yenilginin adıdır. İbrahim i anlamak bu diyalektik bağı kavramaktır. ‘Doğru ‘ların salt varlığı duyguların beslendiği yerdir. İbrahim ‘doğrudur’. Demeyen kaç MLM var. Doğru yu tanıtlamadan, subjektif onu bilince çıkarmadan, hareketten yoksun doğru nedir ki? Binlerce sayfa doğru kitaplarda dergi ve gazetelerde basılı değil mi?
O zaman halkımızın da dediği gibi ‘anayasamız doğrudur ‘uygulanmıyor, dinimiz adil, eşit insanlar dinidir ‘ama uygulanmıyor. Halkın doğruları soyut dünyada üretilmiş doğrular da değildir. Nesnel hayatta karşılık arayan bulduğunda da yüzlerce yıl yaşatacak koşullara sahip oldukları içindir ki sınıflar kuşaktan kuşağa sıfırlanmış yada sıfıra yakın bilinçle sürüklenerek tarih sahnesinde yerlerini almışlardır.
Bilinç hareketten sonra hareketi soyutlayabilecek verilere ulaştığından ve diyalektik tarihsel materyalizm bilindiği ölçüde kavrandığı oranda soyutlama da nesnel dünyayı bilince çıkarabiliyor, Geçmişi eski ve yeni, doğru veya yanlış, iyi veya kötü olarak incelemeye başlamış isek burada sınıfların hareketinden çok duyguların hakimiyeti söz konusu olur. Bu ezilen sınıfların nesnel dünyadan elde ettiği duyguların önemsiz olduğu anlamında değil, bu duyguların nesnel dünyada gerçek hale gelmesi için mücadele eden öznelerin yani nesnel dünyayı bilinçli bir değişiklik için zorlayan tüm unsurların proleteryanın sınıf çıkarına tabii hareket ‘zorunluluğu ‘anlamındadır. Eğer bu çıkarın ezilen sınıflara dışarıdan taşınması, sınıfın ileri unsurlarının bu tarihsel görevi olmasaydı, ‘MARJİNAL ‘ de olunmazdı.
KAYPAKKAYA yı salt doğru ya indirgemek onu idelalize etmektir. Bugün onun adına çizgisi için yapılan ‘doğru ‘culuk akımı salt soyut doğrucu eşeklerin, hemde yaşlanmış eşeklerin gevezeliğinden başka bir şey değildir.
Geçmişinden, hesap verebilirlikten kaçmanın yollarından biri de bu yoldur. Hareketten uzak yadsıma pratiği kendini doğrunun yüceltilmesi biçimi altında kendini gizliyor. KAYPAKKAYA en doğru, en bilimsel en... Bir doğrunun sonsuz sayıda noktaların görece birbiri sıra birbirine göre dizilişlerinden meydana geldiğini, eğri bir yolda gittiğinizde eğrinin de doğru şeklinde göründüğünü çoğumuz biliyoruz. ormanda yolunu kaybetmiş yön bulma bilgisinden mahrum kişilerin bilincinin zorunluluğu gibi daireler çizmesi KAYPAKKAYA çizgisinden çıkıp tekrar çizgiye girenlerin kaderine benzemiyor mu? Daire çizdikçe izlerin de örtüldüğünü zanneden akıllılar, yol arkadaşları olduğunu unutuyor, siz o izleri silindi zannedebilirsiniz ama aynı yolun arkadaşıyız biz. Ne yaptıklarımızı unuttuk ne de yol arkadaşlığımızı.
Bugün Egemen siyaset ve ideolojisi yerli Milli Dindar görünümlü politikayı yutturuyor, eskimeyen ama yenide olmayan en doğru KAYPAKKAYA’cılık da programın eskidiğini söyleyen teoride sıkışıp yerli Milli Dindar ın sınıf teorisinde karşılığı olan KAYPAKKAYA’cılığa denk düşmüyor mu? Egemen sınıfların sahteliğinin sınıf siyasetine yansıması değil mi sizin KAYPAKKAYA cılığınız. Alan genişlediğinde KAYPAKKAYAnın programı eskimeyecek mi? Yine ve yeniden.O kadar yolu boşu boşuna yürüdükten sonra KAYPAKKAYA’ya raslamanızı tesadüf mü sanıyorsunuz? Teorik ve pratik sapmalardan sonra hangi yolu bulacağınızı sanıyordunuz?
Sömürüyü iliklerine kadar yıllarca yaşayanı hissetmek başka şey o sömürüyü hergün deneyimlemek başka şey, İbrahim i anlamak mı istiyorsunuz? Tüm yeteneklerinizi kapitalist te satın onada bu yeteneklerin sonsuz sömürüsü hakkını verin belki o zaman ‘özeleştrinin ‘hasını verirsiniz. MLM nin tarihsel önemini kavradığınızı pratikte anlatabilirsiniz.
Yaşasın HALK SAVAŞI
YAŞASIN KAYPAKKAYANIN PROGRAMI VE ÇİZGİSİ
YAŞASIN DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ MÜCADELESİ
KALIN!

Nereye gidiyorsunuz?
Daha karpuz kesecektik.
Rüya son bulurken
Aşağıda sizi bekliyorduk.
Siyasete hâkim olan partiniz
Artık sizi taşıyamıyor mu?
Komprador ve Emperyalistler
Zincirinizi kısaltmaya mı karar vermiş.
İçinizden birkaç Komprador çıkarabildiğiniz için
Kendinizi mutlu sayarak teselli bulabilirsiniz.
Yediklerinizi bal(dindarlık)
İçtiklerinizi kaymak (milliyetçilik)
Sayabilirsiniz.
Ama halkın bedduası tarih boyunca hep tutmuştur.
Kursağınıza dizilir boğulursunuz.
Lütfen KALIN!
Gitmeyin!
Biraz daha borçlandırın
İyice borçlandırın
Ama sadece yaşayanları değil!
Gelecek kuşakları da unutmayın.
Verin milli ve yerli masalını
İyice uyusun.
Uyusun da büyüsün.
Uyanınca
Soracağı hesaplar da yürüsün.
Verin verin
Cemaat cemaat
Tarikat tarikat verin dini.
Cemaate tarikata üye olmayanı nüfustan silin mesela.
Selamın aleyküm demeyenin vergisini artırın.
Suyunu elektriğini doğal gazını, GSM hattını kapayın.
Facebook una haciz koyun
Tweeter hesabını rehin alın.
OHAL ‘in amacını bu kadar açık söylemeyin Patronlar dünyasında
Yalakalık yapacağım diye
Yerin kulağı var
Halkın sezgisi var
Uyandırmayın.
Uyusun biraz daha.
Bölmeyin! Uykusunu.
Yönteminiz hiç değişmiyor.
Gözaltında devrimci ne yaşıyorsa bu halkta aynısını yaşıyor.
Mesela rüyalarını kısa tutuyorsunuz.
Tekmeyle uyandırıyor
Güzel sözlerle kandırmaya çalışıyorsunuz.
Bu yöntem halkın ileri unsurlarının hiçbirinde işe yaramıyor.
Ama sömürülen Türkiye halklarında
Geçmişte işe yaramış olmasına güveniyorsunuz.
Tarihte herşey birikir ilerler ve geriler
Hep aynı yasanın işlediği görülmemiştir.
Siz orta sınıf rüyanızı biraz daha uzatın.
Lütfen KALIN!
Daha işiniz bitmedi!
Sanayii 4.0 için biraz daha borçlanın.
Yüksek teknoloji şöyle yüzde 20’lere çıksın.
Çöküş için koşullar olgunlaşsın.
Komprador ve Emperyalistler alacakları için kapımıza asker yığsın.
6. Filo İstanbul'da volta atsın.
Lale devrinin çocuklarısınız nede olsa
Abdul Hamid gibi gitmeyin
Bilal’in gemisini de bekletmeyin.
Yer kalmaz İŞİD petrollerinden sonra.
Bilal’e evdeki paraları sıfırla diyor sanıyorduk.
Ülkeyi demişsin, hâlbuki.
Şimdi anladık.
Düzmece belgeler hazırlayın yeniden
Sahte dolar basıp piyasaya sürün
Dolar kıtlığı son bulsun.
Canımıza tak etti.
Mallarınız gibi sahteliği heryerimize sürün.
İçimiz dışımız bir olsun.
Daha yüzsüz olun
Yetmiyor bu kadarı.
Lütfen KALIN!
Gitmeyin!
Bir kaç gezi
Birkaç ağaç bahanesi istiyoruz.
Çok sevmiştik çünkü çaresizliğinizi.
Somada ki gibi göçükler yetmiyor bize
Tufan salın üstümüze.
Aklıma gelmişken içimde kalmasın
Tek adam olursan eğer
O Bilal’e dikkat et.
Tarihe ayak uydurmayı akıl edebilir
Güvenme
Bir bakmışsın zehirlemiş seni
Kardeşlerini boğdurmuş
Tahta kurulmuş olur.
Demedi deme haa sonra
.
Kürtlerin üzerine Türklerin en yoksullarını sal ki belki akıllanır.
Bir kaç şehir daha yık.
İşkence gözaltında kayıplar milyonları bulmalı
Kimyasalı İŞİD’e verme
Çetelerine ver
İçeride çokça lazım olabilir
Şehirlere beton dök ama yetmiyor bu kadarı
Tüm ülkeye dök sen
Ülkeyi tarihsel okyanusa at ki dibi görsün
Âlim Allah ya boğulmazsa!
Çocukların hepsini ailelerden al yurtlarında yansın
Tecavüze uğrasın
Bakanlarına kol saati yetmeeez!
Bu böyle biline.
Saat kulesiyle gezile diye
Diyanet işleri başkanı fetva versin.
Biz Anamızı alıp gitmedik
Ama sen urganın ucundan
Kıldan ince köprüyü görecen.
Gençlik kollarına söyle
Makara Kukara diye sanat etkinlikleri başlatsın
İmam Hatiplileri bir güzel oynatsın
Alevinin elinden yenmez ne ki
Yanından geçenin abdesti bozulur
Kapıları işaretlensin.
Hep birlikte kurduk yalanının sonu Dersim, Zilan Sivas, Çorum, Maraş olduğunu
5-6 Eylül deki yağmadan biliyoruz.
Darmadağın ettiğin Türkü toparlayacağım diye kandır
Türk’ün bir dünyaya bedel olduğunu biz zaten biliyoruz
Oda sizinle anlayacak geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu.
Lütfen KALIN!
Gitmeyin
Daha çok işiniz var.
Kuruluş yalanları bayatlıyor
Tarih ilerliyor ve yeni kuşak çetin ceviz.
Tarihinden öğreniyor.
One minute.
Trump protestosu için turp yemiş çok mu?
Kıçına patriot sokmadığına dua et sen,
Çin’e savaş açmayı düşünürsen adamlarını iyi eğit
Hatta ülkeyi harita üzerinde göster ki Türkmenistan’ı falan bombalamasın.
Feto devri bitti
Medyum Keto dan örgüt yap
Arazi tahsis et,
Banka kur, YMD BANK(YERLİ MİLLİ VE DİNDAR)
3’lü kararnamelerle devlete sok müritleri
Belki astroloji örgütü çağı yakalamamızı sağlar.
Diyanetin başına kalpazan
Tarımın başına lafazan
Sanayinin başına en küçük torununu ver ki yetişsin şimdiden
Bu arada dünürün nasıl? Aortu patlamadı mı hala
Yakında patlar
Selçuk’a söyle gizli gizli sigara içiyor babası
Bu arada Yıldırım’ın ek işi var haberin olsun
Arazi komisyonculuğu yapıyor gizliden
Birde sana sadık adamlara oyunlar düzüyor
Yere su döküyor, muz kabuğu, sabun koyuyor
Basıp düşesin diye.
Ne sinsi ooo.
Ağzının suyu akıyor seni izlerken
Bak düşersen bir konformist gibi davranma
Menderes gibi dik dur
Deniz’leri oku mesela
Sehpaya nasıl çıkılır öğren.
Eyy dünya ile git
Eyy Azrail ile kafa tut,
Eyy cehennem diye nara at
Ama ateşe yaklaşma.
Oranın adaleti buraya benziyorsa yırttın
Ver savcıya hâkime 70.000 dolar ver
hooop cennettesin,
Bu dünyayı siz yediğinize göre
Öte dünyayı da sizin tanrınız yiyordur.
Lütfen KALIN!
Gitmeyin
Daha buradaki işiniz bitmedi ki
TOKİ cennette ihale açacak biliyoruz
Cengiz oranında .mına koyacak biliyoruz.
İçim daralıyor ciddi söylüyorum,
Seçim öncesi
Beş on bomba patlatsa da dostların
Ölümlerimiz onurlu olsa
Mafyalarını iş adamı etmekle hata ettin
Yeni nesil çok acemi
Yetişemeden onlara telef olacaklar
Halkın kızgın kor ateşinde
Marx ne diyor biliyormusun?
Yetmez ama evetçi hocalarına sor
Anlatsınlar sözün manasını
‘Bir şeye sahip olmak iki yönlü bir ilişkidir, sen ona sahip olurken oda sana sahip olur’
Sen koca bir koltuğun ve sarayın malısın artık
O ne diyorsa onu yapacaksın!
Dün belediye başkanını yuhaladılar
Eskiden ilk yuhalayan sendin
Ve senden öğrendiler bunu biliyorsun
Hiç düşünmedin mi?
Bir gün bu baldırı çıplaklar beni de yuhalar diye
OHAL kurtarmazsa seni darbe yaparsın
Tankın önüne yine yatarlar diye hiç aklına gelmedi mi?
Belgesel de kesmez bu halkı,
Penguen taklidi yapsan yemezler
Ya sokaklarda yeniden demokrasi nöbetleri tutmak akıllarına gelirse
İşin daha kötü tarafı var
Bir Mustafa Kemal olsaydın mesela
Müttefiklerinle yaptığın her türlü dalavereyi demokrasi cumhuriyet diye yutturamazdın
Koşullar değişti
15 yoldaş değiliz artık
Karadeniz de boğdurasın
Binlerceyiz!
Siyasette kemire kemire bitirecekler seni
Öyle hemencecik değil
Milleti takside bağladın ya
Kart kart, kredi kredi
Sende öyle taksit taksit eriyeceksin
Kompradora güvenme
Biz 15-16 Hazirandan tanıyoruz onu
İşçinin köylünün ayak sesleri duyunca
Korunaklı yerlere kaçar
Ama bu türkü başka
Karakollar da sanatçılarla söylenmez
Bu türkünün notası işçilerin köylülerin, ücretlilerin, ezilenlerin el ve ayaklarıyla emeğiyle yapılır
Ve ne yapacakları iktidara geçince belli olur
Emperyalistlere sor,
Onlar iyi tanır LENİN’İ STALİN’İ MAO’YU
Yaşamın üretiminin önündeki
En büyük engel olduğunuz belli olsun diye
Lütfen KALIN!
Gitmeyin
Çokça saldırın çıplaklığımıza
Sadece dışımızı karartmayın
Kara çarşafınızla
İçimizi yüreğimizi de karartın
Milyarlarca teşvik yetmeeez Komprador’a
Kulağımızın arkası kaldı
Onu da verin gitsin
Onurlu gururlu insanca yaşamak ne ki
Malın kartın yoksa cebinde
Profilden yemek resimleri paylaşmamışsan
Bana ne dünyadan
Gemisini kurtaran kaptan diyorsan
Üst yapından
Bu hödüklük seni de bulacak
Pek yakında.
Rahatına düşkündür milletin
Dünyada cenneti aranıp durur,
Alıştırırsan rahata
Sonra bozarsan huzurunu
Kâbusun olur yüz verdiğin maraba
Öyle toprağın kölesi değil yüzde sekseni,
Yarısının altına düştü
Onunda yarısı çok kaygandır,
Kürtlerdir,
Bir bakmışsın birleşip akmışlar
Kırlardan şehirlere
Lütfen KALIN!
Gitmeyin
Hazır değiliz daha biz
Biraz zaman verin
Denizlerimizi astınız, Mahirlerimizi kurşunladınız, İbo’larımızı kahbece katlettiniz,
F tiplerine götürmeden yaktınız,
Bombaladınız halkın en ileri unsurlarını
Kuşak kuşak eksilttiniz
Nice civanlarımız doğdu
Kapsüllerle öldürdünüz
Niceleri yetişmekte
Gençler toylar öğreniyorlar
Az daha kalın.
Üniversiteleri gözaltı tutuklama yapmayın
Direk çevirin tel örgüleriniz ile
Tek tip giydirin
Emperyalistler uyarıyor!
Marx ve Engels in doğduğu koşullar oluşuyor diye
Dikkate alın
Kâğıdı ıslatmayın kaplanınızın sahteliği anlaşılıyor
Kükremek boşuna
Faizleri kaldırın vergilere bindirir
Açlara da
Sarayın önünde aşevleri kudurun
Yüz alın on verin
Doksanı
Emperyalistler ile bölüşün
Yeni yollar istiyoruz biz
Yeni köprüler
Barajlar
Ormanların hepsini kesin
Kıyıların hepsini satın
Havayı unutmayın
Havasız bırakın
Diyanet sadece nikâh kıymasın
Ne bileyim helal kod yazsın mesela
Çipi kimlik kartlarına değil
Kıçımıza takın
Ki belki ona sahip çıkarız
Lütfen KALIN!
Gitmeyin
Bombalayın doğuyu güneyi
Gelsinler bu tarafa
Yollarda ölmem az geliyor,
Kasanda cılız kalmasın
Palazlansın körpe köpeklerin
Sehpaları kurun Sultan Ahmet’e
Hazır boyunlarımız
Öyle kahbece düzenler kurma bize
Ortaçağ romantizmini yaşıyor ruhum hala
Mertçe olsun kavgamız
Sahte oylara
Sahte seçimlere
İhtiyacın yok
Kendini doğrudan ilan et
Bu halkın ruhu tunçtur
Daha demiri bulamadı
Hâlbuki ataları demir madenlerinde köleydi
Mao-tun, Tuman dendi adına
Çin kayıtlarında
Ziya’n(ulan Ziya)Metehan yaptı adını
Adını değiştirince içi de değişiyor sanıyorsun
Aptallık ediyorsun
Aslında
En çok okumuş Türk’ten korkuyorsun
Tarihi bu kadar bozmandan belli ediyorsun
Tüm dünya Türk ve İslam’sa
Neyin kavgasını veriyorsun
Dokunduğu her şeyi altına çevirenin sefaletine düşüyorsun
Yetmiyor artık bize polyanna,
Yanağımızın ötekini de çevirmeyi bırakıyoruz
Düşüncelerimiz de sınıf bilinci
Elimizde silahımız savaşıyoruz
Büyük savaşlara hazırlanıyoruz
“Bas gerilla bas tetiğe
Daha daha ileriye
İktidarı parça parça
Parça parça iktidarı al kırlardan şehirlere”
Türküleri söylüyoruz
Lütfen KALIN!
Nereye gidiyorsunuz?
Daha karpuz kesecektik.
İyi Çalışmalar
Taner Özcan
Yaşasın MLM
Yaşasın Demokratik Halk Devrimi Mücadelesi
Yaşasın Halk Savaşı
Ulusal Sorun

Ulusal sorun konusunda çözümlemeli onlarca yazı bulabilirsiniz. Literatürden alınan(aslında dogmaya indirgenen)onlarca metin. Egemen sınıfların ne istediği ile ezilen ulusun çilesi karıştırılıp boca haline getirildikten sonra, sorunu nesnel tarihsel ve sınıfsal bağından koparmak işi de hallolduysa geriye görev babında aslında bir şey kalmıyor.
Kürt Ulusal Hareketinin tarihsel ilerleyişini, Türkiye de ulusal sorun başlığı altında İbrahim K. yapmıştı. Sorunun tarihselliğini, gelişimini incelemiş ve ötelenen bu sorunun tarihsel ilerleyişini bilince çıkarmış, konuyu ortaya koyması ile bunu görünür hale getirmiştir.
Cumhuriyet kurulurken komprador burjuvazi ile ona bağlaşıklaşan büyük toprak sahipliğinin çıkar birliğinin, pratikte soruna yaklaşımındaki gericiliği de bu iki gerici sınıfın ittifakı ile açıklamıştı. Sınıfların tarihsel ilerleyişi sonucunda ötelenen bu sorunun görünür hale gelebileceğini de sınıfların tarihsel gelişmelerine bağlamıştır. Ulusal sorunun bir burjuva sorunu olduğu gerçeğini bir kenara not etmiş, politikasını da ezilen ulusun özgürlüğü ve ezilen sınıfların iktidarı meselesi üzerine kurmuştur. Bu ülkedeki sorunun kuruluşunda ki biçimi Kürt ulusunun emperyalist devletlerin ve yerel de oluşan devletlerin çıkarına bolünmüş olması, gerçek bir olgu olarak önümüzde duruyorsa ve Kürt ulusunun bu politikaya karşı geçmişte bütünlüklü bir politika sunamamış olmasını da yine sınıf çıkarlarına bağlıyordu. Daha 100 yıl önce emperyalizmin yerel devletlere pay ettiği Kürt ulusu, ulusal bilincin geliştiği her yerde direnişe geçmiş, TC. Faşist yöntemlerle sorunu ötelemekten başka bir şey yapmamıştır. Ancak bu tarihsel süreç gerici iktidara yedeklenmiş olan Türk işçi ve köylülerin günahına yeni günahlar eklemesinden başka bir şey değildir. Çaldırdıklarının hesabını sormayan bilincin çaldıklarının hesabını nasıl vereceği gün gibi ortada. Yüzyıllar boyunca konargöçer ve yağmaya asker ve lojistik tedarik ederek mutlu yaşamını sürdüren Türk köylüsü ilk defa ‘konmuş’ ve yurdu düşmanlarından kovmuştur. Geçmişin yağmalarının bilinci gerek dinsel olarak asri saadette din görünümlü ganimet savaşlarının övgüsünde, gerekse Anadolu’nun fethinde akıncı rüyalarında görülebilir. Günahlarına günah katan bilinç; Ermenilere, Keldanilere, Süryani ya da Rumlara Alevilere uyguladığı zorunlu göç ve katliamın hesabını kendi konargöçerliğinin tarihselliğini ve çilesinin gerçek nedenlerini açığa çıkaramamış bir ulusun yani kendi acılarının hesabını sormamış olan, bilimde,teknikte ve her türlü ilerlemeden yoksunluğunu geçmişin egemenlerinden sormadığı gibi geçmişte olduğu gibi bugünde egemenlere bağlaşıklığını sürdüren egemen ulustan başka ne beklenilir ki.
Günahlardan günah beğen tamda tarihsel açıdan Türk egemen ulusunun durumunu yansıtıyor. Tarihsel kökü ne kadar eskiye götürülüyorsa günahı da o kadar artıyor, farkında bile değil. En önemlisi de gelecek kuşaklara da büyüterek miras bırakıyor. Türkün devrimden, isyandan korkusu tarihin her yerinden sızıyor. O kapalı ya da açık kendi kendine yeten ekonomisini öyle kutsallaştırmıştır ki bugünkü yerli milli dindar politikayı bir balığın yemi yutması gibi hemencecik yutuveriyor. Geçmişte olduğu gibi iyilikler güzellikler kendi eseri, kötülükler ve çirkinlikler ötekinin. Tarihsel olarak geçmişini bu kadar abartırken genişletir ve büyütürken o rüyaların karabasanlarla son bulduğunu Kürt Ulusal Hareketi kanla hatırlatıyor. Belki yarın başka ezilen ulus milliyet ya da inanç tarafından da hatırlatılacaktır. Ancak ulusal sorunu dar anlamı ile egemen sınıfların çıkarları ya da istekleri ile açıklamak ne kadar nesnel idealizm ise o kadarda soyut materyalizmdir. Her iki ulusun proletaryası acısından onların hareketinin ya da hareketsizliğinin hem yaşanan dönem için hem de gelecek kuşaklar için önemini kavramak, egemen ulusun tarihsel pratiğinden doğan günahlarının özeleştirisini vermek, geçmiş çilesinin hesabını sormak, ezilen sınıfları birbirine yakınlaştırmanın ve ezen sınıflara(hangi kılığa girerse girsin)karşı sınıf bilincini ve uyanıklığını sağlayabilir. Egemen ulusun her ulusal ve demokratik talebe karşı gerici pratiği onun niteliğinin yansıtıyor. Diğer ulusal burjuvazilerin pratiğinden ve tarihinden ayrılan noktalar ise onun özgül farkını yansıtıyor. Bu nedenle kavramın genel nitelemesi sınıfı işaret ederken özgüllüğünü belirleyen şey kavramın sıfatıdır. Türkiye egemen sınıflarını diğer benzer sınıflarından ayırt eden şey bu farklardır. Kavram nesneli yansıttığı oranda doğrudur. Bu nedenle nesnel dünyayı bilince yansıtırken kavramların gerçek şeyleri yansıtmasına ve bu benzerlerinden ayırt eden özelliklerini de içermesi gerekiyor.(Komprador burjuvazi)
Bu sınıfların niteliğini gerçek dünyadan çıkarmadığımız sürece kaba görgücü materyalizmin sularında yelken açmaya devam ediyoruz demektir.
Ulusal sorunda kendi özgül çelişkileri içinde barındırıyor. Ezilen ulusun mücadelesine katkı sunmak için, duygu ve sezgilerle değil, gerçek nesnel sınıf ilişkileri ile başlamak zorundayız. Sınıfların çıkarları ve savaşımını Nostradamus müneccimliği ile çözümleyemeyiz. Biz MLM’ler hareketten kopuk bir politika ve pratik lüksüne sahip değiliz. Hareket demek çok yönlülüğü kavramak, nesnel gerçeği bilince çıkarmak, bir yerde doğru olanın başka yerde ve zamanda yanlış olabileceğini bilmek, teori ve pratikte bir adım önde olmak demektir. Bu tarihi diyalektik materyalizm ile kavramak, ondan dersler çıkarmak, göreliliği ve göreceliliği yasaların ve bilimin sınırları içerisinde pratikle öğrenmek demektir. Ülkemizde Marksist literatürle biraz haşır neşir olan biri onu mutlaklaştırma eğilimi taşıdığı her yerde zıddına dönüşüyor. Yöntemi bilmediği için, aslında mahrum olduğu için bu böyle oluyor. Çünkü Marksizm’in Okulu kütüphaneler değil Komünist Partisidir. Komünist Partisi tarihsel ödevini gerçekleştirdiği oranda da yöntemi öğrenir, öğretir ve geliştirir. Savaşım içinde. Teorik gelişim acısından İbrahimlerden gerideyiz. Pratik açısından elli yıllık bir yaşanmışlık birikmişlik var. Ve ilerideyiz. Sınıfla olan bağımız zayıf olsa da tarihsel malzemeyi düzenlememiş olsak ta bu böyle. Günümüzdeki sapmaların en temel nedeni tarihsel pratiği ayıklamamış, teoriyi bilince çıkaramamış olmasıdır. Bu nedenledir ki ulusal sorun konusunda İbrahim’in politikası yaşarken, Parti onu geliştirilememiştir. Ulusal sorun konusunda gelişime açık teori olması ise onu özel kılan nesnel durumdur. Ezen ve ezilen ulusun proletaryası ve köylüsünün sınıf çıkarını tarihsel hedefin potasında birleştirmek demek İbrahim demektir.
UKKTH’nı tarihsel pratikten ve proletaryanın hedeflerinden uzaklaştıran her türlü teori kutsal kitaplardan alıntılarla bu hakkı dogmaya çeviriyor. Sınıfların bugün ki çıkarları ile yarın ki pratiğini öngöremiyor. Dünü okuyor bugüne şaşırıyor, yarına apışıp kalıyor.
Hep en Marksist, en Leninist en Maoist oluyor ama tarihin dışında kendi düşleminde. Kendi yaşam tarzı bilincini affetmiyor. Biçimle bilinç arasında mekik dokuyor. Özünden uzaklaşıyor. Ulusal sorun konusunda da durum tamda böyle.
Ulusal hareketin her yalpalaması onda da hissediliyor. Her yalpalamayı en nesnel çözümlüyor. Dün söylediğini bugün unutuyor ya da hata yaptık ile geçiştiren bu akıllılar, aynı temcit pilavını servis ettiğini, müşterinin fark etmeyeceğini zannediyor. Ulusal sorun konusunda ezen ulus proletarya ve köylüsünü aydınlatmak bir yana sisteme yedeklenmesinin, ezilen ulusun savaşımındaki en önemli gedik olduğunu, yengi ya da yenilgisinde tayin edici rolü olduğunu gözlerden uzak tutabileceğini zannediyor. Kitlelerdeki gerilemenin ekonomik, kültürel, dinsel, politik ve pratik açıdan tarihsel çözümlemesi yerine oldubittiye getiriyor.
Özeleştiriden uzak durmanın sonucu olarak yadsımanın yadsıması herkesi buluyor. Bizim tarihimiz açısından MKP İbo’nun yadsınması iken MKP’nin kendi Tarihsel hatalarının özeleştirisi vermemekteki ısrarı da MKP’nin yadsınmasında kendini gösterecektir. TDKP’den EMEP’e EMEP’ten adresi şaşmış yerlere giden yolda aynı taşlarla döşenmişti. Geçmişi aşmak gibi görünen bu yadsıma pratiği, gelişim(aslında genişleme isteği ile hayallerini yasama duygusu) zannediliyor. Neyi doğru yaptınız da bunu doğru yaptığınıza inanalım. Halkı mevcut egemen siyaset ve politikada yedeklenmesini günah sayan bu kargalar, kendi burnunun ucunu görmekten şimdilik uzaklar. Tarih boyunca egemenlerin eteğine sarılmış bilinç, kendi pratiğindeki güvensizlikle yine aynı eteğe sarılıyor. Kendi pratiğinden çıkardığı ders, teorik güvensizliği ve hataya neden oluyor. Dersi de yanlış öğrendiğini hiç mi hiç düşünmüyor. Politik yetmezliğini teorik eksikliklere, pratik hatalara yüklüyor. Asıl çözülmesi gereken sorunu, politik yetmezliği çözmeden, kişilere, halklara, sınıflara, devletlerin yöneticilerine, olmadı dünyaya olmadı sınıf önderlerinin pratiğine, teorisine yükleyerek tarihsel bir suç işliyor. Bundan sonra Öz ile biçimin birbirini örtmesi uyumlu hale gelmesi gerekiyor. Özünde neye dönüşmüşse artık biçimi de onu yansıtmaya başlıyor. İşte geleneksel, eskimiş görünen pratikte gerçekleşmesi için mücadele edilen teorinin yaşam alanı, sahte ya da zıddına dönüşen bu nedenle de kolayca ayırt edilebilecek olan politik pratiğin, bilincinin ayakları üzerinde görüneceği zamandayız. Programını, politikasını bilince çıkarmış olan özneler için sınıf bağının güçleneceği savaşımı yükselteceği arena. Nitelik bu nedenle önemlidir. Nicelik daralan ve gerileyen sınıf mücadelesinin(bu da görüngüdür) içte yarattığı duygudur. Her duygu gibi geçicidir. Dünya genelinde bir gerileme olduğu tespitini yapanlar(proletaryanın büyüyüp geliştiğini, devleştiğini burjuva sınıflar görüyor, her türlü önlemi alıyor. Sınıf örgütleri ile olan bağları zayıflatıyor, örgütlerin içini boşaltıyor, tarihsel geçmişini hiçleştiriyor, ideolojik alanda geriletiyor.) kendilerini bu gerilemeden muaf tutmakla zaten kendilerinin de özel bir alana hapsedildiğini fark edemiyor. F tipi hücre sınıf için ne ise teorik ve politik yalatılma da pratik yaşamda odur. 2000 yılından sonra özellikle mültecileşmiş devrimci profili için tüm sınır kapılarını açmıştı, gitsinler ama burada durmasınlar. Ve pratikten ve sınıftan uzaklaşan her türlü teori sapmaya müsaittir.
Ve her sapmasını da eleştiri ve özeleştiriden muaf tutarak idealizmini geliştiriyor, idealizmi geliştiği oranda sınıf çıkar ve pratiğinden uzaklaşıyor. Tarihi kendi Öz bilinciyle yaptığını unutuyor. Ve kusursuz Öz bilincine asla ama asla toz kondurmuyor. Olsa olsa pratik hatanın tekrar tekrar gerçekleşmesini yine pratikte araması gerekirken pratikteki hatalarına kılıfın kumaşını geçmişten ya da teoriden bulup biçiyor. Mlm'ler hata yapmamakla kendilerini gerçek yaşamdan soyutladıklarını göremiyor. Kendi doğrularının gevezeleri halinde deli divane gibi dolanıyor.
Bu yenilenme sevdalıları düşün alanında devrimcileri de etkiliyor, politika olarak mekanik materyalizmi aşamıyor. Ulusal Sorun konusunda geçmiş deneyimlerden öğrenmek yerine, onu tarihsel gerçekleştiği süreçlerin dışına sınıfların dışına, ölüler dünyasına havale edip duruyor. Hakkın uygulanması için tarihsel hareketinden ve sınıflardan ve onun iç ve dış koşullarından yani yaşamın gerçekliğinden değil tam tersinden bakıyor.
Kürt Ulusal Hareketinin varlaşıp geliştiği koşullarda Türkiyeli işçi ve emekçilerin kurtuluşunu sağlayacak olan DHD’ni İbrahim o zaman bilince çıkarmıştı. Bunu Halk Savaşını başlattığı yerden anlayabiliriz, nedenlerini ise yazılarında bulabilirsiniz.
Bugün; Kürt Ulusal Hareketinin varlığının belirleyiciliği altında komprador burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin iktidarının askeri faşist darbe yönetimlerini, gizli bir biçim altında yürütmesini koşullandırmaktadır.(AFC değil, OHAL) Çünkü Kürt Ulusal Hareketinin varlığı ile açık bir afc’nin iç savaşı doğurabileceğini ve iç savaş koşullarında savaşın yasaları gereği kuzeye değil güneye batıya değil doğuya dayanacak olan DHD mücadelesinin askeri stratejisini şimdiden kesmek için koridor kuruyor. Kürt Ulusal hareketindeki konumlanışı ve kendi tarihi açısından Dersim'e sıkıştılar diyen çokbilmiş şehir küçük burjuvaları, tarihsel pratikleri açısından bir Dersim değil bir ilçesi ile kendini tarihe yazamamışlardır.
Hem Maoistlerin tarihini anlamıyorlar, hem de Kürt Ulusal Mücadelesindeki sağa sola sapmayı kavrayamıyorlar.
Tarihsel hareketin tüm yumruğunu yemiş ve yamulmuş bir bilinç ile önderlik edilemeyeceğini kitlelerin hareketi ve hareketsizliği anlatıyor, ama kitleden öğrenmeyi unutan akıl hocalığı kitleyi sadece eğiteceğini zannederek zihin değişikliğinden dem vuruyor. Pratikte bir hareket olmadan zihinde değişiklik bekliyor düşünceyi oluşturan ögeleri nesnel dünyadan çıkaran bilimin kurucularını bir türlü kavrayamadığını, düşünce dünyasından seçmecilik yaparak, duygulardan dünyaya bakıyor, uymadığı yerde nesneli eğip büküyor. Son nesnel bükücü avatardır bunlar.
Ulusal sorunda da durum böyle. Hakkın kullanılmasını ulusun iç çelişkilerinden ve sınıfsal yapısından koparan ulusun birlikte hareket etmesini sağlayan çekme ve itmeyi, bu etkinin dört parça üzerindeki hareketi ve karşılıklı etkileşimi göremiyor. Demokratik Halk Devrimi için yürütülen Halk Savaşı tarzını (Komünist Partisi önderliğinde yürütülmesi belirleyici yönü)ile Halkların yürüttüğü her Savaşı eşdeğer gören, farkları kavrayamayan ve her farkın bir çelişki olduğunu anlamayan ve çelişkiyi belirleyemediği içinde çözüm üretemeyen Türkiye Marksizm’i sekterizmini doktorincilik ile gizleyebileceğinin hayalini kuruyor. Sınıf bilincinden uzak Moda(semt olarak Kadıköy Moda) sosyalizmini Marksizm diye yutmayan geniş halk kitlelerini bilgisizlik teorisi ile açıklıyor. Onun sezgisi nesneldir ve pratiğin yansıması iken, aydın küçük burjuvanın zihni içtiği rakının bulanıklığını yansıtıyor. Göbeğinin şişkinliği de kır gerilla savaşının yegâne bahanesi olduğunu, fikirlerindeki sapmayı pratiğinden çıkaracağı yerde ve içeriden bulacağı yerde soyut dünyadan ve dışarıdan buluyor. Diyalektik konusunda halkın sezgisi Mersine bunların bilimi de tersine gidiyor.
Kürt Ulusunun devrimci ve ilerici pratiği kendi içinde dinamiklerle açıklanabilir. O dinamiği besleyecek olan bir damarda Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halk kitlelerinin pratiğidir. Bu pratiğin seyri de Kürt Ulusal Hareketinin özgürleşme yolundaki adımlarını belirliyor. Uluslararası çelişkilerden doğru tarzda yararlanan Kürt Ulusal Hareketi sınıf temelli siyasete uzaklığını salt güven, pratiği abartma yüzünden içte ve dışta haklı temelini kayganlaştırmış, Savaşı tek yanlılıkla değerlendirmiş ve birçok kazanımından geriye düşmüştür, düşmeye de devam ediyor.
Kuru kuru biz ulusal hareketi destekliyoruz açıklamaları bir şey ifade etmediği gibi bunu doğru tarzda ele alamayan Türkiye Devrimci Hareketleri de asli ve tali görevlerini birbirine karıştırıyor.
Her devrimcinin görevi mensubu olduğu ulusun ezilen Sınıflarını devrime hazırlamak görevidir. Sorun bu görevle ezilen ulusun özgürleşme talebini birbiriyle çelişik görmesinden kaynaklanıyor. Bu egemen ulusun ve ezilen ulusun burjuvazisinin çelişkisidir. Onun siyasetinin bulanıklığıdır. Buna ezilen ulusun diğer burjuva sınıf ve katmanlarının bulanıklığı eklendiğinde durum daha karışık hale geliyor.
Ezilen ulusun orta ve küçük burjuva sınıflarının yasal siyasi ayağı HDP dir. Yasal siyasi ayağın ilerici yönünü besleyen yegâne unsur ise egemen ulusun siyaseti ve ezilen ulusun ezilen sınıflarının desteğidir.Kürt Ulusal Hareketinin bayrağından orak ve çekici çıkardığı gün Ulusal Özgürlük Mücadelesinin ezilen ulusun küçük burjuva egemenliğine geçtiği gündür. Türkiye devrimci siyasetini(sınıf temelli siyasetini) küçük ve değersiz gördüğü gün ise Ulusal Hareketin orta sınıflarının duygu ve düşüncesini yansıttığı gündür. Gelinen aşama da savaşın içte zayıflatılması dışarda yaşam alanı bulması ise Kürt ulusunun burjuva ve feodal sınıflarının egemenliğine geçtiğini gösteriyor. Bu demek değildir ki Ulusal Kurtuluş Hareketi devrimci ve ilerici yönünü kaybetmiştir.
Emperyalizm ile bölgedeki komprador burjuva feodal sınıfların çıkarı savaş tarzını sürdürdüğü sürece ve Kürt Ulusal Hareketi varlığını sürdürdüğü surece DHD mücadelesinin cephe gerisi, nesnel varlığını sürdürüyor demektir. Kürt Ulusunun Devletleşme sorunu, bölgede ki Ulusal Devletlerin ve Emperyalizmin sürekli değişen politikasına bağlı olduğu kadar, içerde de bütünleşme isteğini gösteren pratiklerin yetersizliği(Ulusun gerici sınıflarının etkisi) ve Kürt Ulusal Hareketine eksikliğini hissettiği konularda Türkiye Komünistlerinin gerekli büyüklükte politika üretememesidir. Ancak bu üretememenin sebeplerinden birisi de ‘burnu havada’ aynı Kürt Ulusal Hareketi’dir. Kendini dev aynasında görme, Komünistleri küçük görme, Ortak Mücadelede ‘en öne geçme’ anlayışı vd. şeyler ile bu gerileyen yönü beslediğini fark edememiştir.
Ne zaman ki kendisine dayatılan politika ile uzlaştı, hem daralmaya hem de zıddına dönüşme eğilimi açığa çıkacaktır.
Erdoğan’da somutlaşan siyaset ise onu M.Kemal’in yaptığı gibi en geriye itmek üzerine kuruludur. Bu siyaset günümüzde Türk orta sınıflarının en gerici sağ kanadının temel siyaseti, kompradorun ise yedek siyasetidir.
Orta sınıflarının gerici kanadı emperyalizmin iç çelişkilerinden doğan bunalımının yansımasını temsil ediyor. Günümüzde eğer sol kanadı üzerinden yürütülmüş yumuşak bir siyaset olsa idi bir gönenç başlangıcını ifade edebilirdi. Nesnel bir eğilim taşıyabilirdi. Ama yine de aldatma üzerine kurulu olurdu. Kürt Ulusal Hareketinin anlamadığı temel şey DHD’nin her iki ulusunda özgürlüğü sorununu birlikte görmesindedir.(Ayrı devlet kurma hakkını dışlamaz) Ulusal sorunun dört ayrı parçasının arasındaki çelişkiyi kavraması ulusal birliğini kadere değil programa bağlamasıdır. Bu da DHD programının ulusal sorundaki temelidir. Aksi takdirde Türk Ulusu ile ezilen ulus ve milliyetlerin hakları ezilen sınıf çıkarından kopacak sadece burjuva niteliği ile ‘ilerici’ bir rol oynayacaktır.
Kürt Ulusal Hareketinin Türkiye Kürdistan dağlarından elini kolunu sallayarak koridordan gönderilmesini, emperyalizm ve yerli komprador sınıflarının çıkarlarından bağımsız gören ya da çelişkinin belirleyici yönünü ihmal eden değerlendirmeler doğuya açılan tren ve otoyol inşaatlarının, lojistik merkezlerinin, hes, res, Bakü Ceyhan gaz yolunun, tanap projesinin ekonomik yükünü koruyacak olan güvenliğini, uygulama önündeki en büyük engelin güneye sürüldüğünü görememek en büyük saflıktır. Sınıfların çıkarları ezilen ulusun özel çıkarının üzerinde tutulmuş, biri doğuyu alırken diğeri güneye razı olmuştur. Tamda barış masası tezgâhının üzerinde.
Tam da bu sırada Kürt Ulusal Hareketi Türkiye içinden çekilerek Türkiye işçi ve köylüsüne yakınlaşma, taleplerinin haklı yönüne destek bulacağı nesnel koşullarda. Savaşı ‘iki ulusun’ savaşına indirgeyen geri çekilme yaklaşımı pratikte egemen ulusun milliyetçiliğinin zemini olmuştur. Ulusal savaşları sınıfsal savaşımın bir biçimi olarak görmeyen bu tek yanlı bakış açısı güneyde hem emperyalizmden, hem egemen ulus devletlerinden hem de ezilen ulusun parçalı halinden ezilen ulusun burjuva ve feodal sınıflarının çıkarlarından darbeleniyor.
Maoizm biliminin tehlikeleri dünya emperyalizmi tarafından fark ediliyor.(en son Hint filmi Newton’da Maoizm’e saldırdı) ama yerel de komünist devrimci demokratik güçlerde özelde Kürt Ulusal hareketinde genelde dünya proletaryasında ve ezilen sınıflarda bilince çıkarılamıyor. Maoizm ’in yaşam bulduğu alanların kırsal alan olması biçim yönünden kendi zorunluluğudur. Bu zorunluluk ve biçim yasaları kavrayamayanlarca da anlaşılmamaya devam edecektir. Sınıf savaşımının gelişimi ise bu ters görüntüyü kanla düzeltecektir.
En son gezi pratiği bunu birebir hatırlattı. Geçmişte Paris Komünü askeri tarzın Sokak Savaşı pratiğinin, tekniğin, taktiğin ve stratejinin önemini ve Engels in sözleriyle .... Hatırlamalıyız. Orta doğuda ki kent ve kır savaşının Maoizmsiz biçimi de öğretti, Sur Cizre öğretti. Daha hangi deneyim gerekiyor Maoizm’ in sadece ülkemiz özgülünde değil dünyanın tüm ezilen sınıflarının bilimi olduğunu kavramak için.
Maoizm ’in Marksizm ve Leninizm’in Çin uygulaması olduğu ve birbirini yadsımadığı birbirinden doğan ve gelişen bilimin belirli aşamalarına tekabül geldiğini, İbrahim’in bu en yüksek bilimi ülkemize uygulamasındaki gösterdiği başarıyı. TKP(ML)’nin onun en yüksek mirasçısı olduğunu bilince çıkarmak için 'düşman saldırıyorsa iyidir den' öğrenmeyi ne zaman bıraktık. Tarihimize sahip çıkalım. Tüzük program ve gönüllü birlikteliğimize sahip çıkalım. İbrahim’i bilince çıkaralım. Sınıf bilincini laf ebeliğiyle değil, doğrudan pratikte, ezilen sınıfın çıkarlarını içeren politika, siyaset kültür üretelim. Programın uzun vadeli yönünü görelim.
İbrahim’den sonra çok sular aktı diyen kafalara bir çift sözüm var. MLM'nin Türkiye ayağı İbo’dur diyen dilinizle, geçici bir süreci kendine strateji olarak belirlemiş olan İbo çelişmiyor mu?(KOŞULLARIN DEĞİŞTİĞİ, SINIFLARIN DEĞİŞTİĞİ RETORİĞİNİZ) Bu nasıl en yüksek uygulacıdır ki çözülen sınıfları görememiş, gelişim ve ilerlemeyi görememiş, öngörüden yoksun bir önder. Bilimin uygulayıcıları sadece pratik aklın tarihsel tahlilcileri değildirler. Onlar çelişkiyi çok yönlülüğü ve hareketi içinde görebilen özellikleri ile öne çıkarlar. Mao tarihte bireyin rolünde bunu özellikle vurgular. Bu sınıfların tarihini nesnel olarak ortaya koymak demek onun gelişimini ve dönüşümünü de öngörmek demektir. Programının eskimesi için nesnel koşulların sadece gelişmesi değil nitelik değiştirmesi de gerekiyor. Kompradorun gelişiminin tarihsel belirli aşamalarını ve yaşlanmasını göremeyen bu kafalar, dumura uğramış alıklaşmış her turlu zehirle bünyesini zehirlemiş bu kafalar, onlardaki devrimci pratiğin devrimci teoriden çıktığını, devrimci teori ve pratiğin de ‘yöntem ’den kaynaklı olduğunu ve kendilerindeki devrimci teori ve pratikten uzaklaşmayı da yöntemden uzaklaşmakta olduğunu dahi göremiyor.
Ulusal sorun konusunda Türkiye Komünist siyaseti sağdan, kuyrukçuluk tespiti ne kadar doğruysa, soldan şovenizm tespiti de o kadar doğrudur. Biri iç mücadelede yetersizliğin doğurduğu sol tepkisel tek yanlılıktır diğeri ise bu tek yanlılığın sağ yönüdür. Biri burjuva bakış açısının sol tepkisel aktif duygusal yönünü, diğeri ise sağ pasif yönünü gösteriyor. Her ikisi de sapmadır.
Ulusun yanında olmayı pratikte sunmak tali yönünü işaret ederken, asıl yönü içte ona destek olmaktır. Diyalektik hareketin birliğidir. Mao mücadelenin bir yönünün zayıf olması koşullarında yenilgiye götürür der. Yöntemin doğru ya da başarılı olup olmaması yöntemin kavranması ve uygulanmasına buda nesnel koşulların yani somut koşulların somut tahliline bağlıdır. Eğer tarihsel açıdan bir yenilgi, gerileme tespiti varsa burada yöntemin nesnel koşullara uygun olup olmadığından önce nesnel koşulların doğru tahlil edilip edilmediğine ve yönteme bakmalıyız. Koşulların nesnel somut durumunun bilince yansıtılmasında hata varsa bu yöntemin bilinmemesinde ve kavranmamasının ürünü olabilir. Burada tarihsel özeleştiri babında nesnel koşulların doğru tespitinin yapılmadığının söylendiği nokta da yöntemi kusurlu bulmak ancak somut durumu yine ve yeniden ters çevirmek anlamına geleceği anlaşılmalıdır.
Anti Maoizm’in bu biçimini Maoizm diye İboculuk diye sömürülen isçilere ve ezilen köylülere yutturamazsınız. Şehrin küçük burjuva pazarlarında çok rahat alıcı bulabilirsiniz genişlemiş kalabalığında.