Çarşamba Kasım 27, 2024

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

Daha da ilginci var bu yaklaşımların. Örneğin deniliyor ki:

“AKP-MHP faşizminin kurumsallaşmasını parçalayana kadar çeşitli etaplarda yan yana düşeceğimiz CHP’yi sosyal demokrasiye ve demokratik Türkiye perspektifine yaklaştıracak olan, sol, sosyalist, feminist hareketlerin ve demokratik Kürt Hareketinin demokrasi ve emek mücadelesinin önderliğini almaya soyunması ve CHP’yi eşitlikçi, özgürlükçü, çoğulcu politikalarla sıkıştırmasıdır. Bunu yapmadığımız durumda ise CHP, faşizan AKP-MHP bloğunun ekonomide neoliberal, siyasette Tük-İslam sentezci ve güvenlik devletçi politikalarından ancak nüans farklarıyla ayrışarak iktidara talip olacaktır.” (Aynı yer) 

“…Fakat CHP’de bir değişim arzusu ve değişim dinamiği ikisi bir arada. Bunu görmemiz lazım. Ancak bu değişimin tamamlanabilmesi açısından bana sorarsanız DEM’in yani bizim müşterek hareketimizin üstüne bir vazife düşüyor: (…) O açıdan CHP’deki değişimin hızlanması, güçlenmesi kısmen bize de bağlıdır. (…)” (“Gangsterlerle mücadele edeceğiz…” bkz. https://ertugrulkurkcu.org)

CHP’ de bir değişim-dönüşüm var da ama bunun adeta niteliksel bir değişim-dönüşümmüş gibi değerlendirip sunulması herhalde ancak ki olgu ve bilimsel sınıf analizinden uzaklaşıp; onun gerçek kimliği ve varlık nedeninin es geçilmesiyle mümkün olabilir.

Oysa CHP gibi köklü bir sistem partisinin, bu varoluşsal konumunu terk ederek, sistemi ezilen ve sömürülen sınıf ve toplumsal kesimler lehine değiştirme misyonu üstlenmesi, hani denir ya, hem ‘hayatın olağan akışına ters’ ve hem de CHP’nin ve kurulu nizamın ‘derin devlet’ denilen iç dinamikleri böylesi bir ‘devrimsel’ dönüşüme şans tanımaz. 

CHP gibi sosyal demokrat bir parti, ancak ki kendisini iktidar mücadelesinde tökezletip geri düşüren iç yapısal sorunlarını aşmak, baskın durumda olan taban kitlesinin beklentilerini bir dereceye kadar karşılamak ve geniş hak kitlelerinin sisteme yönelik öfkesini yatıştırıp sönümlendirme kabiliyeti edinmek için ve elbette verili süreçte sistemin yaşadığı sorunlara, sistem içinde kalan ‘alternatif çözüm politikaları’ ile bir takım reforumsal ‘yenilik’ ve değişiklikler gerçekleştirebilir.  

Burada, kendisini sistem karşıtı devrimci sol ve sosyalistler olarak addedenleri, politik mücadele adına ilgilendiren yön, klikler arası rekabetin ve iktidar mücadelesinin bir gereği olarak ortaya çıkan çelişki ve çatışmalardan yararlanarak kitleler ve devrimci mücadele lehine sonuçlar çıkarma olasılığının gözetilmesidir.

Ve keza elbette ki mevcut güç dengeleri denkleminde, koşulların henüz devrimci bir durumu var etmediği süreçlerde, sınıf mücadelesinin önünde en baş engel durumunda olan ve uygulamalarıyla süreci daha koyu, gerici ve faşizan baskıcı bir rejime götürmek isteyen iktidardaki kliğe karşı, ortak paydada birleşilebilecek tüm güçlerle, taktiksel iş birliği siyaseti gütmek; “düşman bloğunu bölüp parçalayarak yok etme” prensibince de doğru bir politik mücadele yoludur.

Bu anlamda olmak üzere; bugün iktidar gücünü tekeline geçirmiş olan ve toplumu her geçen gün giderek daha fazla şeriatçı faşist koyu bir karanlığa doğru sürükleyen Erdoğan diktatörlüğüne karşı olan toplumsal tüm kesimler ile bu gidişatı durdurabilmenin olanağı, taktik politik mücadelenin bir gereği olarak, elbette ki gözetilecek ve gereğince de davranılacaktır; bunu yapmak değil, yapmamaktır abes olan.

Ve elbette ki ham hayallerle, sübjektif yanılgı ve yanlışlarla değil; anın realitesinde, şu veya bu nedenle verili sürecin baş düşmanı karşısında konumlanmış güçlerin sınıfsal konum ve karşı duruş gerekçelerinin niteliğine uygun olarak, her biriyle farklı kapsam ve boyutlarda ittifak ve iş birliği/güç birliği yaklaşımıyla hareket edilmesi gerektiği bilinciyle sorunun ele alınması gerekiyor.

Peki bu tabloda CHP’nin yeri ve konumu nedir? Sürecin yukarıda tanımlanan baş düşmanına karşı, sistem alternatifi demokrat, sol, sosyalist güçler ile CHP’yi bir ölçüde de olsa aynı saflarda buluşturabilecek asgari müşterekler mevcut mu?

Bu sorular sorulmadan ve olgulara dayalı objektif yanıtları oluşturulmadan söylenecek her şey, kuşku yok ki ayakları havada şeyler olmanın ötesinde bir değer ifade etmeyecektir.

Hamasi söylemlerle değil de toplumsal olgularla hareket edilecek olursa; bugünün Türkiye ve K. Kürdistan somutunda öne çıkan ve acilen çözüm talep şu belli başlı sorunlar üzerinden tanımlanacak bir ‘asgari müşterekler’ zeminin mümkün olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Her biri, asgari çözümünü, normal burjuva demokrasisi kapsamında da bulabilen, başta “Kürt sorunu” olmak üzere, güncel bir tehdit olarak varlığını artırarak tırmandıran şeriata karşı, seküler yaşam ve laiklik sorunu, kadın katliamlarına karşı bir nebze de olsa güvence oluşturacak olan İstanbul Sözleşmesi ve burjuva anlamda da olsa evrensel hukuk normlarına dönülmesi gibi toplumun farklı farklı kesimlerini ortak noktada buluşturabilecek bu sorunlar, CHP ile de rahatlıkla “asgari müşterek” bir zemin olabilir. Çünkü toplumun çok büyük bir kesiminin bu sorunlarına alternatif çözüm programı üzerinden hareket etmeyecek bir CHP’nin, Erdoğan rejimini alt ederek iktidara gelme şansının olmayacağını artık CHP’nin kendisi de idrak ediyor olmalı. Bunun emareleri de zaten mevcut.

Dolayısıyla da sürecin baş düşmanına karşı, sonuç alma olasılığının, CHP ile varılacak bir konsensüs ile mümkün olabileceğini öngörmek, siyasi taktik olarak hiç de yanlış olmaz.

Kaldı ki başat demokrasi sorunlarından bir olan Kürt sorununun çözümünün, sorunun ana taşıyıcı öznesince “yerel yönetimler özerkliği” kriterine indirgendiği bir durumda, CHP ile bu konuda anlaşmaları pekâlâ olası. Çünkü sorunun bu çerçevede bir çözüme kavuşturulması, TÜSİAD’ından tutunda, çeşitli güç odaklarına kadar büyükçe bir kesimin ortak talebi olmuş bir durumdur. Dolayısıyla da CHP açısından bu adımı atmak, düne nazaran bugün daha kolay olacaktır.

Öte yandan başta Alevi inancına sahip milyonlarca insan ve keza yine milyonlarca seküler ve laik yaşam sahibi insan bugün çok ciddi bir şekilde şeriat tehdidi algısı altında olup; Erdoğan rejiminin ne yapılıp edilip engellenmesini talep etmekte. Dolayısıyla da CHP, laisizmi sağlamayı programına alarak bu kesimlerle de ille ki buluşmak zorundadır.

Keza İstanbul Sözleşmesi’ni tekrardan yürürlüğe koymak zaten CHP’nin verilmiş vaatlerinden bir diğeridir. Dolayısıyla da gerek feminist hareketler ve gerekse çok farklı toplumsal kesimlerden kadınlar CHP ile ortaklaşacaklardır.

“Evrensel hukuk normları”na dönülmesi talebi de yine aynı şekilde farklı toplumsal kesimlerin en acil taleplerinden biri olduğundan; daha güçlü bir rakip çıkmadıkça, çözümün adresi yine doğallığıyla CHP olacaktır. Haliyle yönelim de kendiliğinden oraya olacaktır.

Peki bütün bu sorunların söz konusu çözümleri zemininde buluşacak bir mücadeleyle, sürecin, okun sivri ucunun yöneltilmesi gereken baş düşmanının bertaraf edilmesi olasılığı var mı? Yenilgiyi kabullenmeyip, bir iç savaş kalkışmasına başvurmadıkça, evet, bu olasılığın her zamankinden daha yüksek olduğunu söylemek pekâlâ mümkün.

Peki böylesi bir olasılığın gerçekleşmesi sınıf mücadelesi açısından daha ileri bir mevzii ifade etmez mi? Elbette ki eder. Her şeyden önce toplum bir soluk alıp, kendine gelir. Bir muharebeyi kazanmış, ceberut bir belayı alt etmiş olmanın öz güveniyle donanır ve sınıf, kendi öz pratiğiyle kendisini eğitme şansı yakalamış olur. 

“Devrim kitlelerin kendi eseri olacaktır” şiarını destur alanların bütün bunlara burun kıvırmaması gerekiyor herhalde ki değil mi?

Evet, yaşanan tarihi sürecin özgün karakteri, sol, sosyalist devrimci güçler ile toplumun ilerici, demokrat güçlerini, sistemin ana koruyucu güçlerinden ve de tekelci burjuvazinin bir kanadını temsil eden CHP ile aynı ‘mevzi’ de buluşabilme ortamı sunuyor. 

Bu, olguların dili; gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ise, koşullarda olağan üstü değişimler olmadıkça, tamam sürece önderlik eden siyasal öznelerin bunu gerçekleştirme istem ve gayretlerine bağlı olacaktır.

Not: CHP’ye ilişkin kapsamlı değerlendirmeyi yıllar önce “Türkiye’de Sosyalist Devrim Gerçekliği” isimli kitabımda yapmıştım. İlgilenen o kaynaktan detaylıca inceleyebilir.

2853

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Halil Gündoğan

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar