Salı Aralık 31, 2024

Diktatör 'Reis' çıkış arıyor ..

Malum olduğu üzere T.C. Devleti, bizzat sistemin kendisinin yapısal olarak var ettiği ve artı olarak “Cumhur İttifakı” iktidarının uygulaya geldiği ‘popülist’ politikalar sonucu, uzunca bir süreden beridir emekçi halk yığınlarına hayatı çekilmez kıldıran ve keza kasayı adeta ‘tam takır’ sıfırlayan; çarkı döndürmek için ihtiyaç duyulan sermayeyi de bir türlü sağlayamayan ve bunun çaresizliğiyle ‘kirli para’ kaynaklarına yönelerek, uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı ve kumar gibi ‘sektör’leri ellerinde bulunduran çeşitli çete ve   mafya gruplarıyla ‘gizli’ ittifak ve pazarlıklar kurmak suretiyle devleti de mafyatik yöntemlerle yönetmeye zorlayan çok ciddi bir ekonomik kriz sarmalında debelenmektedir.

Ekonomi ile siyaset arasında doğrudan organik bir bağ olduğundan; birbirleri üzerinde ki etkileri de dolaylı değil, direktir. Denklemde her ne kadar da alt yapının belirleyiciliği söz konusuysa da fakat bu etki asla tek taraflı olmayıp; üst yapının da alt yapının gelişimi üzerinde olumlu ve olumsuz olmak üzere iki yönlü etkisi illa ki söz konusudur.

Vardığı boyut ve kazandığı kronikleşme hali itibariyle ekonomik kriz, kaçınılmaz olarak iktidarı bir ‘yönetememe krizi’ ile de karşı karşıya bırakmış durumda. Bugün siyaset arenasında yaşanmakta olanlar da zaten bunun doğrudan tezahürüdür denirse; bu, hiçte yanlış olmaz.

Artık “bıçak kemikte” dedirten türden yaşatılan yoksunluğa, yoksulluğa ve derin sefalete karşı, halkın azımsanmayacak bir çoğunluğu, tepkisini, 31 Mart Yerel Seçimlerinde ortaya koyarak; bunun birinci dereceden sorumlusu olarak gördüğü Erdoğan’a güvensizliğini ilan ederek cezalandırmıştır. Bunu, çok bariz bir şekilde, özellikle de adeta varlık yokluk meselesine dönüştürüp, ne pahasına olursa olsun kazanma hırsıyla asıldığı ve devletin tüm imkânlarını da kullanarak alanlara doğrudan indiği İstanbul seçimlerinde görmek mümkün.

Yani ne yaparsa yapsın, ortaya çıkan yönetememe krizinin artık hem halkın büyükçe bir bölüğünün gündemine girdiğini ve hem de gerek parti ve gerekse iktidar ortağı parti ve çeşitli güç odakları arasındaki uyum ve iç birliği ciddi şekilde sarstığını ve keza yerel ve uluslararası sermayenin azımsanmayacak bir kesiminde oluşan büyük ürkü ve tedirginliği görüyor ve biliyor.

İşte 31 Mart sonrası içine girilen “normalleşme”, “yumuşama” ve “yeni anayasa yapalım” şeklindeki tüm bu yönelim, gayret ve atılan/atılacak olan taklalar; aslında tamamen, hem yerel seçimlerle alınan yenilgi ve güven yitimini ve hem de ‘iktidar erki’nde yaşanan yıkım ve itibar kaybını belli ölçülerde telafi etme arayışının ifadeleridir.

Yani özetle Erdoğan; kendisini iktidarda tutacak olan güçlerini yeninden tahkim etmek istiyor. Bunun için bir taraftan daha düne kadar olabildiğince sekter, kopuşturucu ve dışlayıcı davranarak “şeytanlaştırdığı” burjuva klikleri, ‘kanaat önderleri’, ayrı düştüğü eski yol ve dava arkadaşları, ölümüne rakip ve hasım gördüğü siyasi parti ve etki sahibi siyasi şahsiyetler ve çeşitli sermaye grupları arasında ‘normalleşme’ söylemiyle bir diyalog arayışına girerek; buradan bir güç devşirmeye çalışıyorken; eş zamanlı olarak diğer taraftan da özellikle “devletin bekası” histerisi etrafında bloklaşmış ırkçı faşist ‘derin devlet’ odaklarıyla ittifakını koruyup sürdürme adına ve keza halkta oluşan öfke patlaması tehdidine ve özgürlükçü Kürt siyasi hareketinin kontrol dışına çıkma potansiyeline karşı da ‘sopa’yı elden bırakmayarak; gayretle, daha baskıcı bir rotaya girmenin hazırlıkları ile meşgul.

Yani özetin özeti; olgusal gerçekliğin yalın ifadesi bundan ibarettir.

Bu da demek olur ki genel anlamda emekçi halk kesimlerini, Kürtleri, Alevileri, kadınları, ilerici demokrat, laik- seküler ve sol-sosyalist kesimleri daha da zor ve çetin günler bekliyor.

Bu bakımdan, bir iç savaş olasılığını da göz önünde bulundurarak, hiç zaman yitirmeden bütün bunlara karşı toplumu bilinçlendirerek hazırlamak ve sürecin öznesi öncü güçlerin kendi kuvvetlerini buna uygun olarak yeniden düzenleyip tahkim etmesi, zorunlu bir gereklilik olarak öne çıkıyor.

 

2640

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Halil Gündoğan

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar