Pazartesi Aralık 2, 2024

Diyalektik

Teori ve Komünist Partisi

„Öncü savaşçı rolünün –der Lenin- ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirebileceğini belirtmek istiyoruz.“2

Teorinin önemi, ileri bilimsel teorinin Proletaryanın burjuvazi ile savaşımdaki rolünü, kendine marksist diyen herkes kabul eder. MLM bilimsel teori ile donanmayan, teorilerini doğa ve toplumsal bilimlerin gelişmesine koşut geliştirmeyenler, derinleştirmeyenler, proletaryanın sınıf savaşımındaki önderlik görevini yerine getiremezler. Sağ ve sol oportünizmin yaptığı gibi, salt soyut, nesnel gerçekliği yansıtmayan, toplumsal çelişmelerin doğru çözümünü yapamayan, sadece bir sürü laf kalabalığından öteye geçmeyen hilkat garibesi „teori“ ortaya çıkar. Böylesi bir „teori“ proletarya partisinin önünü açacağı yerde önüne daha baştan bir Çin Seddi örer, proletarya bilimi adına ne varsa onu yıkar ve öncüyü „öncü“ olmaktan çıkarıp, oportünizmin sadık bir savunucusu haline getirir. Bu bağlamda KP, önderlik görevini; „somut koşulların somut tahlili“ önermesinden geçtiğini, çürüyen yanlarını hiç çekinmeden anında atıp yeniyi almak olduğunu içselleştirdiği zaman yerine getirebilir.

Engels, „Alman Köylü Savaşı“ adlı yapıtında, 1874’de Alman Proletaryasının önderlerine şöyle seslenir:

„Önderlerin ödevi, özellikle bütün teorik sorunlar üzerinde giderek daha çok bilgi edinmek, günü geçmiş dünya görüşlerinin geleneksel lakırdılarının etkisinden kendilerini giderek daha çok kurtarmak ve sosyalizmin bir bilim durumuna geldiğinden bu yana bir bilim olarak yürütülmek, yani irdelenmek istendiğini hiç mi hiç unutmamak olacaktır.“3

Engels’in altını çizerek belirttiği gibi, sosyalizmin bir bilim olması, sınıf savaşımına önderlik eden KP’nin de bu bilimle donanması ve artan ölçüde teorik sorunların üzerine giderek bilimsel çözümlemeler getirmesi gerekir. KP, asla salt keskin sloganlarla sınıf savaşımını yürütemez, toplumsal gelişmenin pratiğindeki gelişmeleri bilimsel olarak ele almak ve irdelemek durumundadır. Kalıplaşmış söylemeler, kendi pratiğinden çıkmamış „hazır reçeteler“, KP’ni ilerletemez. Eskiyi atıp yeniyi alan bir KP yerine, giderek ölen, kitlelerden kopan ve kendi sınıf gerçekliğinden ve dayandığı bilimsel ideolojiden kopan bir KP karşımıza çıkar. Doğrular, nesnel gerçekliklerin ürünüdür ama, bu doğrulara dayanmayan, sınıfı ve diğer ezilen kesimleri bu doğrular ışığında yönlendiremeyen bir KP, kendi içinde çürümeye başlamasını da önleyemez. KP, sınıf savaşımının inceliklerini, çelişkilerini, bunların bir biriyle ilişkilerini ve çözümlerini, burjuvaziye karşı savaşta ustalaşmasını ve giderek güçlenmesini, kitleleri kucaklamasını ve savaşa sürüklemesini, yine kendi öz deneyimleri ile öğrenecektir. Diğer deneyimler onun için genel bir yol gösterici olabilir, ama reçete olamaz.

KP, yalnızca teori üretmek için var değildir. Aynı zamanda teoriyi pratiğe uygulamak için vardır. Bu bağlamda teori ve pratik birbiriyle bağlantılı ve içiçedir. Pratik teroriyi zenginleştirir, devrimci teori ise pratiği doğru bir yönde, devrimci bir tarzda daha ileriye taşır.

Dünya da bir çok genç KP, başka ülke devriminin deneyimlerini kendilerine örnek alarak savaşıma girişmişler, kimileri ise, kendi savaş pratiği deneyimlerini esas alarak, bundan öğrenerek, giderek savaşımlarını özgüle indirgemesini başarabilmişler ve savaşımda başarıya ulaşmışlardır. Kimileri ise, başka ülkelerin devrim deneyimlerini kendi ülke ve ulusal gerçekliklerini dıştalayarak ve de kendi deneyimleri yerine o ülke KP’lerin deneyimini esas alarak bunda diretmelerinin sonucu, giderek sınıf savaşımından ve kitlelerden dıştalanmışlardır.

„Doğrunun ölçütü toplumsal pratiktir“ diyen Mao, tam da bunu söylüyordu. Mao, bunu, Rus devrimini kendilerine reçete olarak alan ve ÇKP’ ye büyük zararlar veren ÇKP içindeki dogmacılar için söylüyordu. ÇKP içindeki dogmatizmi yıkmak için -çünkü, ÇKP dogmatizmden ağır darbeler yedi- „Pratik Üzerine“ (Temmuz-1937) ve „Çelişmeler Üzerine“ (Ağustos 1937) adlı makaleleri yazdı. Bu makaleler bile bir olgunun, yani ÇKP içinde yaşanan sınıf mücadelesinin bir ürünü olarak ortaya çıktı ve ÇKP’nin önünün açtı. ÇKP içindeki dogmacılar, Çin gerçekliğini reddedip, Rus devrimi deneyimlerini Çin gerçekliğine olduğu gibi uygulamaya kalkıyorlardı. Mao ise, Rusya gerçeği ile Çin gerçekliğinin çok farklı olduğunu, aynı olmadığını, her ülkenin kendine özgü yanları olduğunu ve bu farklı yanlardan kaynaklanan farklı çelişmeler ve bu çelişmelerin de farklı çözümleri olacağını, Rus devriminden çıkarılması gereken en önemli dersin bu olması gerektiğini vurguluyordu. Ama, tarih Çin dogmacılarını değil, Mao’yu haklı çıkardı. Mao’nun bu teorik ve felsefi yazısından sonra ÇKP, hem teorik olarak hem de ideolojik olarak daha da sağlamlaştı. Teorik derinliği olmayan partilerin ideolojik sağlamlıkları da omayacağından hareket eden Mao, parti içindeki yanlış anlayışlara karşı kıyasıya bir mücadele yürüttü. Partinin teorik seviyesini ve buna bağlı olarak pratik mücadelesinin gelişmesinin önünü ve partinin iktidara emin adımlarla yürümesinin yolunu açtı.

Toplumsal olaylarda olduğu gibi, KP içinde de yeni taktik ve politik değişikliklerde tutuculuğun direnciyle karşılaşılır. Ekim Devrimi’nin başlatılmasında Lenin, MK içinde çoğunluğun tutucu direnişi ile karşılaştı, Mao, uzun süre ÇKP içinde yalnız kaldı, dogmacıların ayak diretmeleri ve tutuculuklarıyla karşılaştı. KP içinde yeniye karşı, yeni taktik politik değişikliklere karşı, eski politikada direnenlerin olmaması düşünülemez.

Toplumda ki yeni ile eski arasındaki savaşım KP içinde de vardır. KP varolduğu sürece bu çelişmede kendisini değişik biçimlerde varedecektir. Ama, KP, doğruları tutuculuğa ve her türlü oportünizme karşı savunmak ve doğruları yaşama geçirmek için ilkeli bir mücadele vermek ve tavizsiz davranmakla karşı karşıyadır, tersi, KP’nin yok olmasına ya da bütünüyle yozlaşmasına ve sınıf niteliğini değiştirmesine neden olacaktır. Bu bir niyet sorunu değil, politik gerçekliktir. KP içindeki iki çizgi mücadelesi gerçekliği kendini burada gösterir. Bu gerçeklik bilince çıkarılmadıkça KP’nin Marksizm’den sapmaması düşünülemez.

Sınıflı toplumun bir üyesi olan KP, kendini salt burjuvaziye karşı savaşımla sınırlayamaz, kendi içindeki oportünist öğelere karşı da savaşım vermek zorundadır. Bu da, KP’nin sınıf savaşımı içindeki çok yönlü savaşımının çok yönlü bir kesitini oluşturur. Parti içindeki bu savaşımın kazanılması -çünkü bu mücadele parti içinde süreklidir- sınıf savaşımının kazanılmasının başlangıcıdır, savsaklamaya ya da yitirilmeye pek gelmez. Parti içindeki bu savaşım, dönem dönem sınıfın burjuvaziye karşı savaşımın bile önüne geçebilir, çünkü bu kazanılmadan burjuvaziye karşı savaşım yürütülemez.

Lenin; „Sosyal-demokrasi (komünistler, Y.K)kendi kendini kirletmezse, başkası kirletemez“ diyordu.

Proletaryanın öncüsünün kendini kirletmesi teoride başlar ve giderek bütün alanlara yansır, yukarıdan aşağıya bütün hücrelerinde yozlaşma başlar. Sağlam teorik temellere dayanan, gerçeği nesnel olgularda arayan, pratiğinden öğrenen, kendini ve sınıfını bu politikayla eğiten bir KP sınıf savaşımında yıkılmaz. Mao, „savaşı savaşarak öğreneceğiz“ derken, tam da bunu kast ediyordu. Kendi pratiğinden öğrenen ve bunu teorisine aktarıp pratiğine yol gösteren, Kaypakkaya’nın da yinelediği gibi „bayatı atıp tazeyi alan“ bir KP’si kirlenmez, sürekli yenilenmesini ve savaşta ustalaşmasını becerebilir.

“... komünist için sorun, mevcut dünyayı devrimci bir şekilde değiştirmek, bulmuş olduğu duruma saldırmak ve onu pratik olarak değiştirmektir.”4

Dünyayı değiştirmeye kalkanların, kendi bulundukları duruma da öncelikle saldırmaları gerektiği, duraganlığı değil, hareketliliği seçtiği, teorik hantallığı terk ettikleri ve pratiğin öğretici yanlarını kendilerine taşıdıkları sürece, dünyayı değiştirmede başarıya ulaşacaklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Devrim mücadelesinde kendi statik durumunu sorgulamayanların, varolanla yetinmeye çalışanların, kendi mücadele deneyimlerini de teorilerine aktarmaları söz konusu olamaz ya da statikoculukta diretenlerin salt MLM bilimin genel evrensel teorilerini aktararak kendilerini doğru yolda olduklarını sanmaları da statikoculuğun bir gereği olsa gerek...!

Nesnel gerçekliklerin doğru çözümlemelerinden beslenmeyen, sınıf mücadelesinin engin denizinin deneyimlerini teorisine yansıtamayan KP’leri, devre dışı kalmaya ve marjinalleşmeye mahkumdur. Çünkü, sınıf mücadelesi çocuk oyuncağı değil bir bilimdir. Bilim hatayı ve de tutuculuğu asla kabul etmez. Sınıf mücadelesine soyunan sınıfın öncüsü KP, bir bilim insanı hassaslığıyla sınıf mücadelesi laboratuarına girmesi gerekiyor. En küçük teorik bir hata çok pahalıya mal olabilir. Gerçek bir bilim insanı, incelediği konuyu çok yönlü olarak ele alır, incelediği konunun en ince ayrıntılarına kadar iner ve bu verilerin ışığında çözümlemeye gider. Sınıf mücadelesinin her adımında proletarya partisi yaraya yeni yeni neşterler vurmalıdır, pratiğe yön vermede yetersiz kalan teorinin eskiyen yanlarını atıp, pratikten kazandığı yeniliği teoriye aktarmalıdır. Her çelişmeyi, çelişmelerin birbirleriyle ilişkilerini, dış yönlerini ve bunun çelişmelere etkilerini vb. ele alıp çözümlemek durumundadır.

“Tam da Marksizm ölü bir dogma, bütün zamanlar için tamamlanmış, hazır, değişmez bir öğreti değil, canlı bir eylem kılavuzu olduğu içindir ki, tam da bunun içindir ki, toplumsal yaşam koşullarındaki göze batacak kadar çarpıcı değişiklikleri yansıtmak zorundaydı.”5

Proletaryanın örgütü en ileri teori ile kendini donatmak, bu teorinin yol göstericiliğinde pratiğine yön vermek, sınıfın en ileri unsurlarını bağrında toplayabilmelidir.

„Sübjektivizmden, revizyonizmden ve dogmatizmden arınmış, kitlelerle kaynaşmış, teori ile pratiği birleştiren, özeleştiri metodunu uygulayan çelik disiplinli bir komünist partisi..“6

„Sübjektivizmden, revizyonizmden ve dogmatizmden arınmış“ bir parti ile ne anlatılmak istendiği bugün daha iyi anlaşılmalıdır. Kaypakkaya’nın kısacık yaşamındaki bu ileri görüşlülüğü, nasıl bir parti düşlediği, devrime önderlik edecek bir partinin kendini nasıl donatması gerektiği bilince çıkarılması gereklidir. Yine Kaypakkaya; „teori ile pratiği birleştiren“ bir partiden söz ederken, teori bir tarafa pratik bir tarafa gitmelidir anlamında değil, teori ile pratiğin uyum içinde, teorinin pratiğe yol gösterdiği, pratik deneyimlerin anında teoriye aktarılarak zenginleştirildiği, teorinin pratikle çelişen yanlarının “özeleştiri metoduyla” anında atılması gerektiğinden söz etmiştir.

Bir parti, kendi hatalarını görmezden gelip sık sık özeleştiriden söz etmesi, özeleştirinin bayağılaştırılmasından başka bir anlam ifade etmeyeceği bilinmezlikten gelinemez. Kendine “marksist” diyen bir çok çevrelerdeki özeleştiri anlayışı; hareketin yanlışlarını düzeltmesi şeklinden çok, kişi yanlışlarını ele almak olarak algılanıyor, teorik ve de politik hatalar ise sürdürmekte diretiliyor. Küçük-burjuva oportünizmin özeleştiri mantığı ve hatalarına karşı yaklaşımı, teorik eklektizm ile iç içedir.

“Aşmayalım aşılayalım” mantığı, dogmatizmin tipik bir yansımasıdır. Doğada olduğu gibi toplumsal yaşamda da durağanlık yoktur. Her şey içinden çıktığı çelişmeli birlikteliğin üzerinde yükselir ve onu değiştirerek aşar. İşçi sınıfının sosyalistleri, Marksizmi işçi sınıfına öğretecektir ya da söylendiği gibi “aşılayacaktır”, ama aynı zamanda o bilimi ileri götürme çabası içinde olacak ve onu aşacaktır. Bu Marksizmin abc’sidir. Lenin, Marx ve Engels’le yetinmemiştir. Lenin, salt “marksizmi aşılamakla” yetinseydi, ne Lenin Lenin olabilirdi ne de Rus Devrimi gerçekleşebilirdi. Bugün Marksizmi Lenin ve Mao’nun geliştirdiğini kabul ediyor ve “Marksizm MLM bir düzeye yükselmiştir” gerçekliğinden hareket ediyorsak; olayın “aşılamakla” sınırlı kalmadığını, geliştirmenin ve gelişmelerin teoriye yansıtılmasının esas öğe olduğunu kabullenmenin ve bunu devrimci pratikle bütünleştirmenin bir elzem olduğunuda bilmek durumundayız.

Niyet, işçi sınıfının önderliğinde devrimi gerçekleştirmek olsa dahi, gerçek niyet teori de saklıdır. Çünkü teori, ideolojik duruşun aynası ve anasıdır. Teorideki yanlışlar, ideolojik sapmaları da kaçınılmaz olarak beraberinde getirir. Belki söylemde bir ideolojinin keskin tarftarlığı yapılabilir, ama bu, onun doğru olduğu analamını asla ve asla taşımaz. Nesnel gerçekliği yansıtmayan, pratiğin çelişmelerini doğru olarak saptayamayan ve pratiğin önüne doğru çözüm önerileri getiremeyen teoride, pratiği değiştirmeye ve devrimci tarzda ilerletmeye yetmeyecektir. Öncüyü kitlelerle bütünleştirme yerine, ondan uzaklaştıracaktır. Oysa, KP’nin görevi kitleleri örgütleyip harekete geçirerek, burjuvazinin siyasal iktidarını yıkmaktır.

Bir KP’nin bayatı atıp tazeyi alması; sınıfın bilimini nedenli kavradığına, bunu nedenli pratiği ile bütünleştirdiğine, ne denli hatalara karşı tavizsiz olduğuna ve de toplumdaki ve, doğa bilimindeki gelişmeleri kendi teori ve pratiğine ne denli yansıttığı ile ölçülebilir. Engels’in dediği gibi;

„Materyalizm, doğa bilimleri alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek zorundadır.“7

Küçük-burjuva oportünizmi, boş verin doğa bilimlerindeki gelişmeleri, toplumdaki gelişmeleri bile kendi teorilerine yansıtmamak için „tutuculuğu“, „tabuculuğu“ ve „dogmatizmi“ yeğliyorlar, çünkü, küçük burjuva oportünizmine böylesi daha kolay geliyor. Aynı zamanda bu, küçük burjuva devrimciliğinin Marksizm bilimine karşı oportünistçe yaklaşımının da bir ifadesi oluyor. Marksizm, değişim ve değiştirmedir. Marksizm, tutuculuğa, tabuculuğa ve mutlakçılığa karşıdır. Mutlak olan bir şey varsa o da değişimin kendisidir. Tabuların düşmanı olmayan marksist de olamaz.

Bir Komünist Partisi, kitlelerden uzaklaşıyor ve her geçen gün marjinalleşiyor ve büyük hedefi doğrultusunda ileri bir adım atamıyorsa, o, öncelikle hatayı kendinde aramalıdır. Eğer kendinde “derin ve kronik” dediği hastalıkları bağrında sürekli taşıyorsa, o hastalıkların ana kaynağına, yani teoriye inmek zorundadır. “hastalıklarla mücadele edelim” deyip, arkasından ise hastalığın beslendiği kaynaklara inme yerine, dış etmenlere salvo ateşi yapıyorsa, o kendi gerçekliğini açığa vurmaktan korkuyor anlamına gelir. Korkunun ise ecele bir faydası olmuyor ve olamaz. Kendi gerçekliğini ve bu gerçekliği tersine çevirmeye yanaşmayan bir KP, ne devrimin öncüsü olabilir ne de sınıf mücadelesi tarihinin fırtınalı ateşi içinde yeniyi yaratabilir. Ancak o, koşullar elverdiği oranda “varım”la yetinebilir. Ne var ki , “varım”la yetinmek, “yokum”la eş anlamlı olduğu da bilinmelidir. Biri diğerine kolayca dönüşebilir.

“Teorimiz iyi, ama pratiğimiz kötü” masumane(!) genellemesi, sapla samanı birbirine karıştıran, gerçeği olgularda aramayı reddeden dogmatik bir yaklaşımın basit bir tekrarıdır. Bu tür anlayış ve yaklaşımlar basit bir daire içinde dönüp dolaşır ve suçu pratiğe yükleyerek, pratiğe yol gösteren olgunun teori olduğu gerçeğini ters yüz eder ya da etmeye çalışarak kendi yanlışını bile bile doğru gibi göstermeye ve sınıf mücadelesi içinde masumiyet aramaya çalışır. Sınıflar arası mücadelede masumiyete yer yoktur. Sınıf mücadelesine yeni katılmış bir KP için “kötü pratik” doğal karşılanabilir ve hatta genç olduğu için “masumiyet”te bir ölçüde kabul edilebilir. Ama çeyrek asırları aşan KP’ler için “iyi teori, kötü partik” olmaz. Doğru teori doğru pratiği kaçınılmaz olarak hakim kılar. Ama, sosyal olguların süzgecinden çıkmamış teori de direnerek, bunun yaşama geçirilmeye çalışılması durumunda, pratiğin yapacağı bir şey yoktur. Sınıf mücadelesinin pratiği, her zaman yanlış teoriyi redder ve onu uygulamakta direnenleri ya tarih sahnesinden siler ya da toplumsal tabakların en derin ve en zayıf bir yerinde kendi kaderine terk eder. Bu tür siyasal akımlar için toplumsal tabakanın bir yerinde saklanacak sosyal bir koşul vardır.

Bugün TDH hala bu sıkıntıyı bir bütün olarak çekmektedir. Kitlelerden kopmanın gerekçeleri olarak ülke koşulları vb. şeyler ileri sürülse de, sahip oldukları teorinin pratikle, yani bu teorinin kitleleri ne kadar ilgilendirdiği incelenmeyip, genellemelerle yetinilmektedir. Bu durum devrimci siyasal akımlar arası tartışmalara (daha doğrusu tartışmamalara) da yansımıştır. Deyim yerindeyse, siyasal akımlar arasında ideolojik tartışmalar bitmiştir. Varolan bu durum birbirine bağlı olarak iki şeyi ortaya çıkarmaktadır: Birincisi; yoğun bir ideolojik erozyon ve Marksizmden uzaklaşma, ikincisi ise; kitlelerden kopuş ve dar bir sosyal çevrenin örgütü haline gelmektendir. Bu olgu, sınıf mücadelesinin geriliğinden de kaynaklanmakta ve ondan bağımsız değildir. Kendini sınıf mücadelesinin ateşi içinde görmeyen akımlar, tartışmaktan hep kaçınır. İnkar etmemek için, yer yer tartışmalar yaşansa da bunlar da bazı güncel pratik sorunların kapsamı dışına çıkamamaktadır.

Bugün TDH’nin genel anlamda durumu da budur. Eylemede birlik, ama ideolojik tartışma nerede? Tartışmanın olmadığı yerde gelişme ve kitleler ile kaynaşma ve sınıf mücadelesi içinde canlı olarak yer alamanın koşulları da yaratılamaz.

Teorik tartışmanın olmamasını ya da çok çok geri planda güncel sorunların pratikle ilgili bölümlerinin tartışılması, bütünüyle sınıf mücadelesinin zayıflığına bağlanamaz. Lenin, en büyük eserlerini sınıf mücadelesinin durgunluk dönemlerinde yarattığını bilmeyen yoktur. Çünkü böylesi dönemlerde Marksizm kılıfı altında Marksizmi revize etmeler artar. İşçi sınıfının bilinci bunaltılmaya ve karartılmaya çalışılır. KP, durgunluk dönemlerinde daha yoğun teorik ve ideolojik mücadele yürütmediği zaman hem kendisi de ideolojik erozyona uğrar ve savunduğu doğru ilkeleri elastike etmenin yollarını arar. Kendi eksik ve yanlışlarının üzerine gideceği yerde, suçu sınıf mücadelesinin durgunluğunda arayarak, mistik bir kaderciliğin kurbanı haline gelir. Bundan hareketle, böyle bir yönelim ve duruş ise, KP’ni, kendi savunduğu hedefler doğrultusunda yürüme yerine, teori ile pratiğin bütünüyle farklılaştığı bir güzargaha götürür. Belki teorik olarak hedefleri savunuyor gözükmeye çalışsa da, bu cılız savunu, sağcı pratiğin üstünü örtme çabalarından başka bir anlama gelmez. Marksizmi revize etmenin en tehlikelisi de budur. Yani, kendi içinde tutarlı olamamak ve savunduğu ilkeleri bulanıklaştırmak...

Mistik kaderciliğe teslim olmuş ve kendine KP diyen siyasal bir yapı, oportünizme karşı mücadele edemeyeceği gibi, oportünizmin oportünizme karşı mücadele ettiği görülmediğinden kendisi de oportünizmeden müzdariptir. Böyle bir Parti hangi hatalarına karşı mücadele edecek ya da hangi hastalıklarını iyileştirebilecek...

Keskin sınıf savaşımının dönemeçlerinden geçmiş bütün KP’lerinde, kendi hatalarına karşı daha kapsamlı büyük mücadeleler yaşanmıştır. Sınıflı toplumun diyalektiği ve bu sınıflı toplumun bir ürünü olarak ortaya çıkan KP, önce kendine karşı mücadeleyi, kendini sürekli yenilemeyi, hatalarını atıp yeniyi alma yöntemini esas alarak eksikliklerini giderme yöntemini esas almazsa, değiştirmek istediği toplumu da değiştiremez. “Örgütleyenleri yeniden yeniden örgütlemek, değiştirenleri yendien yeniden değiştirmek” doğru önermesinde olduğu gibi, bu marksist yöntem kesintisiz uygulanmalıdır.

Bu, sınıf savaşımına daha güçlü girme, sınıf savaşımındaki etkisini daha güçlü bir şekilde artırma, daha geniş kitleleri kucaklama ve onları harekete geçirme savaşımıdır. Ama bu savaşım, aynı zamanda, kendine karşı bir savaşımdır. Kendini yenileme, değiştirme, örgütleme, eğitme savaşımıdır. Partinin kendine karşı bu savaşımı, pratikten kopuk bir savaşım değil, bizzat pratiğin denek taşında verilmektedir. İşte, KP’nin kendine karşı verdiği bu savaşım, “bayatı atıp, tazeyi alma” savaşımıdır.

Teorinin pratik ile uyum içinde olması, teorinin pratiğe yol göstermesinden ve bir KP’nin bunu nasıl ele alması gerektiğini öncelikle bilince çıkarmak gerekiyor. Keskin ve toplumsal sorunları kucaklamaktan yoksun soyut sloganlarla, Marksizm’e bağlılık yeminleri, burjuvaziye kin beslemek, proletarya devrimini söylemlerde göklere çıkarmak sorunu çözseydi, kapitalist sistem çoktan tarihin çöplüğüne gömülmüştü.

Demek ki, bunlar yetmiyor.

Bir teori, pratikte sürekli tökezliyor ve geri tepiyorsa, hareketin önün açmakta aciz ve yetersiz kalıyorsa, öncünün kitlelerle kaynaşmasını, daha geniş yığınları kucaklamasını, sınıfın en ileri unsurlarını bağrında toplamasını sağlayamıyorsa; öncünün sınıf mücadelesi içinde yoğrulması, onun sorunlarıyla içice olması yerine, daha çok kendi iç sorunlarını artan ölçüde artırıyorsa, en ileri teori ile donanmış bir partiden söz edilemez; teori kısırlaştıkça, gelişmelere yanıt veremedikçe hareketi kısırlaştırır ve örgütü içten içe çürütür.

Lenin; „ ... yalnızca, öncü savaşçı rolünün ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirebileceği...“8 söyler.

Teorinin pratiğe yol göstericiliğini, teorinin KP için ne denli önem taşıdığı oportünizm „lafta“ pek yadsımaz. Ama, ne hikmetse, bu denli „önem“ verilen teori, salt teori olarak kalır, yani, soyut olarak ele alınır. Onun, canlı bir organizma gibi nesnel gerçekliklere gereksinimi olduğu, nesnel olguların yaşayan ruhu olması gerektiği unutulur ya da „bir kere başta proje çizildin mi gerisi gelir“ denerek, sınıf mücadelesi esasta oportünizme feda edilir ve feda edilenin proletaryanın bilimi olduğu bilinmezlikten gelinir. Böyle bir teori ile donanmış bir „öncü“nün de kitlelerle bir sorunu yoktur demektir. Çünkü kitleler başka havadan çalarken, „öncü“ de kendi –kitlelerden kopuk- dar dünyasında kitlelere „seslendiği“ sanısı içindedir.

Marx, teorik ve pratik gereksinimleri şöyle açıklıyor:

“Gerçekten de devrimler pasif bir öğeye, özdeksel bir temele gereksinim duyar. Teori bir halk içinde ancak onun gereksinimlerinin gerçekleştirilmesi olduğu ölçüde gerçekleşiyor. ... Teorik gereksinimlerin dolayımsız olarak pratik gereksinimler durumuna gelmeleri mi gerekiyor? Düşüncenin gerçekleşmeye götürmesi yetmiyor, gerçekliğinde düşünmeye götürmesi gerekiyor.”9

Bu konun biraz daha açılması için, Stalin yoldaştan uzun bir alıntı aktarmakta yarar var. Çünkü ileri teori ile donanmış parti olgusundan, teori ile pratiğin uyumundan neyin kast edildiği, „belirlenmiş“ -diyalektik materyalizmde „belirlenmiş“(maddenin değişimini yansıtmama ve durağanlık bağlamında) diye bir şey olmaz, ama, ne yazık ki, bu olguyu sıkça yaşıyoruz- bir teorinin yol gösterdiği pratiğin, defalarca taşa vurması mı gerektiği, partiyi kitlelerden koparması, her yönüyle güdükleştirmesi, nesnel gerçeklikten bütünüyle koparması mı anlaşılması gerekiyor, yoksa Stalin yoldaşın söyledikleri mi...

“Teori bütün ülkelerin işçi hareketlerinin genel biçimi ile ele alınan deneyimidir.

“… kuşkusuz ki teori, devrimci pratiğe bağlanmadıkça amaçsız kalır; tıpkı yolu devrimci teori ile aydınlatılmayan pratiğin, karanlıkta, el yordamı ile yürümesi gibi. Ama teori, devrimci pratik ile çözülmez bir bağlılık halinde gelişince, işçi hareketinin büyük bir gücü haline gelebilir. Çünkü, harekete, güvenliği, yönünü belirleme gücünü ve olayların iç bağlantılarının anlaşılmasını, teori ve yalnızca teori sağlayabilir; çünkü teori ve yalnız teori, sadece sınıfların bugün hangi yönde ve nasıl hareket ettiklerine değil, aynı zamanda bu sınıfların en yakın bir gelecekte, hangi yönde ve nasıl hareket edecekleri pratiğini anlamamıza yardım edebilir. Şu ünlü tezi söyleyen ve kerelerce yineleyen Lenin’den başkası değildir: „Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz.”10

Teori ve pratiğin uyumluluğu, teorinin pratiğin aksayan yönlerini anında düzeltmesi, “yakın geleceği” tespit edebilmesi, örgütü ve örgütün mücadele taktiklerini buna hazırlaması anlamına gelir. Elbette burada önemli olan, teorinin nesnel gerçekliği yakalayabilmesi, örgütü bununla besleyebilmesi ve kitleleri hazırlaması gerekiyor. „Gelişen bir şey yok, her şey aynı, bu nedenle başta ortaya koyduğumuz teorimizi ve de pratiğimizi değiştirmeye gerek yok, önemli olan devrim mücadelesinde kararlı olmak ..“ vb. gibi anlayış ve yaklaşımlar, karanlıkta el yordamıyla yürümek olduğu gibi, Marksist bilimsellikten uzak, uzun erimli olmayan ucuz kahramanlıklar olarak sergilenir.

Küçük burjuva devrimciliğinin tipik özelliği olan, gerçeği nesnel olgularda arama yerine, sübjektivizme ve dogmatizme sarılması, onun, kendi sınıf karakteri ile yakından ilgilidir. Keskin Marksist görünmeleri, Marksizmi bir o kadar da revize etmelerinden ileri geliyor. Bunlar, teoriyi ya da sloganları, belli bir sürecin pratik olguları sorunu değil, hiç değişmeyen her dönemde geçerli „kutsal kitabın“ bir ayeti olarak ele alırlar. Böylece de Marksizmin özünü daha baştan tahrif etmiş olurlar.

Lenin; „... bir Marksist gerçek yaşama, gerçekliğin asıl olgularına dikkat etmesi, ve bütün teoriler gibi olsa olsa yalnızca esas ve genel hatları koyan, yalnızca yaşamı bütün karmaşıklığı içinde yaklaşık olarak kucaklayan dünün teorisine yapışmaması gerektiği...“ni11 söyler.

Bir KP’ni sağlamlaştıran, disiplinli ve dövüşken kılan, sınıf ve kitlelerle derin bağlar kurduran öğeler nedir diye sorulduğunda: Hangi anda hangi taktiği izleyeceğini bilen, yerine göre esnekliği yerine göre tavizsiz tutumu takınan, ilkelerde tavizsiz olan, hangi anda hangi eylem biçimine geçeceğini reçetelere değil, somut koşullara göre ayarlayan, Marksist diyalektiğin mutlakçılığın reddi olduğunu bilince çıkaran, her toplumsal değişimi teori ve pratiğe yansıtmasını beceren ve Lenin’in yukarıda belirttiği önermesi ışığında olabilir diye cevap verilebilir. Ve ancak böyle bir parti, kitlelerin nabzını elinde tutabileceği gibi, sınıfın tüm ileri ve dürüst unsurların güvenini kazanıp safında tutabilir. Ve işte o zaman devrimcilik bir gevezelik olmaktan kurtarılabilir.

Devrimciliği salt bir gevezelik düzeyine indirgemek, keskin sloganlarla devrimin “reklamını” yapmak, ama hayatın gerçeklerinden uzak durmak ve sık sık, hayatın reddettiği aynı teoriyi ya da aynı sloganları yinelemek, bu teori sahibi oportünistlerin devrime olan yeminli „inandırıcılığı“ kitleler için bir şey ifade etmeyeceği gibi, bu, devrimci lafazanlıktan başka bir şey değildir.

Diyalektik materyalizmin özünü reddeden sağ ve sol oportünizm, teorinin toplumsal pratiğin ürünü olması gerektiğini bilinçli olarak saptırmaları ve bu sapmaların etkisi altında olan ya da bu anlayış içinde olup da kendine „KP“ diyen örgütler, burjuvaziye karşı bir savaş örgütü olamazlar. Bir kısmı süreç içinde ya iyice reformizmin kucağına oturarak, burjuvazinin icazeti altında “proleter devrimcilik” adına parlamentercilik oyunu oynarlar ve de bir kısmı da dogmatizmin batağına dalarak, Lenin’in deyimiyle; „devrimci lâfazanlık uyuzuna“ kapılarak, örgütsel darbeciliği kendilerine rehber edinirler.

 “Eylemlerimizin başarısı, algılarımızın, algılanan şeylerin nesnel niteliği ile uygunluğunu tanıtlar” (Engels), yani, teori ile pratiğin birliğini tanıtlar.

„Somut koşulların somut tahlili“nden çıkmış bir teori pratiğe yol gösterir ve pratikte ürününü alabilir, ama, nesnel gerçekliğin ürünü olmayan, sübjektif ve dogmatik teori pratiğe cevap veremediği için, gelişme yerine gerileme olur. Örgüt, teoriye göre kendini yukarıdan aşağıya doğru şekillendirir. Ama, teori nesnel olguların ürünü olmadığı zaman, örgütün şekillenmesi de pratiğe cevap veremeyeceği için, örgüt gelişmez, kitlelerle kaynaşamaz ve çürümeye başlar. KP, varolanı öğrenirken, onunla yetinmeyip, o pratiksel deneyimleri daha ileriye taşımak için geliştirmek durumundadır.

Pratiğe cevap veremeyen bir KP, öncelikle sorunun kaynağını teorisinde aramak zorundadır. Kaynağı teori de aramayıp, başka yerlerde araması, onun gerçeklerden kaçması anlamına geldiği gibi, deyim yerindeyse; hala kılıçla tüfeğin karşısına çıkmaya çalışıyor demektir. Ve böyle bir parti bu yöntemi izlediği sürece hiçbir zaman Marksist olamaz. Toplumsal çalkantıların hızla geliştiği, toplumun alt-üst oluşu yaşadığı, kitlelerin değişim istediği, egemen sınıfların ekonomik ve siyasi krizinin derinleştiği ve ekonomik-siyasi ağır bir kriz yaşadığı bir ortamda KP, ilerleme değil gerileme gösteriyorsa, kitlelerin hoşnutsuzluğunu kendi potasında toparlayamıyorsa; izlediği politikanın neden toplumsal çalkantılara yanıt veremediğini ciddi şekilde irdelemek durumundadır. Bundan kaçan bir KP, sınıf adına boşa kürek çekiyor demektir. Sübjektivizmin ve dogmatizmin esiri olan oportünizmin, işçi sınıfını ve geniş emekçi yığınları içinde uzun süreli ciddi bir etkinlikleri de olamaz.”

1Bu yazı, “Marx’tan Mao’ya MARKSİST DÜŞÜNCE DİYALEKTİĞİ” adlı, en çok beğendim felsefi kitabımdan alınmıştır. Günümüz tartışmaları için gerekli olduğu kanısındayım. Burada „Diyalektik“ başlığı altında yayınlamakta yarar görüyorum. Ayrıca, daha önce burada yayınlanan "Materyalist Bilgi Teorisi ve Komünist Partileri" adlı makalemde okunabilir.

2 Lenin, Ne Yapmalı, sf. 30, Sol yay.

3 Engels, Almanya’da Burjuva Demokratik Devrim, sf.31, Birinci Baskı, Sol Yayınları.

4 Marks-Engels, Felsefe İncelemeleri, sf. 88, Sol Yayınları

5 Lenin, SE, C.11, sf.71, İnter Yayınları

6 Kaypakkaya, age, sf. 430-431

7 Engels, L. Feurbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, sf. 28, Sol Yayınları

8 Lenin’den aktaran Stalin, Leninizmin Sorunları, sf. 24, Sol Yayınları

9Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, sf.202-203, Birinci Baskı, Sol Yayınları

10 Stalin, Leninizmin Sorunları, sf. 24, Sol Yayınları

11 Lenin, „Taktik Üzerine Mektuplar“, Marks-Engels-Marksizm, sf. 389. Aç.L., Sol Yayınları

46549

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar