Erdoğan yeni anayasa istemi ne tür bir ihtiyacin ürünü ?
Siyasal İslamcı din bezirganı Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan, özelliklede son yerel seçimlerde uğradığı ağır hezimetin ardından, adeta gün aşırı bir sıklıkla, toplumun artık yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu dilendirmekte. Bu demek oluyor ki Erdoğan’a göre, 22 yıllık iktidarları döneminde yeni bir anayasa, toplumsal bir ihtiyaç haline gelmemiş. Gelse, ille ki o zaman da bunu gündeme taşır ve çözmek isterdi, değil mi? Peki şu son dört-beş aylık zaman diliminde ne oldu da birdenbire acil bir ihtiyaç haline geldi? Oysa ortada bizzat iktidarının icraatlarından kaynaklı anti demokratik uygulama ve hayatın tüm kesitlerinde uygulanan erkek şoven- mafyatik faşizan baskılar, dozajı giderek arttırılan din esaslı müfredat dayatmaları, Kürtlere karşı tırmandırılarak yaygınlaştırılan işgal ve kıyım savaşı, aşırı yoksullaşma, geçim derdi ve işsizlik gibi toplumsal sorunlar dışında, öyle kayda değer herhangi bir olağanüstülük te yaşanmış değil.
Ama böyleyken Erdoğan neden yatıp kalkıp yeni bir anayasa yapmanın artık kaçınılmaz hale geldiğini söylüyor? Topluma büyük bedeller ödetme pahasına geçtikleri tek adam rejimiyle her şey iki dudağı arasından çıkacak sözlerle kanun ve kanun hükmünde kararnamelere de dönüşüyor. Keza kendisini padişah gibi hissetmesini sağlayan bin küsur odalı ve 2024 verilerine göre günlük harcamaları 33,6 milyon lira olan saraya da sahip. Yani mevcut durumda kişisel hükümranlığı gayet te yerinde denilebilir. Ama buna rağmen yine de mevcut anayasanın ihtiyaca yanıt olmadığını, ille de “yeni ve milli bir anayasa gerekiyor.” diyor.
Kimileri bunu Erdoğan’ın bir kez daha seçim yarışına katılabilmesinin önündeki yasal engellerin kaldırılması için istediğini söylüyor. Oysa bir önceki seçim örneğinde de görüldüğü gibi yasal herhangi bir engel falan tanımadı. Yani yasayı da Anayasa’yı da keyfiyetinin kılıfına uydurmakta herhangi bir sıkıntı yaşamadı. Dolayısıyla da bu ısrarın temel nedeninin bu olamayacağı, aslında kendiliğinden anlaşılır olsa gerek.
Keza bu ısrarın temel nedeni, mevcut 12 Eylül faşist Anayasasının yerine, özgürlükçü ve toplumun tüm kesimlerini kapsayan demokratik bir anayasa yapmak hiç değildir. Böyle bir derdi zaten olamaz da! Fakat bir anlığına varsayalım ki olsun böyle bir derdi. Tabii bu durumda da haklı olarak şu sorulacaktır: 22 yıldır iktidarda ve tüm yetkiler elinde. Bu faşist Anayasa “topluma zorlan giydirilmiş bir deli gömleği” idiyse, neden daha önce değiştirmeye çalışmadı? Hatta, neden 12 Eylül Anayasasının bile AYM üzerinden itiraz ettiği bir yığın faşizan uygulamaların icraatçısı oldu?
Pusulası Siyasal İslam olan, koyu din baz faşist Erdoğan ve iktidarının derdinin demokratik bir anayasa yapmak olmadığı ve de olamayacağı, eşyanın tabiatı gereği, zaten net olup; her türlü tartışmanın da dışında bir gerçektir.
Kaldı ki derdi gerçekten de demokratik bir anayasa yapmak olan, her şeyden önce, en başta toplumun ilerici, demokrat, liberal, sol, laik/seküler ve faşist rejimin mağduru olagelmiş farklı ulus ve inançtan topluluk temsilcileriyle, keza tüm emekçi kesim, kadın ve gençlik örgütleriyle bir araya gelme iradesi ortaya koyar. Bir “Toplumsal Sözleşme” olması gereken yeni anayasayı, bu kesimlerin istem ve beklentileri önceliği üzerinden şekillendirmeyi esas alır.
Ama bunların asıl dertleri, kuşkusuz ki asla özgürlükçü- demokratik bir anayasa yapmak değildir. Asıl dertleri; “tek adam rejimi” uygulamalarıyla bizzat kendilerinin sebep oldukları, burjuva parlamenter sistemin üzerine kurulu olduğu yasama, yürütme ve yargı şeklinde tanımlanan “Kuvvetler Ayrılığı Sistemi”ni tamamen ortadan kaldıran ve sonuçta sistemi ölümcül bir kilitlenmeyle karşı karşıya bırakan, “ikili hukuk” ve “ara rejim” açmazından bir şekilde kurtarmaktır.
Nitekim gerek yerel ve gerekse uluslararası tekelci sermaye çevrelerinin ve devletin çekirdek bürokrat kadrolarının Erdoğan iktidarına dayattığı da budur. Çünkü bu, sistem açısından gerçek bir “beka” sorunudur.
Arayış: Resmi adıyla “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile “Kuvvetler Ayrılığı Sistemi”ni yeni bir sentezde birleştirerek; rejimi, soktukları ölümcül kilitlenme durumundan kurtarmaktır.
Ancak iktidar bloğu olarak bunu tek başlarına yapabilecek parlamenter çoğunluğa sahip değiller. Bu da iktidar açısından bir başka “büyük sorun.” Muhalefet partilerinin desteği gerekiyor. Erdoğan’ın özellikle de CHP ile geliştirmeye çalıştığı “yumuşama/normalleşme” taktiği de tamamen “muhtaç olma” durumunun bir gereğidir.
CHP, Erdoğan ile yapılan görüşmelerden istediği sonucu alamadı. Ama pazarlık kapılarını da tamamen kapatmış değil. Fakat şu kesin ki CHP, yeni anayasa yapımında, rejim ve kendi ilkeleri bakımından çok “hayati” gördükleri değişikliklerin garantisini almadan; Erdoğan’a “hayat öpücüğü” verecek gibi görünmüyor. Her türlü koşul, CHP’nin “Alternatif kurtarıcı” rolüne bürünmesi için elverişliyken ne diye Erdoğan’a prim yaptırsın ki? Bunun, rakipler arası siyasi mücadelede izah edilebilir mantıklı ve makul bir karşılığı da yok zaten.
Elbette CHP de Erdoğan iktidarının sistemi içine yuvarladığı bu ikili hukuk ve ara rejim açmazından kurtarmak için yeni bir anayasa yapma söz ve garantisini vermek zorunda. Çünkü bunu yapmadan, en başta büyük sermaye çevrelerinin desteğini alamaz.
Ortaya çıkan olgulardan hareketle söylemek gerekirse; yeni bir anayasa yapma işi “gelecek bahara” sarkar gibi gözüküyor.
Süreç hangi yönde ilerlerse ilerlesin; Türkiye ve K. Kürdistan halk güçlerinin, burjuva kliklerinin, sistemin reorganizasyonu ötesine geçmeyeceği kesin olan “yeni anayasa” tiyatrosunda figüran rolünü reddederek; kendi alternatif anayasa taslaklarıyla siyaset sahnesinde aktif bir özne olarak yer almalarını örgütlemek, günün diğer bir devrimci görev ve sorumluluğudur. Hiç kuşku yok ki bu toplumun özgürlükçü-demokratik yeni bir anayasaya hava ile su kadar ihtiyacı vardır. Sorun, bunu kabul ettirmenin koşullarının olup olmadığı sorunu değildir. Meseleyi böyle ele almak, siyaseten sığ ve kendiliğindenci-kuyrukçu bir yaklaşımdır. Sorun, halka devrimci alternatiflerle gidip, onları bunun etrafında bilinçlendirip örgütleme sorunudur.
Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
TKP/ML MK SB”“ROJAVA VE FİLİSTİN DEVRİMLERİ YAŞAYACAK, YAŞATACAĞIZ!
Emperyalist-kapitalist egemenliğin ölüm makineleri yine işbaşındadır. Ezilen halk ve ulusların isyan ve direnişlerini bastırmak, özgürlük ve kurtuluş mücadelelerini kanla boğmak için azgınca saldırıyorlar. Ortada “yeni” değil yinelenen bir durum var. Tekrarlanan bu saldırı ve katliamların başlıca nedeni; sistemlerinin her yerden delinmesi, en acımasız zorbalık rejimleri eliyle geliştirilen sömürü ve zulüm politikalarında “başarı” ve “istikrar” sağlama çabalarının boşa çıkmasıdır.
Habip'in (bitmeyen)Öyküsü
Arkadaşları bazen, "Tünelci,"diye takılırlardı ona. Kendine ait olmayan sahte Habip Gül adıyla yakalandığında onca işkenceye rağmen bu isimde ısrar etmiş, mahkemelerde birçok kez bu isimle yargılanıp cezalar almıştı. Mahmut Alınak, "Seni yazmak istiyorum, bir sakıncası yoksa bana yaşam öykünü yazar mısın?"diye sormuştu ona. Habip söz verdiği yazıyı 4 Haziran 1998'de ulaştırmıştı Mahmut Alınak'a. Ankara Ulucanlar Cezaevi' inde yaşamının sona erdirilmesinden 16 ay önce….
Tanktan duvar(lar)ı yıkan 15-16 Haziran'ın hatırlattığı (1)
“Beklenmedik olanı beklemedikçe, onu bulamayacaksın.”[2]
Turgut Uyar’ın, “Bizim haziranımız bir yıl kadar yetecektir dünyaya/ /Ve kuytularda, dağlarda, alanlarda/ Akıtılan ve akıp gelen kanlarda/ Bir sabah büyük büyük ateşler yanınca/ Eller temizlenecektir/ Bir tören olacaktır/ Ölülerimiz toplanacaktır,” dizelerinde betimlenen 15-16 Haziran başkaldırısı, tarihimizin büyük işçi isyanı olarak anılmaya değer devrimci praksisidir...
IŞİD ve İslamcı ''Feministler
“Cehennem boş. Tüm şeytanlar burada... Hiç kimse duymak istemeyenbiri kadar sağır olamaz.”[1]
Haberiniz var, değil mi, El Kaide’den doğma, AKP beslemesi uluslararası Sünnî-İslâmcı örgüt Irak Şam İslâm Devleti (IŞİD), bir aya yakın bir süredir Irak’ta Musul ve çevresini kasıp kavuruyor.
"Deniz" olmalıydım.../ Deniz Gülünay
Hasan Gülünay bu ülkede sayısı bile tam olarak tespit edilemeyen "kayıplardan" biri. İşe gitmek üzere İstanbul Tarabya’daki evinden ayrıldığı 20 Temmuz 1992 sabahından bu yana kendisinden haber yok.
Yine Bir Seçim Oyunu
"Bir cumhuriyet nasıl bir maskeye bürünürse bürünsün, ne denli demokratik olursa olsun, eğer o bir burjuva cumhuriyeti ise, eğer o toprak ve fabrikaların özel mülkiyetini koruyorsa ve eğer özel sermaye toplumun tümünü ücret köleliği içinde tutuyorsa, yani eğer bir cumhuriyet, bizim parti programımızda ve sovyet anayasasında söylenen her şeyi gerçekleştirmiyor ise, o zaman bu devlet, bazı insanların, ötekiler tarafından ezilmesi için bir makinedir.
Sînor u Mirin (Sınır ve Ölüm)
T.C beslemesi IŞİD çetesinin Kobane’ye yönelik saldırıları hız kesmeden sürerken bizler de Kürdistan Hukukçular Derneği olarak çeşitli emperyalist güçlerinin Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme çabasının bir sonucu olarak TC-KDP işbirliğinin etkisiyle Rojava’da her gün yeni katliamlara imza atan bu paravan örgütün sınır bölgelerinde halka yaptığı zulmü yerinde görmek ve yaşananları bir de bölgedeki insanların dilinden dinlemek için Urfa’nın Birecik ilçesinde bulunan çadır alanını ve sınır köylerini ziyaret etme kararı aldık.
Biz Hayatı Öğretiyoruz, Bayım! (Rafeef Ziadah)
Kendisine “Çocuklarınıza nefret etmeyi öğretmeyi bırakırsanız, her şeyin düzeleceğini düşünmüyor musunuz?” diye sorulması üzerine Rafeef Ziadah ‘nin yazdığı şiir :
We Teach Life, Sir! ( Biz Hayatı Öğretiyoruz, Bayım! )
Bugün, bedenim TV’de yayınlanmış bir katliamdı.
Bugün, bedenim demeçlere ve kelime sınırlarına
sığmak zorunda olan, TV’de yayınlanmış bir katliamdı.
Bugün bedenim, ölçülü cevaplara karşı istatistikle dolmuş demeçlere ve kelime sınırlarına sığmak zorunda olan, TV’de yayınlanmış bir katliamdı.
Ilımlı İslam projesi ve İhvan mesajı
İslam dininin iktidar, devlet ve siyasetle ilişkisi dini, siyasi ve sosyal çevrelerin, egemen güçlerin sürekli gündeminde olmuştur. Bu ilgi “yakın tarih” diyebileceğimiz zaman dilimi içinde oldukça artmıştır. Siyasal İslam olgusu toplumsal yaşam içerisinde daha çok yer almaya başladıkça ilginin dozajı da yükselmiştir. Son olarak Mısır’da İhvan hareketinin darbeyle dağıtılması, üyeleri hakkında alınan idam kararları bu gerçekliğin bir yansımasıdır. “Siyasal İslam”ın yani siyaset ve din/İslam kavramlarının biraradalığını bu dinin ortaya çıkış yıllarına kadar götürmek mümkündür.
40. Yıl'ında Kıbrıs işgal altında esirlere ne oldu?
Kıbrıs,Sicilya ve Sardanya'dan sonra Akdeniz'in üçüncü büyük adasıdır.Bulunduğu coğrafi konumu itibariyle önemli bir yere sahiptir.Tarihten günümüze sayısız işgallere ve savaşların yaşandığı Kıbrıs'ta stratejik konumu,Ortadoğu'ya açılan pencere,her türlü müdahale için harekete geçebilme açısından önemlidir.
Unutul(a)mayan ölümsüz sesler [*]
“Yavaş yavaş ölürler;okumayanlar,müzik dinlemeyenler,vicdanlarında hoşgörüyübarındıramayanlar.”[1]
Mirabeau’nun, “Bırakın, müzikle öleyim,” dediği o muhteşem şey için Unamuno, “Aşkın duygusal anlatımı müziktir”; W.Shakespeare, “İnsanın iç dünyası müzikle beslenir”; Björk, “Müzik, dinleyeni ve dinleteni öngörülmez kılar”; Esma Redzepova, “Müzik fakirlerin tek lüksüdür”; Miguel de Cervantes, “Müziğin olduğu yerde kötülük olmaz”; Emil Zeig, “Müzik, duygularımızın en açık dilidir”; Cemal Süreya, “Ayrılık acısıdır her müzik,” notunu düşerler…