Pazartesi Mart 31, 2025

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ

Sınıf mücadelesi, çok yönlü ve kapsamlı bir olgudur. Sömürü ve zulme dayalı düzenlere karşı kapsamlı bir konumlanışı, ezilenlerin saflarında üretilen tüm pratiği ve toplumsal dönüşümün kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasal tüm biçimlerini kapsar. Bu bakımdan, sınıf mücadelesi sadece doğru tespitlere ve siyasal çözümlemelere değil esas itibari ile ona müdahale edebilecek bir örgütlenmeye ihtiyaç duyar.

Yoldaş Stalin’in de “Bazıları, zaferin kendi kendine, yani diyelim ki kendiliğinden gelmesi için doğru bir parti çizgisi hazırlayıp geliştirmek, bunu yüksek sesle ilan etmek, onu tezler biçiminde, genel kararlar biçiminde sergilemek ve onu oybirliğiyle benimsemek yeter diye düşünüyorlar. Besbelli ki bu yanlıştır. Yalnız iflah olmaz bürokratlar ve kırtasiyeciler böyle düşünebilirler. (…) doğru siyasal çizgi bir kere belirlendi mi, herşeyi, hatta siyasal çizginin kendi kaderini de, onun gerçekleştirilmesini ya da başarısızlığını da belirleyen, örgüt çalışmasıdır.”  (Stalin-Kadrolar üzerine) ifadeleri ile belirttiği şekilde, sınıflar mücadelesinde gelişimin kanalı ve devrimin anahtarı örgüt ve kadrolardır.

İçinden geçtiğimiz süreç itibari ile bu olgu, dikkat çekici bir başlık olarak karşımızda durmakta, işçi sınıfı ve ezilenlerin muzaffer devriminin geleceğini temelden belirlemektedir. Zira, yaşanan sıkıntılı süreç, temelde bu iki mefhum üzerindeki tasfiyeci etkinin sonuçlarıdır ve bu gerçeklik tarihsel derslerimiz ışığında incelenmelidir. Mehmet Demirdağ yoldaşa bu açıdan bakıldığında dikkat çekici bir militan kişilik profili ve bütünlüklü bir önderlik tanımı içerdiği görülecektir. Demirdağ yoldaşın bu tutumunu tanımlamak açısından, özellikle birçok yazısında yer verdiği “sürece devrimci müdahale” kavramını dikkat çekici bir başlık olarak ele almamız gerekmektedir.

“Sürece Devrimci Müdahale” Nedir?

Yukarıda bahsettiğimiz kadrosal gelişim, sürece devrimci müdahalenin önemli maddelerinden birisidir. Her şeyden önce proleter devrimci kişiliğin yaratılması gerekmektedir. Olgular karşısında kuşanacağı bilimin farkında olan, değişimin iradesine sahip olan ve gelişimi kendine misyon edinen bireylerin yaratılması gerekmektedir. Proleter devrimci yaşam içinde örgütlenecek bireyin özel mülkiyetçilikten arınmış ve devrimin ihtiyaçlarını merkezine alarak “kendinden vazgeçen”, politik, paylaşımcı, fedakar olması yani her şeyden önce proleter ideoloji ile donanması gerekmektedir.

Demirdağ yoldaşın deyimiyle “komünist sıfata layık olmak” gerekmektedir. Sürece devrimci müdahale böylesi bir sıfata, böylesi bir sıfat ise ancak değişime açık, adaletli, savaşa göre şekillenen ve merkezi önderliğini bu kapsamda konumlandıran bir önderlik içinde mümkündür.

Sürece devrimci müdahale mevcut kadrosal yapılanmanın yanısıra MLM çizgiye sadakat ile mümkündür. Bu noktada ilk olarak doğru bir süreç tespiti kendini koşullar. Bu da, tek başına olay ve olguları çözümlemeyi değil, aynı zamanda üzerinde politik-pratiğin gelişebileceği bir uzamı açığa çıkartmayı gerekli kılar.

Mehmet Demirdağ yoldaşın bu konudaki, “Bizim görevimiz olayların ‘görünür’ nedenlerine, oluş ‘biçim’lerine göre tavır almak değildir, gerçek nedenleri aramak, açığa çıkartmak, dersler almak, yaşama uygulamak ve zaferler kazanmaktır” sözleri yeterince açıklayıcıdır.

Son dönemlerde bir dizi söylem ile boyutlanan politik krizin özünden uzaklaşılmaktadır. Yalan otlağında yemlenerek dilin yularını serbest bırakan yozlaşmış olanlar, gerçekten uzaklaşarak gerçek ile alay etmekte ve Marksizm ticaretini yapmaktadır. Görüngülerin seyrinde bir filmin galasından duyulan zevk ile sürece müdahale “ben” üzerinden yürütülmekte, partinin ve devrimin ihtiyaçları kibir ile takas edilerek devrimci süreçten uzaklaşılmakta ve devrim şahıs ve grupların ihtiyacına feda edilmektedir. Bu durum karşısında Demirdağ olmak ve sorunların görüngüsüne değil tam aksine düne-bugüne ve özellikle yarına odaklanarak devrimci müdahalede bulunmak gerekiyor. Aksi bir durumda yarın bizi yadsıyacak tarih bizi üstlenmediğimiz misyondan kaynaklı mahkûm edecektir. Sonrasında ise kuru betimlemelerin, hiçbir faydası olmayacak ve çıkarılamayan derslerle tarihin tekerrürünün kadrosu olunacaktır. Anda verili koşulları devrimci sonuçların açığa çıkartılacağı bir biçime çekmek, sürece devrimci bir müdahale üretmek gerçeği diyalektik sorguda süzmekle ve buradan somut tespitler üretmekle mümkündür.

Diğer yandan da politikayı hayata geçirmek bir yöntemin keşfini ve pratiği koşullar. Bu da, anda verili koşullara yönelik uygun müdahale kanallarının geliştirilmesini ve bu yöntem üzerinden ısrarlı bir pratikle süreci devrimci ihtiyaçlara göre dönüştürmeyi tanımlar.

Mehmet Demirdağ yoldaş somutunda bu tanım, onun pratiğinde özellikle ‘94 sonrasının sancılı sürecinde belirginleşmiştir. Demirdağ yoldaş sadece yaşanan kopuş yıllarında aldığı tavır ile değil, sonrasında yarattığı dönüşümle geleneğin tarihine yazılmıştır. Onun pratiği, saflarda yaşanan kopuşu “giden gitti kalanlarla yola devam” şeklinde özetlenebilecek çiğlikten çıkartmış, kopuşun nedenlerini ve buna zemin sağlayan örgütsel gerçeklikle hesaplaşmayı içerdiği gibi, yeniye olan ihtiyacı, kadro ve önderlik kavramının gerçek bir tanımını ve yeni bir militan profilinin inşası için ısrarla devrimci müdahaleyi de kapsamaktadır.

Güncelde neye ihtiyacımız var?

Konuyu anda yaşadığımız sorunlara ve sürecin ihtiyaçlarına çevirirsek, tam da Demirdağ yoldaşın perspektifine ihtiyacımız olduğu aşikârdır. Yaşadığımız sorunların özü, devrimcilik adına oynanan oyunun, sergilenen tiyatronun en pespaye şekilde deşifre olduğu, maskesinin düşürüldüğü bir durum açığa çıkartmıştır.

Bugün devrimcilik adına devrimci mevziler gasp edilmekte, legal-illegal sınırı ciddi olarak deşifre olmakta, her şey kuruma en uzak kitlelerin dahi bilgisine sunularak saflara zarar verilmekte ve dejenere olmuş bir yığın insan dahi bu işlere alet edilmektedir.

Demirdağ’ın “Devrimci Müdahale” tanımı tam da burada işlevselleşmektedir. Sürecin sıkıntılarının aşılması için, pratik eksen “saflaşma” algısından çıkarılmalı, geçmişten günümüze gelen pratiğin böylesi bir sonuca sunduğu zemin incelenmelidir. Bu çerçevede kadro üretiminden politik üretime kadar, önderlik tarzından mücadele yöntem ve araçlarına yönelik kavrayışa kadar birçok alanda bir dönüşüm zorunluluktur.

Demirdağ demek yenilenme, arınma ve politik dönüşüm demektir. Andaki “sürece” yönelik devrimci müdahale, yaşadığımız sıkıntılardan devrimci sonuçlar çıkartmayı, kötü hocaların hatalarından iyi dersler öğrenmeyi, sorgulamaya hata yapanları suçlamakla değil, sunduğumuz örgütsel zemini değiştirmekle başlamayı bir görev olarak karşımıza koymaktadır. 

Mehmet Demirdağ ve “örgütlü olmak” üzerine

Mehmet Demirdağ yoldaşa ve onun tarihselleşen pratiğine dair yürütülecek inceleme açısından en belirleyici tartışma başlıklarından birisini de örgüt olgusu ve Demirdağ yoldaşın “örgüt olmak” çağrısı oluşturmaktadır.

1994 sonrası esen tasfiyeci rüzgara karşı kolektifi “ilkeleri üzerinden ayağa dikmenin” çağrısı olarak “örgüt olmak” yönelimi, hem yaşadığımız coğrafyanın kızgın politik gündeminde bir an önce süreci yakalamak hem de geleneğimizin değerlerine yönelen günceldeki açık tasfiyeciliğe karşı gerçeğin bayrağını yükseltmek için pratik bir sorumluluk ve gerekli bir inceleme olarak önümüzde durmaktadır.

Bolşevik parti anlayışı ve Mehmet Demirdağ

Sınıflar mücadelesi yaşamın her alanına sirayet eden çok yönlü çelişkileri içerdiği oranda, işçi sınıfı için tüm bu çelişkilerin açığa çıkarttığı pratik hattın üzerinde yürüyecek bir kumanda merkezine, komünist bir partiye ihtiyaç vardır.

Daha açık bir ifade ile sınıf mücadelesinin tarafları, düşman sınıfı ezmek ve kendi sınıf çıkarlarını savunmak için gerekli mücadele araçlarını yaratır ve sınıf mücadelesinde proletaryanın öncü-önder örgütü olarak işlev gören Komünist Partisi bu genel ihtiyacın ürünüdür.

Bu anlamda 1. Enternasyonal’den günümüze proletaryanın örgüt deneyimleri itibari ile, Marks ve Engels’in parçası olduğu Komünistler Birliği’nden Lenin’in Bolşevik Parti öğretisine ve Mao’nun iki çizgi mücadelesi belirlemesine kadar sürekli bir gelişimden söz etmek mümkündür.

Bu gelişim; Marks’ın “işçi sınıfı[nın] ancak kendi politik partisini kurduğunda sınıf olarak hareket edebileceği” yönlü belirlemesinden Lenin’in “proletaryanın en seçkin, en ileri unsurlarından oluşan, katı bir disipline sahip, çelikten bir çekirdek” olarak kavradığı Bolşevik modeline ve yine Mao yoldaşın Komünist Partisini de sınıf mücadelesinin arenası olarak kavrayarak buradaki sınıf mücadelesinin aracı olarak “iki çizgi mücadelesi” yöntemini partinin gelişim motoru olarak kavramasına kadar, bir politik partiyi KP’ye çeviren genel nitelikleri açığa çıkartan gelişimin haritası olmaktadır.

Bu genel belirleme ışığında ifade edebiliriz ki, yönü pratiğe dönük bir örgütlenme olarak Komünist Partisi, üstte bahsettiğimiz gelişim seyri içerisinde açığa çıkarttığı ilkelerle ve şaşmadan yürüdüğü iktidar yürüyüşü ile komünist olma vasfını koruyabilir. Mao Zedung yoldaşın “disipline sahip olan Marksist- Leninist kuram ile silahlanmış, kendi kendini eleştirme yöntemini uygulayan ve halk yığınlarına bağlı bir parti” (Mao Zedung Seçme Sözler/ Umut Yayımcılık/ Syf 12) şeklinde yaptığı tanımlama aslında politik organizasyona komünist sıfatını veren nitelikleri belirler.

Tüm bu pozitif tanım, soyut anlamda Komünist Partisi’ni tanımlarken, kuşkusuz ki ülkemizdeki komünistlerin iktidar yürüyüşünde bütünlüklü bir hayata geçiş sağlandığı iddia edilemez. Aksine tarihimiz bu ilkelerin defalarca pratiğe geçirememenin sonuçlarına, özellikle 90’lı yılların başlarından bu yana sol hareketi etkisi altına alan Sağ ve Sol Tasfiyeciliğin bu temelde ciddi bir dejenerasyon yarattığına tanıklık etmiştir. İşte bizler açısından Mehmet Demirdağ yoldaşın önemi de burada ortaya çıkmaktadır. ’94 tasfiyeciliğinin yarattığı tahribat, sadece saflardaki nicel azalma ile değil nitel anlamda devrimci ilkelerin dejenere olduğu bir içerikle tanımlanabilir. Mehmet Demirdağ yoldaş, kolektifi ilkeleri üzerinden ayağa dikme çağrısı ile yaptığı köklü müdahaleleri en temelde “örgüt olmak” olgusu üzerine yöneltmiş ve KP’yi KP yapan temel özellikler, yeniden işler kılınmıştır.

Politikleşmek, “yeniden ve yeniden” politikleşmek üzerine

Komünist Partisi olmak, daha doğrusu bir örgütlenmeye komünist sıfatı biçmek, birçok temel nitelikle beraber esas itibariyle bir çalışma tarzı sorunudur. Yoldaş Mao’nun Koalisyon Hükümeti Üzerine makalesinde yer alan  “Marksist-Leninist kuram ve ideoloji ile donatılan Çin Komünist Partisi Çin Halkına başlıca olarak kuram ve pratik birliği, halk yığınları ile sıkı ilişki ve kendi kendini eleştirme yöntemi üzerine kurulmuş yeni bir çalışma stilini getirdi” (Mao Zedung/age/agy/12) sözleri bahsettiğimiz çalışma tarzı sorununu özetlemektedir.

Bu tanımın izleğinde Mehmet Demirdağ ise “örgüt olmak” meselesinde yaşanan geriliğe yönelik olarak sorunu politikleşme sorunu olarak koymaktadır. Demirdağ yoldaş komünist partisinin politik olduğunu belirtmiş ancak onun politikleşme çabasından azade olduğunu reddederek Mao Zedung yoldaşın sadık öğrencisi olduğunu bir kez daha göstermiştir. Politik çalışmanın bütün çalışmaların can damarı olduğu bilimsel gerçeği ile tasfiyeciliğin MLM biliminde ısrar ve politikleşme çabası ile aşılacağını belirtmiştir. Bugün saflarımızda ortaya çıkan bir dizi sorunun aslında KP içindeki politikleşme düzeyinin giderek yok olduğunu ortaya koymaktadır. Zira kadro politikasından kitlelerle iletişime, statükoculuktan bir dizi hareketi tasfiyeye sürükleyecek en temel sorun o hareketin politik düzeyindeki sorunsalla ilgilidir.

Zira iç ve dış sorunlara karşı yaklaşımlarda ortaya çıkan çapsız yaklaşımların, avare pratiklerin, karakterde yansıma bulmayan teorilerin temeli, esas olarak bahsini ettiğimiz soruna dayanmaktadır. Devrimcilik adına devrim mücadelesinin pratiklerinden ve deneyimlerinden uzak yaklaşımların ortaya çıktığı bu süreç ne kitleleri örgütleyebilir ne de devrimci yapıyı bir adım ileri taşıyabilir. Bizler açısından sorun bu yaklaşımları mahkûm ederek sonuç çıkarmak ve bakış açımızı geliştirerek gerçekleri pusula edinmektir.

Tarihsel deneyimler elbette bugün yolumuzu aydınlatan pratikler olarak ele alınmalıdır. Ancak burada esasta tarihsel deneyimlere bakış açımız önemlidir. Zira tarihsel deneyimlere bakış açımız onu kelam edinip güncelde tanımlamama üzerinedir.  Zira politikleşme tarihsel deneyimlerin soyutlanmasında oluşur, anda kendini üretir ve geleceğe yönelir. Ancak bizler açısından uzun bir süredir tarihsel deneyimlere hapsolmak, anda politik üretimi sağlayamamak ve tarihe hapsolarak karanlığı beyt eylemektir. Tarih her ne kadar aydınlığa yürüyecek deneyimler barındırsa da bu deneyimlerin karanlıkta olduğu ve onu oradan çıkarmanın meziyetli ve bilimsel bir çabayla olacağı bilince çıkarılmalı. Bu noktadaki elimizdeki deneyim tarih bilimidir. Bu konudaki sözlerimizin ötesindeki ehli durumumuz içler acısıdır. Tarihten beslenmek adına ona mahkûm olmak ve geleceği buradan üretmek, kitlelerden ve kültürden kopmak ve sonucunda apolitik bir zeminde gezinmekten öteye gitmez. Böylesi bir algı açık biçimde iki çizgi mücadelesini algılayamaz, örgüt olamaz, politikleşemez ve sınıf ve tarih ilerlerken gelecekte olduklarını zannederek aslında geçmişe saplanarak konuşurlar. Bugüne dek bu politik meselelere tarihsel olaylar üzerinden yaklaşılmaktadır. Tarihte yaşananların deneyim olduğu ancak soyutlanıp teori haline getirilmediği bir durumda an üretilemez ve örgütlenemez. Bu durum devrimci hareketin politikleşme sorununu açığa çıkarır ki bu aynı zamanda Marksizm kılıfıyla Marksizm’in reddidir. Örgüt olmak, politikleşmek durağan değil sürekli bir evredir. Bu süreklilik ise statik değil aksine değişkendir. Devrimci hareket içindeki birey veya grupların anda sergilediği duruş onun tarihsel misyonu ile değil andaki misyonu ile tanımlanır ve bu misyon ancak politikleşmiş bir devrimci hareketin oluşumu ile mümkündür.

Politikleşme sadece tek tek kadroların politize olması ya da daha net ve tutarlı bir politik hattın tutturulması şeklinde de anlaşılamaz. Politikleşme sorunu esas itibari ile örgütlenmenin bütünde politize olması, ideolojik ve politik mücadeleye, iki çizgi mücadelesine açtığı alan, kitlelerle kurduğu bağın politikliği ve iktidar hedefindeki ısrar ile ölçülebilir. Dolayısıyla politikleşmek örgüt olmak, örgüt olmak ise politikleşmeyi şart koşmaktadır. Bu durum açısından kültür devriminin  örgüt içinde süreklilik arz etmesi her zaman günceldir. (Bu yazı Partizan’ın internet sitesinden alınmıştır)

8902

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar