Çarşamba Mart 26, 2025

Pusula

Pusula

Herkes işini yapmalıdır

Yıllar önce önder karolarımızdan Sefagül Kesgin yoldaş çok önemli bir noktaya vurgu yaparak biz yoldaşlarını uyarmış, herkesin öncelikle kendi görevlerine yoğunlaşması gerektiğinin vurgusunu yapmıştı.

Herkes işini yapsın” demişti. Örgüt bir bilimdir. Bu bilimde en önemli ilkelerden biri “herkese uygun bir iş vermek”tir. Her militan da kendisine verilen işi amacına uygun bir biçimde sonuç alıcı şekilde yapmasıdır.

Öncelikle kendi işi üzerinde yoğunlaşıp işi daha iyi bir şekilde nasıl yaparım kaygı ve sorumluluğunu taşımalıdır.

Her militan, her savaşçı kendisine verilen görevi yerine getirmeye başlarsa “tek bir insan” gibi yürüyüş sağlam bir örgütsel güce dönüşür. Herkes öncelikle kendi işini yapmazsa, yaratıcılık ve zenginlik katarak başarıyı hedeflemezse ilerleme sağlanamaz. Militan kendi işi dışında her şeye karşı ilgili ve duyarlı olursa burada ciddi bir sıkıntı var demektir.

Öncelikle işimizi yapmayı esas alan bilinci ve pratiği kendimizde başlatacağız. Önce kendimizi sorgulayacağız. Kendimize soru soracağız. “Ben nasıl bir yaşam ve çalışma içindeyim?” “Verilen görevi ve üstlenilen pratiği ne kadar başarıyla yapıyorum?” Önce görev yaptığımız bileşenin devrimci faaliyetlerini değerlendirip sorgulayacağız sonra dışımızdakilerin faaliyetlerini değerlendireceğiz ve sorgulayacağız. Yoğunlaşma ve çalışma, kendi görev ve sorumluluğumuzla başlamazsa ortaya kaos ve kargaşa çıkar.

Faaliyet yürüttüğümüz bölgede-alanda kitlelerin sorunları ve ihtiyaçlarıyla ne kadar ilgileniyoruz? Çözüm ve örgütlenmeler için hangi analizleri yapıp ne kadar kafa yoruyoruz? Propaganda ve ajitasyon pratiğinde ne kadar sahici yaratıcı ikna edici ve inandırıcıyız? Plan ve programlarımız, kampanya ve çalışmalarımız halkın sorunlarına, örgütlenme ihtiyacına ne kadar yanıt vermektedir?

Ne kadar halka dokunuyor, onları anlıyor ve ikna etmeye ve örgütlemeye çalışıyoruz? İnceleme-propaganda-örgütleme ve eylemde ne kadar militan duruş ve pratik ortaya koyuyoruz?

Çevremizde örgütlemeye çalıştığımız yoldaşları ne kadar kazanıcıyız? Cesaret ve kararlılıkta adanmış ve fedakarlıkta komutan Nubar Ozanyan yoldaşın çıtasını mı esas alıp hareket ediyoruz? Yoksa etrafımızda çevremizde örgüt dışına çıkmış, çok bilmiş insanları mı örnek alıyoruz? Pratik devrimciliği mi yapıyoruz? Yoksa sözün ve lafın daha ağır etkileyici olduğunu iddia edip militan devrimciliği ikincil plana mı atıyoruz?

Devrimler tarihi ve geçmiş devrimci faaliyetler, yaşanan tecrübeler gösterip ispatlamıştır ki; eğer biz devrimci teoriden vazgeçmeden devrimci pratiği onun önüne koyuyorsak işte o zaman gerçek anlamda güven veren, güven duyulan bir devrimci hareket yaratabiliriz.

Toparlanma ve örgütlenmeyi devrimci pratik ve eylemden uzak bir hatta sadece yürüyüş olarak ele alıyorsak ne toparlanma ve ne de örgütlenme yaratılır.

Kitleleri, sokağı, yaşamı doğru okuyarak ne istediklerini ne talep ettiklerini, neler yaşadıklarını, neler beklediklerini doğru anlayarak buna uygun propaganda ve ajitasyon çalışmalarını düzenleyerek stratejik hedef ve amaçlarımıza uygun pratiğin ve eylemin gücü içinde örgütlenme yaratılır. Örgütlenme ve toparlanma sorunu asgari oranda çözülür. Sadece kendini ve kitlelerin değişim ve dönüşüm taleplerini anlamaya çalışan ve bu çalışmayla sınırlanan bir devrimcilik asla örgütleyici ve güven verici bir hat yaratamaz.

Bugün burjuva-feodal sistemin en ileri düzeyde açık faşist diktatörlüğü biçiminde örgütlenen AKP-MHP faşist yönetimi saldırı ve kuşatmasını yaşamın her alanında, her bölge ve karesinde etkili hale getiriyor. 12 Eylül AFC’den asla geri kalmayacak şekilde hatta bazı gelişmeler ve durumlarda ondan daha azgın bir örgütleme ve saldırı içinde olan AKP-MHP faşist yönetimi yalnız bir dilden anlar: Silahların eleştiri gücü ve kitlelerin yıkıcı örgütlü pratiği!

En başta bulunduğu alanı, faaliyet yürüttüğü bölgeleri, hedef aldığı kesimleri adım adım parça parça örgütlemeye başlayarak devrimci eylemi de bu örgütlemeye uygun bir tarzda pratiğe sokanlar kitlelerin güven duyduğu bir hareket durumuna gelebilir. Kitleler, doğru olan her sözü dinler, akla uygun her lafa bakar ancak pratiğe daha çok güven duyar.

Her devrimcinin, her militanın temel görevi faaliyet yürüttüğü alanda kitlelerin ve düşmanın durumunu analiz etmek bunun üzerinden propaganda çalışmasını sürekli etkili ve örgütleyici tarzda yürütmek olmalıdır.

Propaganda sürekli ve etkili bir şekilde yapılmadan örgütleme çalışması yapılamaz. Boş zamanlarında, aklına estiğinde, takvimsel günlere sıkışmış halde değil örgütlemek için hedef alınan kitleye düzenli ve sürekli etkili ve canlı propaganda yapanlar örgütleme pratiğinde belli adımlar atabilirler.

Her devrimcinin başta gelen görevi bir yandan devrimci pratikler üzerinden kendi ve yoldaşlarının eğitimini örgütlenmesini gerçekleştirmek diğer yandan en yakınından başlayarak propaganda yapmaya, eylem örgütlemeye başlayarak örgütlenmeyi esas almaktır.

Örgütleme aynı zamanda etkili ve başarılı eylemlikler örgütlemektir. İnceleme analiz olmadan propaganda, propaganda olmadan örgütleme, eylem olmadan da örgüt yaratılamaz.

Kendine Güven, Kolektife Güven; Geleceği Kazan!

“Güven” kavramı, sınıf mücadelesi yürüten politik özneler açısından her dönem tartışılan bir kavram olagelmiştir.

Sınıf mücadelesinin, inişli-çıkışlı, yenilgi ve yengilerle; atılım ve geri çekilmelerle dolu gerçekliği söz konusu kavramın politik özneler açısından yaşamda karşılığını doğrudan etkilemiştir/etkileyecektir. Devrimin kitlelerin eseri olacağına inananlar açısından “güven” kavramı aynı zamanda ideolojik-politik temelde, bilimsel bir zemin üzerinden beslenir ve şekil alır.

Ne var ki tersi bir yerden, kitlelerin, devrimci ve komünist güçlere yaklaşımı bağlamında “güven”, ancak büyük bir çaba, ağır bedeller, istikrarlı bir çalışma ve politik açıdan üretken bir tutum ve çizgiyle sağlanabilir.

Zira kitleler, emperyalist-kapitalizmin çepeçevre sarıp sarmaladığı, bencilliği ve özel mülkiyeti her dakika üreten bir toplumsal sistem içinde diğer yandan merkezi iktidarın korku, şiddet ve katliam dalgası içinde mahsur durumdadır.

Bu tablo içinde, kitlelerin kendilerine çağrı yapan politik güçlere birtakım önyargılar, çekinceler ve soru işaretleriyle yaklaşmaları son derece doğaldır.

Kitlelerin, devrimci ve komünist güçlere duyduğu “güven” başlığında tartışmayı, politik güçlerin hareket tarzı ve yaklaşımlarında aramak doğru olacaktır. Kitlelerin devrimci ve komünist güçlere duyduğu “güven”, sınıf mücadelesinin genel gidişatından doğrudan etkilenir.

Sınıf mücadelesinin, kitle hareketinin geliştiği bunun içinde devrimci-komünist güçlerin de aktif ve etkili olarak kendini var ettiği süreçlerde, kitlelerin politik öznelere duyduğu “güven”in daha gelişkin olduğu bir gerçektir.

Bilimsel açıdan, kitlelerin devrimdeki rolüne ilişkin analiz ve ideolojik bakışına rağmen devrimci ve ilerici güçlerde, bu örgütlerin kadrolarında da yığınların değiştirici ve dönüştürücü gücüne duyulan “güven” de bir başka açıdan kitle hareketinin andaki durumundan etkilenir.

Örneğin, Taksim Gezi Parkında birkaç ağacın kesilmek istenmesine karşı patlak veren Gezi İsyanı’nın açığa çıkardığı sürecin ve yarattığı etkinin; devrimci ve komünist saflardaki kadroların, kitlelerin yaratıcı ve yıkıcı gücüne olan güvenini tazelediğine şüphe yok.

Özetle; güven olgusunun gerek kitleler cephesinden gerekse de politik güçler açısından sınıf mücadelesinin günceldeki koordinatlarından doğrudan etkilendiğini söylemek gerekir. Kuşkusuz bu denklemde, “güven” yaratma sorumluluğu açık ki, iktidarı ele geçirme ve politik öncü olma iddiasındaki devrimci ve komünistlerin omuzlarındadır.

Zira onlar sisteminin mevcut işleyişinin hangi temeller üzerinden şekillendiği ve bugün yaşadığımız korkunç yoksulluk, sefalet ve zulmün gerçek nedenini ve kurtuluşun nasıl olabileceğini bilimsel olarak analiz edebilme iddiasında olanlardır.

Bu hedefe kitlelerin üzerindeki ideolojik politik ve kültürel hegemonya kırılmadan ve devrimci temelde bir odak inşa edilmeden varılamayacağına ise şüphe yoktur.

Öyleyse kitleleri ikna etmenin, kazanmanın ve örgütleyerek savaştırmanın yolu bu temelde bir güvenin inşa edilmesinden geçer. Bu da ancak sınıf mücadelesinin zor, çetin ve aynı zamanda uzun soluklu mücadelesi içinde savaş ve direniş temelinde gerçekleşebilecektir.

Kendine Güven, İnisiyatif Al, Harekete Geç!

Bu kabul bizi, devrimci ve komünist gücün, onun kadro ve militanlarının güven olgusunu nasıl tartıştığı, ele aldığı sorununa getirir. Kendimize ne kadar güveniyoruz? Aynı komite ve organda faaliyet yürüttüğümüz yoldaşlarımız ya da bir bütün olarak kolektife ne kadar güveniyoruz? Aynı soruları şöyle de sormak mümkün; güven kazanmak için ne yapıyoruz? Kolektifin güven inşa etmesi için neler yapıyoruz?

Görüldüğü üzere “güven” olgusu, devrimci birey ile kolektif ilişkisi bağlamında tıpkı kitlelerle politik özneler arasındaki etkileşime benzer şekilde bir içerik taşır. “Güven” nasıl kitleler nezdinde, kolektifin inşa etmesi gereken bir muhtevaya sahipse aynı zamanda devrimci örgütün kadro ve üyeleri açısından benzer bir muhtevaya sahiptir. Her devrimci militanın işe kendisinden başlamasıyla yaşanacak bir değişim ve bunun beraberinde inşa edilecek bir güven olgusu söz konusudur.

Güven olgusu, yüzlerce işçinin her bir ipliği tek tek dokuyarak ördüğü büyük bir halata benzer. Halatın yeterince sağlam olmadığına dair söylenecek her söz, oradaki her bir yapıcıya daha fazla ve özenli çalışma sorumluluğu yükler. Komünist Partisi açısından tablo bundan farklı değildir.

Komünist Partisinin, kitleler nezdinde ciddi bir “güven” inşa etmesi; onu oluşturan, her bir komite ve organın bunun içinde yer alan her bir militanın ve faaliyetçinin, güveni zedelediği düşünülen her bir kıymık tanesine büyük bir cüretle açtığı savaşla, buna eşlik eden özverili ve istikrarlı bir çaba ile mümkün olabilir.

Aynı komite ve organda yer alan militanlar arasındaki güvenin, aynı yerde olmakla bir anda ortaya çıkacağını düşünmek yanlıştır. Aynı komitede veyahut aynı alandaki yoldaşlar arasındaki güven ilişkisi kuşku yok ki mücadelenin engebeli sürecinde yani pratik içinde inşa edilecektir. “Güven” ve “Güvensizlik” fikri, algısı veya gözlemine dair her söz, ilkin kendi organ ve komitesinde dile getirilmek üzere devrimci militana bir sorumluluk yükler. Kuşkusuz bu temelde ideolojik-politik bir sorgulamaya, militan açısından söz ile pratik arsındaki bir uyum eşlik etmelidir.

Devrimi militan, “güven”i karşısındakinden talep ederken aynı zamanda kendisinin de benzer bir görevle hareket etmesi gerektiğini unutmamalıdır. Aksi bir durum eksiklikleri tespit eden, karşıdan güven veren bir pratik bekleyen ancak kendisini bunun dışında tartışan bir yaklaşıma tekabül edecektir.

Bugün açısından belki de öne çıkan yan, yaşamında devrimci değişim ve disiplin, ideolojik temelde bir sorgulamaya girilir girilmez, kısa sürede yoldaşlar ve kitleler üzerinde bir “güven”in inşa edileceğini bekleme halidir. Kısa zamanda hedefe ulaşma arzusu yaşamın genel akışına da aykırıdır. Zira biliyoruz ki Başkan Mao, nehrin bir gecede donmadığını bir gecede de erimeyeceğini dile getirir.

Kolektif açısından bakıldığında da tablo böyledir. Pek çok nedenle birlikte nihayetinde kitlelerin zedelenen güvenin inşa edilmesi kolay olmayacaktır. Bunun için zamana ihtiyaç vardır.

Bu süre içinde de kolektifin, kendi hata ve eksiklerine karşı açık; kitlelere karşı dürüst, istikrarlı ve özverili çabasına ihtiyaç vardır.

Kendine güvenen, bunu yaşamında örgütleyen devrimcilerden müteşekkil komiteler ve bu komitelerin organik birleşimiyle ortaya çıkan bir örgüttür ki, kitlelerle sağlam ve güçler bağlar kurarak onları demokratik halk devrimine seferber edebilir.

Kitlelerin kolektife güvenmesinin yolu, militanların ona güvenmesinden bunun için de kendisine duyduğu güveni büyütmesinden; bu temelde inisiyatifini geliştirerek güçlü adımlarla harekete geçmesinden geçecektir!

Yirmi Dört Saat Devrimcilik

Devrimci ideolojiye sahip olmak kadar bu ideoloji ışığında somutu tahlil edecek politikayı belirlemek ve ana müdahale edecek kadroyu yaratmak da bir o kadar önemlidir.

En zor ve zahmetli olan; en fazla dikkat, duyarlılık, yoğunlaşma gerektirecek olan militanın eğitilip hazırlanmasıdır. Nerede, nasıl davranıp, hareket edeceğini, ne yapacağını bilen, tek başına da kalsa yönünü bulabilen insan yetiştirmek, işte temel görev budur. Demokratik devrimin ihtiyacı olan budur. Kolektifin ihtiyacı olan da budur.

Yani öncüleşmek… Her alanda her konuda öncüleşmek. Kendisine, sınıfına, yaşama, çevresine doğru bakan, doğru anlayan; amacına ve mücadeleye doğru  anlamlar yükleyen; bunu hakkıyla yaşayan ve layıkıyla yürütendir. Örgüte koşulsuz, gerekçesiz  katılandır. Her gün, her an sistemden tam kopuş sağlama mücadelesi verendir. “24 saat devrimciliği” , “komple devrimciliği”, “doğru kararları uygulayacak doğru kadrolar olmayı” esas alan devrimciliğin öncüsü olandır.

Burjuva-feodal sistemden kopmak ve sosyalizmin insanı olmak gerekmektedir. Yani birey olmaktan kurtulup örgütün insanı olmak. Bireysellikten kurtulup kolektifin insanı olmak. Amaçsız yaşamdan kurtulup amaca uygun yaşamak. Kendin için yaşamaktan kurtulup devrim davası için yaşamak. Disiplinsizlikten kurtulup disiplinli yaşamak.

Bütün bunları gerçekleştirmek ve başarmak elbette çok zor, sancılı, bilinçli bir mücadele gerekir. Her an kendinle savaşmak, kendine müdahale edip yaşam ve pratiğini düzenlemek kısaca düşmandan daha fazla kendinle savaşmak gerekir. Kendisiyle savaşmayan, bunu amaç edinmeyen düşmana karşı savaşamaz.

Örgüt, her dönem ve her an da devrimin, halkın çıkarlarını savunan, onların özgürlüğünü temsil eden ve bunun savaşımını yürütmek gibi ciddi bir sorumluluğu olan iradededir. Militan bu gerçeklik üzerinden örgüte katılım sağlamışsa bireyin örgüte tabi olması anlamlıdır değerlidir. Militanın örgütün disiplinine-merkezine-kararlarına tabi olma gibi bir sorumluluğu vardır. Örgütün emir ve talimatlarına gönül rahatlığıyla uyma ve uygulama gibi bir görevi vardır.

Eğer ortada sorun yaşanıyorsa, çözülmeyen durumlar devam ediyorsa önce militanın kendi gerçekliğiyle yüzleşmek kendi pratiğini öncelik olarak sorgulamak gibi ciddi bir sorumluluğu vardır. Kendine doğru bakmayan dışına da doğru bakamaz. Kendini anlamayan dışını anlayamaz. Kendisiyle hesaplaşmayan dışındaki düşmanla hesaplaşamaz.

Örgütsel katılım her şey değildir!

Militan, örgütsel katılım sağlayarak görevinin tamamladığını düşünmemelidir. Her gün, her an örgütün ideolojisine; disiplin ve kararlarına amaç ve yönelimine katılmak esas olan budur. Unutmamak gerekir ki; her militan sistemden getirdiği, içinden çıkıp geldiği sınıfın-çevrenin-ailenin bir dizi zaaf ve zayıflıklarını da getirir. Tembellik, uyuşukluk, duyarsızlık, sorumsuzluk gibi ciddi sistemsel hastalıkları barındırır. Bunların bir çırpıda, bir hamlede, bir eğitimle atılamayacağını iyi bilmek gerekir. Sistemli, düzenli ve disiplinli bir şekilde, amaca uygun bir tarzda kendisiyle mücadele yürütmelidir.

Eğer militan örgütün istediği yazıları geç veriyorsa, randevularına geç gidiyorsa ya da gitmiyorsa, emir ve talimatlarını zamanında yerine getirmiyorsa, bireysel ve mali raporunu zamanında vermiyorsa, aldığı görevleri yerine getirmiyorsa ideolojik olarak örgüte katılmış kabul edilemez.

Militan kendi egolarından güçlü kopacak, ayrıcalıklı-bencil, düzensiz, disiplinsiz yaşamdan hızlı kopacak olan olmalıdır. Kopuş mücadelesini her gün, her an, her pratik ve görevde bilinçli-örgütlü yürüten olmalıdır. Her hareketi, her pratiği örgütlü olmalıdır. Bireyselliğe, keyfiyetçiliğe kendine göreciliğe hiçbir taviz vermemelidir. Örgütle yaşamalı, solumalı ve yürümelidir. Kendisini koşulsuz ve gerekçesiz örgütün yaşamına ve amacına uygun hale getirmelidir.

Haklarını hatırlarken sorumluluklarını asla unutmamalıdır. Özgürlüğünü düşünürken disiplini elden bırakmamalıdır. İkna olmak kadar emir ve talimatlarla da yürünebileceğini anlamalı ve böyle pratikler de olabileceğini bilmelidir. Halkın-örgütün insanı olmak; özgürlüğün-hakikatin insanı ve militanı olmak… Bunları başardığımız oranda halkın beklenen ve aranan öncüsü olabiliriz.

Maddi Dünyadan Kopmak ve Yoldaşlaşmak

Komünist Partilerin temel amacı sömürü ve zulümden kurtarılmış özgür-eşit-adil bir toplum yaratmaktır. Bu amaç ne kadar değerli ise kullanılan dil de bir o kadar doğru olmalıdır. Eşit, özgür, adil olanı temsil etmelidir. Gerek kurum içi gerekse dışı kurulan her ilişki, kullanılan dil varmak istenen amaca uygun olmak zorundadır.

Proleter devrimcilerin kullandığı “yoldaş” hitabı yetki-ün-unvanın olmadığı, hiçbir ayrıcalık ve üstünlük içermeyen, herkesin eşitlendiği bir kavramdır. “Kirve-hoca-eleman-dost-başkan-usta-canım-genco” vb. kavram ve hitapların hiçbiri yoldaş kadar eşitliği-özgürlüğü-adil olanı temsil edemez. Her devrimci “yoldaş” kavramında eşitlenir. Onurlanır. Ve değer kazanır.

Demokratik halk devrimi ve sosyalizm ne kadar eşitlik, özgürlük, adalet amacını temsil ediyorsa örgüt kültürü, dili ve ilişkileri de bir o kadar bu amaca hizmet etmeyi temsil etmelidir. Amaçla araçlar sıkı sıkıya bağlı olmak, birbirini besleyen ve tamamlayan nitelikte olmak zorundadır.

Ancak bu hitabın ve üslubun bozulduğu, aşındırıldığı yer ve anlar olabiliyor, yaşanabiliyor. Devrimci amaç ve doğru yaşamı savunurken bazen buna ters- aykırı durum ve anlar yaşandığında burjuva-feodal sistemden tam kopulamadığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Öfke, kızgınlık ve sinirli olma hallerimizde, işler yolunda gitmediğinde, çalışmalar istendiği gibi yapılmadığında, beklenen sonuçlar alınmadığında vb. dil ve üslup bozulabiliyor.

İçinden çıkılıp gelinen toplumun, çevre ve ortamın dili devreye girebiliyor. Ya da toplantılarda, etkinliklerde vb. ciddi olunurken, günlük yaşamda, kurum dışı ortam ve çevrelerde benzer sorun yaşanabiliyor.

Resmi olunması gereken toplantı-çalışma ortamlarında ya da değer verdiğimiz yoldaşların olduğu alanlarda üslupta sorun yaşanmazken daha az değer verdiğimiz, “önemsiz gördüğümüz” insanlar karşısında da aynı durum devreye girebiliyor.

Bizler kolektif devrimci ortamlarda nasıl düşünülüp hareket edilip davranılıyorsa her ortamı ve çevreyi devrimcileştirmek gibi bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Devrimci dil ve devrimci üslup zamana ve alana ait bir sınırlılık ve darlıkta değildir. Olmamalıdır.

Düşünce kadar duyguların, ilişkiler kadar dilin de devrimci temelde örgütlenmesi ve düzenlenmesi devrimcilerin görevidir. Yaşamın, fikirlerin, duygu ve ilişkilerin tümü demokratik halk devrimi ve sosyalizm amacına uygun tarzda, ona hizmet eden temelde örgütlenmelidir. Amaç kadar kullanılan araçlar da temiz ve onurlu olmak zorundadır.

Ciddiyeti amaçtan, görev ve sorumluluklardan gelir!

Bir örgütün ciddiyetini gösteren en önemli veri savunduğu amacın niteliğidir. Örgüt neyi niçin savunuyor? Varmak istediği hedef nedir? Ne yapmak istiyor? Amacını nasıl açıklıyor? Örgütsel şekillenişi hangi temeldedir? Hareket, davranış ve yürüyüş çizgisi nedir?

Resmiyet denilince ilk akla gelen örgüt toplantıları ve örgüt yaşamıdır. Eleştiri-özeleştiri, komite toplantıları, rapor sistemi, tekmil verme halleri, yoldaş ortamları, yoldaş görüşmeleri vb.dir.

Komünist partiler, amaca kilitlenmiş yoldaş ortamlarıdır. Arkadaş ya da ahbap-çavuş ortamı değildir. Devrimci ortamlarda, laçka, sulu, keyfiyetçi ve ciddiyetsiz bir yaklaşım asla kabul edilemez/edilmemelidir. Ciddiyet sınırlarını aşan, örgüt ölçülerini bozan, yok sayan anlayış ve yaklaşımlar kabul edilemez/bu tür yaklaşımların yaşamasına izin verilemez. Devrim ciddi bir iştir. Devrimcilik ciddi iştir. Ciddiyeti amacından görev ve sorumluluklarından gelir.

Resmiyet, devrim ve halk karşısındaki görev ve sorumlulukların zirvesidir. Devrimci otoritedir. Düzen, disiplindir. Kolektifin her ortamı ve çalışması ciddi, ölçülü ve seviyeli olmak zorundadır. Amaç ne kadar ciddiyet isterse bu amaca uygun yürüyüş de bir o kadar ciddiyet ister.

Resmiyeti bozmak örgüt ciddiyetini bozmak demektir. Resmi ortamlarda sıradan, düzeysiz ve seviyesiz davranmak, hareket etmek demek örgütü sıradanlaştırmak demektir. Kendisi sıradanlaşan örgütü de sıradanlaştırır. Resmiyet ciddi olmayana karşı caydırıcı-uyarıcı bir duruştur. Kolektifin bütün kademeleri, toplantı ve eleştiri ortamları bir ciddiyet yeridir.

Nasıl ki burjuvazi kendi ortamlarında ve örgütlediği her çalışma ve faaliyette ciddiyeti elden bırakmıyorsa proletarya da her çalışma ve görevlerini yerine getirme ortamında ciddiyeti elden bırakmamalıdır. Resmiyet örgütsel şekilleniştir. Hangi nedenden olursa olsun bunu aşındırmak isteyen hiçbir tutum kabul edilemez.

Beşlerin Ardından,,,

Resmine ve resimlerinize bakıyorum. Yaşamınıza ait bir “an”a, dört çizgi içine çizilmiş gülüşünüze bakıyorum. Sizleri tanımayan, yaptıklarınızı ve yapacaklarınızı, karşılaştığınız zorlukları, engelleri, katlandığınız acıları bilmeyenler elbette dört çizgi içindeki bir “an”la sizi tanımaya, anlamaya çalışacaktır.

Resme bakarak insanlar ne kadar tanınabilir ki? İnsanlara uzaktan bakılarak ne kadar anlaşılabilir ki yaşadıkları?

Sizlerle ilgili her anmada ya da yapılacak her konuşmada herkes biraz daha yakınlaşacak bakışlarınıza. Biraz daha yakından tanıyacak, kim olduğunuz ve neler yaptığınız biraz daha anlaşılacak.

Nasıl bir kimliğe, duruş ve kararlılığa sahip olduğunuz, emekçi kadınların kurtuluş davasında nasıl bir rol oynadığınız, etki ve değiştirme gücünüz, örgütleme ve yönetme düzeyiniz, çözüm ve irade inisiyatifiniz biraz daha anlaşılacak.

Sonra sizleri daha yakından tanımak, daha iyi anlamak için geçmişten günümüze dek uzanan bir yolculuk yapacağız. Gerillaya katıldığınız ilk günle şehit düştüğünüz gün arasındaki farklılaşma, sancılı ve çatışkılı gelişim çizginiz anlaşılacak. İlk günkü tedirginlik, şaşkınlık, heyecan ve ürkekliğe ait duygular yavaş yavaş kaybolacak. “Şimdi ne yapacağım?”, “Görevlerimi nasıl başaracağım?”, “İleri ve gelişkin bir düzeye, savaş ve komuta düzeyine nasıl ulaşacağım?” sorularına yanıt aramaya çalıştınız.

Devletin yıllardır emekçi kadınlar üzerindeki baskı, hiçleştirme, kimliksizleştirip, yok etme politikasını omuzlarınızda ve yüreklerinizde hissettiniz. Bu ağır kölelik zincirine karşı verdiğiniz mücadele devam ederken diğer yandan egemen erkek bakış açısı ve yaklaşımının engelleriyle karşılaştınız. Kolay olmadı kabul edilişiniz. Az mücadele etmediniz erkek egemen yaklaşımlarla.

Doğanın, gerilla yaşamının ve savaşın zorluk ve engellerle dolu her bir sınavını verdikçe utandırdınız sizleri ciddiye ve dikkate almayan herkesi. Yüzleştirdiniz kendi içinde saklı ve gizli olan erkek egemen düşünce sahiplerini. Dünyada en zor şeydir bir insanın değişimi. Ancak imkansız değildir.

Kadın gerilla, her türden zayıflığı alt ettikçe karşısındaki erkek gerillanın da zayıflığını yıkmaya, alt etmeye çalıştı.

O, gerici duvardaki her bir çatlak, her bir gedik erkek gerillaları da sarsıldı. Kadın gerilla yoldaşların mücadelesi aynı zamanda erkek gerillanın uyanıp kendine gelmesinin, özgürleşmesinin sarsıcı darbeleri oldu.

Nasıl ki bir ulusu ezen ulus özgür olamazsa, kadın cinsini ezen erkek cinsi de özgür olamaz. Ezen ulusun özgürleşmesi ezilen ulusun özgürleşme mücadelesiyle olur. Aynı şekilde erkek cinsinin özgürleşmesi kadın cinsinin özgürleşmesiyle olacaktır.

Kadın gerillalar militanlaşma, öncüleşip-önderleşme mücadelesinde sayısız zorluk ve engelle karşılaştı. Sadece egemen erkek bakış açısının ve yaklaşımın yarattığı ortam ve süreçle mücadele etmediler. Hem erkek cinsine hem de kendi cinsindeki gerici-köleci anlayış ve yaklaşımlara karşı mücadele ettiler. Özgürleşen özgürleştirir. Devrimcileşen devrimcileştir. Diyalektiğin  yasası budur. Bundandır ki özgürleşen gerilla, çevresini, yoldaşlarını ve mücadeleyi de özgürleştirir.

Ve siz kadın yoldaşlar; siz insan yanımız, özgürleşen adımız oldunuz! Biz sizlerle özgürlüğe daha yakınlaştık. Sizlerle insana yabancı, özgürlüğe uzak ve cansız olan yanımızı koparıp attık. Sizlerle insanlaştık. Özgürlüğe doğru yürüyüşümüzde sizlerin varlığı bize can, mücadelemize soluk kattı. Yoldaş yüreğimiz oldunuz. Şimdi sizsiz yürüyüş, sizsiz savaş tamamlanmamış bir görev gibi. Siz bizim özgürlük sesimiz, susmayan yürek atışlarımız oldunuz. Sizden öğrenmeye devam ediyoruz.

İnsan dediğin nedir yoldaş?

İnsan yaşamı nedir ki yoldaş? Düşünce ve duygu dünyası nasıl oluşur? Öfke ve sevinçleri, sevgi ve nefret duyguları, kaygı ve korkuları nasıl şekillenir? Bir atmacanın, bir güvercinin kanat çırpınışlarını ve kelebeğin hareket ritmini izlerken ne düşünür? Gelmesini beklediği ve gelemeyen yoldaşı için nasıl kaygılanır?

Boşa çıkan randevularda neler düşünür, ne hisseder? Yoldaş boşluğunu nasıl yaşar? Son nefesinde ne düşünür?

Son olarak yoldaşlarına ne demek isterdi mesela 2 Şubat şehitleri? Söyle Eylem yoldaş, bizlere ne demek isterdin? Neleri yapmamızı önerir, nasıl yapmamızı isterdin? Senin ve sizlerin yokluğunda hep bunları düşündük. Bunları merak ettik, bunlara cevap aradık?

Yoldaş kime denir, Eylem yoldaş? Sürekli yanında olmasını istediğin, ayrılmayı hiç istemediğin insana mı? Yoksa yaşama, özgürlüğe, geleceğe dair sorduğun sorulara yanıt bulamadığında, hemen başvurduğun bilgeye mi? Bir eylem sonrası paylaşılan sevincin adı mıdır yoldaş? Yoksa köy meydanında, köylülerin öfkesinin örgütlendiği toplantıda yükselen kadın gerillanın sesi midir?

Söyle Eylem yoldaş, yoldaş kimdir? Yarım kalan gülümseme midir, yoksa bir çocuk yüzündeki masumiyet mi? Yoksa dağlara sevdalı yürek midir? Geri dönmeyen ayak izleri mi? Özenle ve sevgiyle yazıp ulaştıramadığın özlem dolu mektup mudur?

Söyle Eylem yoldaş, yoldaş kimdir? Yaşama dair her soluk, her kıpırdanış, her yürek çarpmasıdır yoldaşlık. İnsani olan her duygudur yoldaşlık. Sorulara, sorunlara bilimsel yanıtın adıdır yoldaşlık.

Gelip görmek istediğin, varlığını en çok duyumsadığın insanın, sevgi dolu bakışıdır. Özlemin bitmeyen adıdır, arayıp bulamadığımız insanın ön adıdır yoldaş. Ölüm elbisesi giydiremediğin cansız yoldaş bedenidir. Sensin ve sizsiniz!

Sensiz bir kış, sensiz bir şubat ayını daha yaşayacağız. Arayış içindeki gözlerle gökyüzünden düşen kar tanelerine bakıyorum. Her rüzgârda kıpırdayan yapraklara, bulutları yırtarcasına “merhaba” diyen güneşe…

Kuş yuvalarına, dağ geyiklerinin gizemli sığınaklarına bakıyorum. Sen ve siz yoksunuz. Ama sen ve siz her yerde varsınız aslında. Yanımızda sohbette ve türkü soframızdasınız. Ateş etrafında omuz omuza oynadığımız gerilla halayındasınız.

Görev dolu her yürüyüşümüzde, çekilen her gülümseme dolu fotoğrafta sen ve siz varsınız. Özlem ve iddia dolu notlarımızda, direniş ve mücadele bildirilerimizde, eğitim ve eylem planlarımızda, köy toplantılarında haksızlıkları yargıladığımız propagandanın her cümlesinde, süzülüp derin derin akan nehrin köpüklerinde sen ve siz varsınız.

Ve sizlerin varlığı bize yaşama ve mücadele gücü oluyor, tarifi imkânsız yoldaş özlemi oluyor. Mücadeleye ve geleceğe dair her politik tartışmamızda kodlanan eylem planımız oldunuz.

Her özeleştirimiz sizlerin mücadeleye ve bizlere ilişkin eleştirileriniz oldu. Her sığınağımızda, dağ geyiklerinin geçit vermez zorlu patikaları geçişinde hep vardınız.

Bugün gerillanın sahip olduğu, yarattığı, kazandığı her devrimci değerde görünen ve görünmeyen her gelişim adımımızda sen ve siz varsınız. Son nefes verilip, soluk kesildiğinde hiçbir sözün anlamı ve ağırlığı olmaz. An donar. Tarih donar. Yaşam susar. Konuşan toprak altında kalan yoldaşların duyulmayan sesidir. Eylem, Emel, Özlem, Dilek, Sevda’dır. Konuşan beş ölümsüz kadın gerilladır.

Her devrimci adımda Beşler!

 

Beşler, çatlayan toprak altında mücadelenin sabır dolu direnci oldular. Ve biz, geride kalan gerillalar mücadelenin ne kadar önemli değerlerini kaybettiğimizi bugün her pratikte, toplantıda ve eylemde yeniden görüyoruz. Bunun için öfkemizi toprak altından çıkardığımız kanlı mendillerinizle sildik. Direncinizi gerilla sabrımıza yükledik.

Sizlerin yokluğunda her geçen günde sizlerle yaptığımız yolculukların sayısı daha çok arttı.

Hafızamız, sizlere ait her bir söz ve pratikle daha çok tazelenerek, yenileniyor. Mücadelenin her zorlu adımı yaşamsal bir ihtiyacın arayışıyla bizleri yeniden sizlere gönderiyor.

Gerillaya adım attığım ilk anı hatırlıyorum. Karşımda ilk gördüğüm yoldaşları; Eylem’i, Özlem’i, Munzur’u ve Muharrem’i… O ilk gün hissettiğim yoldaş içtenliğini ve sıcaklığını hiç unutamadım Eylem yoldaş. O günün resmi gözlerimde asılı kaldı adeta.

Bugün sizlerden geriye sadece yürüdüğünüz patikalardaki ayak izleri ve iddiamızdaki canlı sözleriniz kaldı. Başucumuzda asılı gerilla resimleri oldunuz. Çünkü ilk karşılaşma, ilk sözler, ilk izlenim anılardan silinmeyen yoldaş resimleri gibidir. Asla unutulmaz.

Gerillaya katıldığım birinci günden itibaren Eylem yoldaşın direnç yüzünü görünce engellerle dolu bu zorlu yolculuğu kadın gerilla direnciyle aşacağımıza inandım. Ve şimdi haklı olduğumu görüyorum. Eylem, Emel, Özlem, Dilek ve Sevda yoldaşlar mücadelenin ve kolektifin ağır yükünü ve zorlu görevlerini üstlendiler. Tanık olduğum süreçte gerilla mücadelesinin her anında askeri ve politik görevleri başta Eylem ve Emel yoldaşlar olmak üzere Özlem, Dilek ve Sevda yoldaşlar üstlendi.

Gerilla alanında politik ve askeri örgütleme, yönetme ve düzenleme görevini ağırlıklı olarak Eylem yoldaş üstlendi. Bu zorlu görevi üstlendiğinde dört aylık bir gerilla pratiği vardı. Süreç zordu, bu görevi omuzlamak kolay olmayacaktı. Sınırlı sayıda gerilla gücü ve askeri tecrübesizliği onu en çok düşündüren konuların başındaydı.

Tecrübesizlik hangi bilgi ve hangi pratikle nasıl aşılacaktı? Nereden nasıl başlayacaktı? Baktı etrafına Eylem yoldaş. Gerilla faaliyetinin her görevinde sürekli yanında olan Emel yoldaşı gördü. Ve kararını verdi, ilk onunla başlayacaktı. Mevcut yoldaşlar içinde gerilla yaşamı ve tecrübesi en fazla olan Emel yoldaştı.

Özellikle gerilla gücünün askeri görevlerini en iyi yerine getirecek niteliğe ve düzeye sahip olan oydu. Devrime bağlılığı yüksekti. Savaştaki ısrar ve kararlılığı, ortaya koyduğu emek görülmeye ve örnek alınmaya değerdi. Eylem yoldaşın birlikte yürüyeceği genç yoldaşlar da vardı. Bu yoldaşlar gençlik alanında başlatılan “gerillaya katılım” kampanyası ile birlikte katılan yoldaşlardı. Bu yoldaşlardan biri Dilek yoldaştı. Bu yoldaşlar sürecin ağır yükünü Eylem ve Emel yoldaşla birlikte omuzladılar.

Gerilla savaşı hattında yürümek isteyen bu genç yoldaşlar, sürecin ağırlığını Eylem yoldaşla birlikte omuzladılar. Eylem yoldaş, her geçen gün ideolojik-politik olarak gelişen, sürecin her türlü sorununa çözüm bulmak için yoğunlaşan ciddi bir çalışma içine girdi. En belirgin özelliği alçakgönüllülüğü ve bağlılığıydı. Kimin gibi dürüst, kimin gibi alçakgönüllü ve kimin gibi inançlarına bağlı denildiğinde hiç kuşkusuz ve tereddütsüz “Eylem yoldaş gibi” yanıtı verilebilir.

O dönemde ve sonraki süreçte bütün faaliyet alanlarında kadın yoldaşların oynadıkları rol önemli bir yerde durmaktadır. En sancılı dönemlerde, en zorlu görevlerde yer alan sürecin öznesi olan kadın yoldaşlar, en ağır yükü kaldırmada da tereddütsüz bir rol oynadılar. Ve herkese örnek oldular. Ne bir itiraz ne bir sızlanma ne bir kaygı duydular.

Ne bir beklenti ne bir hesap içine girdiler.

Gürültü yapmadan, yanındaki dostlarına elveda bile demeden, sevdiklerine en çok sevdikleri “Hoşçakalın” türküsünü bile söylemeden, sessiz ve sakin geldiler ve gittiler. Hesapsız geldiler; kolektife yakışır bir olgunlukta ve ciddiyette geldiler; görevlerinin ağırlığına bakmadan, zorluklar karşısında sızlanmadan geldiler ve giydiler üniformalarını.

Omuzladılar görevleri ve silahlarını.

Onların öncülüğü ve kadın adları yoksul köylerde duyulmaya başlayınca bu durumdan en çok heyecanlananlar yoksul kadın emekçiler oldu. Gerilla alanında kadın yoldaşların gelişimi diğer kadın yoldaşlar üzerinde olumlu etkide bulunduğu gibi tüm yoldaşlar üzerinde de ciddi etkiler yarattı. Köylülerin özellikle de kadınların gözleri ve kulakları Eylem ve Emel yoldaşların üzerinde idi. Onların her hareketi, her sözü dikkatle dinlenip, özenle gözlemleniyordu. Uzun ve sıcak yaz gecelerinin sessiz, yoksul damlarında geçen sohbetlerin hemen en dikkatli yerinde kadın gerillalar, Eylem ve Emel yoldaşlar vardı. Köylü kadınlar, yaşamlarında ilk kez köy meydanlarında ve evlerinde erkekler dahil herkesin gözü önünde kadın gerillaların yüksek bir inanç ve kararlılıkla özgürlüğü konuşup, kurtuluşu anlattıklarına tanıklık ediyorlardı. Onların ağızlarından çıkan her söz bir deprem sarsıntısı yaratıyordu. Tabuları sarsıyor, eski olan ne varsa yıkmaya çalışıyorlardı.

Köylüler karşılarındaki kadın gerilla komutanların erkek komutanlardan hiçbir eksik yanının olmadığını hatta daha akıllı ve cesur konuşmalarını görünce, tarifsiz bir hayranlık ve içten bir saygı duyuyorlardı. Onların varlığı ve mücadelesi bölge halkı üzerinde olumlu bir etki yaratıyor, gerilla savaşına karşı içten bir sempati duymalarını sağlıyordu.

Eylem ve Emel yoldaşlar komutanlaşıp, öncüleştikçe Özlem ve Dilek yoldaşlar da gelişip alt komutanlık ve siyasi komiserlik görevlerinde yer aldılar. Pertek’te bir birahaneye yönelik bombalı saldırı düzenlendi. Bu eylem TİKKO Kadın Gerillaları adına üstlenildi. Bu türden askeri eylemler örgütlendikçe gerilla alanında kadın yoldaşların özgün örgütlenme ihtiyacı daha fazla hissedilmeye başlandı.

Beşler, başkaları tarafından kurtulmayı bekleyenlerin yalnızca köleler olduğunu biliyorlardı. Bundandır ki onlar özgürleşmeden başkalarını özgürleştiremeyeceklerini de çok iyi biliyorlardı. Özgürleştikçe özgürleştirdiler. Geliştikçe geliştirdiler. Kadın yoldaşların varlığı, duruşları, yürüyüşleri dost örgütler üzerinde de etkili oldu. Gerillanın politik ve askeri öncüleri artık kadın yoldaşlarımızdı. Her yerde gerillanın ilk muhatapları artık onlardı. Dost ve devrimci örgütlerin en çok ciddiye aldıkları ve en çok gözledikleri de onlardı. Gerilla savaş tarihimizde ilk kez kadın yoldaşlar bu denli öncüleşip, komutanlaşıyorlardı.

Eylem yoldaşın ideolojik ve politik gelişim hızı gerillayı etkiliyor, tetikliyordu. Duyarlılığı, içtenliği ve sadeliği, her yoldaş üzerinde etkili oluyordu. Öncünün gelişim adımları tıpkı derinden akan sessiz bir nehir gibiydi. Sürekli ve dingin, kendinden emin ve güvenliydi. Tıpkı emekçi halkımız gibi, tıpkı emekçi kadınlarımız gibi. Atılan adımlar yakına ancak ileriye doğruydu. Ama yeterli değildi.

Bu adımların hızlandırılması gerekiyordu. Gidilen köy sayısında artış, yürütülen gerilla faaliyet alanları sayısındaki artış, propaganda ve ajitasyon çalışmasında belli bir nitelik ve düzey sağlanmaya çalışılıyordu. Komutanlık ve alt komutanlıklar örgütlendi. Birden fazla alanda mıntıka örgütlenmeleri yaratıldı. Artık askeri örgütlenmede belli bir bilinç, örgütlenme ve düzey yaratılmıştı.

Yoldaşların kolektife yakınlaştırılması, sınıf bilinci ile donatılması ve daha ileri bir düzeye çıkartılması yönünde ciddi adımlar atıldı. Eylem yoldaşın yaşama ve yoldaşlarına olan duyarlılığı, yol göstericiliği görülmeye değerdi. Her gerillanın yoldaş duyarlılığını öğrendiği ilk isimdi adeta. Öyle ki gerilla birliğinde emeğinin geçmediği, yoldaşlığını ortaya koymadığı kimse yoktur. Bundandır ki her gerilla, Eylem renkli, Eylem solukludur. Her yoldaş biraz da Eylem’dir.

Devrimci yayınların beslenmesi ve sahiplenilmesi, alanda dağıtımının örgütlenmesi konusunda da belli adımlar atıldı. Gerillanın ideolojik-politik-askeri eğitiminde, gerilla savaşının ilke ve kurallarına uygun bir şekilde şekillendirilip biçimlendirilmesinde bir nitelik ve düzey sağlandı. Kolektife ve halka güven ve de gerilla savaşına inanç konusunda gözle görülür bir ilerleme sağlandı.

Yoldaşların her birisiyle ayrı ayrı ilgilenme, yaşadıkları sorunları ve sıkıntıları giderme konusunda Eylem yoldaşın çabası ve katkısı muazzam düzeydeydi.

Hata ve zaaflara karşı en diri ve en devrimci duran yoldaştı Eylem yoldaş. Yoldaşların hata ve zaaflarına ve de pratiklerine karşı korkusuzca mücadele etmekten asla geri durmadı. Yeniden devrimcileşme, savaş ölçülerine uygun şekillenme noktasında gerilla birliğinin tartışmasız ve kabul görmüş önderiydi. Kolektifin ve savaşın gelişimi için sürekli kafa yordu.

Yoldaşlarının devrimci dönüşümü için mücadele edip yoğunlaşmayı bir an olsun unutmadı. Karşılaştığı zorluklara bir an olsun yenilmedi. Çünkü onun adı Eylem’di. Onun adı özgürlüktü, dirençti. Neyi temsil ettiğini çok iyi biliyordu. Gerilla yaşamı boyunca da bu kimliğe ve onura hep layık davrandı. Gerilla gücünün gelişim hızı ve düşünsel yoğunlaşma artırılmalıydı. Düşman varlığı, gerçekliği ve darbelenme fikri daha fazla mücadele sofrasında pişmeliydi.

Düşman gerçekliği günlük yaşamda devrimci faaliyette daha fazla hissedilmeli, saldırı bilinci daha güçlü olmalıydı. Geçmişin ağır adımlarından kurtularak ileri doğru daha güçlü yürünmeliydi. “Daha ileriye ve daha uzağa adımlar” atılmalıydı. Bütün çaba ve yoğunlaşma, bütün dikkat ve duyarlılık bunun üzerinde olmalıydı. Her askeri ve politik pratik, bu perspektifle değerlendiriliyordu. Pratik ve eylemler bu temelde eleştirilmeli, her özeleştiri bunu yaratmanın adımı olmalıydı.

Düşüncedeki tek yanlılık, yüzeysellik ve ağırlık üzerinde duruluyordu. Örgütlenme pratiğinde hiçbir görev, düşmana saldırı görevinden daha önde olmamalıydı. Zamanın büyük bölümü bu çalışmaya ayrılmalıydı. Komutanların, siyasi komiserlerin rolünün daha fazla devrimcileştirilmesi, kendi hata ve zaaflarına daha fazla yüklenme ve mücadele etme konusunda daha derin ve kapsamlı tartışılıyordu. Çünkü özgürlük güçlü bir tutkudur ve bu tutkuya güçlü sarılanlar, eleştiriden korkmayanlar geleceği yaratabilir.

Tartışmaların çatışmasız ve mücadelesiz geçmediği bir gerçekti. Gelişim, sancılı idi, kolay olmayacaktı. Hele bu tartışmaların bireylerle ilgili kısmına gelince iş daha zorlu ve daha can sıkıcı oluyordu. Eylem yoldaşın çok zaman tek başına kaldığı ve başının en çok ağrıdığı konuların başında bu geliyordu. Hataların kolay kabul edilmediği bir toplumsal gerçeklik içinde yaşandığımız bir gerçekti. Yanlıştan ve hatadan köklü kopuşun zorluğu, özeleştiri kültürünün zayıf olduğu durumda işi daha da zorlaşıyordu.

Başta küçük-burjuva ideolojisi olmak üzere “gurur-kibir” denilen salgın veba mikrobundan kurtulmak kolay olmuyordu. Hele eleştiren, eğiten, yol gösteren bir kadın yoldaş ise bu hiç de kolay olmuyordu. Özellikle erkek yoldaşların erkek direnci bir türlü kırılmak bilmiyordu. Ancak Eylem yoldaş bir yöneticinin ağırlığı, ciddiyeti ve olgunluğuyla soruna yaklaşıyor, değişik yöntemler geliştiriyordu. Asla pes etmiyor, geri adım atmıyordu. Büyük bir inat ve sabırla mücadele ediyordu.

Eylem yoldaşın kolektife verdiği hizmetin, emeğin anlatımı kolay değil. O sorun yaşayan, gerileyen, bunalan, tıkanan her yoldaşın kelimenin gerçek anlamıyla usta öğretmeniydi. Ondan öğrenilecek o kadar çok şey var ki! Ondaki sabrın, alçakgönüllülüğün, tarif edilemez insani özelliklerinin örnek alınması gerekir. Bu yüzden işte “kim gibi olunmalı?” denildiğinde her defasında Eylem, Eylem, Eylem yoldaş denilebilir. Çünkü; bu haykırış mutlaka yoksul, emekçi damlardan duyulacak ve yüzlerini mutlaka Eylem, Emel, Özlem, Dilek ve Sevda’ya döneceklerdir. Biliyoruz ki, bugün Hozat’ta doğan her yoksul kız çocuğu Eylem gözlüdür. Eylem yüreklidir. Sevdaları, Özlemleri, Dilek ve Emelleri Eylem’dir.

Eylem yoldaş, “Amaca erişmek için istemek azdır, şiddetle arzulamak gerekir” dediğini duyuyoruz. Gülen gözlerinle yoldaşlarına bakmaya devam ediyorsun… (Bir yoldaşın)

Örgütsel faaliyette hislerin ötesine geçmek!

Devrimci bir kimliğin barındırması gereken özelliklere, mevcut durumu kavrayan ve buna paralel konumlanabilen bir kadro profilinin nasıl yaratılacağına dair bir dizi tartışma yürütüyoruz.

Bu tartışmanın bir sürü yönü olduğu bir gerçek. Burada devrimci bir kadronun düşünce tarzında açığa çıkabilen belli yönler üzerinde duracağız.

Devrimci mücadelede hiçbir şey duygulardan yalıtık yapılamaz. Çünkü mücadelenin kendisi, insana ait olan bütün duygu ve düşüncelerin iç içe geçerek oluşturduğu karmaşık çelişki yumağının çözümlenebilmesine paralel gelişecek ve ilerleyecektir. Bu da kadro veya devrimci öznenin niteliğine dair tartışmayı, onun hissettiklerini yaşama biçiminden bağımsız sürdüremeyeceğimizi ifade etmektedir.

Devrimci öznelerin hissettiklerini yaşama biçimlerinin mücadeleye olumlu ve olumsuz yansımaları olabilmektedir. Bizim odaklanacağımız nokta hisler ve yaşanma biçiminin kadronun düşünce sisteminde yaratacağı sonuçlar olacak. Bireylerin düşünce dünyasında açığa çıkan öfke, coşku, sevgi, kin vb. duyguların açığa çıkma ve yaşanma biçimi onları bilimsel düşünmeden uzaklaştırabilmektedir. Bilimsel düşünememe hali, politik ve örgütsel meseleleri algılama, kavrama ve bunlara müdahalede sorunlu ele alışı da beraberinde getirmektedir.

Bilimsel düşünmeden uzaklaştığımız zaman şu sonuçla karşılaşabiliyoruz; temel diyalektik düşünmeden bile koparak olaylar arasında basit neden sonuç ilişkilerini ortaya koyamıyoruz ve olayların ya da gelişmelerin karşılıklı ilişkilerine yönelik gerçek sonuçlara ulaşamıyoruz. Bu da burjuvaziyi alt etme, kapitalist-emperyalist sistemi ortadan kaldırma gibi karmaşık ve uzun erimli görev karşısında devrimci özneyi iddialarından uzaklaştırmakta ve gerçeğe yabancılaştırmaktadır.

Yabancılaşma başta kişinin kendi gerçekliği olmak üzere birçok meselede derinleşebilmektedir. Hisler ve kişisel düşünceler daha cazip hale gelebilmektedir. Bu toplamda bizi günümüzü anlamaktan ve geleceği gerçekçi bir şekilde yorumlamaktan alıkoyuyor.

Birey kendi çelişkilerini, çevresini, dünyayı bütünlüklü olarak tahlil edebilmeli ve olayların birbiri ile ilişkisini kurarak incelemeyi öğrenmelidir. İncelenmek istenilen şeyin geçirdiği süreçlerden başlanarak, bulunduğu durum, onu çevreleyen koşullar ve bunlarla arasındaki ilişkilerden hareketle gelişiminin nereye evrileceğine dair fikir yürütebilmelidir. Burada izlenen yöntemin adı diyalektiktir.

Diyalektik, olgulara ve meselelere bütünlüklü bakabilmeyi koşullar, dolayısıyla tek yanlılığa düşerek gerçekten uzaklaşmayı da engeller. Bütünlüklü bakabilmek ise; incelediğimiz şey hakkında olguların toplanması, bunların arasındaki ilişkilerin kurulması, geçirdiği süreçlerin irdelenmesi ve tüm bunlardan hareketle gelecekte alacağı biçimle ilgili çıkarımlara varılmasıdır.

Ancak bazen sadece duyguların yoğunluğu ile hareket ederek tek yanlılığa düşebilmekteyiz. Yani sadece duygular ve hislerle idare etmek için örgütlenmenin gereği yoktur. Örgütlenme, devrimci olan duyguya, devrimci bilinç kazandırır ya da öyle olması gerekir.

Andaki duyguların yoğunluğuna kapılarak, kişisel duygu ve düşüncelerin peşine düşülerek, hissettiğimiz devrimci duygu ve düşüncelere bilinç kazandırmamız mümkün değildir. Bu yöntemle sorunu sürekli kendi dışında arayan bireyler yaratmaktan başka bir şey “başaramayız”. Kendi çelişkilerimize, yetmezliklerimize yönelmek yerine sürekli başkalarını tartışan, görev ve misyonuna yabancılaşan, kendi çelişkilerimizin çözümü, eleştirilerimizin dillendirilmesi için bile kendi dışımızda bir enerjiye ihtiyaç duyar hale geliriz.

Kendi duygu ve düşüncelerimiz her şeyin önüne geçer. Olaylar ve olgular karşısında sergilediğimiz tepki bilinç ve mantık sınırlarından çıkar, bireyselleşir ve bizi bilimsel düşünmeden uzaklaştırır. Olgular kendi bütünlüğünden koparılarak kendi duygu dünyamızın çıkmazlarına hapsedilerek değerlendirmeye tabi tutulur. Bu tutumun bizi götüreceği sonuç ise açık: Her problemli durumu açıklarken kendimizi haklı görmek!

Bu durum karşısında Mao şöyle demektedir: “Ancak sorunları ele alışlarında sujbektif, tek yanlı ve sığ olan kimseler, ortaya çıktıkları anda, koşulları göz önüne almadan, sorunlara bütünlükleri (bir bütün olarak geçmişleri ve şimdiki durumları) içinde bakmadan ve sorunların özüne (doğasına ve bir şey ile diğeri arasındaki iç ilişkileri) inmeden kibirli bir şekilde emir yağdırırlar. Böyle kimseler tökezleyip düşmeye mahkûmlardır.”

Bir kişinin diyalektik düşünme tarzına sahip olup olmadığını pratiğine bakarak da çıkarabiliriz. Çünkü her pratik esasında düşünme tarzının bir yansımasıdır. Devrimci bireyler vereceği her tepkiyi, sübjektif verilerden arındırarak kişisel hislerinden uzaklaşarak, diyalektik materyalizmin bilimsel süzgecinden geçirmek zorundadır. Yoldaşlarımızla ya da kitlelerle ilişki kurarken alacağımız tutuma bu bilinç yön vermelidir. Keyfiyetten, “ben böyle düşünüyorum, hissediyorum” rahatlığından uzaklaşarak “ben düşündüklerimi böyle uyguluyorum” tutumunu benimsemeliyiz.

Bilimsel düşünmeye başladıkça yani şeyler arasındaki ilişkileri daha gerçekçi görüp açığa koyabildikçe hem politik meselelerde gelişiriz hem de örgütsel meselelerde kolay aşılabilecek ama yaygın görülen sorunların üstesinden gelebiliriz.

Diyalektik materyalizmin kavranması, insanın gündelik yaşam aktiviteleri açısından olduğu kadar en büyük iddiasını gerçek kılabilmesi için de şarttır. Bunu kavrayabildiğimiz oranda, kişisel dünyamızı işgal eden çelişkiler yumağı çözülür olur. Duygu ve düşüncelerimize bilimsel yöntemlerle yön verebildiğimiz oranda bütün varlığımızla devrimcileşmenin kapılarını aralamış oluruz.

Örgütle ve Örgütlü Yaşamak

Örgütle ve örgütlü yaşamak -1-

Ele aldığımız başlık, oldukça geniş ve çok fazla alt başlıklara ayrılabilecek bir konudur. Araştırma-inceleme, çalışma tarzı, eğitim, A/P gibi çoğaltabileceğimiz birçok konu, temeli itibariyle, “örgütlü yaşam nedir? Nasıl olur?” sorusuna ve cevabına dayanıyor.

Bundan kaynaklı meseleyi daha detaylı ve bütünlüklü ele alabilmemiz açısından üç bölüme ayırarak inceleyeceğiz. Giriş mahiyetinde olan bu yazının ardından öznelcilik, dogmatizm, dar pratikçilik, kendiliğindencilik gibi yanlış ele alışlar ve bunların sebepleri ile teori ve pratiğin birliği konusunu, son olarak da kadro ve eğitim konusunu açarak sonlandıracağız.

Biz komünist devrimcileriz!

Örgütlü yaşam ve çalışma tarzı nedir, neden önemlidir? sorusunun cevabı “Biz kimiz? Misyonumuz nedir?” sorularının cevabıyla açığa çıkar. Biz komünist devrimcileriz! Ezilen ve devrimden çıkarı olan tüm kesimlere karşı bir sorumluluk hissederek, mevcut emperyalist-kapitalist sistemi, MLM’nin açtığı yolda, KP’nin önderliğinde yıkacağımız iddiasıyla mücadeleye atılmış insanlarız. Hedefe giden yolda zafere ulaşmanın en önemli ayaklarından birisi de örgütlü yaşam tarzının tüm alanlarda hayata geçirilmesidir.

Diğer bir ayağı ise Bolşevik tarzda örgütlenmiş sağlam bir KP’dir. Çelik disiplinli, doğru bir ideolojik-politik hatta sahip KP’nin ne istediğini bilen, örgütlü yaşam tarzını her anına uygulayan devrimci bireylere ihtiyacı vardır. Bu bireyler doğallığında örgütlü yaşam tarzını, bunun gereklerini kabul ederek ve birçok şeyi göze alarak mücadeleye girmiş demektir. Salt bilmek ve kabul etmek de yeterli değildir, pratiğe geçirilmesi gerekir.

Unutulmaması gereken en önemli şey; mücadeleye katılan her yoldaşın beraberinde sistemin hastalıklarını, burjuva ve küçük burjuva taraflarını saflarımıza ister istemez taşıdığıdır. Bu yanlar en yenimizden en eskimize kadar irili ufaklı varlığını sürdürmektedir.

Çünkü hakim burjuva kapitalist sistemin içerisinde doğup büyüyor ve mücadeleye buradan katılıp, bunun içinde yürütüyoruz. “Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey bilinçleri değil; tam tersine onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır.” (Marks) Bizler devrimci kişilikler, devrimci bir kültür yaratmak istiyoruz, fakat, mevcut sistem yani özel mülkiyetin temelini oluşturduğu sınıflı toplum yapısı kaldırılmadıkça, her yönlü karşı-devrimci saldırılar devam edecektir.

Kaldı ki, proleter devrim gerçekleştikten sonra dahi burjuvazi saldırılarına farklı şekillerde devam edecek, bulduğu boşluklardan tekrar canlanma uğraşlarında bulunacaktır. Buna karşılık “devrim, devrimlerle sürdürülerek” komünizme kadar savaşım bırakılmayacaktır. Bu diyalektiğin ve çelişki yasasının bir gereğidir, aksini ifade etmek büyük bir yanılgı olur ve yenilgiye götürür.

Demek oluyor ki bütün aygıtlarla, örgütlü bir şekilde hareket eden hakim sisteme karşı, proleter ideolojiyle kuşanmış, çelik disiplinli ve örgütlü hareket eden karşı bir güç yani KP olmadan zafere giden yolda başarıya ulaşamayız. Sözünü ettiğimiz devrimci kişilik ve kültür oluşumu tepeden inme, bir anda olabilecek bir şey olmadığına göre, örgütten alınan güç ve bilinçle, iradi ve gönüllü olarak kişinin kendi içinde ve mevcut sisteme karşı başlattığı bir kavgadır.

Düşmanı ve kendimizi iyi tanıyalım…

 

Sistemli ve örgütlü bir yaşam tarzının önemini ve gerekliliğini tam olarak kavrayabilmek ve nasıl oluşturulacağını ortaya koyabilmek için önce zıddını/çelişiğini iyi kavramak, öğrenmek, bizdeki mevcut ve muhtemel yansımalarını iyi tespit edip ortaya koymak gerekir. Çünkü hiçbir şey zıddı olmadan var olamaz ve haliyle de kavranamaz. Burjuva-kapitalist sistem, alt yapısının gereği olarak üst yapıda; tamamen kendine hizmet eden, çıkarlarına uygun, devamını sağlayacak insan tipi, bireyci ve benmerkezci bir kişilik oluşumu ile birlikte çalışma tarzında da faydacı ve parçalanmış bir tarz geliştirir. Bunu “memur tarzı” şeklinde örneklendirebiliriz.

Veya bir işçinin traktör fabrikasında sadece motor kısmında çalışması ve sadece motor üretimini bilmesi, bütün bir traktörün nasıl üretildiğini bilmemesi şeklinde de açıklanabilir, örneklendirilebilir. Yani bütünü değil parçayı gören, toplumu değil bireyi ön plana çıkaran bir düşünce ve yaşayış tarzının sürekli oluşumu için elinde bulundurduğu tüm araçlarla (eğitim, din, medya, kolluk vs) üst yapıyı dizayn eder.

Biz ise toplumsal kolektif kişilikler yaratmaya, bütünlüklü bir yaşam ve çalışma tarzı oluşturmaya; yani zıddını, mevcut olanın temellerinden yıkılmasını sağlayacak devrimci insanı ve kültürü oluşturmaya çalışıyoruz. O halde yaratmaya çalıştığımız yeni insanda, yeni kültürde var olan eski tip burjuva yansımaları iyi tespit ederek buralara saldırmalıyız. Fark ettiğimiz yerde mahkum ederek asla uzlaşmamalıyız. Hem kendimize hem de örgüte karşı açık yürekli ve dürüst olmalıyız. Her zaman ve her yerde, öğrenmeye ve öğretmeye açık olmak, “Gelecekteki hataları önlemek için geçmişteki hatalardan ders çıkarmak” (Mao), eleştiri-özeleştiri silahını doğru kavrayıp iyi kullanmak gereklidir.

Ayrıca oldukça önemli ve üzerinde durulması gereken diğer bir yan olarak, teorik-politik çalışmaya önem vermek, Marksizm-Leninizm-Maoizm bilimini incelemek, kavramak, yani eleştirel gözle bakabilmeyi, araştırabilmeyi öğrenmek asla elden bırakılmamalı ve göz ardı edilmemelidir. “Biz” der Mao yoldaş, “tarihin ve devrimin akışı içerisinde ortaya çıkan pratik meseleleri Marksist-Leninist tutum, bakış açısı ve yöntem uygun bir biçimde doğru olarak yorumlayabilen”, bulunduğu her alanın, mücadele yürüttüğü coğrafyanın “ekonomik, siyasi, askeri, kültürel ve diğer meselelerini bilimsel bir şekilde açıklayabilen ve teorik bakımdan açıklığa kavuşturabilen teorisyenler istiyoruz.” Ancak böyledir ki örgütlü bir yaşamı ve MLM çalışma tarzını hayata geçirmiş oluruz.

Bu teorik-pratik çalışma asla, sırf kişisel gelişim veya “kitap kurtluğu” gibi bireyci, pragmatist yaklaşımla değil, pratik mücadele ile birliği içerisinde ele alınarak yapılmalıdır. Yapılan teorik-politik çalışma ve incelemeler pratik içerisinde sınanmalı, deneyimlenmeli ve pişmelidir. Teori ve pratiğin birliği önemsenmez ve sağlanmazsa ya dar pratikçiliğe ya da salt teorisyenliğe dönüşen dogmatik, tek yanlı, kendiliğindenci bir tarza dönüşür ki, bunun da MLM tutum ile hiçbir alakası yoktur. Görev ve sorumluluk bilincinin nasıl ele alınacağının iyi kavranması gerekir. Görev ve sorumluluklara, sırf yapmış olmak için bastan savma tarzda değil, gerekliliğini ve önemini kavrayarak, sonuç alıcı tarzda yaklaşmak önemlidir. Mesela bir yazı, sırf yazılması gerektiği için değil, onun gerekliliği hem kişiye hem de kolektife katacağı değer ve yaratacağı etki düşünülerek kaleme alınmalıdır. Veya bir toplantı, sırf yapılmış olması için değil, yapılmadığı zaman doğuracağı eksiklikler, toplantı yapmanın önemi, kolektifin toplantılarda oluşturulacak tartışma ortamlarına olan ihtiyacı gibi şeyler dikkate alınarak yapılmalıdır. Ancak böyle yaklaşıldığı zaman ortaya çıkacak ürün veya sonuçlar iyi, amacına yönelik ve doğru olmuş olur.

Mücadeleye ve sürece cevap olabilmek!

 

Örgütü meydana getiren insanlardır. Haliyle disiplinli olma meselesini, salt örgüt içi görmek sığ ve tek yanlı bir bakış açısı olur. Örgüt içerisinde disiplini (demokratik merkeziyetçilik) ve MLM çalışma tarzını ne kadar oturtsak da, yukarıda anlatıldığı üzere, mücadele sistemin içinden sisteme karşı verilmektedir. Bu da demek oluyor ki, bütünlüklü ele alınmadığı sürece politik mücadele ve iktidar hedefimizde zafere ulaşamayız. Kısacası disiplinli çalışma tarzını sadece örgüt içi faaliyet alanlarında değil, bir bütün yaşamımızın her alanı ve anı için geçerli kılabilmeliyiz. Yani örgütlü bir yaşamı örebilmeliyiz. Tek tek her faaliyetçinin yaşamını ele alışı bu şekilde örgütlü olmalıdır.

Tek başına kaldığında dahi yolunu bulabilmeli, disiplini elden bırakmamalı, çok yönlü düşünerek hareket edilmelidir. Birçok bakımdan yakındığımız tek yanlı ve parçalı bakış açımızı yenebilmemiz için örgütlü yaşama bütünlüklü bir bakışın önemi ve bilince çıkartılması gereği üzerinde çok daha fazla durmalıyız.

Öncelikle kolektifimizin içinde gelişen dogmatik bürokratizmin sonucu olarak yaşam darbeci tasfiyeci kesimle ayrılık dönemi ve sonrasında içinden geçtiğimiz bugünkü sürece böyle yanıt olabiliriz. Ayrıca bir bütün devrimci mücadeleye karşı gittikçe pervasızlaştırılarak sürdürülen saldırı, baskı ve teslim alma politikalarına karşı ancak böyle kararlı ve çelik disiplinli faaliyetçilerle cevap olabilir ve sürecin içerinden güçlenerek çıkabiliriz. Bu bağlamda ele aldığımızda örgütlü yaşam konusunun önemi daha iyi kavranacaktır.

(Devam edecek)

 

Örgütle ve örgütlü yaşamak -2- Öznelcilikle savaş, teori ve pratiği birleştir!

 

Örgütlü bir yaşamın yolu, öncelikle birçok hastalıklı bakış açısı ve ele alışların kaynağı olan “öznelcilik” ile savaşmaktan geçer. Yazımızın konusu da genel itibariyle iki zıttın mücadelesi temelinde olacak.

Mao yoldaş bu konuyu ele alırken iki ayrı tutumdan bahseder: Birincisi öznelci tutum, ikincisi Marksist-Leninist tutum! Bu iki tutumdan birisini tam olarak kavrayıp anlayabilmek için zıddını, yani ötekini de anlamak, kavramak gerekir. Bu gereklilik MLM biliminin diyalektik yasasından doğar. Yani hiçbir şey, zıttı olmadan var olamaz, dolayısıyla kavranamaz. Biz de Mao yoldaşın yolundan gidelim ve öznelcilik ile konunun içine girmeye başlayalım.

Zararlı otlara karşı uyanık olalım

Öznelcilik her insanda o veya bu şekilde, çok farklı konu veya olayda ortaya çıkabilir. Özellikle şunu çok iyi bilmeliyiz ki sistemden aldığımız burjuva ve küçük burjuva özellikler, öznelciliği besler ve körükler. Bir önceki yazıda da üzerinde durulduğu üzere, böylesi hastalıklı yanlar her ne kadar kökü kazınmış olarak kabul edilse de, boş bulduğu toprakta boy veren zararlı otlar gibidirler, yaşamımızın her anında bunlara karşı sürekli tetikte olmamız gerekir.

Öznelcilik, bizim en çok ihtiyaç duyduğumuz örgütlü yaşam, kolektif bilinç ve sistemli çalışma tarzına taban tabana zıttır. Çünkü öznelci tutum, olay ve olgulara bütünlüklü değil parçalı, tek yanlı ve faydacı yaklaşmaktır. Öznelci tutumla yapılan araştırma-incelemeler bireysel heves veya daha bilgili “ben de biliyorum” diyebilen insanlar olabilmek için, pratikler ise “ben yaptım” diyebilmek ve kişisel fayda sağlamak amaçlı yapılır. Olay ve olguları merkezine “ben” koyarak inceler ve açıklar.

Somut gerçeklerden değil, öznel fikirlerden, parçalı ve yanlı araştırmalardan yola çıkar. Yaşama, devrime bütünlüklü bakmaz, kolektifi değil bireyi göz önüne alarak hareket eder. Tüm bunlar da herhangi bir konuda doğru ve işe yarar sonuçlara ulaşamamayı, somut gerçekleri görememeyi ve doğallığında çelişkileri bulup çözememeyi, yani başarısızlığı getirir. Böyle insanlar örneğin; salt kitabi bilgi ile hayata bakar veya bilgileri bölük pörçük, biraz ondan biraz bundandır; fakat o her şeyi bildiğini sanır.

Teorik-politik eksikliğini pratikle kapatmaya çalışır fakat somut gerçekliklerin bilgisine ulaşmaktan uzak olduğu için pratikleri de boşa yumruk sallamaktan farksız hale gelir. Bilgiyi “el kitaplarından” kolayca öğrenebileceğini düşünür, mesela buna en önemli örnek de hayatımızın her alanına girmiş olan internet üzerinden kolay bilgi ulaşımıdır. “Araştırma mı? Tamam, hemen Google kirveye sorarız” tarzı yaklaşımlar biz devrimcilere de oldukça fazla sirayet etmiştir. Nereden geldiği bilinmeyen, farklı farklı binlerce bilgi, yazı… İnternetin doğru kullanımı bu yüzden özellikle önemlidir. Bilgi de, doğru pratik anlayış da öyle kolayca elde edilebilen basit şeyler değildir. Örneğin, Marks ve Engels tüm eser ve pratik mücadelelerini uzun yılları kapsayan sistemli, çok yönlü araştırmalar sonucunda ortaya koymuşlardır. Pratik içinde teori, teori içinde pratik anlayışla hareket etmişlerdir.

Dogmatizm, sekterlik, dar pratikçilik, bürokratizm vb. birçok tehlikeli, yanlış yaklaşımlar özü itibariyle öznelciliğe dayanır, ondan beslenir. Çok yönlü bakış açısı ve incelemenin olmadığı yerde devreye giren öznelciliğin ve başarısızlıkların yansımaları, tezahürleri olarak ortaya çıkarlar.

Kendi yoldaşına, örgütüne ve dışarıya karşı sekterleşerek, alanını koruma içgüdüsüyle yeniye, farklı fikirlere kapılarını kapatma, kendi doğrularının dışında doğru kabul etmeyerek dogmatizme düşme, çok yönlü düşünülerek hareket edilemediği için dar bir alanda, dar pratiklerle günü kurtarmaya yönelik çalışma, eleştiri-özeleştiriden kaçan, demokratik merkeziyetçilik ilkesini kavrayamayan, devrimciliği memurluk olarak algılayan kafaların sonucu olarak, bürokratizm batağına saplanma… Sonuç içler acısı ve asla devrimci değil!

Dogmatik bilgi kabullerine, kendi doğrularının dışına çıkamamaya; ülkelerin sosyo-ekonomik yapı tahlillerinin, bir kez yapıldı mı değişmez bir gerçek olduğu gibi ele alınması en iyi örnek olacaktır. Bir önceki yazıda kısaca değindiğimiz teorik-politik inceleme araştırmanın önemi, sürekli ve sürekli yapılması gerekliliği özellikle burada karşımıza çıkar.

Ne zaman ki teorik-politik araştırma-inceleme önemsenmez, yapılmaz ve tıkanır, o zaman sorunlara, yoldan sapmalara zemin doğar ve daha büyük tıkanıklıklara yol açılmış olur. Sekter, dogmatik, dar pratikçi, bürokrat yani öznelci tarz kitlelere de yabancılaşmayı, halka üstten bakmayı ve doğallığında kitlelerden kopukluğu getirir. Kitleleri devrime kanalize edecek olan komünist partiyi de öznelerinden koparır, dar grupçu hale sokar. Yoldaş Mao’nun önemle üzerinde durduğu “kitlelerden kitlelere” ve “öğretmen olmadan öğrenci olmak” öğretisini ters yüz eder! İçinden geçtiğimiz darbeci tasfiyeci sürecin de asıl kaynağı bu yanlışlar silsilesinin içine düşmüş olma gerçeğimizdir.

 

“Oku hedefe gönderelim!”

MLM tutum ise öznelciliğin zıddıdır, doğru ve bilimsel olan tutumdur ve bir komünist parti için devrime giden yolun yapı taşıdır. Olay ve olguları, araştırma ve incelemeleri çok yönlü ve bütünlüklü (siyasal, askeri, ekonomik, kültürel) ele alarak pratikle birleştirir. MLM biliminin evrensel gerçeğini ülke devrimine uyarlar, coğrafyanın somut gerçeklerini araştırmada ve çelişkilerini kavramada bir kılavuz olarak kullanır. Yani MLM’yi bir dogma olarak değil, yaşayan bir eylem kılavuzu olarak ele alır.

Kısacası teorik ve politik incelemelerimizi, MLM teori ve yöntemini, çevremizin sistemli ve kapsamlı araştırılması, somut gerçeklerin iç çelişkilerinin çözülmesi için yani pratik için kullanmalıyız. Teorik çalışma pratikten yoksun, bir hevesle veya salt kişisel ilgi üzerine yapılırsa hiçbir işe yaramaz. Amacı olmadan yapılan bir iş, neye hizmet ettiği, neden yapıldığı belli olmayan, doğallığında net bir başarı veya sonuç elde edilemeyen bir iş olur ki, bunun da MLM tutumla bir alakası ve komünist partilerde de yeri yoktur. Mao yoldaş inceleme konularını; güncel durum, ülke tarihi, ML evrensel tarihi (devrimci pratikler) bu tarihin içinde de kendi parti tarihini detaylıca öğrenmek şeklinde üç ana başlıkta belirliyor.

Öyleyse her faaliyetçinin kendisine sorması gerekir; örneğin bu başlıklardan hangisine gerçekten hakimiz veya bunun için harekete geçtik? Politik süreci, ülke ve dünya gündemini takip ediyor muyuz? Bırakalım bunları, kendi yayınlarımızı düzenli okuyup yorumluyor muyuz? Bu yorumlarımızla kolektife katkı sağlama kaygısı güdüyor muyuz? Bu konuların öneminin ne kadar farkındayız?

Mao’nun Marksizm-Leninizm olarak belirttiği ve katkılarıyla genişletmesi sonucu, bugün Marksist-Leninist-Maoist olarak kabul gören tutum, teori ve pratiği asla birbirinden kopuk ele almaz. MLM bilimi pratik içinde oluşmuş, pratikle beslenmiş bir bilimdir. Teori-pratik-teori sarmalı, Stalin yoldaşın vurguladığı, çalışma tarzının iki özelliği; Rus devrimci atılımı ve Amerikan pratik anlayışı (Leninizm’in İlkeleri, J. Stalin) devrime giden yolda bize yol göstericidir. Devrimci atılım; tutuculuğa, zihin durgunluğuna, eylemsizliğe karşı panzehirken, pratik anlayış ise, engel tanımayan, denemekten ve hata yapmaktan korkmayan, devrimci yaratıcılığı açığa çıkartan, başladığı işi önemli veya önemsiz diye ayırmadan sonuna kadar götürme azmini gösterme anlayışıdır. Yani sürekli hareketli olmaktır.

Hareketsiz kalmak, gerilemek demektir ve bir devrimci için ölüm anlamına gelir. Eğer bir bütün olarak hayatımızı bu temeller üzerine inşa etmezsek, “yaşamda sade, çalışmada üretken, mücadelede istikrarlı” olmazsak, gerçek birer komünist devrimci değiliz demektir. Tek tek bireylerin kurtuluşu ancak tüm ezilenlerin kurtuluşuyla gerçekleşir.

Buradan hareketle devrim, tarihi ve bilimsel bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. O halde bunun sorumluluğunu omuzlarımızda hissederek, devrimimizin kılavuzu olan MLM silahıyla, proleter bilinciyle hareket etmeli, amacımızı ve yolumuzu doğru çizmeliyiz. Mao yoldaşın şu doğru betimlemesi konuyu çok iyi anlatmaktadır: “Oku hedefe göndermek!” Burada ok MLM’dir, hedef ise devrimdir. MLM, teori ve pratiğin birliği demektir, dogmatizmin düşmanıdır.

Daima sorgulama ve olguların derinine inerek çelişkileri bulma ve çözme kılavuzudur. Bu kılavuzu özgün koşullara uyarlayarak, kendi coğrafyasının doğru tahlillerini yaparak ve çelişkilerini yakalayarak devrimi zafere ulaştırmak ise komünist partiye ve onu oluşturan bireylere düşmektedir. Demek ki coğrafyamızı iyi tanımalıyız.

Önder yoldaş İ. Kaypakkaya’dan öğrendiğimiz gibi edebiyat okumalarımızdan, tarih incelemelerimize kadar tüm araştırmalarımızı ezilenlerden yana tam bir bakış açısıyla, güncel politik süreci yakalayıp, somut gerçekleri ortaya çıkartma amacıyla yapmalıyız. Halkın sıkıntılarını, acılarını, gerçeklerini bilmeden politika üretemeyeceğimiz, halkın gerçekliklerinden kopuk, değişen süreçlerin gerisinde kalmış ajitasyon-propagandalarla kitleleri örgütleyemeyeceğimiz oldukça açıktır.

Başarmak için önce başlamak gerekir

Son olarak, teori ve pratiğin önemini kavrayarak, bu ikisinin kopmaz bağlarını görerek alt edeceğimiz öznelciliğe en büyük darbeyi vuran kolektivizm ve örgüt bilincinin gelişmesi için önemli üzerinde durmamız gerekir, komünistlerin en önemli ve büyük silahı olan eleştiri-özeleştiriye değinelim.

Eleştiri-özeleştiri kişileri ve kolektifi geliştirir. Bir yoldaşın göremediğini bir başka yoldaşın görmesi ve dile getirmesiyle bir bütün kolektifin görmesi, farkına varması sağlanmış olur. Eleştiri-özeleştiri silahı doğru kavranır ve uygulanırsa, açık ve samimi yapılırsa; siyasal uyanıklığı geliştirir, yanlış yaklaşımların ve MLM tutumdan sapmaların ortaya çıkmasını ve onlarla savaşmanın zeminini oluşturur. Eleştiriye kapalı olmak, özeleştiriyi reddetmek hataların, tıkanıklıkların en önemli kaynaklarından biridir. Bunların reddi farkındalığı ve mücadeleyi engeller. Eleştiri-özeleştirinin reddi aynı zamanda gerçeğin de reddidir. “Gerçeklikten her kopuş, hataların ortaya çıkmasına, hatalarda her ısrar ise hastalıkların oluşmasına neden olur.” (Partizan, 2017/90 s. 104) MLM somut gerçeklerden hareket ediyorsa, gerçeğin reddi, yani eleştiri-özeleştirinin reddi MLM’nin reddi anlamına gelir, öznelci ve karşı-devrimci bir tutum olur.

Araştırma-inceleme tarzımız ve pratiklerimiz bir bütün bizim çalışma tarzımızı gösterir. Sistemli, disiplinli bir çalışma tarzı ise bizim örgütlü yaşamımızın olmazsa olmaz bir ayağıdır. Çalışma tartımızdan yaşam ve çevreye bakışımıza kadar, faaliyet alanlarından dışına kadar, her anımızı sistemli ve disiplinli hale getirdiğimizde, örgütlü yaşamı inşa etmiş, MLM tutumu kavrayıp pratiğe dökmüşüz demektir. Elbette bu kavrayış ve pratik “yaptım oldu” şeklinde, bir anda olup bitecek, durağan bir şey değildir. Aksine sürekli sorgulayıp, özeleştirel yaklaşıp, yeniden yeniden üretilmesi gereken bir yaşam tarzıdır.

“Devrimci, yaşama ve yaşamına müdahale edebilen kişidir.” Özellikle içinden geçtiğimiz mevcut süreçte, örgütlü ve kendisine komünist devrimci diyen herkesin öncelikle dönüp kendisine bakması ve bu nitelemeye ne kadar uygun olup olmadığını sorgulaması gerekiyor. Hatalarımızı ve eksikliklerimizi özeleştirel bir şekilde ortaya dökerek, müdahale etmemiz ve düzeltmemiz şart! Bu, elbette bugünden yarına olacak bir şey değil, fakat ilk adımı atmak, bu yola başlamak başarmanın da yarısıdır.

 

Örgütle ve Örgütlü Yaşamak: Kadro Anlayışı Üzerine Eğilelim (3)

İlk iki yazıda bulmaya çalıştığımız komünist devrimci olmak, öznelcilik ve tezahürleriyle savaşmak, MLM’yi iyi kavrayarak bilince çıkarmak, rehber edinmek, teori ve pratiği birleştirmek, hayatımızın her alanında örgütlü bir yaşamı örmek… gibi birçok özelliğin birleşerek vücut bulması gereken yerdir kadrolar!

Biz genel olarak saydığımız bu özellikleri, kendi içlerindeki bağ ve eğitim ile olan ilişkileri içerisinde ele alıp açmaya çalışacak olsak da daha çok sonuca odaklanacağız ancak kolektifimiz açısından eğitim konusuna özel olarak eğilme ihtiyacı çok açıktır. Çünkü kadro dediğimiz insanlar kendiliğinden ya da saksı da yetişmez.

Kadro meselesi sadece kadroların değil toplumların tarihsel gelişimi içerisinde varolmuş sınıf ve tabakaların çeşitli örgütlemelerinin her daim konusu olagelmiş, geliştirip uyguladıkları politikalarla kendi ideoloji ve sınıf özelliklerine uygun kadrolar yetiştirmişlerdir.

Günümüzde iki farklı çizgi, iki karşıt ideoloji içerisinden burjuvazi de kendi kadrolarını oluşturur ki en iyi yaptığı işlerden birisi de budur. Burjuvazi, belirli iş kollarında tek yanlı olarak eğitilmiş ve geliştirilmiş, “uzmanlaşmayı” parçalı olarak ele alan, kendisine uygun kadrolar yetiştirir, proleter ideoloji ile donanmamış komünist parti ise bu tek yanlılık ve parçalanmışlığın tam zıttını; kul-köle, amir-memur değil özgür ve sorgulayan kadrolar hedefler. “Uzmanlaşma” anlayışlarımızda temelden farklılık vardır. Proleter anlayışa göre uzmanlaşma; yüzeysellikten çıkılarak konuların, olay ve olguların derinine inerek, iç çelişkileri çözebilmek bütünlüklü kavramaktır.

Biz her bir felsefe konusunun, bilim dalının ve benzeri birbirleri ile kopmaz bağları olduğunu, ayrıştırılarak, kopuk bir şekilde alınırsa asla tam olarak “uzmanlaşma”ların gerçekleşemeyeceğini biliriz. Fakat mevcut sistem ve eğitim anlayışı örneğin; tarihi sosyolojiden, tıp bilimini fizikten ayırır ve parçalar.

Bir uzman; farklı olay ve olgular arasındaki bağları kurabilen, çözebilendir. Bir diğer temel ayrım noktamız ise iş bölümü anlayışımızdaki farklılıktır. Mevcut kapitalist sistemin temeli “iş bölümüne” dayanır. Burjuvazi “uzmanlaşma” konusunda olduğu gibi bunu da parçalı ele alır. Kafa ve kol emeği arasındaki ayrım, herkesin kendi işini bilip başka işlerle ilgilenmeme bilgi sahibi olma ihtiyacı görülmeme anlayışı vb. bizim “iş bölümü” anlayışımızla temelden farklıdır. Biz iş bölümünü taktiksel gerekliliklere veya ihtiyaca göre ele alırız. O halde kadro politikalarımız ve eğitim anlayışımızda bu temel farklılıklardan hareketle doğru ve amaca yönelik olmalıdır.

 

MLM’de Yetkinleşelim Kolektif Ahengi Yakalayalım

Herkesin her işi aynı anda yapması mümkün ve gerekli olmamakla birlikte her kadronun başka başka konularda en azından asgari bir bilgi ve pratik deneyiminin olabilmesi mümkündür ve gereklidir.

Burada da devreye “iş bölümü” girer. Örneğin, bir alanda yapılması gereken işleri, o alanda bulunan her yoldaşın az çok bilmesi, deneyimlemiş olması gereklidir. Fakat iş pratiğe dökülürken taktiksel veya ihtiyaca yönelik olarak planlamalar yapılır, görevler paylaştırılır. Böylece her yoldaş yaptığı işin önemini ve diğer yoldaşlara verilen görevlerle bağını bilir, işini ana uygun yapar. Böylece ortaya güzel bir sonuç çıkar.

Mesele – Mao yoldaşın benzetmesiyle – aynı anda on parmağın birden piano tuşlarına basılması değil, parmakların belli bir kural, disiplin ve ahenk içinde tuşlara basılmasıdır. Ancak o zaman kulağa hoş gelen bir melodi ortaya çıkar. Parti ve kadronun arasındaki kopmaz bağları, parça – bütün ilişkisini doğru kavrayarak hedeflediğimiz o uyum ve ahengi yakalayabiliriz.

Partinin doğru yönelim ve politikalarıyla, kadroların sağlam ve doğru pratikleriyle, -ki Parti’nin politikalarına yön veren de kadrolardır- zafer basamakları adımlar. Bir komünist parti ideolojisi, örgütsel yapısı, politikası üye ve kadrolarıyla bir bütün olabilmelidir. Burada anlatılmak istenen üye ve kadroların ideolojik – teorik – politik eğitim ve proleter bilinç doğrultusunda birliğidir.

Bu birlik, örgüt bilinci ile tek yumruk halinde hareket edebilmenin kavranmasıyla sağlanır ve uygulanabilir. Yani tek başına politikanın ve yönelimin doğru olması bir işe yaramaz. Burada her üye ve kadronun aynı düşünmesi gerektiği gibi bir kuraldan veya iddiadan söz etmiyoruz. Elbette şunu çok iyi bilmeliyiz ki her insanın farklı düşünceleri savunuları olabilir. Kadrolar farklılıklarını örgüt bilinci çerçevesinde, örgüt disiplini içerisinde savunabilir, ikna etmeye çalışabilir. İki çizgi mücadelesi ve sağlam bir KP’de bunu gerektirir. Tüm bu farklılıkları ve doğru kavranmış örgüt bilinci ile KP; parçalarında ve bütününde ahengi yakalar ve çelikleşir.

Her parti kadrosunun öncelikle asgari düzeyde MLM bilimine hakim olması gerekir. Bu bir KP için ön koşuldur. MLM’yi doğru kavramak, onu anlamak ve içselleştirmek, hayatının her anına ve alanına uygulayabilmek ancak doğru bir MLM eğitim ile olabilir. Kolektife yeni girmiş veya eksiklik olduğu görülen her alan ve yoldaş için bu geçerlidir. Ancak böyle, bahsettiğimiz düşünce ve eylem birliğini oluşturabiliriz. En başta belli klasiklerin (teorik, roman, makale) sistemli bir şekilde okunması ve tartışılmasıyla bu asgari bilgi ve temel atılmış olunacaktır. Bir önceki yazıda vurguladığımız teorik-politik tıkanıklığın ve buradan doğacak sorunların önüne geçmek için MLM biliminin doğru kavranması ve sürekli geliştirilmesi şarttır. Kadrolara verilecek temel eğitim de bu gerekliliğin de iyi kavranmas ve kavratılması çok önemlidir. “Ben öğrendim tamamdır” demek MLM’nin bize şart koştuğu sürekli gelişim ve öğrenme ilkesini reddetmek anlamına gelir. Veya “ha o kitap mı? Hımm o makale mi? Ben onu daha önce okumuştum yaa” tarzında bir okuma-araştırma anlayışı bizi ilerletmez.

Sistemli bir çalışma tarzından bir bütün örgütlü bir yaşamdan söz ediyorsak parçalı anlayışların her türlüsünden uzaklaşmak şarttır. Bu yanlış anlayışlar kişiyi – kadroyu kısıtlı bilgileriyle ve öğrendiği bir kaç şablondan hareket etmeye iter ve dar pratik içerisinde kendiliğindenci bir hale düşürür ki bu öznelciliğin ta kendisidir!

Tek yanlılıktır! Bu şekilde sıkışmış kadronun, somut gerçeklerin yüzüne her çarpışı, her başarısızlık onun bir süre sonra yılmasına ve mücadeleden kopmasına yol açar veya onun bir başka uç noktaya, daha da dogmatikleşmeye, sekterleşmeye savurur. Yani her kadro öğrenmeye-öğretmeye, gelişmeye, ilerlemeye, sorgulamaya, pratiğe geçmeye ve mücadele içerisinde pişmeye istekli ve azimli olmalıdır, sürekli olarak “motoru çalıştırmalıdır” (Mao).

Bu gerekliliği halkımızın işleyen demir pas tutmaz sözünden hareketle ele alalım: Bir demir sürekli işler halde olursa pas tutmaya fırsatı olmaz ne zaman ki durağan konuma gelirse o zaman bir süre sonra oksitlenmeye ve akabinde pas tutmaya başlar. “Motoru çalıştırmak”tan kasıt ise düşünme gücünü ve beyni bir bütün sürekli aktif kılabilmek için işler halde tutmaktır. İnsan beyni ancak bu şekilde zinde kalır ve gelişir. Buna en iyi örnekler Lenin, Mao ve İbo yoldaşlardır.

Onlar Marksizmin bir dogma değil kavranması, içselleştirilmesi ve koşullara, coğrafyaya özgülleyerek geliştirilip, pratiğe geçirilmesi gereken bir eylem planı – klavuzu olarak ele aldıkları için komünist birer önder olmuşlardır. Ancak her kadronun da önderlerden öğrenerek ve daima üzerine bir şeyler koyabilme azmi ile MLM’ye yönelmesi coğrafyasını ve halkını iyi tanıyarak somut gerçeklerin bilgisine varma, bu bilgi ışığında klavuzlarını somut koşullara özgülleye bilme perspektifiyle hareket etmesi gerekir. Aksi taktirde ne “miraz yedicilikten” ne de yenilgilerden kurtulmak imkansızdır.

 

Gerçek birer kadro olalım “çünkü gerçekler devrimcidir”

Komünist devrimci kadroların yaşamın her anını örgütlü kılması ve bu örgütlülüğün gerektirdiği çelik disiplin beraberinde sistemli bir çalışma tarzını getirecektir ve kişi “zaman yok” argümanını üretmekten vazgeçecektir. Eğer kişi sistemliyse, okumaya da yazmaya da spora da koşuşturma gerektiren işlere de fırsat bulabilir.

Kadroların yaşam tarzları devrimcileştirilmeden, proleter düşünceye sahip olmalarının da bir önemi kalmaz. İmkansızlıklardan yakınmayan, onları zorlayarak tüm olumsuzlukların üzerine giden çelik iradeli kadrolar gelişmenin ve yenilenmenin de kapılarını açar. Burada teorik eğitimin yanında eş zamanlı olarak, ikinci sac ayağı olan pratik eğitimin de önemi ortaya çıkmaktadır. Teorinin nasıl anın koşullarıyla birleştirilerek politika üretileceği ve bu politikaların nasıl pratikte vücut bulacağına dair somut yollar, araçlar vs. gösterilmeden, bunların sürekli geliştirilme perspektifi verilmeden, pratiğin içerisinde deneyim kazanmadan; kadro eğitimi yarım kalır.

7Bu da teori – pratik – teori sarmalı kavranmamış demektir ki bizim kadro politikamızın yanlışlığını gösterir. Pratik ve teori asla birbirinin yerine ikame ettirilemez fakat kopmaz bağlarla bağlı iki koldur.

Her alanda bu şekilde içselleştirilmesi gerekmektedir. Öğrenmenin ve gelişmenin bir birini tamamlayan iki yolu vardır; birincisi okumak – araştırmak, ikincisi yapmak – pratiğe geçirmektir. Örneğin, sadece okuma faaliyeti demeyiz, okuma – yazma faaliyeti olarak ele alır ve bunu sürekli uygulamaya çalışırız. Bu teori ve pratiğin birlikte uygulanmasına somut bir örnektir. “Teori devrimci pratiğe uygulanmadığında amaçsız kalır, tıpkı devrimci teori tarafından yolu aydınlatılmayan pratiğin karanlıkta yolunu er yordamıyla bulacağı gibi.” (Stalin).

Bir kadronun halkına, mücadeleye ve Partiye bağlılığı; sürekli gelişme ve geliştirmeye açık olmasıyla, bu kaygıyı her daim taşımasıyla anlaşılır. Kitlelerle bağ kurarken veya kolektif içinde yoldaşlarıyla ilişkilerinde önce öğrenci sonra öğretmen olabilmesi, alçak gönüllü ve dürüst olabilmesi çok önemlidir. Halka doğruyu, gerçeği söylerler ve onları kurtuluşları için mücadeleye çağırırlar. Halkın karşısına dürüst olmayan, üstten yaklaşan kadro kitleleri ikna edemez, halka kendisini kabul ettiremez, mücadeleye çekemez. Yoldaşlarına karşı, Partiye karşı dürüst ve alçak gönüllü olmayan kadrolar ise Parti içinde bürokrasimin, sekterliğin kaynağı, birer öznesi haline gelirler ki bu bir Komünist Parti için oldukça tehlikelidir, içten içe çürümesine sebebiyet verir. Dürüstlük her anımızda değişmez ilkemiz olmalıdır. “Çünkü gerçekler devrimcidir.” (M. Demirdağ).

Teorik – politik çalışmalarımızı da, kitle faaliyetimizi de, kolektif tartışmalarımızı da dürüstçe yapmalıyız ancak o zaman hem kendimizi hem de karşımızdakileri geliştirebiliriz. Gelişme, geliştirme ve dürüstlük istemi bize eleştiri – özeleştiri pratiğini şart koşar. Kitlelere karşı Partinin, yoldaşlara karşı yoldaşların, kolektife karşı Partinin, Partiye karşı kadroların; sürekli samimi, yapıcı ve dürüstçe eleştiri – özeleştiri yapması şarttır. Bundan kaçmak, korkmak değil bir silah olarak kuşanmak gerekir. Eleştiri – özeleştiri hem kadroları hem de doğalında bir bütün P’yi ve mücadeleyi geliştirip dönüştüren, yenileyen bir silahtır. Ne zaman ki dürüstçe yapılmaz, öznel kaygılar devreye sokularak, zarar verici, faydacı tarzda yapılır o zaman yakıp yıkan bir bombaya dönüşür.

Bir eleştiri – özeleştirinin samimiyeti pratikle birleştiğinde görünür. Eleştirilen şeyin eleştiren tarafından yapılması veya özeleştirisi verilen şeyin hala devam ediyor, düzeltilme çabası verilmiyor olması gibi pratik göstergeler bize samimiyetsizliği gösterir.

Eleştiri ve özeleştirinin önemi, nasıl doğru bir şekilde yapılacağı vs. Yine eğitimlerimizin değişmez konularından olmakla birlikte her alanda, hem pratik faaliyet içerisinde hem de eğitim faaliyetlerinde uygulanarak oturtulmasının bir ilke haline gelmesi şarttır. Eleştiri – özeleştiri bilinci kendiliğindenliğe bırakılamayacak derecede önemli ve hayatidir.

Her kadronun görevleri olduğu gibi hakları da vardır. Örneğin eleştiri – özeleştiri hem hakkımızdır hem de yoldaşlara Partiye ve kitlelere karşı görevimizdir. Ya da bir önceki yazı da bahsettiğimiz; kolektifin yazınlarını ve ürünlerini okuma üzerine düşünerek geliştirme perspektifiyle yoldaşlara fikir beyan etme hem görevimiz hem de hakkımızdır. Yani hak görevler asla birbirinden ayrı ele alınamaz.

Sadece görevlere odaklanıp hakları kullanmamak veya tam tersi KP içerisinde olmaması gereken bir anlayıştır. Mesela bazen kadrolar P’yi korumak için P’yi eleştirmek yani P’ye karşı P’yi savunmak zorunda kalabilir. Bu hakka sahiptir ve kullanmalıdır da. Burada asıl mesele, kadronun yalnız kalsa da azınlıkta olsa da bu cesareti göstermesi ve vazgeçmemesidir. Bu, hak ve görevlerinin bilincindeki bir kadronun devrimci irade ve cesaretinin göstergesidir, güdülen kaygı P’yi geliştirmek ve ilerletmektir.

Bir kadro da net olması gereken düşman bilinci de yine devrimci eğitimden kopuk değildir. Düşman bilinci, düşmanla aramızdaki kalın çizgi kafasında net olmayan kadrolar istem dışı da olsa P’ye zarar verebilir.

Düşman gerçekliğinin kafalarda silikleştiği yerde Parti saldırılara açık hale gelecektir. Yaptığımız her eğitim kolektif içerisinde bir bilinci geliştirecektir. Bunun dışında salt düşmanı tanıma ve bu bilinci edinme üzerine alınacak eğitim konuları da çok faydalı ve iyi olacaktır. P’yi, ideolojisine, ilkelerine, bir bütün Parti değerlerine bağlı birer kadro yetiştirmek tüm bu özelliklerin oluşmasını hedefleyen doğru eğitim politikalarıyla mümkün hale gelecektir.

Son olarak değinilmesi gereken önemli bir konu da her kadronun her koşula, aksiliğe vs. hazır olması gerekliliğidir. Bu, her bir kadronun önderlik yapmaya da hazır olması gerektiği anlamına gelir. Unutulmamalıdır ki mücadele içerisinde her an bir sıra neferimizi kaybedebiliriz.

Böylesi durumların büyük sorunlara, zararlara yol açmaması için sağlam bir Parti, her daim yitirilen veya pratik anlamda engellenen kadrolarının yerini doldurabilecek yeni kadroların hazır olmasını sağlamalıdır. Kadrolar inisiyatif almaktan, sorumluluk yüklenmekten kaçmayan yönetme ve yönlendirme kabiliyetleri gelişmiş insanlar olmalıdır. Zafer anında sarhoşluğa, yenilgi anında umutsuzluğa kapılmamalıdır. Çelik disiplin, irade, sorumluluk bilinci ve önderlik vasfı kadrolarımızda oluşmalıdır.

Yaşam hücrelerimizi besleyelim

Eğitim ancak örgütlü bir şekilde, pratik içerisinde ve kişinin özel çabalarının katkısıyla sağlıklı bir şekilde yürür. Kişi öğrenmeye, gelişmeye kapalıysa verilecek eğitimin yapılacak eleştirilerin de çok faydası olmayacaktır.

Bu açıdan her alanda sistemli ve süreklileştirilmiş eğitim çalışmaları ve gözlemler yapılması gereklidir. Kolektif tartışmalar kadroların gelişmesine önemli katkılar sağlayacak ve kolektif bilinci güçlendirecektir. MLM bilimininin asgari oranda kavranması ve kazanılacak diğer tüm gerekli özellikler sağlıklı bir temelle olur ve bu sağlam temelin üzerine düzgün bir yapı inşa edebilir.

Yoldaş Mao’nun kadronun özellikleri arasında vurguladığı, “tek başına kalsa dahi yolunu bulabilmek”de bu sağlam temelle olacaktır ancak. Kadrolar KP’lerin can damarları, yaşam hücreleridir. KP’nin de bu önemin farkında olarak doğru, berrak bir kadro ve eğitim politikasına sahip olması gerekir verilecek çok yönlü ve yüzeysel olmayan eğitimler sayesinde Parti gelişecek, ilerleyecek, güçlenecektir, bu da bize zaferi getirir.

“İnsan yetmiyor, insan yetmiyor. Durmadan bunu tekrarlıyorlar…

İnsan çoktur ancak, onları kendi örgütlerimizde, grev ve gösteriler sırasında çeşitli işçi kitle örgütlerinde birleşik cephe organlarında ortaya çıkartmak gerekir, kendilerine çalışmalar ve mücadele sürecinde büyümelerine yardım etmeliyiz, onları işçilerin davasına gerçekten yarar sağlayacak bir duruma getirmeliyiz.” (Dimitrov – Faşizme Karşı Birleşik Cephe, Ekim Yayınları sf:248-249). Dimitrov yoldaşın önümüze koyduğu bu kadro perspektifiyle kolektifi ileri daima ileri taşıyalım. (Bitti) 

Yürek ve beyinde ideoloji ile kuşanmak

“Söylediği kadar yapan yaptığı kadar konuşan” bir hareket yaratabilen bir örgüt özgürlüğün ve kurtuluşun sahibi ve yaratıcısı olabilir. Bu hareketin yaratılmasında düşünsel ve yaşamsal dünyasını devrimin ihtiyaç ve görevlerine tümüyle katabilen yürek ve beynine ideolojiyi dolduranlar zaferin ve başarının militanı olabilir.

Bu yüzden özgürlük için yola düşen militanlar burjuva-feodal sistemden tümüyle kopuşu gerçekleştirip örgüte komple katılımı esas almalıdır. Bunun bir çırpıda bir hamlede bir eylemde kısa bir zaman dilimi içinde olacağını düşünmek ciddi bir yanılgıdır.

Tek başına bir komitede yer alarak, aidat ödeyerek, parti programını kabul ederek günümüzün sınıf savaşımının sorunları çözülemez ve ağır görevleri yerine getirilemez. Keza sadece örgütün devrimci üniforması giyilerek devrimcilik sorunu çözülemez. Militanlar tüm benliği ve varlığıyla harekete komple katılımı sağlayarak sürecin ve anın ihtiyaç ve görevlerine yanıt olabilir.

Burjuva-feodal sistemin saldırıları dünden daha kapsamlı ve ağırdır. Biriken ve çözülmeyen önderlik ve örgütsel sorunlar dünden daha fazladır. Sürecin zorlukları ve görevlerin ağırlığı militandan dünden daha fazla fedakarlık, bilinç, örgütlü hareket etmeyi beklemektedir.  Dolayısıyla sistemli ve düzenli bir şekilde “sisteme karşı mücadele, bütünlüklü kopuş, sıçrama” gerçekleştirilerek ideolojik katılımın adımları atılmış olur.

Keza proletarya partisinin ideolojik-politik değerleri örgütsel sorumluluk ve görevleri içtenlikle ve bütün benlikle kabul edilip, çalışılıp mücadele edilerek katılım sağlanır.

Toplumun çeşitli kesim ve bölgelerinden örgüte katılan küçük burjuvalar kendileriyle birlikte sistemden edindikleri sahip oldukları kötülükleri ve izleri de beraberlerinde getirirler. Özellikle öğrenci gençlik kesiminden katılım sağlayanlar algılama ve kavrama düzeyleri görece olarak diğer kesimlerden daha fazla olması nedeniyle teoriye ilgileri fazla olur. Teoride iyi olmaları yetmiyor.

Teoriyi pratikleştirmede çeşitli düzeylerde yetersizlikler yaşarlar. Sistemin karakter ve zihniyetine yedirdiği bireycilik kolektif olmasını engeller. Kendisini diğer insanlardan üstün, bilinçli, farklı görür. Yaşamda öğrenci olmayı başarmadan hemen öğretmen rolüne soyunur. Emek ve mücadele sürecine yeterince katılmamış, pratikte sınanmamış, kitabi bilgilere sahip olma haliyle her şeyin hallolduğunu düşünür.

Zorluklarla karşılaşınca tökezler. Kendisini devrimci pratiğin örsünde ve ateşin içinde şekillendirmek biçimlendirmek yerine direnç gösterir. Akıl almaz karşı çıkışlar gerçekleştirir. Gerçekliğini bir türlü görmek ve kabullenmek istemez.

Devrimci pratiğin örsünde sınanmamış bilgi ve fikirleriyle her şeye hakim olduğu ve her şeyi yapmaya kadir olduğunu düşünür. Hemen her devrimci pratikte kafasını duvara çarpar. Pratiğe katılımı zayıf ve yetersizdir. Emek ve mücadele içinde gelişimini adımlamaktan uzak tutumu devam ettikçe devrimin ve örgütün kadrosu haline gelemez. Küçük burjuva kibir devrimci gelişimin önünde en büyük engel olur.

Kendine ve ortama karşı liberal olan bir militan da doğru katılım sağlayamaz. Çünkü o uzlaşmacılığı esas almıştır.

Yanlışları görüp eleştirmeme, olumsuzluklarla karşılaşıp isyan etmeme, üstlerinin yanlışlıklarına körü körüne itaat tutumu çevresine karşı sorumluluk duymamayı getirir. Toplantıda susup arkadan konuşma kendi görüş ve fikirlerine güvenmeme, dürüstçe dile getirememe zayıflığını gösterir. Liberalizm militanın olumsuzluklara karşı ilkesel ve devrimci olmasını engeller, sağlıklı gelişimini duraklatır. Proletarya partisinin emek ve eleştiri hareketi olduğunu unutur.

Her şart ve koşul altında kendini, çevresini komitesini örgütleyebilen etki gücünü artırabilir, iradeleşebilir. Güzel bir düşünce, iyi bir söz, güçlü bir eylem için ideolojik katılım şart bunun için tek başına kalınsa da devrimci eğitim sürdürülmelidir. 

Teorik-Politik Çalışma ve İdeolojik Netlik

Devrimcilik, her geçen gün daha fazla irade, inat ve bilinç gerektiren bir eyleme dönüşmektedir. Düşmanın artan saldırıları, baskının yoğunlaşması fakat bunun karşısında etkili bir duruşun ve güçlü bir öncülüğün olmayışının hem kitlelerde hem de tek tek saflara gelenlerde veya hali hazırda faaliyet yürütenlerde yarattığı sonuçları hep birlikte görüyoruz.

Dünya devrim tarihinde de sıklıkla gördüğümüz gibi devrimci dalganın yükseldiği dönemlerde saflara akışlar hızlanırken dalganın alçaldığı zamanlarda akışlar tam tersi yönde olmaktadır. Yaşananlar bir yanıyla devrimci durumun nesnelliği içerisinde değerlendirilebilecekken devrimci örgütlerin durumu ve bireylerin mücadele ve örgütle kurdukları bağda öznel-subjektif koşulları oluşturur. Biz yazımızda ikinci yanı ele alacağız.

Devrimcilik kavrayışında aşınma

“Tasfiyeci rüzgarlar esiyor” söylemi özellikle SSCB’nin yıkılışından sonra öne çıkarılan bir tahlil olsa da bunun parti-sınıf ve düşman bilincinde yarattığı etkilere karşı yeterince üzerinde durulduğu söylenemez.

Post-modernizmin, Marksizm, Leninizm, Maoizm’i de hedefe koyarak “büyük anlatılar” devrinin kapandığı söylemi, geldiği ve hatta “tarihin sonunun” ilan edildiği yani kapitalizmin zaferinin mutlak olduğu savunuları, ezilenlerin mücadele biçimlerini fazlasıyla etkilemiştir. Liberal-hümanist fikirler egemenlik kazanmıştır. Yaşanan sorunları/çelişkileri tekil olarak ele alma ve geçici gruplaşmalarla “hak” kazanımını hedefleyen eylem biçimleri benimsenmeye, yaygınlaşmaya başladı. Üretimin parçalı yapısı, kapitalizmin özel mülkiyet ve rekabetçi koşulları bu ideolojik savruluşun temellerini oluşturmuştur. Bütün bunlar sınıf mücadelesinin ve buna bağlı olarak profesyonel devrimci örgütlerin zorunluluğunun reddini getirdi.

Düşmanın baskı, takibat ve şiddetine karşı gizliliği temel alarak faaliyet yürüten profesyonel devrimcilerin oluşturduğu örgütler “hiyerarşik, bürokratik” yapılar olarak tanımlandı. Bu düşüncelerin yaygınlaştığı oranda devrimcileri, devrimci örgütleri etkilememesi mümkün değildi.

Sonuçta devrimci örgütler toplumla iç içedir. Halkın içinde karşılığını bulan her fikir her pratik proletarya partisini etkiler. Partinin bunun bilincinde olarak hem içeride hem de dışarıda ideolojik mücadeleyi kesintisiz bir biçimde sürdürmek zorunda olması bu gerçeklikle ilgilidir.

Bu gelişmelerle mücadele edilmediği oranda devrimci örgütlerin ve kendilerini korumak adına tamamen ideolojikleşip, ideolojiyi politikanın yerine ikame etmeye başladıklarını ve bunun sonucu dogmatik, bürokratik hale dönüştüklerini ya da misyonlarını demokratik bir kitle örgütü derekesine indirgeyerek devrimci örgüt niteliklerini kaybettiklerini görüyoruz. Her iki durum da sınıf mücadelesinin dışına atılmayı, etkisizleşmeyi getirmektedir.

Olması gereken güçlü bir ideolojik mücadeleyi yürütme, saflara gelenlerin seviyesini yükseltme ve politik mücadeleden tüm ezilen kesimlerle ilişkilenerek kopmamaktır.

Tüm bu ideolojik saldırılar sonucu karşımıza çıkan “devrimcilik” tarzını “sosyal-kültürel devrimcilik” olarak adlandırabiliriz.

Bunun temelini yukarıda vurguladığımız gibi liberal, hümanist burjuva ideolojisi oluşturmaktadır. Dünyada, Türkiye’de, Kürdistan’da yaşanan sorunlardan, savaşlardan ve baskılardan rahatsız olma, ekolojik tahribata karşı duyarlı olma, hayvan haklarını koruma isteği gibi emperyalist kapitalizmin dünyanın dört bir yanında oluşturduğu yıkıma karşı “hümanist” duyguların yön verdiği bir tepkiyle gelinmektedir.

Devrimci örgütlerin, kapitalizmin yarattığı sorunlara – yıkımlara karşı duruşu ortak zeminin çıkmasını sağlamaktadır. Ki bu nesnel durum zaten proletarya partisinin tüm ezilen kesimleri ve kapitalizmin karşısında duranları sınıf mücadelesinde birleştirebilmesinin de zeminidir aynı zamanda.

Burada olması gereken tüm tepkilerin tıpkı dereciklerin gür bir nehre katılıp onu büyütmesi gibi birleştirilmesidir. Fakat bunun tersi durumlarda yaşanmaktadır. Her gelen tekil ideolojisi ile kalmakta üstelik talepleri sistem içi, reformist tarzda olduğu için de; iktidarın yıkılmasını sağlayacak politik mücadeleden de uzak durabilmektedir. Bu da saflara yeni gelenlerin ve onlardan etkilenenlerin devrimci mücadele ile bağının pamuk ipliğine bağlı olmasına ve safların hızlıca terk edilebilmesine yol açmaktadır.

Saflarda kalınsa bile bu tekil ideolojilerin yıkılıp yerine proletaryanın ideolojisi hakim kılınamadıkça bireysellik, öznelcilik, benmerkezcilik, kendinde her şeyi hak görme ama sorumluluk almaktan kaçınma, kendisini ilgilendiren sorunlar – konular dışında politikayla ilgilenmeme, bedel ödeme ve bedel ödetmeden kaçınma gibi proletarya partisini ve beraberinde devrimciliği aşındırma pratikleri artmaktadır. Kapitalist sistemin bu küçük burjuva – burjuva ideolojilerini sürekli olarak üretebileceğini bilerek, buna karşı mücadelenin süreklileşmesi önemlidir.

Bu da devrimci örgütlerin sistem dışılığını, yıkıcılığını, iktidar mücadelesi verme gerçekliğini sürekli öne çıkarmakla olacaktır. Devrimcilikte buna bağlı olarak şekillenmek, yapılmak zorundadır. Bir ayağı sistemde bir ayağı Parti’de olan “devrimcilik”, sosyalizm hedefini ulaşılmaz kılmak ve sisteme kan taşımak dışında bir anlam ifade etmez.

Duygularımızla, düşüncelerimizle ve pratiğimizle sistemin yarattığı tüm bağlara karşı çıkmalı, devrimciler olarak kendimizi yeniden yeniden şekillendirmeliyiz. Bunda da Parti’ye ve yoldaşlarına açık olmak kadar kendimizin vereceği çabalarda büyük önem taşır.

Sonuçta belirleyici olan iç çelişkidir. Eğer ki, kişiler değişim – dönüşümde kararlı olmazlarsa dışarıdan yapılacak müdahaleler anlamsız gelecek, sekterlik olarak yorumlanacak ve yoldaşlar arası ilişkilerin zedelenmesi ile devam edebilecek bir süreç yaşanabilecektir.

 

Var olan duruma pratik olarak saldıralım

Komünist Parti saflarına gelenlerin, küçük burjuva ideolojisini yayması, savaşçı olması nesnel bir zorunluluk olan Parti’nin disiplininin bozulması ve iktidar mücadelesinde zayıflaması ve hatta gereken müdahaleler yapılmazsa proletarya partisinin yok oluşuyla sonuçlanabilecek etkiler yaratır. Bu, dünyada ve Türkiye’de yaşanan sayısız örnekler verilidir. Böyle hayatî bir konunun salt bireylere bırakılmasına veya isteğe bağlı olarak ele alınmasına izin verilemez.

Teorik-politik eğitimin – koşullar ne kadar zorlu olursa olsun ekmek kadar su kadar bizler için gerekli olduğunu bilerek – alınması gereklidir. Parti kadro ve militanlarının gücü, Komünist Parti’nin devrimcilerin sosyalizme ulaşmadaki rollerini kavramalarından, buna uygun teorik-politik eğitimi aksatmamalarından, ideolojik duruşlarından gelir.

Bütün bunlar egemenlerle aradaki çizginin sürekli kalınlaştırılmasına ve hiçbir koşulda eğilip bükülmemesine yol açar. Düşmanın da korktuğu bu militan ve kadro tipidir. Teorinin, ideolojik çalışmaların küçümsenmesi burjuva ideolojisini güçlendirir.

Yeni örgütlenen yoldaşlarımızda dahil olmak üzere tüm yoldaşlarımız yanlarında bir yoldaş olsa da olmasa da teorik-politik eğitimlerini aksatmamaları ve en başta da MLM klasikleri irdeleyerek okumalıdırlar. Daha önce bu tarz çalışma almayan yoldaşların zorlanacağına, ilk okumalarda verimin düşük olacağına şüphe yoktur. Fakat tüm öğrenmelerin, geçmek zorunda olduğu yoldur bu.

Bir kitabı, bir makaleyi iki üç veya daha fazla okumaktan, sürekli sorular sormaktan kaçınılmamalıdır. Sıklıkla vurguladığımız gibi çalışmaların en başından itibaren de yazma faaliyetine girişilmesi gereklidir.

Bu hem kavrayışımızı hızlandıracak, verimi artıracak, hem de çalışmalarımızı kolektifle paylaşmamızı sağlayacaktır. Çalışmaların “sıkıcı” olduğu, hiçbir şey anlaşılmadığı, zaman olmadığı gibi gerekçelerin açık ve net olarak, sınıf mücadelesinin gerekliliklerini anlamama ve buna göre şekillenmemeden kaynaklandığını bilmeliyiz. Devrimcilik, zorluklardan kaçma değil üstüne gitmedir. Çözümsüzlük değil çözüm üretmedir. Olanaksızlıklara boyun eğmek değil, imkansızlıkları gerçekleştirebilmektir. Yeter ki amaçta netlik olsun.

Eğitim konusunda sabırlı, ısrarlı ve inatçı bir tutum sergilemek, aynı şekilde “öğretirken öğrenen ve öğrenirken öğreten” olabilmek önemlidir. Bu sorgulayıcı, araştırıcı ve sonuç alıcı bir eğitimin ön şartıdır.

Eğitimin teorik ve politik olması zorunluluktur. Bu da, yoldaşlarımızın sınıf mücadelesi içinde sağlamlaşmaları anlamına gelmektedir. Mücadelenin gerektirdiği her yerde ve zaman da olmak devrimciliğin vazgeçilmez koşuludur. Bu yanıyla bazen karşımıza çıktığı gibi bu davranış bir fedakarlık değildir. Devrimci mücadele için yapılan hiçbir şey yapılan hiçbir şey fedakarlık değildir. Bu unutulmamalıdır, çünkü söz konusu olan ezilenlerin on binlerce yıllık sömürülerine ve katliamlarına, açlık ve kıtlıklarına son vermektir. Söz konusu olan, doğanın tahribatına, hayvanlara yaşam alanı bırakılmamasına ve katliamlarına itirazdır. Söz konusu olan kadınların ikinci cins olmaktan kurtulması, ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri, mezheplerin inançlarını özgürce yaşayabilmeleridir. Bütün bunların kökünü kazımak için yapılan hiçbir eylem hiçbir çalışma fedakarlık değildir, olamaz.

Sonuç olarak, teorik, politik ve ideolojik çalışma hiçbir koşulda aksatılmamalıdır. Eleştiri-özeleştiri proletarya partisinin üye ve militanlarının hatalarını düzeltmesinden zaaflarının üzerine gidişinde temel ve belirleyicidir.

Tüm tasfiyeci saldırılara rağmen, Parti sınıf ve düşman bilincinde Marksist, Leninist ve Maoist ideolojiye göre şekillenmek devrimin zaferi için zorunludur.

Bu nedenle Marks’ın berraklıkla vurguladığı gibi “var olan duruma pratik olarak saldıralım.” çünkü “on bin yıl çok uzun…”.

“Ufku dar, savaşım sanatında beceriksiz olan devrimci değil, zavallı amatördür!”

Devrimciler ve komünist partiler için pek de kolay olmayan süreçlerden geçiyoruz. Elbette ki devrimcilik ne Türkiye’de ne de dünyanın başka bir yerinde hiçbir zaman kolay olmamıştır, olması da beklenemez. Komünist partiler ve buna bağlı olarak devrimciler, sınıf savaşımının zorluklarını, imkansızlıklarını, bedel ödeme ve ödetme diyalektiğini bilerek şekillenirler/şekillenmelidirler.

Düşmanın saldırı dalgalarının arttığı her dönem, eğer komünist partinin yeterli bir hazırlığı ve etkin karşı koyuşu yoksa hem kitlelerde hem de devrimci saflarda moral bozuklukları, inançsızlık, kendi gücüne güvensizlik ve tüm bunların sonucu olarak mücadeleden kopmalar ortaya çıkmaya başlar. Komünist partinin bu durumu görmezden gelmesi veya teorik, ideolojik, politik, örgütsel alanlarda mücadeleyi yükseltmemesi uzun dönem giderilemeyecek hasarların oluşmasına yol açar.

İster kitle hareketlerinin yükselme isterse alçalma dönemleri olsun komünist partinin görevi hem kendi örgütlülüğünü korumak hem de kitleleri döneme uygun olarak ürettiği politikalarıyla yönlendirmek ve ideolojik duruşuyla da örnek olmak, moral vermektir. Yengiler kadar yenilgiler de devrimin uzun ve meşakkatli yolunun bir gerçeğidir. Önemli olan geri çekilmenin planlı, örgütlü olması ve sonraki dönemlere hazırlık niteliği taşımasıdır.

İçinden geçtiğimiz süreçte, devrim dalgasının geri çekilmesinin ve düşmanın yoğun saldırılarının yarattığı çoklu etkiyle karşı karşıyayız. Bu duruma komünist partisinin yaşadığı dogmatik bürokratizmin darbesi sonucu bölünmeyi de eklediğimizde karşımıza önemli sorumlulukların, acil görevlerin ortaya çıktığını görürüz. Bunların her birinin ihmali onarılması zor sonuçlara yol açacaktır. Mevcut durumda öne çıkan görevlerden biri komünist partinin hem saflarına yeni katılanların hem de genel olarak tüm kadro ve militanlarının, yaşanan bu tahribatlar karşısında ideolojik, politik, örgütsel donanımlarının, tasfiyecilik saldırısının çeşitli etkilerine karşı, artırılmasıdır.

 Örgüt Bilincini Derinleştirelim!

Sosyalist ülkelerin çöküşünden sonra başlayan tasfiyecilik saldırısının en fazla örgüt bilincini hedefe koyduğunu söyleyebiliriz. Bunun böyle olmasının nedeni, elbette ki Lenin’in en yalın haliyle belirttiği gibi “iktidar savaşımında proletaryanın örgütten başka bir silahının” olmamasıdır! KP, Marksist Leninist Maoist çizgide mevcut sistemi yıkmak için politik iktidar mücadelesi veren, bunun için ezilenlerin tüm kesimlerini birleştirme ve savaştırma görevini üstlenen “öncü örgütlü müfreze”dir.Böyle bir örgütlülük olmadan egemenlerin on bin yıllara dayanan iktidarını yıkabilmek imkansızdır. Bunun dışındaki her savunu, ezilmenin-sömürülmenin daha on bin yıl sürmesine izin vermek demektir. Dolayısıyla bu süreçte en çok saldırıya uğrayan örgüt bilincini derinleştirmek, örgütü/örgütlülüğü korumak temel bir mesele haline gelmektedir.

Örgütü/örgütlülüğü korumak, en başta komünist partinin politik iktidar savaşımında her militanın her kadronun kendini sorumlu görmesi ve bunun çabası içinde olması demektir. “Örgütü/örgütlülüğü korumak” denince çoğunlukla ilk anda akla salt güvenlik meselesi gelir. Elbette ki önemli ve ihmal edilemez bir yanı güvenliktir. Dolayısıyla, saflarımıza yeni katılan yoldaşlardan en üst düzeye kadar bu konuda sürekli bir eğitimin olması, düşmanın teknolojilerinin, yöntemlerinin takip edilmesi kendi özgün yöntemlerimizin geliştirilmesi zorunluluktur. Bu konular tekrar tekrar işlenmeli, düşman gerçeği kafalarda somutlaştırılmalıdır.

Fakat komünist partisini korumak ve geliştirmek, teorisi, ideolojisi ve politikasının kitlelerde karşılık bulmasını sağlamakla olacaktır. Yazımızın başında vurguladığımız gibi kitlelerde ve genel olarak devrimci saflarda gelişen inançsızlık, moral bozuklukları esasta komünist partilerin etkisizliğiyle ilgilidir. Yönünü bulamama kendiliğindenci hareket tarzının yarattığı yıpranma, önünü görmemenin verdiği güvensizlik söz konusudur.

Eğer öncü müfreze olması gereken komünist partinin militan ve kadroları da bu ruh halinin etkisinde kalırlarsa, kendiliğindencilik batağına saplanmak kaçınılmaz olur. Kendiliğindencilik, komünist partisini içten içe çürütür, şekilsizleştirir, çelişkilerini çözemez hale getirir. Bir süre sonra parti sadece kendi varlığın sürdürme amacına sahip olarak politik iktidar mücadelesinden, devrim hedefinden, söylemler dışında bahsetmek mümkün değildir. Bu devrimin imkansızlaşması demektir. İşte bu gerçeklik örgütlere/örgüt bilincine saldırı nedenidir. Aynı zamanda bu gerçeklik ezilenlerin safında yer alana ve sosyalizmi savunanların örgütü/örgütlülüğü savunma ve geliştirme zorunluluğunu göstermektedir.

 Kendiliğindenciliğe Her Alanda Karşı Duralım!

Komünist partilerin bu tasfiyeci saldırılar karşısında etkili mücadele verebilmesinin tek koşulu, politik mücadeleyi geliştirmesidir. Bu da, toplum içindeki çelişkilere, en küçük problemlere bile gözünü kapamaması ve bunları merkezi devlet iktidarına karşı mücadelede birleştirmeye çalışması demektir. Ezilen kesimlerin komünist partisine yüzünü dönmesinin başka bir yolu yoktur. Bunu yapabilmek sürekli olarak kitlelerin içinde olmayı gerektirdiği kadar komünist partinin merkezi önderliğinin politik yetkinliğine, sorunları yakalama ve çözüm sunabilme becerisini özcesi “zincirin zayıf halkasını” belirleyip, koparabilme gücüne bağlıdır.

Burada önderliği vurgulamamız, komünist partinin bütününün sorumluluğunu hafifsememizden değildir. Önderlik, salt soyut kendi başına bir komite, bir grup değildir. Partimiz son yıllarda hem önderliğin partiden kopmasıyla hem kendi görevinin farkında olmayarak kendiliğindenciliğe  kapılmasıyla hem de politikayı bireylere, “öznel izlenimlere” indirgemesi gibi nedenlerden dolayı sınıf mücadelesindeki görevlerini yerine getirememiştir. Ne komünist parti içinde çıkan bürokratik, sekter fakat aynı oranda da liberal, kendiliğindenci eğilimlere ne de toplumsal hareketlere gereken tavırlar alınamamıştır. Bu yanıyla sınıf mücadelesinde kendiliğindeliğe kapılmamak, tüm toplumsal hareketleri birleştirip iktidar mücadelesine yönlendirmekte örgüt nasıl ki kilit mesele oluyorsa, örgütün içinde de önderlik öyledir. Önderliğin misyonunu komünist partinin tümüyle aynılaştırması veya son yıllarda tasfiyeci saldırıların “hiyerarşiyi reddetme” ve demokrasi adı altında örgütlere ve özellikle de önderlik kurumuna saldırması sonucu ortaya çıkan eğilimlerin komünist partiye sızması en büyük tehlikelerden biridir.

Fakat bu tasfiyeci saldırıların açıktan değil, ideolojik-politik duruşu zayıflatarak etkilerini gösterdiklerini unutmamak gereklidir. Yani bir komünist partide belki kimse önderliğin gerekliliğini reddetmez, tıpkı örgütün zorunluluğunu reddedemeyeceği gibi! Ama bir örgüt ve önderlik olma vasıflarını gün geçtikçe aşındırarak, gereklerini yerine getirmeyerek komünist partisini sınıf mücadelesinin dışına iterek bunu pratikte gerçekleştirmiş olur. Bu teorik, politik ve örgütsel darlaşmayla süreç içerisinde birçok alanda tıkanıklıklar yaşanmasıyla kendisini gösterir.

Partinin kolektif olarak ideolojik-politik seviyesinin yükseltilmesi önderliğin niteliğini yükselteceği gibi partinin belirlenen çizgisini geliştirecek ve pratiğe geçirecek olanlar kadrolar ve militanlar olduğu için “her şeyi kadrolar belirler” (Stalin). Dolayısıyla partinin politik çizgisini hayata geçiren kadro ve militanların ideolojik-siyasi eğitiminin, örgütle tanıştıkları ilk süreçten itibaren sağlam ve sürekli bir şekilde ele alınması gereği kendiliğinden ortaya çıkar.

Parti kadro ve militanlarının gücü ideolojik ve siyasi eğitime dayanır. Marksizm-Leninizm ve Maoizmin kavranması, partinin programı ve siyasi çizgisine göre şekillenmek ve savaşın içerisinde çelikleşmek bu eğitimin kendisidir. Bu eğitim sistemden temelli bir kopuş ve sınıf mücadelesinin gereklerine göre kendini geliştirme, donatma demektir. Kadro ve militanların eğitimi, bütün bu vurgulardan anlaşılacağı üzere, kurumsal olarak ele alınması gereken, teori ve pratiği kapsayan bir meseledir.

Teorik ve politik seviyenin ihtiyacı karşılamaktan çok uzak olduğu, ideolojik yıpranmanın tasfiyeci saldırılarla birlikte üst boyutlara vardığı uzun yıllardır ortaya çıkmış apaçık bir durumdur. Bu durumun devrimci hareketin genelinde de görünürlüğü çok fazladır. Tıkanıklıkların nedenini burada aramak doğru bir tutum olacaktır. Çünkü, toplumu çelişkileri ile birlikte çözümlemek, sınıf güçlerinin durumlarını tahlil ederek strateji ve taktik belirlemek, uluslararası durumu ve ülke ile bağlantılarını ortaya koymak ve bütün bunların sonucunda yapılacak politikayı belirleyebilmek iyi bir teoriye ve politik görüye sahip önderlikle-örgütle ilgilidir.

Lenin, devrimciler örgütünün (komünist partinin) zorunluluklarını anlattığı “Ne Yapmalı?” kitabında “profesyonel devrimci eğitim”in üzerinde dururken şu belirlemeyi yapmıştır:

“Teorik sorunlarda duraksama gösteren, ufukları dar, kendi hareketsizliğini yığınların kendiliğinden hareketiyle haklı gösteren; bir halk sözcüsünden çok sendika sekreterine benzeyen, düşmanlarının bile saygısını kazanacak geniş ve yürekli bir plan düşünmekten aciz ve kendi profesyonel sanatında -siyasal polisle savaşım sanatında deneyimsiz ve beceriksiz bir kimse- böyle bir kimse, devrimci değil, zavallı amatördür.”

“Yetersiz eğitim”, sebep olduğu teorik ve politik darlıkla örgütü de tutuklaştırır, koşulların tümüyle hazır olduğu devrimci durumları değerlendirmekten aciz bırakır. Kitlelerin kendiliğindenliğinin peşine takılmasına neden olur. Özcesi ne kadar “iyi niyetli” olunursa olunsun, devrimci duygular ne kadar güçlü olursa olsun konaklanan yer amatörlük yani devrimin sorunlarının altından kalkamama olur.

Elbette ki amatörlük sadece “yetersiz eğitim” demek değildir. Bu örgütün “dar kapsamlılığı”, “dar eylem temeli”ne sahip olması ve bu darlığı çeşitli gerekçelerle haklı göstermeye çalışmasıyla ilgilidir. Bu Parti’nin sürekli aynı zeminde, benzer hataları tekrarlayarak sıçrama yapabilmesinin önünü kesmek demektir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; hem halkın farklı kesimlerinde hem de devrimci saflarda yaşanan inançsızlık, güvensizlik gibi meselelerin çözümü yine Komünist Partisi’ndedir. Komünist Partisi bu bilinçle ve hedefle çalışmalarını ele almalı, tasfiyeci saldırıları tersine çevirmelidir.

Sayfalar