İktidar, Pandemi ve Aşı: Yunanistan’la “yaz aşkı”…
Tarih boyunca insanların kitlesel olarak hastalanmasına ve ölümlere neden olan bulaşıcı hastalık ve salgınları, mevcut sistemlerden bağımsız değerlendirmek, “doğal”mış yaklaşımı sergilemek yanlıştır.
Her ne kadar hastalıklar veya salgınlar “kader”, “olası” vb. gibi görünse de esasta sömürücü sistemlerin doğal döngüde yarattığı tahribat ve bu tahribatın birikiminden kaynaklanmaktadırlar. İşin ilginç yanı egemenlerin bir taraftan bu tahribatı derinleştiren politikalarda ısrar ederken diğer taraftan da “sağduyu”, “fedakarlık”, “dikkat” vb. çağrılarla topluma duyar kasmalarıdır.
Buradaki temel meseleleri “suçluluk” ve “sorumluluk” kavramlarını toplumsallaştırarak suçluyu, sorumluyu yani kendilerini aklamaya çalışmalarıdır. Örneğin, bütün belgesel, reklam, seminer, kamu spotu vb. alanlarda halka “duyarlılık” çağrıları yapmalarının bir anlamı da kendileri dışındakini yani toplumu “suçlu” konumuna düşürmektir.
Bu kampanyalarda esas vurgu ve dil; kitleleri suçlayan, onları sorumlu tutan bir algı üzerinden “duyarlılık” ve “fedakarlık” kılıfıyla örtülmeye çalışılmaktadır.
Örneğin, kitle iletişim araçlarında bu denli sorumluluk ve fedakarlık çağrıları yapan sistem ve iktidarlarının, doğa tahribatına dönük maden, enerji, sanayi vb. şirketlerine çağrı yaptığını gördünüz mü hiç? Ama orman kıyımlarına karşı çıkanların gözaltına alındığına, asker ve polis saldırısına maruz kaldığına, bilim insanlarının Marmara Denizi ile ilgili uyarı ve önerilerine kulakların kapatıldığına vb. çokça tanık olduk ve olmaya devam ediyoruz.
Kısacası hastalık ve salgınlar, sömürücü sistemler ve iktidarlardan bağımsız olarak ortaya çıkmamaktadır. Bu sistemlerin doğaya müdahalesi, ekolojik dengenin, ekosistemlerin bozulmasına, eşitsizliğin derinleşmesine yol açmanın ötesinde giderek daha büyük yıkım ve salgınlara neden olmaktadır. Buna son örnek Covid-19 salgınıdır.
Pandemi; “Rejimi Fırsatı”
Toplumların gündelik yaşam alışkanlıklarından siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal yapılarına kadar uzanan bir yelpazede köklü değişikliklere neden olan Covid-19’un en çok etkilediği kesim işçi ve emekçiler, yoksullar oldu.
Yoksulun açlık sınırının da altına gerilediği, emekçinin can güvenliğinin hiçe sayılarak çalıştırıldığı, kadınların çığlıklarının dört duvar arasına hapsedildiği, en demokratik hakkını kullanmak için sokaklara çıkanların polis otolarına tıka basa doldurulduğu … bir Covid-19 ve iktidar gerçekliğini yaşadık.
Pandemiyi bir fırsat ve saldırı aracı olarak kullanan iktidarın her şeye yanıtı bastırmak üzerinden şekillendi. Çevre eylemlerinden İstanbul Sözleşmesi’nin iptaline karşı direnen kadın ve LGBTİ+’lara, işçilere dönük hak gasplarından, Deniz Poyraz’ı sahiplenenlere vb. tüm bu başlıklarda devletin tek refleksi saldırı oldu. Apaçık bir şekilde Deniz’i ananlara, haklarına sahip çıkan işçilere, gökkuşağı bayrağı taşıyanlara, İşkencedere’de doğayı savunanlara vb. saldırlar gerçekleşti ve halen gerçekleşmektedir.
Bu yoğun gündemlerin bir alt başlığı da pandemi ve aşı tartışmalarıdır. Adalet, güvenlik vb. kavramların hüsrana uğradığı günümüz koşullarında bu tartışmalar, düzenli olarak sürekli önümüzde olacak gündemler arasında yer alacaktır.
Türk Tabipler Birliği, Covid-19’un ilk evrelerinden beri önlem almaktan kaçınan Türkiye’nin pandemi politikasını, “Türkiye’de ilk doğrulanmış olgunun duyurulduğu günden bu yana salgın eğrisi incelendiğinde, başlangıçta salgını baskılama stratejisi uygulanacakmış gibi gözlenirken, sonrasında İran’da salgın ortaya çıktığında sınırın etkin şekilde kapatılmaması ve gelenlere karantina uygulanmaması, salgının var olduğunun bilindiği dönemde sınır kapılarının açılarak mültecilerin sınıra gitmesine izin verilmesi, sonra da geri götürülmeleri, Umre’den dönenlerin karantinaya alınmaması gibi yaklaşımlar nedeniyle, Türkiye’nin göz göre göre enfekte hale getirildiği kaydedildi” sözleriyle ifade etmektedir.
Aynı zamanda “Covid-19 Pandemisi 1. Yıl Değerlendirme Raporu” adı altında bütün süreci değerlendiren TTB raporda “Türkiye’de salgınla ilişkili veriler sorunludur. Bu sorunlar, verilerin açıklanma biçiminden başlayarak verilerin içeriğine, hatta güvenirliğine kadar uzanmaktadır” demektedir.
Çok açık ve net bir şekilde pandemiye dair bütün raporların ilk değindiği ve vurguladığı temel nokta Türkiye’nin pandemi politikasının adaletsizlik temelinde ilerlediği, güven vermediği, tereddüt ve kaygı verici olduğudur.
Aşı krizinden sonra gelen aşı güvenilirliği ise meselenin başka bir boyutta dallanıp budaklanmasına işaret etmektedir. Aşılanmanın da toplum içinde bir korku yaratığını ve güvensizlik oluşturduğunu belirten TTB, bu meseleyi “Tereddütler, Kaygılar, Karşıtlıklar” başlıkları üzerinden incelemeye tabi tutmaktadır.
TTB’nin aşı temalı panelinde konuşan Prof. Dr. Murat Civaner tedirginliği ve aşı karşıtlığı sorununun ön plana çıktığını söylemektedir. Civaner, “Eğer geride kimseyi bırakmayacağız diyorsak, umudumuz buysa; tereddütleri ve karşıtlıkları gidermek zorundayız” vurgusunu yapmaktadır. Bu online panele katılan birçok bilim insanının temel vurguları; tereddüt, kaygı, karşıtlık ve eşitsizliğin ortadan kaldırılması üzerine olmuştur. Katılımcılar bu temelli izlenilecek bir sağlık politikasına ihtiyaç olduğunu vurgulamaktadırlar.
Bu noktada iktidarın derdinin hiçbir zaman toplumun sağlığı olmadığını ve toplumsal sorun, kaygılardan öte cebini düşündüğü ortadadır. Kış aylarından beri Yunanistan’la çeşitli gündemlerle gerginlik yaşayan TC egemenlerinin yaz mevsimi ile birlikte gerginlikleri erteleyerek turizme dönük yatırımlara yönelmesi bunun bariz örneğidir. Yani Yunanistan’la bir çeşit “yaz aşkı” planlayan TC’nin güven vermeye ve kaygılarını gidermeye çalıştığı esas kitle turistlerdir. “Rahat ol, aşılandım” türünden reklam yaparak aslında maskesini de düşüren iktidar Euro’ya olan sevdasını da tescillemiş oldu.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)