Çarşamba Şubat 26, 2025

İslamcı faşist diktatörlüğün korkusu

Adı resmileşmemiş, ama fiiliyatta TC artık islamcı faşist bir diktatörlüktür. Egemen sınıflar arasında bu konuda bir anlaşmazlık var. Ancak, gelişmeler bunun resmi bir hal alacağıdır.

Mussolini, Hitler ve Franco, faşizmi açıktan savundukları gibi, Erdoğan ve arkasındaki sermaye ise, açıktan “islamcı” bir iktidarı savunuyorlar. Meclis Başkanları bunu açıktan dile getirdiği, Erdoğan ve diğerleri ise teyit etti. Teyit etmelerine de gerek yok, 14 yıllık savunu ve uygulamaları islamcılığı bütünüyle yerleştirmek ve Suudi Arabistan benzeri Selefi iktidar kurmaktır.

İslamcı faşist diktatörlüğün arakasında, bazıları çekimser gözüksede, hemen hemen bütün sermaye kesimleri var. Kapitalizm koşullarında islamcılık, emperyalizmin neoliberal poltikalarından ayrı düşemez. Tam da emperyalist burjuvazinin istediği karlı bir iştir. 

Çünkü, bütünüyle kitleler susturulmuş, dinle afyonlaştırılarak sersemleştirilip alçaltılmış, biat etmeyen ve baş kaldırıanlar ise devlet teröriyle yok edilmiş ve edilmesinin toplumsal önü açılmış olması ve böylece, kelimenin tam anlamıyla sermaye özgürlüğüne kavuşmuş olur.

ABD ve batılı emperyalistler bunu 12 Eylül Cuntasından beri planlamışlardı. Ecevit’li koalisyon hükümetinin devrilip peşinden AKP’nin hızla iktidara getirilmesi ve ona yüklenen misyon şu anda uygulama halinde olandır.

Erdoğan ve tayfasının Batı’ya, ABD’ye ya da İsrail’e içeride “dayılanması”, emperyalizme biatın perdelenmesi sahnesidir. Onların sıkça kullandıkları deyimle: “fıtratlarında” emperyalizme biat etmek vardır. Onların desteği olmadan ayakta kalmaları, diktatörlüklerini uzun bir üsre sürdürmeleri söz konusu olamaz.

Kürt şehirlerinin yerle bir edilmesi ve Kürt katliamı ile ayakta kalmaya ve islamcı faşist diktatörlüğünü pekiştirmeyi hedefleyen sermaye kesimi, arkasına böylece CHP ve MHP gibi gerici ve faşist burjuva partilerini de almışlardır. Kürt soykırımı ve Kürtlerin elimine edilmesi konusunda bütün Türk sermaye kesimi hem fikirdir. 

“Laik” kemalistlerin en çok güvendikleri ve “laik” olduklarına inandıkları “Türk ordusu” da islamcıların cihadcı İŞİD rolünü üstlenmiştir. TC tarihinin en kanlı ve kirli işlerinde bu ordu kullanılmıştır. Bugün Kürtlere karşı kullanıldığı gibi...  Bütün sermaye kesimleri bu konuda kanlı bir ittifak kurmuşlardır. 

Burjuvazinin kendi aralarında çelişme olmasına karşın, Erdoğan’a karşı bir alternatif yaratamamışlardır. Esasında böyle bir dertleride ciddi anlamda yoktur. Kendi tarihlerinin en karlı dönemini yaşıyorlar. Sermaye birikimleri son 15 yılda 15 kart artmıştır. Burjuvazi, sermayesinin böyle artışı karşısında bütün diktatörlerin önünde eğilir ve onu cansiperhane korurlar. Marx’ın söylemiyle; böyle bir kar oranıyla yapamayacakları hiç bir pis iş yoktur.

AB’nin kendi burjuva basınında Erdoğan’ın teşhir edilmesi, yine kendi kamuoyuna ve Erdoğan karşısında ellerini güçlendirmek içindir. Borsada dönen paraların %70 bunların elindedir. Oldukça karlı bir iş. Bilinen deyimle, “taş atıp kolları yorulmadan”, az bir sermayeyle gelip yüklü bir sermaye ile gidiyorlar. Emperyalist burjuvazi, “demokratlık” derdinde değil, sermayenin artırılması derdindedir. Onlar, yüzde yüz kar ettikleri bir rejimde, akıllarına asla “insan hakları” vb. gibi, burjuvazinin ilk çıktığı dönemdeki savunuları akıllarına gelmeyeceği gibi, bu tür söylemleri artık kendi önlerinde bir engel olarak görüyorlar.

Burjuvazi ülkeyi daha kanlı bir sürece sürüklediği gibi, kanlı diktatörlüğünü halkın üzerinden bir daha kalkmamacasına bir kabus gibi yerleştirmeye çalışmaktadır. Burjuvazinin aralarındaki çelişmelerden kaynaklı, “kırk katır mı kırk satır mı” politikalarıyla, Erdoğan’a karşı Gül’ü piyasaya sürmeye çalışması ise onun  doğasına uygundur. Halk kendi alternatifinin yaratmadan kendisi, halka yine kendi temsilcilerinden birini alternatif olarak sunmaktadır. Oysa Gül, bugünkü islamcı faşist diktatörlüğün yerleşmesinde Erdoğan’dan sonra ikinci sorumludur. Sermaye, halka, kötü polis rolü oynayana karşı iyi polis rolü oynayan siyasi oyuncuyu sahneye sürmek istiyor.

Ne Yapılmalı?

Burjuvazinin ne yaptığnı açık ve net olarak işçi sınıfı ve emekçilerin gözüne sokmaktadır. İslamcı faşist diktatörlüğün baskıları  artıkça, işçi sınıfına yönelik kölelik yasaları da günden güne ağırlaşmakta ve yasallaşmaktadır. Son olarak “özel istihdam büroları”nın yasallaşması, işçi sınıfının direnme ve birlikte hareket etme olanakları da bütünüyle elinden alınmaya çalışıldığı gibi, böylesine  bir ücretli kölelikle; sınıfın ağır sömürü ve baskı altına alınmasının yasal zemini de yaratılmış oluyor.

Erdoğan ve arkasındaki sermaye güççlerini yıkacak ya da en azından kısa vade içinde geriletecek yegane güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıf bugün bilinen nedenlerle örgütsüzleştirilmiş, geriletilmiş ve kendi içine çekilmesi sağlanmıştır. Bu onun suçu değildir. Bu konuda devrimci ve komünistlere önemli, bir o kadarda kararlı ve militanca görevler düşmektedir. Çok ağır baskı koşulları olmasına karşın, sınıf içinde ciddi örgütlenmeye gitmek ve bunu asla aksatmamak gerekiyor. Legal (ki, bunun koşulları da hemen hemen ortadan kalkmış gözüküyor) ve illegal tüm mücadele ve örgütlenme biçimleri koşullara uygun şekilde geliştirilmeli ve yürütülmelidir.

İslamcı faşist diktatörlüğün esas korkusu: Kendi içlerindeki ayak oyunları değil, işçi sınıfı ve emekçilerden gelecek bir direniştir. Ve onları yıkacak olanda bu cepheden gelecek mücadele olacaktır.

DP ve Menders’e son darbeyi 27 Mayıs Cuntası vurmak zorunda kalmıştır. Çünkü, son yıllarda işçi ve öğrenci ayaklanmmaları başlamıştı. ABD’nin telkiniyle burjuvazi güçlü bir halk hareketinin gelişmesinin önüne geçmek için 27 mayıs 1960 cuntasını getirmiş ve kendi aralarındaki hesaplaşmayı kanlı bir şekilde yapmışlardır.

Bugün de Erdoğan’ı ve arkasındaki sermaye gücünü yıkacak ve tahtından edecek olan işçi sınıfı hareketidir. Sınıf içindeki örgütlenme, ekonomik krizin getirdiği sosyal sorunlarla birleşince, daha hızlı bir şekilde güündeme gelebilir. Erdoğan’ın elindeki tek koz, ordu, bürokrasi ve polis gücüdür. Kürdistan’da PKK’nın geliştirdiği direniş ise, Ordu ve diğer paramiliter güçlerin  ne kadar kof olduğunu bir kere daha göstermiştir. Çünkü işgalci gücün halkın birleşik direnişi karşısnda şansı yoktur.

AKP ve Erdoğan’ın sık sık GEZİ’yi anması boşuna değildir. Erdoğan, en büyük korkuyu o zaman yaşadı. Ve hala o korkuyu yaşamaktadır. O burjuvazinin bütün kanatlarıyla uzlaşabilir, ama işçi sınıfyla uzlaşamaz. Çünkü işçi sınıfının devrimci eylemleri burjuvazinin en temel korkusudur.

Bugün, bütün komünist, devrimci ve demoktar güçlerin ortaklaşa hareket etmesinin zarureti ortadadır. CHP’yi yanına almaya çalışanlar yanılır. Sosyal demokrat partilerin tarihi, en gerici güçlerle işçi sınıfına karşı ittifak kurduklarının gerçeği ile doludur. En yakın ve bariz örneği Nazi Almanya’sıdır. Alman SPD’si, Komünistlere (KPD) karşı nazileri açıktan desteklemişlerdir. Naziler, SPD’nin desteği ile komünistleri ezdikten sonra, geride kalan SPD’yi de biçmiş ve kapatmıştır. Bu nedenle CHP üzerine siyaset üretmek isteyen küçük burjuva demokratların bu sınıfsal tutumdan ders çıkarmaları gerekir. Liberal burjuva demokratların dahi CHP’den kestikleri umudu, küçük burjuva demokratların beklemesinin açıklayıcı tek yanı; küçük burjuva sınıfın kendine güveni olmaması gerçeğinde aşikardır.

İslamcı faşizme karşı, “demokrasi, eşitlik ve özgürlük” temelinde bir araya gelinerek her alanda ortaklaşa mücadeleyi öne çıkarmak gerekir. Bu mücadele içinde PKK’yı dışarda tutmaya çalışmak ve onun bu alandaki mücadelesine destek olmamak tam da islamcı faşist diktatörlüğün istediği bir gelişme olacaktır. Çünkü  şu anda islamcı faşist yönetime karşı en büyük demokratik direnişi Kürtler vermektedir. Bazı küçük burjuva sosyal şovenler, islamcılığa karşı gibi gözükürken, devletin milliyetçi-ırkçı yanını okşar bir çizgide durmaları, küçük burjuva sınıf tarihinin tekerrürü gibi sırıtmaktadır. 

İslamcı faşlist diktatörlük, işçi ve emekçilerin tüm direniş umutlarını baskı ve şiddetle kırma yolunu tutmuştur. Kitleler içinde karamsarlığı geliştirmeye çalışıyorlar. Her şeyden önce sınıfı psikolojik olarak teslim alarak mücadele moralini deformize etmek istiyorlar. Yenilgi dönemlerin en kötü yanı; kitleler içinde karamsarlığın ve yenilgi psikolojisinin egemen olmasıdır. 

Güçleri birleştirip her alanda direnişleri geliştirerek bu yenilgi atmosferi kırılabilir ve kırılmalıdır. İşçi sınıf ve emekçilerin önünde başka seçenek yoktur. İçinde işçi sınıfının olmadığı bir mücadele biçimi demokratik hak ve özgürlükleri kazanıp geliştiremeyeceği gibi, sosyal kurtuluş mücadelesini de geliştiremez. 

Faşist islamcı diktatörlüğün korkusu büyütülmeli ve bu bir gerçek halini almalıdır ve alacaktır! 

45766

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar