İsviçre mülteci entegre kampları: Ucuz iş gücü pazarı
İki yıla varan bir süredir İsviçre' de kamplarda yaşamaktayım. Bu süre içerisinde kendi isteğim dışında ( biri sürgün edildiğim deport kampı olmak üzere) toplam altı kampta kaldım.
Şunu net olarak gözlemlemiş oldum ki; kantonlar arası bir takım uygulama farklılıkları olmakla birlikte, tümünde sistem kesinlikle aynı temel mantıkla işliyor: Gerek ilk kamplarda ve gerekse de entegre kamplarında mülteciler ucuz iş gücü olarak görülmekte ve kullanılmaktadır.
Tüm kamplarda, kamp yönetimi alenen TAŞARONLUK yapmaktadır.
Gerek kamu ve gerekse özel sahadan gelen iş gücü talebi kamp yönetimine iletiliyor ve kamp yönetimi de paraya ihtiyacı olan mültecilere bunu iletiyor ve ihtiyaç sahipleri arasından yeterli sayıda mülteciyi, günlüğü 30 Fr karşılığında işgücü talebi olan kişi veya kuruma kiralıyor.
"Amele pazarı " mantığıyla ele alındığından ötürü , besbelli ki kamp yönetimi burada taşeronluk yapmakta ve mülteciler üzerinden para kazanmaktadır.
Mültecilerin iş gücünü günlük olarak 30 Fr.a kiralatan kamp yönetiminin ( esasen de „Göçler İdaresi“ nin) burada her bir mülteci sırtından kazandığı bir meblağın olduğu, tartışmasız bir gerçektir.
Yani İsviçre' deki mülteci kampları da, tıpkı Amerikan hapishaneler sisteminde öngörüldüğü gibi, kapitalizm için birer ucuz iş gücü pazarı/ amele pazarı olarak ele alınmaktadır. Ve hem de "vahşi kapitalizm" dönemine özgü bir ilkellik ve aç gözlülükle. Çünkü çalıştırılanlar hem çok çok düşük bir ücret karşılığında ve hem de hiç bir sosyal güvenlik mevzuatından yararlandırılmadan bu sömürü yapılmaktadır.
Ve işin ilginç tarafı bu uygulama ve tutumlar başta işçi sendikaları ve göçmen kuruluşları olmak üzere sol/ demokrat ve sosyalist etiketli tüm kuruluşlar tarafından bilinmesine karşın, buna ciddi herhangi bir toplumsal tepkinin gösterilmiyor oluşudur.
Keza yine aynı şekilde, özellikle de St.Gallen kantonu'ndaki entegre kamplarında bir süreden beridir mültecilere, "İsviçrelilerin yaşam disiplinini kazandırma" adı altında dayatılan ve uyulması zorunlu kılınan "yeni yaşam disiplini" uygulamasnın da, yine aynı tepkisizlik ve kanıksanmışlıkla karşılanıyor olmasıdır.
Sabah saat 8:30 ile akşam 16: 30 arasındaki zaman diliminde kampta kalan yetişkinlere kampın tüm „ayak işleri ", „iş becerisi ve sertifika kazandırma“ adı altında yaptırılmaktadır. Bu, gönüllülük temelinde de değil; uyulması zorunlu bir "entegrasyon kriteri" olarak dayatılmaktadır.
Ve komiktir, çalışmanın saat başı karşılığı sadece ve sadece 1,5 Frank.
Çalışmayı reddetmenin karşılığıysa, mislince para cezası ve nihayetinde de bir başka kampa sürgündür.
Mültecilere vaat edilen sertifika, ev/ofis temizliği, bahçe işleri, çocuk bakımı ve mutfak işlerine ilişkin olduğundan; bu, mültecilere verilen değer ve layık görülen yaşamın somut göstergesidir de aynı zamanda.
Yani özetle inceltilmiş bir ırkçılık ve hakir görme tutumuna maruz kalmakta bu ülkeye sığınan insanlar.
İtiraz etme seçeneği yok bu " doğrudan demokrasi" de. Kayıtsız koşulsuz biat etmek üzerine kurulmuş sistem.
Uygulamanın ilk dayatıldığı kampta, kampta kalan 54 yetişkinden 39 kişinin imzasını alarak topluca bir itiraz dilekçesi yazmıştık... Demokratik bir ülke ya (!), doğal bir hakkımızı kullanmak istemiştik. Ama, buna dahi tahammülü yoktu bu "doğrudan demokrasi"nin.
Elebaşı olarak hedefe konuldum. Önce, devletin güvenlik biriminin sorgusuna alındım, sonra imzacıları vaz geçirmem istendi ve hiç bir sonuç vermeyince de kamptan polis köpekleri eşliğinde zorlan alınarak „geri gönderilecekler kampı“na bir aylığına sürgüne gönderildim.
"Entegrasyon programı" adı altında mültecilere dayatılan işleri normalde dışardan işçi getirip yaptırmaları gerekiyorken ( ki, bu da en az 3500 Fr. olan asgari ücret karşılığıdır.), bu işleri mültecilere, günlüğü 8- 9 Fr. a yaptırarak ve hiç bir sigorta ödentisi vs yapmadan, hatırı sayılır bir kazanca dönüştürüyorlar.
İsviçre kapitalist sisteminin insanlık dışı bu barbar uygulamalarını teşhir etmek amacıyla kaleme aldığım bu yazı, umarım ilgili kuruluşlar nezdinde bir yankı bulur ve güçlü bir itiraz iradesi oluşturmanın vesilesi olur. 21.07.2021
Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
Yaşamınız İçinde Birgün de Olsa Halkın Yanında Yer Alın!
Bu başlık, sağ ve sol liberallere bir çağrıdır. Liberaller hiç bir zaman doğrunun yanında yer almadılar. Alır “gibi” yapıp, güçlünün yanında, egemenin yanında yer aldılar. Egemenlere karşıymışlar “gibi” yaptılar, izledikleri yol egemenleri, zalimleri güçlendiren yol oldu.
“Demokrasi”den sıkca dem vurdular, “insan haklarından" söz ettiler, ama asla halkın haklı olduğunu, ne ağızlarına aldılar ne de kalemleri beyaz kağıtlara bunları yazabildi. Kendilerine yaşamları boyu siyasal niteliklerini veren; “yetmez ama evet” ile burjuva düzenin bekasından yana tavır aldılar.
"İpler kimin elinde "2
Dünyadaki gelişmeleri dikkate aldığımızda Asya kıtası ve Ortadoğu proleter devrimlerine, ulusal kurtuluş hareketlerinin başarı elde etmesine,zaferle taçlanmasına, objektif şartların en uygun olduğu alanlardır. Yanlızca objektif şartların değil ,aynı zamanda komünistlerin ve anti emperyalist , anti faşist hareketlerin örgütlü ve ciddi bir potansiyol güç oluşturduğuda bir gerçek. Emperyalizmin karnının en yumuşak olduğu bu alanlarda yükselecek halk devrimlerinin emperyalizme büyük darbeler vuracağı kesindir.
Sen susuyorsun çünkü...
Seni Cizre, Silopi, Nusaybin, Diyarbakır Sur, Şırnak ve Dargeçit halkıyla empati kurmaya çağırmayacağım. Çünkü sen ölmüşsün. Bu düzen sana makam ve rahat bir hayat vererek ruhunu esir almış, öldürmüş seni. Ölmüş bir ruh gömüldüğü mezarda dışarıdaki seslere sağırdır.
Sevgili okur, bu sözlerim sana değil, siyasetçileredir.
15. yılında başka bir 19 Aralıkta
“Amaçları, insanı, insandan başka birşey haline getirmekti”. Primo Levi
Aralık sallanıyor.
Bütün ayları özel kılan katliamlarla dolu Türkiye tarihinde, çığlıklar-haykırışlar, direnişlerle dolu Aralık her gelişinde, daha dünmüş gibi sallanıyor….
Bir bireyin tarihini bile objektif olarak yazması zorken, Aralık’ı yazmak hep zorluyor bizi.
Partisizlik Özgürlüktür
Sen benım kım olduğumu bılıyor musun ?
Haa..bılıyom. Bızım koylu husosun.
Avradın da dayak yiyip şehire kaçan huso .
Bireycilik, grupçuluk....
Kapitalizmin ortaya çıkardığı bir hastalık bu.
Kapitalizmin itişi, kalkışının acımazsızca ceyran edişi içerisinde statümüzü, grubumuzu.... buluruz, buldururuz.
Sanki kendimizin, ailemizin, yaşadığımız grubun.... sorunlarını, hislerini ..... başka bireyler, gruplar yaşamıyorcasına, bilemeyeceklercesine davranır, yaşarız.
İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler
Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiç bir zaman elinden bırakmamıştır.
Mazlum Yoldaşın Ardından
Yetmişli yılların ortalarında Malatya’dan İzmir’e gelmişti Mazlum yoldaş. Simsiyah saçları, kararlı bakan ışıltılı gözlerindeki sevgi yüzüne de yansıyordu. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmış, mahallenin “Marangoz İbo”su olmuştu bile.
Taklit yeteneği çok iyiydi. Gırgır ve şamatayı sever öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederken dernektekileri gülmekten kırar geçirirdi.
Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım!” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk da sönerdi.
Şimdi yürüme zamanıdır!
Şimdi savaşma zamanı, savaşı büyütüp her tarafa yayma zamanıdır. Özgürlük ateşini yakınlaştırma ve devrimcileşme zamanıdır. Şimdi büyük bir ısrar ve kararlılıkla zorlukların üstüne doğru yürüme, engelleri cesaretle aşma zamanıdır. Partimizin ideolojik-stratejik hattı, işçi sınıfının, halkımızın, bölge halklarının değişim ve devrim ihtiyacına yanıt olma zamanıdır. Dayanılması zor, yokluk ve yoksulluklarla dolu ezilenlerin çığlıklarına kulak verme zamanıdır. Ertelenmesi asla mümkün olmayan zorunlulukların ve kaçınılmazlıkların gerçekleştirilmesi zamanıdır.
“Hendek” e düşmek mi, hendek atlamak mı?-Dursun Ali Küçük
*Kendimi hendeğe düşmüş gibi hissediyorum….
Kürdistan şehirleri ve ilçelerinde yaşanan vahşet gözlermin önünde kayıp gidiyor.
İçim kan ağlıyor..
Sanırım savaş ortasındaki her insanda bunu yaşıyor.
Ya bu hendekten atlarsın ya bu deveyi güdersin.
Ya da deveye hendek atlamak gibi bir işe kalkışırsın.
Ama nasıl direnirsen diren siyaset ve halkını düşmanın eliyle de olsa hendeğe gömemezsin.
Vebali ağırdır.
*Sömürgeciğe ve işgalciye karşı direnmek farzsdır ve kayıtsız şartsız tartışma götürmez.
"İpler kimin elinde "
Bugün bir arkadaşımla sohbet ederken Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan ve en önemliside Suriye'de neler oluyor üzerine konuşmaya başladık; Ben siyasal tahlillerde bulunmaya çalışrken,, üçüncü dünya savaşının kapıda olduğunu,çanların kimin için çalıyoru anlatırken , arkadaşım dediki:"Yoldaş bu söylediklerini Marks, Lenin, Stalin , Mao yoldaşlar o zamanlar söylemişler... Sen bugüne has özgül tahlil yapsan vede biz bunun neresindeyiz,anlatsan daha gerçekçi olur". Ben önce bir duraksadım şaşırdım , "söyleyen dilim söylemez" oldu.
“Seçme ve Seçilme En Temel İnsan Hakkıdır, Haydi Mülteciler Seçime”; dediler ve!
Yarın 10 Aralık.
1948’den bu yana etkinlikler düzenlenen “Dünya İnsan Hakları Günü”.
“Mültecilerin seçme hakları var artık. Seçme ve seçilme en temel insan hakkıdır” diyerek harıl harıl çalışan kurumlardan bir kısmı; yarın da Suriye’ye yerleştirilen savunma silahlarına karşı protestolar gerçekleştirecekler!(Bu kurumların adını burada belirtmek, yaptıkları iyi şeylere göz kapamakla eş olacağı için; böyle geçelim).