Köhnemiş sistemin külfeti ve sınıf çelişkilerinin daha öne çıkması
Türkiye tarihinin en büyük bunalımını yaşıyor. Ülke oluşan sorunların ve çelişkilerin üstesineden gelemiyor. Mevcut durum ve yarattığı çelişkiler geçmişi aratacak boyutlara tırmanmış. Elbetteki bu geçmişin günümüze alternatif olduğu anlamına gelmemeli. Ama günümüz Türkiye’sinin ekonomik, siyasi, sosyal sorunları öyle müzmin bir hal almış ki, artık sistem ve devlet sömürü ve zor unsurunu daha katmerli boyutlara tırmandırmadan varlığını devam ettiremiyor. Yasama, yargı ve yürütme organlarını tümden fesheden ve çıkardığı en geri anayasayı bile ihlal eden AKP-MHP-Ordu klikleri nezdinde, devlet ve sistem girdiği çetrefilli ve kaotik süreçten bir türlü çıkamıyor. Başbakanlığı olmayan atıl hükümetin direk cumhurbaşkanlığına bağlı olması yönetimin nasıl bir hal aldığını gösteriyor. Elbetteki bu durum devlettin salt cumhurbaşkanından ibaret olduğu anlamına gelmez. Ama geçmişin parlamenter maskesi pörsümüş ve düşmüştür. Devletin sorunlarının kemikleştiği dönemlerde devlet erki daralır, bazı kurumlar lağvolur ve baskı unsuru daha öne çıkar. Nitekim ülkemizde de temelleri iyice sarsılan devlet çığrından iyice çıkmıştır. Saldırı furyasını günümüz boyutlarına tırmandırmıştır.
Bu durum sonucu şuurunu iyice kaybeden faşist diktatörlük Tayyip Erdoğan üzerinden baskı ve saldırı mekanizmasını cunta boyutlarına tırmandırmıştır. Ama artık giderek teşhir olan ve geçmişe kıyasla otoritesi iyice sarsılan ve zayıflayan Tayyip Erdoğan’ın ilk seçimlerde düşme olasılığı var. Düşmesi durumunda başka birisi yerini alacaktır. Seçimleri kaybetmesi durumunda Erdoğan’ın mevkisini terkedip-etmeyeceği ayrı tartışma konusudur. Ancak sistem ve devlet yönetimi oluşan sorunların üstesinden gelemediği gibi daha agresif hal almakta ve sorunların giderek kabarmasına zemin teşkil etmektedir. Bunun sonucu cılkı çıkan faşizmin cenderesi had safhaya tırmandırılmıştır.
Ancak sistemin ekonomik, sosyal ve siyasal temellerinin bu denli çatırdaması ve sömürü ve siyasal baskılarının çığrından bu denli çıkması, ülkemizin çok daha keskin bir sürece gireceğinin göstergesidir. Ülkemizin içine girdiği bu konjonktür mevcut devlet erkinin kitleler nezdinde otoritesini daha sarsacaktır. Çünkü mevcut düzen alt ve üst yapısıyla girdiği sarsıntıya müdahale edecek durumda değil. Sistemin içine girdiği girdap daha derinleşiyor. Sorun yönetimde kimin olup olmamasında değil; sorun sistemin ekonomik, siyasi, sosyal, hukuki ve tüm alanlarda oluşturduğu yumağın giderek büyümesindedir. Bu da halkın tepki ve hoşnutsuzluğunu giderek had safhaya ulaştırıyor. Geçmişe kıyasla kitlelerin ruh haletinde oluşan öfke artık daha üst boyutlarda dışa vuruyor. Kürt, Alevi, kadın vb. sorunlar tüm şiddetiyle devam ederken, hızla artan yoksullaşma, açlık, işsizlik kulvarı toplumun yarıdan fazlasını içine almıştır... Bu kulvar daha da büyüyecek Ve bu durum girdiğimiz yeni yılda daha müzmin hal alacağını gösteriyor...
Düşük Asgari Ücret, İşsizlik, Yoksulluk, Açlık vb. Büyüyen Sorunlar Yumağı
Egemen sınıfların hükümetleri ve devletlerinin her alanda aldıkları kararlar ve uygulamalar sömüren sınıflara hizmet eder. Düzenin yarattığı sorunlara müdahele egemen sınıfların çıkarına tekabül eder. Hele içinde bulunduğumuz dünya çapındaki kronik sorunlar tüm gerici ve faşist devletleri daha sık buna zorlamaktadır.
Bu durum ülkemiz için de geçerlidir. Nitekim Kürt sorununda, Alevi sorununda, kadın sorununda vb. sorunlarda devletin baskı ve tahakkümmü tüm şiddetiyle nasıl devam ediyorsa; emekçi sınıflara yönelik sömürü ve baskı unsuru da had safhaya çıkarılarak devam ediyor. Uluslararası emperyalist sistemin ve bağımlı pazarların mevcut durumları, sorunların ve çelişkilerin nasıl daha derinleştiğini gösteriyor. Bunun sonucu krizin ve yarattığı tüm sorunların külfeti de işçi sınıfına ve emekçi halklara mal ediliyor. Bu sömürü mekanizmasının nasıl keskin boyutlara tırmandığı net bir şekilde görülüyor.
Ülkemizdeki durum aşikardır. Uluslararası mali sermayenin sıcak para üzerinden elde ettiği rantın faturası hep halkımıza kesilmiştir. Kompradorlar ve yerli bankalar da sömürüden paylarını almışlardır. Ancak ülke halkının durumu iyice kötüleşmiştir. Nitekim son alınan 2020 asgari ücret kararları yine ülkenin ekonomik ve mali durumunun çok altında kalıyor. Cumhurbaşkanlığı Hükümeti tarafından belirlenen asgari ücret brüt 2 bin 943 lira, net 2 bin 324 liradır. Bu miktar enflasyon oranının çok altındadır. TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) tarafından açıklanan enflasyon rakamları baz alınarak asgari ücretin belirlendiği ileri sürülse de, gerçekte durum hiçte öyle değildir. Kaldı ki, hükümet tarafından enflasyon oranları düşük gösterilmektedir. Buna rağmen belirlenen asgari ücret, düşük gösterilen resmi enflasyon rakamlarının yine de hayli altındadır. Halkın günlük yaşamında en çok yapılan harcamalar devletin lanse ettiği enflasyon rakamından hayli yüksektir. Nitekim gıda harcamalarına yüzde 54, elektiriğe yüzde 71, doğal gaza yüzde 58, kuru yemişe yüzde 90, konut fiyatlarına yüzde 32 zam yapılmıştır. Görüldüğü gibi asgari ücret piyasa fiyatlarının hayli altındadır. Kaldı ki, asgari ücrete senede bir artış yapılırken, ürün fiyatlarına ve diğer harcamalara senede müteakip defalar zam yapılmaktadır. Nitekim yakın zamanda yeni zamlar uygulamaya konacak, ücret fiyatlarına yapılan artışlar gasp edilecektir.
Sistemin çarkı böyle işlemektedir. Bu çark sömürü mekanizmasının giderek daha hızlandırılmasıdır. Köhnemiş düzenin külfeti tümden emekçi sınıflara çıkartılmaktadır. Ücret fiyatlarına yapılan artışlar tepkiyi engellemek için düşük olan ve kerhen yapılan artışlardır. Nitekim 10 milyon cıvarında emekçi asgari ücretle çalışıyor. Ayrıca bu işçilerin aile efradları da var. Dolayısıyla asgari ücretten olumsuz etkileneceklerin sayısı kat be kat fazladır. Ayrıca kamu emekçilerinin sayısı 3,5 milyon cıvarındadır. Onların da aile yakınları var. Ayrıca emeklilerin ezici çoğunluğunun aldığı maaşlar da asgari ücretin altındadır. Ayrıca kırsal alanda yaşayan köylüler ve küçük üreticilerin çoğu da ekonomik ve sosyal konumları itibariyle aynı durumdadır. Kısacası nüfusun ezici çoğunluğu yoksulluğun ve açlığın hızla büyüdüğü böylesi bir kulvar içine sürüklenmiştir...
Böylesi bir dönem işsizliğin de hızla artığı dönemdir. İşsiz sayısı geçen yılın son ayında resmi kurum TÜİK rakamlarına göre 4 milyon 650 bin çıvarındadır. İşsizlik oranı ise yüzde 14’dür. Ki bu sayı ve rakamlar düşük gösterilen resmi rakamlardır. Ayrıca iş aramayanlar kaale alınmamaktadır. Onlarla birlikte işsizlike ilgili rakamlar yüzde 25’in üzerine çıkmaktadır. İşsizlik artık muzdarip bir sorun olmuştur. Ve mevcut süreçte giderek daha artacaktır.
Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısı toplumun daha yoksullaştığı ve açlık sayısının daha yükseklere tırmandığı bir dönemece girmiştir. Tüketici Hakları Derneği’nin (THD) yaptığı araştırmaya göre ülke nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan 16 milyon kişi açlık sınırındadır. Nüfusun yüzde 60’ını oluşturan 48 milyon da yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Açlık ve yoksulluk sınırı içinde yaşayanların toplamını oluşturan 64 milyon vatandaşın aylık gelirleri geçen yılın belirlenen asgari ücreti olan 2020 TL’nin altındadır. Yani nüfusun ezici çoğunluğu devlet tarafından belirlenen asgari ücretin altındaki gelire mahkum edilmişlerdir. Bu korkunç bir rakamdır. Çünkü bu kitleler aldıkları ücretle yeterli, sağlıklı, dengeli beslenecek bir gelire sahip değildirler. Bu kesimler insanın alması gereken normal gıdadan yoksun tutulacaklar. Ayrıca açlık ve yoksulluk halk kesimlerinin giyecek, ev sorunu, yakıt, vb. sorunlarını da daha üst düzeye tırmandıracaktır. Ayrıca sosyal yaşamları da giderek bozulacaktır. Beraberinde zam, yeni ve artırılan vergiler dayatılacak, kesintilere gidilecektir. Daha 2020’nin ikinci gününde, Genel Sağlık Sigortası (GSS) ve Bağ-Kur prim borçlarını ödeyemeyenler hakkında aleyhte kararlar alınmıştır. Bu karara göre prim borçlarını ödeyemeyen 5 milyon cıvarında vatandaş ücretsiz sağlık hizmetlerinden yoksun tutulacaklardır. Sağlık sorunlarını gideremeyecekler.
Nitekim bunun sonucu içci sınıfının, kafa emekçilerinin ve memurların aldıkları ücretlerin toplamı ulusal gelirin 3’de 1’ne kadar düşmüştür. 10 milyonlara ödenen ücretin bu denli düşmesi sömürünün nasıl da tırmandığının göstergesidir. Ayrıca nüfusun en düşük gelirli kesimin yüzde 20’sinin aldığı miktar yüzde 15’ten, yüzde 6’ya kadar düşmüştür. Kısacası ekonomide kara delik giderek büyüyor. İçinde derin sorunlar yumağı oluşuyor. Ve bedeli çeşitli milliyetlerden ülke halkımıza kesiliyor...
Kaosa Rağmen Mücadele İvme Kazanacaktır
Ülkemiz tarihinin en karmaşık ve çelişkilerin en derinleştiği dönemi yaşıyor. Sorunların daha üst boyutlara tırmandığı bir minvale girilmiş. Fatura tümden halka çıkarılıyor. Ancak emekçilerin geçinme koşulları iyice zorlanmış. Bunun sonucu geçinemedikleri, işsiz kaldıkları için intihar edenlerin sayısı giderek artmıştır. Öyleki intihar olayları artık münferid sorun olmaktan çıkmış, toplumsal sorun halini almıştır. Türkiye halkı geçmişe kıyasla günümüz koşullarında en zorlandığı ve sömürünün, işsizliğin, kazanılan hakların gaspının hızla en üst mertebeye tırmandırıldığı sürece sokulmuştur. Artı-emek sömürüsünün böylesi boyutlara tırmanması geçmişe kıyasla tepkiyi de giderek artırmaya başlamıştır.
Erdoğan ve devletin tüm şürekası kitlelerin tepkisinden çekiniyorlar. Hele hele günümüzde dünyanın bir çok ülkesinde halkların sokaklara çıkması onları daha ürkütüyor. Çünkü tüm dünya çapında artan sömürü, baskı ve saldırı halkları hızla sokaklara döküyor. Diğer taraftan günümüz koşulları da halkları birbirlerine daha yakınlaştırarak peşi sıra birlikte meydanlarda yer almalarına zemin yaratıyor. Türkiye halkının da Gezi’de olduğu gibi tekrar meydanlara çıkma ihtimalinden çekiniyorlar. Onun için halkı sindirmek ve pasifize etmek için durmadan baskı ve saldırıyı daha faşist boyutlara tırmandırıyorlar. Olası gösterilere, eylemlere anında müdahale, saldırı ve korku furyası yaratarak müdahale ediyorlar.
Ancak diğer taraftan ürküyorlar. Bir taraftan sistem ve devlet çarkı geçmişe kıyasla daha sarsıntılı bir güzergaha girmiş durumdadır. Mevcut düzenin üzerinde yükseldiği temeller çatırdıyor. Bunun önünü alamıyorlar. Bununla beraber geçmişe kıyasla kitlelerde tepki ve öfke oluşuyor. Bunu da önleyemiyorlar. İşçiler, öğrenciler, Kürtler, Aleviler, emekçi kadınlar oluşan öfke ve hoşnutsuzlukları daha belirgin bir tarzda yansıtıyorlar. Düzenin ve devletin kitleler üzerindeki otoritesi giderek sarsılıyor. Kısacası sınıf çelişkileri ve baskı unsuru arttıkça devletin temellerinin çatırdağı bir hatta girilmiş durumdadır.
Diğer taraftan devletin sömürü ve baskısını perdelemek için dincilik-milliyetçilik-devlet bekası hep gündemde tutuluyor. Bu gerici doktrinlerini devamlı kılarak onlar üzerinde tahakkümlerini sürdürmeye çalışıyorlar. Kitleler üzerindeki baskı unsuru bu sanal alemlere çekilerek gerçekler kamufle edilmeye çalışılıyor. Kitlelerin gerçekleri görmesini engellemeye çalışıyorlar... Böylece emekçi yığınlar üzerinde yapılan manipülasyonla kitleleri kendi manyetik alanlarında tutmaya çalışıyorlar. Kitlelerden gerçekleri çarpıtmak ve gizlemek için dezenformasyona gidiyorlar. Sömürüyü, siyasi baskıyı, Kürtler, Aleviler üzerindeki zulmü, kadınlar üzerinde ataerkil baskıyı pratikte uygulamak için baskı ve zor unsuruyla birlikte, yukarıdaki sanal yöntemlere günümüz konjonktüründe daha fazla ihtiyaç duyuyorlar. Bunun için de devamlı kaos yaratarak faşizmi daha tırmandırarak iktidarlarını devam ettirmeye çalışıyorlar...
Ancak diğer taraftan çelişkiler geliştikçe ve nesnel durum öne çıktıkça işçilerin, köylülerin ve Kürtlerin öfkeleri öne çıkıyor. Nitekim işçiler geçmişe kıyasla daha çok grev kararı almışlardır. Oysa 15 Temmuz darbe girişimi gerekçe gösterlerek 20 Temmuz 2016’da ilan edilen Olağanüstü Hal ve KHK (Kanun Kükmü Kararnameleri) ile tüm yetkilerin Cumhurbaşkanlığında toplanması sonucu kitle eylemleri, grevler vb. eylemler iyice etkisiz hale getirilmişti. Grevler ve benzeri eylemler yasaklanmış, izine tabi tutulmuş, yaratılan darbe, olağanüstü hal, KHK atmosferi ile bir süre emekçilerin ve tüm muhalif güçlerin eylemleri pasifize edilmişti. Bunun sonucu kitlesel işten çıkarmalar, kamu görevlilerin tasfiyesi, gazeteci, yazarların tutuklanması, basın, yayın ve televizyon gibi kurumların kapatılmasına gidilmişti. Böylece toplum üzerinde darbeler ve sıkyönetimlere has baskı ve yaptırımlar üzerinden yaratılan atmosfer ile kitlelerin ruh hali düşürülmüştü.
Ancak son dönemlerde emekçi kitlelerin sisteme ve düzene karşı ruh halinin yükselişe geçtiği politik atmosfere girilmiştir. Girdiğimiz süreçle birlikte ekonomik ve politik krizin giderek ülkemizde derinleşmesi sonucu yaratılan tahribatın başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçi sınıflara çıkartılması, sınıf çelişkilerini keskin bir hatta çıkarmış ve emekçi kitlelerin düzene karşı tepki ve hoşnutsuzluğunu üst boyutlara tırmandırmıştır. İşsizlik müzmin bir hal alarak en yüksek düzeye çıkmış, dolara endekslenen TL’nin değeri iyice düşüşe geçmiş, bu da beraberinde enflasyonu yükseltmiş, yiyecek ve tüm mallara zamları beraberinde getirmiş, ücretlerin alım gücünü düşürmüş, bunların sonucu krizin tüm faturası işçilere ve diğer halk katmanlarına mal edilmiştir. Bu durum halkın tepkisi ve hoşnutsuzluğunu artırmıştır. 15-20 Temmuz 2016 Darbesinin baskıları karşısında pasifize edilen emekçi sınıflar artık öfkelerini dışarıya yansıtmaya başlamışlardır. AKP Hükümeti’nin otoritesi emekçi sınıflar nezdine sarsılmıştır. Artık emekçiler ve tüm muhalif kesimler AKP Hükümetine olan öfkelerini yansıtmaya başlamışlardır. Bunun sonucu bir ara duran grevler tekrar ivme kazanmıştır.
Nitekim işçiler özellikle 2019 yılında bir çok işyerinde grev kararı almışlardır. 2018 tarihinde Tek Gıda-İş Sendikası tarafından başlatılan Cargill grevi ve Kocaeli Flormar fabrikasında Petrol-İş sendikası tarafından başlatılan grev, tüm zorlamalara ve baskılara karşın gösterdikleri direnişle diğer işçiler için örnek oluşturmuştur. Ve 2019 tarihinde bir çok iş kolunda işçiler greve gitmiş, tepkilerini ve uyarılarını patronlara ve Tayyip Erdoğan yönetimindeki devlete iletmişlerdir. Grevlerle beraber ayrıca bazı işyerlerinde belli bir süre iş bırakma, uyarı iletme eylemleri yapılmıştır. DİSK’e bağlı Nakliyat-İş Sendikası üyesi işçiler örgütlü oldukları illerde meydanlara çıkarak basın açıklaması yapmışlardır. 3 Ocak tarihinde bir çok ilde kamyon şöförleri kontak kapattı. Bir çok ilde inşaat işçileri grev ve eylem kararları almışlardır. Ve daha birçok iş yerinde lokal direnişler ve eylemler yapılmıştır. Bu grevler, eylemler, mitingler, yürüyüşler girdiğimiz 2020 yılında artacaktır. Egemenlerin yarattığı kaos ortamı bunu engelleyemiyecektir. Mevcut durum bunu gösteriyor. Ayrıca işçilerin kıdem tazminatı sorunu, ağır vegiye zorlanmaları, kamu kaynaklarının çarçur edilmesi gibi sorunları da yukarıda değinilen sorunların bir parçasıdır.
İşçi sınıfı ülkemizin içinde bulunduğu bu durumda mücadele ivmesini yükseltecektir. Çünkü AKP-MHP-Ordu yönetimi çığrından çıkardıkları ülkeyi daha zorlu bir sürece sokacaklar. Durum ve gelişmeler bunu gösteriyor. İç durumla birlikte, uluslararası durum bunun emarelerini şimdiden vermektedir. Rojava sorunu, Libya sorunu, ABD’nin İran’ın Ortadoğu askeri gücü liderlerini öldürmesi vb. sorunlar bunu gösteriyor. Ancak unutulmasın ki, ezilenlerin mücadelesi baskının, zulmün, sömürünün artırılmasıyla ivme kazanır. Nitekim yukarıda belirttiğimiz koşullar böylesi bir mücadelenin zeminini geliştiriyor. Ezen ve ezilenlerin arasındaki çelişkiler yumağı derinleştikçe, mücadele de gelişir. Tarihsel materyalizmin yasasıdır bu...
Son Haberler
Sayfalar
Zor Yıllarda "Aydın olmak"
“Ne kadar nahoş olsa da,olguları açıkça görmek,adlı adınca çağırmak, …doğruyu söylemek zorundayız.”[1]
“12 Eylül 1980 sonrası sosyalist mücadelede sosyalist aydınlar” konulu bir yazıyı kaleme almak “zor”; dahası, zor olduğu kadarıyla hüzünlü.
Bizi bırakıp giden(lerden) biri bağlamında bana; Maksim Gorki’nin, “İnsan, ne onurlu sözcük”; Bertolt Brecht’in, “İnsan olmak büyük bir şeydir”; Anton Çehov’un, “İnsanlar inandıklarıdır,” sözlerini anımsatan Ata Soyer’e dair;[2] yazmak daha da “zor” bir iş...
Sayın Gizli Tanık ve Tanıklarıma: Lütfen Kendinizi deşifre Edin!
Yusuf KÖSE
Devrimci yaşama başlayıp biraz “sivirilince”, hakkımda da bir çok şeyler yazılıp çizilmeye başladı. Ancak, bunlar, genellikle burjuva devlet ya da bunların uzantıları aracılığıyla kamuoyuna sunuldu. Ve hala sunulmaya devam ediyor. Bir kısmı gerçekten karşı-devrimin direkt uzantıları, bir kısmı da bilmeyerek onlara hizmet eden “bir tas çorbacılar.”
Bahar geldiğinde filizlenecek olan Çiçek
Saat sabaha doğru yol alıyor, köpekler havlıyor dışarıda, hoparlörden Mehmet koçun sesi geliyor, elimde Sefagül Arslan’ın kitapları, gerillanın kaleminden kelimeler ısıtıyor soğuk odayı. Düşüncelere dalıyorum. İlkel komünal toplumda ava çıkıyorum. Analarımla topluyorum yiyecekleri. Mağaradan mağaraya koşuyorum. Aç kurtlar günümüzün korkusu, beterinden geçiyorum. sana yaklaştıkça azalıyor korkularım. Daha da azalacak korkularımız zaman denen tünelde, dün bugün ve yarın denen tarihsel ilerleyişinde.
Alamut Kartal Yuvasıdır
Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği) demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı.
Kılıçdaroğlu Alevileri mi temsil ediyor? —Ergin Doğru
CHP’nin Alevilerin temsilcisi olduğu iddiası, cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülen aldatmacıdır. Alevilerin CHP ile ilişkisi sorgulanması ve tarihsel gerçeklerin sosyolojik olarak irdelenmesini gerektiriyor.
Gerici sistemlerin Sünni baskı politikalarına karşı sürekli olarak dışlanmış ve baskılanmışları temsil eden Alevilerin, cumhuriyete yaklaşımı baskılanmış toplum psikoloji ile olmuştur. Gerici baskılardan bunalan Alevilerin, kendilerine taktiksel olarak yaklaşan cumhuriyet yönetiminin riyakarlığını anlayabildiğini söylemek çok mümkün değildir.
Adı aşk olsun
Faruk Eskioğlu, bu kitapta yurtdışında yaşayan göçmenlerin memleket ve sıla özlemlerini tarihsel olaylarla harmanlayarak okuyucuya sunmuş. Faruk Eskioğlu, yazarlık yetisiyle gazetecilik gözlemlerini bütünleştirmiş, dişiyle tırnağıyla uğraşarak bulunduğu yerden hayata seslenmiş gazeteci bir dostumuzdur. Kendi deyimiyle bu kitap: ”Gurbetçilik, sürgünlük, kişinin dişiyle tırnağıyla, etiyle ayakta kalma savaşıdır.” Belki de bu tanımlama hayatın yeniden üretilmesi için uğraşan insanların dur-durak bilmeden bulundukları yerlerde çalışarak var-olma savaşını bizlere anlatmış.
Çiğdem Diren Sarısülük;Sevgide Yoldaş olabilmek
Tüm Yoldaş kalabilenlere !
Sevgiyi, sensizlikte yaşamak öylesine zor ki güzel yürekli dost. Zamanı mıydı bu zamansız yolculuğun? Tüm güzellikleri onurluca yaşamayı, en güzel şeyleri hiç ummadığımız zamanlarda yapardın, yaparken de kıskandırırdın bizi.
Ya bu sefer ne demeli...
Hrant Dink’in Katline 2015 Perspektifinden Bakmak
Başlıklı Yuvarlak Masa Toplantısı (18 Ocak 2014, Alba Oteli, Ankara)
12.05 Moderatör Sibel Özbudun’un Hoşgeldiniz Konuşması.
İnsanı faşist kılan nedir? Ergün Aslan
Ya.. niye kullanmadığımız bilgilerimiz körelmek zorunda ya..
Haftanın son dört günü neydi?
Ne güzelde ara sıra olsa da göçmen işçi mi yoksa yerel işçi mi daha köylü olduğunu karıştırıyor olsam da kolektifliğin sözcülüğünü, tabanlığını kaptırmayan her göçmenle kolektiflikteki göçmenlerin yol açtığı gettolaşmayı değil de kolektifliğe hiç uğramayan yerel halkın kolektifte yol açtığı gettolaşmanın yarattığı sorunları tartışıyorduk.Ama şimdi...