Salı Kasım 5, 2024

Kriz ve sistemin ıflası,,

Mevcut sorunlar çözüme kavuşmadığı gibi giderek daha uç boyutlara tırmanıyor. Bunun sonucu  müzmin bir  süreç içerisinde bulunan Türkiye daha katmerli bir dönemece giriyor. Yapılan devalüasyon sonucu TL'nın değeri dolar ve euro karşısında hızla düşüşe geçiyor. Dolara endeksli TL'nin uluslararası rezerv para olan dolar ve euro karşısında tarihinin en büyük düşüşüdür bu. Devalüasyon  beraberinde enflasyon oranını da son 18 yılın en üst düzeyine yükseltiyor. Daha açık bir ifadeyle mevcut ekonomi-politika çökmüştür. Bu ekonomi politika salt Türkiye'yle sınırlı değildir. Uluslararası alanda yürürlüğe konan ekonomik, mali, sosyal, siyasal bir sürecin kendisidir. Dolayısıyla Türkiyenin mevcut durumu uluslararası kapitalizmden kopuk değildir.

 Bu durum 20. yüzyılın sonlarında uluslararası alanda uygulamaya konan neo liberalizmin iflasıdır. Uluslararası mali sermayenin ve devletlerinin yürürlüğe koyduğu esnek para politikası ve esnek üretim tarzının kesintiye uğramasıdır. Dolayısıyla Türkiye'nin içine girdiği durum bu minvalde ele alınmalıdır. Daha açık bir deyimle uluslararası emperyalist yapının içine bulunduğu konumdan soyut ele alınmamalıdır.

   Bu nedenle bu günkü sonucun daha iyi kavaranılabilmesi için yakın bir geçmişe, 2008 krizine ve sonrasına göz atmakta yarar vardır...

    2008 Krizi Ve Piyasaya Sürülen Sıcak Para

Bilindiği gibi 2007-2008 döneminde dünya çapında bir kriz yaşandı. Amerika'da patlak veren Mortgage Krizi başta Avrupa olmak üzere hızla tüm dünyaya yayılır. Bu kriz 1929-32 Krizi'nden sonra uluslararası alanda yaşanan en büyük krizdir. Dünya çapında en katmerli tahribatların oluştuğu kriz furyasıdır. Nitekim yarattığı olumsuz etkiler belirgin bir şekilde kendisini hala hissettirmektedir.

   Aslında 2008 krizinden evel Amerika ekonomisi ciddi sarsıntı geçirir. Bunun sonucu daha 1999, 2000, 2001 yıllarında Amerika'nın ekonomik ve mali durumu kendi iç yapısında sendeler ve üç kez darbe alır. Sistem iyice tıkanmış, ekonomik ve mali piyasaların işlerliği tahrip olmuştur. Yeniden üretim sürecinde meta sermaye tümden para sermayeye dönüşmekte daha zorlanır duruma gelmiş ve bunun sonucu mali piyasalara kayan sanal sermayenin likidite (hisse senetlerinin para sermayeye dönüşmesi) sorunu yaşaması ve kapitalizmin en geliştiği ülkede doruğa çıkması böylesi bir durum yaratmıştır. Bu durum mümkün mertebe kamuoyundan gizlenir ve emperyalist aşamasına ulaşmış kapitalizmin sınırları içerisinde duruma müdahale edilmek istenir.

   Bunun sonucu 1999 ve 2000'de tökezleyen ABD ekonomisine ve mali piyasasına destek için  FED (Amerika Merkez Bankası) faiz indirimine gider. Ancak Amerikan ekonomisindeki sendelemenin 2001'de de devam etmesi üzerine FED müdahalesini devam ettirir. 2001'in başında yüzde 6 olan faizler, Ocak-Ağustos ayında FED tarafından 7 kez düşürülür ve 3.50'ye çekilir. 2001'in Eylül-Aralık aylarında da dört kez faizler düşürülür ve 1.75'e çekilir. Ancak ABD sarsıntıyı tümüyle atlatamadığı gibi hem içte, hem dışta yeniden müdahale ve düzenlemeye ihtiyaç duyar.

   Tam da bu dönemde 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika'nın dört bölgesine saldırı yapılır. El Kaide adıyla üstlenilen bu şaibeli saldırı oluşan Amerika ve dünya konjonktüründe katalizör rol oynar. Ve uluslararası alanda yeni bir dünya konjonktürüne girilir. Bunun sonucu ABD 11 Eylül saldırısını gerekçe göstererek içte yeni düzenlemelere gider ve uluslararası alanda daha saldırgan bir sürece yönelir. Dünyayı tek başına hakim olmak dürtüsüyle tehdit eder. Ve saldırgan bir hatta yönelir. Ve sendeleyen iç yapısının ekonomik, mali, siyasi durumuna müdahaleyi de sürdürür. 11 Eylül  akabinde Afganistan ve Irak işgalleriyle birlikte içte de sendeleyen ekonomik yapısını kısmen kontrol altına alır. Ancak 2002 ve 2003'de birer kez yapılan indirimlerle faiz hadleri yüzde 1'e kadar düşürülür.  Faiz hadleri iyice düşürülmesine rağmen bankalar yine de kredi vermekte zorlanıyorlardı. Likidite öyle boldu ki kredi verecek müşteri arıyorlardı.

    Bunun üzerine bankalar ilk başlarda düşük faizle ve taksitle konut kredilerini satışa çıkarırlar.   Kredi verilenlerin kredi standartları da düşürülür. İlk başlarda kredi veren bankalar ve kredi alanlar memnundur. Kredi alanlar giderek artar. Böylece daha düşük gelire sahip olanlara verilen krediler daha artırılır. Kredi alarak konut satın alanların sayısı giderek artar. 1999-2001'den itibaren hızla düşüşe geçen kredi faizleri, konut satın alanların sayısının hızla artması üzerine 2004 sonlarında 25 baz puan artışıyla 1.25'e yükselir. Ancak faiz artışları bu bazla sınırlı kalmaz ve hızla artışa geçerek 2004'ün Aralık ayında 2.25'e kadar çıkar.

  Konut satışları 2005 yılında da artmaya devam eder. Bunun sonucu kredi alanların sayısı arttıkça 2005 yılında faiz bazları 8 kez artar ve 4.25'e çıkar. Faizdeki bu yükselme 2006'da da devam ederek yüzde 5.25'e kadar çıkar.

  Görüldüğü gibi 1999-2001 sonrasında hızla düşüşe geçen mali piyasalardaki faiz, 2004-2006 yılları arasında tekrar yükselmiştir. Kapitalizmin işleyişi sonucu artan talep faizle birlikte konut fiyatlarını da artırır. Öyleki bazı kredilere duyulan ilgi giderek öne çıkar. Mortgage konut kredileri bunlardan biridir. Öyleki Mortgage konut kredilerinin payı hızla yükselerek toplam konut kredileri içindeki payı yüzde 20'ye kadar çıkar. Artan konut fiyatları ve  artan faiz oranları alınan kredilerde sub-prime(ödeme gücü) riskini giderek artırır. Kredi alanların önemli bir bölümü artan faizler ve artırılan konut fiyatları sonucu ödeme zorluğu çekerler. Artan faizlerle beraber işsizliğin de giderek artması yükselen ve artan faizlerin  ödenmesinde oluşan zorlukları daha artırır.  Bunun sonucu 2007 yılında faizler 3 kez, 2008 yılında 8 kez düşürülür. Ve 0.-0.25 puana kadar iner. Böylece bir dönem şişen emlak balonu Mortgage'de patlar ve tüm dünyaya yayılır. Bu kriz uluslararası kapitalizmin en büyük krizlerinden biridir. Öyleki elde kalan kredileri alamayan bankalar iflasın eşiğine gelmiştir.

   Bunun üzerine ABD, Japonya ve Avrupalı emperyalist devletler kurtarma ve canlandırma paketlerini açıklarlar. Bankaların ve tekellerin ellerinde kalan tahvilleri bastıkları 20 trilyon dolara alarak önlerini açarlar. Bu sanal sermayeyle merkez (emperyalist) ülkelerin bankaları ve tekelleri Türkiye'nin de içinde bulunduğu kenar (yarı sömürge) ülkelere yönelirler. Faiz hadleri 0.-0.25 puana dek düşen emperyalist ülkelerin finans kapitali, böylece 2008 krizinin müzmin faturasını faiz hadlerinin yüksek olduğu bağımlı ülkelere kesmeyi hedeflerler. Faiz hadleri 0.-0.25 puana düşen ABD, Avrupa ve Japonya gibi ülkelerdeki sıcak sermayenin Türkiye'ye geldiği 2008'de Türkiye'deki faiz oranı yüzde 16'ının üstündeydi. İMF ve Dünya Bankası'nın rantçı sermayesi yerini daha kısa vadeli sürelerle giren-çıkan rantiye sermayesine -burjuvazinin deyimiyle- sıcak paraya bırakmıştı...

   Türkiye'ye Giren Sıcak Para..

Uluslararası kapitalizmin girdiği kriz ve yarattığı erozyon sistemi tahrip etmiştir. Ayrıca bankaların ve tekellerin ellerinde kalan sermaye sıcak ve rant sermayedir. Bundan dolayı burjuvazinin bankalarındaki sermayesinin bağımlı ülkelere ihracını daha hızlandırır. Geçen yüzyılın başlarından beri var olan sermaye ihracı mevcut süreçte daha üst boyutlara tırmanmıştır. Uluslararası finans kapitalin girdiği aşırı-üretim ve mali kriz sarmalı ve yarattığı tahribatlar kronik boyutlara ulaştıkça, sömürü, talan, rant mekanizması daha keskin bir hatta sokulur. Bunun sonucudur ki, sıcak para kisvesiyle neo-liberalizm döneminde sermaye ihracının giriş-çıkışı daha hızlandırılır ve daha artırılır. Türkiye'ye de yüksek faiz,                          düşük kur uygulamasıyla dolar, euro gibi emperyalistlerin rezerv paraları geçmişe kıyasla daha serbestçe ve daha hızlı girip-çıkarak, Türk lirasını iyice kendilerine tabi kılarlar. Faizin yüksek olması dolar ve euro gibi sıcak paraya cazip gelir. Türkiye'ye girdiğinde dolar TL'ye çevrilir göreli olarak kur düşük gösterilir, ancak çıktığında tekrar dolara ve euroya çevrilen  TL rezerv para karşısında değer kaybeder. Giderek cari açığı büyüten ve istihdam yaratmayan büyümeyi beraberinde getirir. Bu ekonomi-politika sonucu lira dolara karşı iyice endeksli hal almıştır.

   İMF ve DB üzerinden orta ve uzun vadeli sürelerle giren sermaye, yerini sıcak para tanımıyla kısa vadeli sürelerle giren-çıkan sermayeye bırakır. Bunun sonucu giren sermaye liraya çevriliyor ve Türkiye dahilinde -gelir getiren- bir araca (bir kompradora, bir bankaya, borsaya vb.) yatırılıyor; kısa bir süre sonra - ortalama 1 yıla kadar- elindeki aracı satıyor... Elde ettiği parayı tekrar dolar veya Euroya çevirip çıkyor... Nasıl ki, Dolar ülkeye girdiği oranda çevrildiği lira yükseliyosa, çıktığı oranda da liranın değeri düşüyor. Bu neo liberalizm döneminde sıcak para uygulamasıyla daha üst düzeylere tırmanmıştır.  

   Türkiye'ye giren sıcak para başlıca 3 piyasada kullanılır:

   1)Komprador kapitalizmde kullanılan para:

Dünya krizinin emarelerinin oluşması sonucu DB ve İMF programları 2007'de sona erdirilir.  Yerini sıcak para alır. Sıcak para nakit olarak dolaşıma giren sermayenin, kısa sürede -ortalama bir senede- dolaşımdan çıkması durumudur. Bunun sonucu 2007'den itibaren dışa bağımlı komprador kapitalizmin üretiminde kullanılır. Dolayısıyla komprador burjuvazinin borçlanışı sıcak para üzerinden olur. Kompradorlar verdikleri tahvil ve bono senetleri üzerinden rantiyelerden aldıkları sıcak parayı yatırımda kullanırlar. Karşılığında sıcak para sömürüden rant alır. Bunun sonucu ağır sanayisi olmayan komprador kapitalizm üzerinden dışarıdan ithal edilen mamül malların içte montajı yapılarak dolaşıma sokulur ve ihraç edilir. Kullanılan hammaddeler ve doğal kaynaklar da genelde dışarıdan ihraç edilir. Her yeniden üretim sürecindeki bu işlerlik, beraberinde dış açığı getirir. Çünkü komprador kapitalizmin ithalat gideri, ihracat gelirinden fazladır. Bu da kaçınılmaz olarak cari açık yaratır. Sonraki yeniden üretimde cari açık alınan borçla giderilmeye çalışılır. Ama borç miktarı giderek artar. Çünkü alınan borç mamül metaların hem ithalatında, hem de montajında kullanılır ve sonrasında alınana borç ve faizi ödenir. Komprador kapitalizmin devranı hep böyle döner. Külfeti de üretim sürecindeki işçi sınıfına çıkarılır.  Son dönemlerin bu borçlanması 2008'den sonra sıcak para uygulamasıyla yürürlüğe  konmuştur. Ve bu sürede Türkiye'nin borçları azalmadığı gibi hızla yükselerek 467 milyar dolara ulaşır. Bu borç tarihi olarak oluşan  en yüksek borç miktarıdır.

  2)İnşaat sektöründe kullanılan sermaye:

  İnşaat sektöründeki sermayenin önemli bölümü de sıcak paraya bağımlı sermayedir. İMF programının 2007'de sona ermesinden sonra inşaat sektöründe de sıcak para öne çıkmıştır.  2008'den itibaren devletin desteğini daha fazla almıştır. Kentsel Dönüşüm Projesi yaftasıyla yerli yersiz alanlarda inşaat ve yol yapımı iyice yaygınlaşmıştır. Ülkenin çeşitli yerleşim yerlerindeki  halk katmanlarıyla problemleri olmuştur. Bu sektörün palazlanan kesimi AKP hükümetinden aldıkları destekle halkın arazilerini işgal etmek, evlerini yıkmak, köylülerin ürün ürettikleri ve hayvanlarını otlattıkları arazilerini gasp etmek girişiminde bulunmuştur. Bu sektörde sömürü, baskı ve katliam doruğa çıkmıştır. Ücretlerin en düşük olduğu sektördür. Çalıştırılan işçilerin ezici çoğunluğu taşeron olarak en ilkel, en korumasız ve en riskli şartlarda çalıştırılmıştır. Bu sektörde istihdam edilenlerin ezici çoğunluğu sigortasız, güvencesiz, taşeron işçilerdir. Öyleki işçilerin en çok öldürüldüğü katil sektör inşaat sektörü olmuştur. Son on yılda üretimde katledilen işçi sayısı 11-12 bini bulmuştur. İşçilerin böylesi

                                                                        

koşullarda çalıştırıldığı hep gizli tutulmuştur. Nitekim 3. Havalimanında çalıştırılan işçilerin eylemleri çalışma koşullarının ne kadar acımasız olduğunu açığa çıkarmıştır. Baskı ve sömürü mekanizmasının ne kadar ilkel boyutlara tırmandırıldığını göstermiştir. Nitekim 3. Havalinı'nda çalıştırılan işçilerin yüzlercesi bizzat katledilmiştir. İnşaat sektörünün GSYİH içindeki payı geçen yıl yüzde dokuza çıkarken, bu sektörün diğer branşlarıyla elde ettiği pay yüzde 30'u geçmiştir. İnşaat sektörü finans sektörüyle iç içe geçmiştir. Tahvil  ve bono senetleri üzerinden bankalardan epeyi kredi çekmiş ve gelirlerini paylaşmışlardır. İnşaat sektörü geçmişe kıyasla daha merkezileşmiş ve dışa daha bağımlıdır. Bunun sonucu sıcak paranın rant aldığı sektörlerden biridir. Gayri menkul statüsündeki inşaat sektörü artı-değer üretmez. Üretim sürecinde gaspedilen artı-değerden pay alır. Ancak bu yılın ikinci yarısında girilen ve giderek derinleşen krizin en çok etkilediği sektörlerin de başında gelmektedir. Nitekim krizle birlikte iflas eden şirketler içerisinde  başı çekmektedir. Diğer sektörler gibi inşaat sektörü de krizin faturasını emekçilere ve topluma çıkartmıştır.

  3)borsa, faiz, bono, tahvil gibi spekülatif piyasalara giren para:

  Sıcak paranın cirit attığı piyasalardan biri de borsa, faiz, bono ve tahvil gibi rantiye piyasalardır. Sıcak para üretim süreci dışındaki bu piyasalardan ciddi rantlar elde etmiştir. Sıcak para rantiye sınıfın geliridir. Dolayısıyla sıcak para aynı zamanda spekülatif sermayedir. Dışarıdan gelen rantiye sınıfı içteki rantiyelerle beraber spekülatif piyasalarda at oynatmışlardır. Onlara her türlü imkan ve olanaklar tanınmıştır. Sıcak para borsalardan, faiz piyasalarından, bono ve tahvil piyasalarından rant elde etmek için bu piyasalara istedikleri an girer ve istedikleri an çıkarlar. Sıcak para spekülatif piyasalara kısa vadeli sürelerle girer.  Dolar, Euro olarak Türkiye'nin borsalarına, bono ve tahvil piyasalarına girdiğinde yerli paraya çevrilir. Ve yüksek faizlerle bankalar ve kamu sektörleri üzerinden rant piyasalarına yatırılır. Çıktığında ise tekrar dolar olarak çıkar. O ülkenin gelirinin önemli bölümünü alır götürür. Vergiden muaf tutulur. Ulusal gelirden -daha açık deyimle sömürüden- pay alır. Dolayısıyla sıcak para aldığı rantla girdiği ülkede yaratılan değerin önemli bölümünü talan eder. Girdiği ülkenin ihracat ve diğer gelirleri ile ithalat ve diğer giderleri arasındaki cari açığı büyütür. Tüm bunlar ülkemiz için de geçerlidir. Sıcak para Türkiye'ye de bu minvalde girmiştir. Düşük kurla ama yüksek faizle Türkiye'nin spekülatif piyasalarına girmiştir. Bankalar, komprador kapitalizm, borsalar, ticari, inşaat sektörü vb. piyasalar  üzerinden girmiştir. Tüm bu sektörler de sıcak paranın sömürüsünden paylarını almışlardır. Halk katmanları giderek yoksullaşmış, onlara daha bağımlı kılınmış ve düzenin tüm külfeti emekçi sınıflara yüklenmiştir.

    Kronik Ve yapısal Krizin Külfeti

 2008 Krizi sonrası FED tarafından alınan karar üzerine sıcak para kisvesi altında bağımlı ülkelere giden spekülatif sermayenin günümüzde tekrar geri çekilmesi kararı alınır. ABD bunun için  ülkesinde faiz oranlarını artırmaya başlamıştır. ABD Merkez Bankası (FED) 2016'da aldığı kararı 2017'de uygulamaya koymuştur. Bunun sonucu yüzde 0.00-0.25 bandında olan faiz oranı, 25 baz puan artırımıyla 0.25-0.50'ye çekilir. Daha sonra yükseltilen faiz oranları 2018'in Eylül ayına kadar 2.00-2.25 bandına yükseltilir. Bu yıl sonuna doğru bir kez daha faiz artırımına gidilmesi bekleniyor. Ayrıca 2019 yılında da faiz bandında yükselişin devamı hedefleniyor. Böylece 2008 Krizi sonrası Amerika'da düşen faiz hadlerinin FED tarafından alınan kararla yükseltilmesi hedefleniyor. Ancak bunun düşünüldüğü gibi yerine getirirlip-getirlemeyeceği endişeleri de var. Bu endişelere rağmen şimdilik yürürlüğe konan işlem faizlerin yükseltilerek dış ülkelere sürülen sanal doların geri çekilmesidir. Peki neden faizler yükseltilerek geri ülkelere gönderilen sıcak para geri çekilmek isteniyor?..

                                                                       

2008'de patlak veren mali kriz ve aşırı üretim kriziyle birlikte tekeller ve bankalar iflasın eşiğine gelmiştir. Hatta batan ve iflas eden bankalar ve tekeller olmuştur. Bunun üzerine ABD devleti finans kapitali kurtarmak için karşılıksız para basar. Ve bu sanal parayla iflasın eşiğine gelen bankaların ve tekellerin ellerinde kalan ve hiçbir değeri olmayan hisse senetleri ve tahvilleri alır. Bunun için 4 trilyon dolar basılır (Quantitative Easing-QE) ve finans kapitalin hizmetine sunulur. Bu sermayenin önemli bölümü faiz hadlerinin yüksek olduğu bağımlı ülkelerin piyasalarına akın eder. Örneğin Amerika'da 2008 krizi patlak verdiğinde faiz 0.25 iken, Türkiye'de 16.75'dir. Sıcak para bunun sonucu Amerika ve Avrupa'dan Türkiye ve bağımlı ülkelere yönelir.

   Ancak ABD tarafından basılan ve piyasaya sürülen 4 trilyon dolar sıcak para Amerikan'ın 200 yıllık tarihinde basılan toplam 870 milyar doları bulan sıcak paranın 4 katından fazladır. Böylesine kısa bir sürede bu denli yüksek miktarda basılan ve banka ve tekellerin hizmetinde piyasaya sürülen bu sıcak para, üretim ve dolaşım sürecinde yer almayan, değer içermeyen ve temsil etmeyen sanal paradır. Üretilmeden piyasaya sürülen iradi paradır. Doların günümüzde bu denli iradi ve sıcak para olarak piyasaya sürülmesi altın rezervinden iyice kopması demektir. Öyleki 1971'den itibaren altın rezervini reddederek doları rezerv para ilan eden ABD parasının değeri altın karşısında düşüş yaşamıştır. Öyleki o dönem 1 ons (31,1 gram) altın fiyatı 35 dolar iken; günümüzde 1 ons altın 1200 doları geçmiştir. Belli dönemler dolar altın karşısında yükseliş göstermişse de, tarihsel olarak yükselişte olan altın olmuştur. Bunun sonucu 2. Paylaşım Savaşı'ndan en karlı devlet olarak çıkan ve diğer ülkelerin altınlarını kendi bünyesinde toplayan ABD'ye olan güven günümüzde giderek sarsılmış ve  diğer ülkelerin Merkez bankaları dolar karşılığında Amerika'daki altınlarını çekmeye ve ABD'nin altın rezervinin eskiye kıyasla azalmasına neden olmuştur. Doların altın karşısında bu denli devalüasyona uğraması yetmezmiş gibi, günümüzde basılan sıcak paranın trilyonlara ulaşması, doları daha sarsıntılı bir duruma sokmuştur. Böylece paranın değer üretiminden yoksun menkul ve gayri menkul piyasalarda yoğunlaşması sistemin sorunlarının kronik boyutlara ulaşmasının göstergesidir. Bunun sonucu üretici güçler ile kapitalizmin mülkiyet biçimi arasındaki çelişki artık istikrarlı dönemeçlere kapalı bir sürece girer.

   Amerika dışında Avrupa devletleri, Japonya, Kanada, Rusya gibi devletler de değerden yoksun karşılıksız para basmışlardır. Çin onlara kıyasla karşılıksız para basmaya fazla ihtiyaç duymamıştır.  Tüm emperyalistlerin bastığı ve rant piyasalarına sürdükleri toplam para miktarı 20 trilyon doları bulmuştur. Ve bu miktar tüm dünya çapında piyasadaki toplam para miktarını oluşturan 80 trilyon cıvarındaki doların dörtte birini oluşturur. Uluslararası kapitalizmin bu mevcut durumu doların değerini azaltıyor ve devalüasyon ve enflasyon olasılığını güçlendiriyor. Ayrıca fabrikaların ve işyerlerinin kapanması, işsizliğin artması, evsiz-barksız kesimlerin oluşması gibi sorunları beraberinde getiriyor. Para basımı ve devalüasyonla Amerika'da geçen yılın borç miktarı hızla artmış ve ulusal gelirden (GSYİH) fazla olmuştur. Tüm bu gelişmeler sonucu doların rezerv konumu bile tartışılmaya başlanmıştır. Çin “Yeni Dünya Merkez Bankası” veya “yeni para birimi” teklifi getirirken, Rusya'nın da desteğiyle doların tek başına rezerv para olmasına itiraz etmektedir. Ayrıca ekonomisi ve ticareti gelişen Çin parası da uluslararası piyasalara sürülerek rezerv para işlevi görmeye başlar. Tüm bu gelişmeler ABD'yi yeni adımlar atmaya zorlar. Amerika devleti ve FED artık yeni bono ve tahvil alımını durdurup, faizleri artırma kararı alır. Kendi içindeki spekülatif piyasalara ve geri kalmış ülkelere sürülen sanal sıcak paranın -en azından- bir miktarının faiz artırımı ile piyasadan çekilmesi hedeflenmektedir. 2008 Kriziy'le doruğa çıkan para basma (QE) kararı, günümüzde geri çekilen parayı

                                                                  

QT(Quantative Tightening) kararı ile parayı sınırlama, yani yok etme ve yakma kararını da beraberinde getirir. Bunun sonucu 2017 ve 2018'in Ekim ayına kadar geri çekilen 300 milyar dolar yakılmıştır. Plana göre 2019'da 1 trilyon dolar daha yakılacaktır. Böylece piyasaya sürülen sanal sıcak paranın  miktarı ve hacminin daraltılması hedefleniyor.  Dünya pazarlarına yerli-yersiz sürülen paranın hacmi genişledikçe artık yapısal ve kronik sorunları da beraberinde getirmektedir. Bir zamanlar durmadan para olarak basılan kağıt parçaları gerçekte para olmaktan çıkmıştır. Sistemde tahribatlar yaratır duruma gelmiştir. Onun için finans kapitalin devleti “çare” olarak parayı yakma, yoketme kararı alır. ABD'nin aldığı ve uygulamaya koyduğu bu karar henüz diğer emperyalist devletler tarafından alınmamıştır. Ama artık iyica laçkalaşan sistemin diğer devletleri de aynı minvaldedirler. Mevcut konumları sonucu Fransa. İngiltere, İtalya, Almanya, Japonya gibi devletler de üretimden kopuk değer içermeyen para basımına gitmişlerdir. Altın rezervinden ve emeğin yarattığı değerden kopuk rant sermayeyi yakma kararını bu devletlerin de alması kimseyi şaşırtmamalıdır.  

   Bu duruma karşın sanal paranın çekilmesinin yaratacağı sorunlar da tartışma konusu olmaktadır. Ulusal giderleri ulusal gelirlerinden fazla olmuştur ve değerden yoksun da olsa sanal sıcak paraya da ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle piyasadan çekilmesine, yokedilmesine karşı çıkanlar da vardır. Lakin karşılıksız basılan sanal para piyasaya sürüldükçe ödeme gücü (sub-prime) düşmektedir. Bir taraftan sanal para basımıyla şişen balonun patlama riski, diğer taraftan sanal paraya duyulan ihtiyaç... Aslında uluslararası bankaların, tekellerin, rantiyelerin bu mevcut durumu “iki ucu boklu değnek” misali, her attıkları adım yeni sorunlara gebedir. İhtiyaç duyulan ve uygulamaya konulan karar beraberinde başka sorunları getirmektedir. Mevcut sistem böylesi bir helezonik sorunlar kulvarı içerisine girmiştir.

  Uluslararası kapitalizmin ilan ettiği neo liberalizm süreci, oluşan sorunların üstesinden gelemediği gibi giderek daha müzmin bir hatta sokar. Küreselleşme yaftasıyla ve sınıflarüstü tahlillerle mevcut durumu gizlenen pörsümüş ve can çekişen uluslararası kapitalizmin aslı günbegün daha açığa çıkmıştır.

    Mevcut emperyalist sistemin bu durumu bağımlı kıldığı yarı-sömürgeler üzerinde de ciddi sorunlar yaratmıştır. Zaten Türkiye ve benzeri bağımlı ve pazar durumundaki ülkelerin ekonomik, siyasi, sosyal durumları emperyalizmden soyutlanamaz. Bağımlı ülkeler ekonomik ve mali olarak ilhak edilmiş ve siyasi olarak bağımlı kılınmışlardır. Mevcut konjonktürde bu gerçeklik bir takım sol hareketler tarafından yeterince görülmüyor, ya da gözardı ediliyor. Bunun sonucu emperyalizmden medet umuluyor. Elbetteki tüm olumsuzluklarda bağımlı ülkelerin uşakları olan komprador burjuvazi ve hükümetlerinin de bunda payı vardır. Emekçilere ve Kürtlere yapılan saldırı, katliam ve katbekat artan sömürü Türk hakim sınıfları ve onların baskı aygıtlarınca yerine getiriliyor. Ama bu gerçeklik emperyalist sistemden kopuk ele alınamaz. ABD, Almanya, Fransa, Rusya, Çin gibi emperyalist devletlerin sömürüsünden pay alıyorlar. Ama son tahlilde bizim gibi ülkelerdeki sömürü, baskı, katliam, soykırımların perde arkasında emperyalistlerin varlığı gözardı edilemez.

   Nitekim ABD'nin aldığı faizleri artırma ve sıcak parayı kademeli olarak kendi ülkelerine çekme kararı, daha önce ABD önderliğinde alınan neo liberalizm, esnek-para ve esnek-üretim, yüksek faiz,  düşük kur politikalarının iflasının sonucudur. Aldıkları kararlar bağımlı ülkelerin burjuvazileri ve yönetimleri üzerinden uygulamaya konmuştur. Bunun sonucu günümüzde sistemin yarattığı kronik krizin giderek ağırlaşan külfeti çeşitli milliyetlerden Türkiye emekçilerine çıkarılır. 

                                                                       

           Türkiye Tarihinin En Büyük Krizi

2007-2008 Krizi'nin tüm dünya çapında yarattığı tahribat kendisini Türkiye'de de hissettirir. Gelen sıcak paranın muhtevası ve oynadığı rol gerçeklerden gizlenir. Gerçekte ise gelen para emperyalistler tarafından karşılıksız  basılan ve rant piyasasında cirit atan sanal sıcak paradır. Amaç geri ülkelerin spekülatif piyasalarına girerek ülkeyi yağmalmaktır. Bunun sonucu sömürü, talan, rant katbekat artırılır ve ülke daha bağımlı hale getirilir. Nitekim yukarıda anlattığımız gelişmeler ve nedenler sonucu ülkemizin girdiği dönemeç ile  mevcut durum daha net açığa çıkar.  Ancak sıcak para istediği an girdiği gibi istediği an da çıkan paradır. Kapitalizmin spekülatif işleyişi sonucu dolar vb. paraların -girdiği ülkedeki- çıktısı girdisinden fazla olunca, kur yükselir, yerli para düşüşe geçer. Nitekim ABD tarafından alınan Amarika'da faizlerin artırılması kararı Türkiye'den çıkan doları günbe gün artırır.  Bir dönemler Amerika'da faizlerin düşmesiyle Türkiye vb. ülkelere akan sıcak para, ne zaman ki Amerika'da faizler yükseltildi hızla Türkiye'yi terketmeye başladı... Bunun sonucu lira da hızla değer kaybetmeye başladı...

   Bundan dolayı doların 2017 ve 2018'den itibaren Türkiye'de yükselişe geçmesi kendisini daha hissedilir düzeylerde gösterir. 2017'nin Eylül ayında 3.40'lardan yükselişe geçen dolar kuru yıl sonunu dalgalı iniş çıkışlarla 3.81'de kapatır. 2018'in Ocak ayına 3.77 TL olarak giren dolar Nisan ayından itibaren  yerini hızlı yükselişe bırakır. Bu yükseliş kendisini hissettirir şekilde hızla devam eder ve 14/08/2018 tarihinde 6,87'ye tırmanarak en yüksek kura ulaşır. Euro da 2018'in 14 Ağustos'unda 7.84'e çıkar. 

  Tüm bunlar dolar ve euro bandında ani ve hızlı yükselişlerdir. Her ne kadar günümüzde Dolar 5 TL üstünde, euro 6 TL cıvarında dalgalı kur uygulamasına girmişse de, bu Merkez Bankası tarafından  politika faiz oranının yükseltilmesi sonucu olmuştur. 2018'in Haziran ayında 16,25'ten yüzde 17,75'e yükseltilen politika faizi, yüzde 6,25 puan artırımı ile Eylül ayında yüzde 24'e çıkarılır. Sıcak parayı kısmen tutabilmek için faiz oranı bu denli yükseğe çekilmiştir. Bunun bedeli de giderek yoksullaşan emekçi halka çıkarılacaktır. Nitekim yapılan zamlar ve kesintiler 2019 tarihinde daha tırmandırılarak halka mal edilecektir. Buna karşın 2018'in başlarında 4 TL'nin altında olan dolar eski kura çekilememiştir. Faiz daha yükseltilmiş, kurun yükselişi önlenememiştir.  Yüksek faiz, düşük kur uygulaması tabiri caizse yerini “daha yüksek faiz, daha yüksek kur,” uygulamasına bırakmıştır. 

    Emperyalistler ve Türk hakim sınıflarının icraatçısı AKP Hükümetinin bu uygulamaları artık daha belirgin bir şekilde kendisini gösterir.

    Öyleki TL hızla ve hissedilir bir şekilde dolar karşısında devalüasyona uğrar. Amerika'da 2016'dan sonra 0.-0,25 arasındaki politika faizleri, FED (Amerika Merkez bankası) tarafıdan 2017-2018 tarihlerinde 2.00-2.25  bandına kadar yükseltilir. FED'in kararına göre bu artış önümüzdeki dönem de sürdürülecektir. Amerika'da faizlerin yükselmesi sonucu Türkiye vb. ülkelerde sıcak para  hızla terk etmeye başlar. Bunun sonucu Dolar, Euro gibi döviz kurları yükselirken TL'nin düşüşünü beraberinde getirir. Ve Türkiye'den  çıkan döviz miktarı artışa geçer.  Devalüasyon TL'nin dolar ve diğer dövizler karşısında düşüşe geçmesi sonucudur. Dolayısıyla Türkiye gibi dolara, euroya vb. dövizlere endeksli bağımlı bir ülke parasındaki devalüasyon beraberinde, üretilen ve piyasaya sürülen metaların fiyatlarında artışı da beraberinde getirir. Bu da ülkedeki enflasyonu yükseltir.  Devalüsayon ve enflasyon arasındaki bu ilişki kapitalizmin ekonomi-politik ilişkisinin sonucudur. Nitekim ülkemizde üretilen ve dolaşım sürecine sokulan meta fiyatlarının ve tüm sosyal harcamaların TL olarak yükselişe geçmesi, devalüasyon ve enflasyonun içiçe geçmesinin ve nasıl sarmal bir hal aldığının göstergesidir. Tüm bunlar ABD'nin FED faizlerinde artış kararı alması   sonucudur. Bu karar gelen sıcak paranın önemli kısmının Türkiye'yi terketmesini beraberinde getirir.

                                                                    

   Çeşitli milliyetlerden emekçi halkımıza kesilecek diğer bir fatura TC devleti ve komprador burjuvazinin borcudur. Devletin borcu 2018'in Haziran ayına kadar 466,7 milyar doları bulmuştur. TC tarihi borç tarihidir. Emperyalizme bağımlılık beraberinde borçlanmayı getirmiştir. Yapılan sermaye ihracı ülkeyi borç kulvarı altına almıştır. Ancak şu anki borc TC'nin en yüksek miktarını oluşturuyor. AKP işbaşına geldiği 2002 tarihinde devletin borcu 129,6 milyar dolardır. Ancak bu borç hayli artarak günümüzde 466 milyar doları aşmıştır. TC'nin en yüksek borcunu oluşturan bu meblağ İMF ve DB'na olan orta ve uzun vadeli borç da değildir.  Bu borç daha kısa vadelerle alınmıştır. Sıcak paranın cirit attığı koşullarda kısa vadeli tahvil ve bonolar üzerinden alınan borçtur. Dolayısıyla bu borcun faturası ve külfeti çok daha ağırdır. Ve bu ağırlık halk katmanlarının sırtına yüklenmektedir.

   Bir yıl içerisinde ödenecek borç miktarı 180 milyar doların üstündedir. Ayrıca borca ilaveten 51 milyar dolar da cari açık finansmanı var. Görüldüğü gibi bir yılda ödenmesi gereken 231 milyar dolar, toplam borcun yarısına yakın bir meblağ oluşturuyor. Devlet bu miktarı ödemede hayli zorlanacaktır. Borç tutarı epeyi yüksek olduğu gibi ödeme koşulları ve içinde bulunulan mevcut süreç ödemede ayrıca sorun oluşturuyor. ABD'de artan faizler sonucu ivme kazanan doların çıkışı; borcun hayli yüksek meblağ oluşturması, ödeme zorluğu, girilen devalüasyon, enflasyon, derinleşen kriz, AKP'ye güvenin iyice sarsılması vb. faktörlerle daha hız kazanmıştır. Mevcut bu ekonomik-politik atmosfer Türkiye'deki döviz çıkışını, kriz sürecini ve oluşan katmerli sorunları daha uç boyutlara tırmandırır. 

   Bu ekonomik ve sosyal sorunlarla beraber mevcut politik konjonktür de krizin derinleşmesinde rol oynar. ABD-TC ilişkileri geçmişe kıyasla çetrefilli bir sürece girmiştir. Özellikle Ortadoğu ve Kürt politikasında AKP ile ABD arasında ciddi sorunlar oluşmuştur. ABD-Rusya Ortadoğu kapışmasında geçen yüzyılın ikinci yarısından beri müttefiki olduğu ABD'den çok, Rusya saflarında  yer almıştır. Suriye, Rojava, Kürt sorunu gibi alanlarda daha çok Rusya'nın güdümünde hareket eder.  Bu da ABD ile TC arasında çelişkiler yaratır. Bu durum belli ölçülerde ABD-TC arasındaki ekonomik  ilişkilere de yansır. Nitekim bu durum en çok borcu olduğu ABD'yle olan ilişkisinde kendini gösterir. Sıcak parayı hızla çeken ve ekonomik ve mali sorunlar yaratan ABD'dir. Devalüasyonda ve enflasyonda başat rolü oynayan güçtür ABD. Hatta ABD bu sorunları aralarındaki çelişkilerde yaptırım unsuru olarak da kullanır.

  Ekonomideki tüm bu gelişmeler ve yarattığı olumsuz etkiler ortadadır. Bunun nedenleri çarpıtılmak istense de gerçek durum aşikardır. Nitekim devalüasyon ve enflasyon kendisini hemen göstermiştir. TÜİK(Türkiye İstatisk Kurumu) rakamlarına göre Ağustos ayında TÜFE(Tüketici Fiyat Endeksi) yüzde 17,90'a çıkan enflasyon sonraki aylarda daha artmış, Eylül ayında yüzde 24,52'ye, Ekim ayında % 25,24'e çıkmıştır. Yİ-ÜFE (Yurt İçi-Üretici Fiyat Endeksi) ise Ekim ayında % 45,01'e kadar çıkar. Kasım ayındaki enflasyonun resmi rakamları TÜFE'de %21,62'ye, Yİ-ÜFE'de %38,54'e düşmüştür. Bu rakamlar hükümetin resmi rakamlarıdır. Rakamlarda manipülasyona gidilmiş ve çarpıtılarak lanse edilmiştir. İnandırıcı olmayan hükümet tarafından çarpıtılan popülist rakamlardır. Oysa halkın alışverişte yaptığı ödemeler gösterilen resmi rakamların hayli üstündedir. Kaldı ki resmi rakamlar ve enflasyon oranları bile AKP döneminin en yüksek oranlarıdır. Burjuvazinin klasik tavrını AKP'de göstererek durumu ehven-i şer gösteriyor. Ama gerçek durum ortadadır. Dolayısıyla mevcut durum 2019'da daha sancılı bir sürece girileceğinin göstergesidir.

   Nitekim TÜİK tarafından 2018'in 3. çeyreğinde büyüme oranı yüzde 1,6 olarak açıklanır. Aynı yılın birinci çeyreğinde büyüme yüzde 7,4, ikinci çeyreğinde yüzde 5.2 olarak belirlenmişti. Resmi rakamlara göre 3. çeyrekte büyüme bir hayli düşmüştür. Bunun sonucu sermaye yatırımları yüzde 3,8 oranında daralmıştır. Yine resmi rakamlara göre ekonomideki bu gerileme ve daralma 3. çeyrekte GSYH'da yüzde 1.1 düşüş gösteriyor. Ayrıca Erdoğan'ın ısrarla vatandaşlara hitaben yaptığı çağrıda eledki dövizin hızla Türk lirasına çevrilmesi çağrısı pek tutmamıştır. Nitekim bunun sonucu mümkün mertebe dövizi elde tutmak için devlet tarafından döviz endeksli tahvil çıkarılmış ve piyasaya sürülmüştür. Tüm bunlar ülkenin mevcut durumunun nasıl bir hatta sokulduğunu gösteriyor.

   Görüldüğü gibi mevcut durum 2019 Türkiye'sinde çelişkilerin daha derinleşeceği, yoksulluğun daha üst düzeylere tırmanacağı, katmerli baskıların daha artacağı bir sürece girileceğini gösteriyor. 

   Nitekim doları, euroyu kısmen tutabilmek için dövize ödenen politik faiz oranı yüzde 24'e çıkarılmıştır. Bu AKP'nin ve burjuvazinin ne kadar dolara bağımlı olduklarının göstergesidir. Böylece yerel seçimler arifesinde kendi politik çıkarlarını da düşünerek yükseltilen faiz oranı ile döviz fiyatlarını çekebildikleri ölçüde aşağıya çekmeyi planlıyorlar. Bunun da faturası yapılan ve daha da yapılacak zamlarla, artırılan vergiler ve gidilen ve daha da gidilecek kesintilerle emekçi halk kesimlerine mal ediliyor. Tüm bu yükler ileriki dönemlerde daha ağırlaştırılacaktır. Halkın alım gücü iyice düşürülecektir. Nitekim bunların etkisi halk yığınlarında kendisini hissettirmeye başlamıştır. Bunun sonucu yoksullaşma halk nezdinde hızla üst boyutlara tırmanmış ve yoksullaşan kesimlerin sayısı katbekat artmaya başlamıştır.

  Fabrikalar ve işyerlerinin önemli bölümü kapanıyor. 30 binden fazla işyeri kapanmıştır. Bunlar içinde 3 binden fazla işyeri konkordato ilan etmiştir. Ve birçok işyeri borcunu ödeyemez durumdadır. Tüm bunların sonucu işsizlik de hızla artmıştır. Zaten Türkiye'nin müzmin bir sorunu olan işsizliğin mevcut süreçte katbekat daha artması kaçınılmazdır.

    Kaldı ki, çalışan işçilerin bile hiçbir güvencesi yoktur. En ilkel şartlarda çalıştırılıyorlar. Maden ocaklarında, inşaatlarda, metal işkollarında, taşımacılık vb. iş kollarında çalıştırılan işçilerin iş ve can güvenliği sağlanmamıştır. Bunun sonucu  AKP'nin işbaşında olduğu 15 yılda ölen işçi sayısı 20 bini geçmiştir. Ayrıca çalıştığı işkollarında iş hastalıkları sonucu ölen işçi sayısı çok daha fazladır. Uluslararası Çalışma Örgütü ISO(İnternational Labour Organization) raporuna göre sadece 2017 yılında işle ilgili hastalıklar sonucu ölen işçi sayısı 12 bin cıvarındadır. ISO raporuna göre “Meslek hastalıkları buz dağının görünmeyen yüzüdür.” Ayrıca ölen işçilerin yüzde 98'i sendikasız işçilerdir.   Bu ölümlerden toplum bihaber tutulmuştur. Kısacası Türkiye koşullarında onbinlerce işçi çalışmaya zorlandıkları ilkel koşullarda katledilmişlerdir. Yine on binlerce işçi sakat ve hastalığa maruz bırakılmıştır.

   Ayrıca çok ucuza çalıştırılmışlardır. Giderek taşeron firmalar tarafından çalıştırılarak çifte sömürüye tabi kılınmışlardır. Sömürü mekanizması, baskı ve yaptırımlar tırmandırılmıştır. Son yıllarda OHAL ve KHK uygulamaları ile katmerli sömürü ve baskı doruğa çıkarılmıştır. İşten çıkarmalar hızlandırılmış, işsizlik körüklenmiştir.  

  Tüm bunlar emperyalistlerin ve komprador kapitalistlerin neo liberalizm kisvesiyle devreye soktukları sürecin sonuçlarıdır. Esnek para politikası ve esnek üretim tarzı adı altında, sömürünün artırıldığı, zenginlik ve yoksulluk arasındaki makasın iyice açıldığı bir dönemin sonuçlarıdır. Ve    oluşan aşırı üretim ve mali krizin her geçen gün daha derinleşerek sistemin temellerinin iyice sarsıldığı bir dönemdir. Türkiye tarihinin yaşadığı en büyük krizdir. Ve sıcak paranın cirit attığı ve rantın doruğa çıktığı bir sürecin sonucudur bu kriz...  Yüksek faiz, düşük kur ekonomi-politikasının sonucu oluşan krizdir...

     Kriz İle Sınıf Çelişkilerinin Daha Derinleşmesi...

Aslında bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde ekonomik ve siyasi istikrar hiç oluşmamıştır. Kriz atmosferi bizim gibi zayıf halkalarda dönemine göre inişler-çıkışlar göstererek devamlı yaşanmıştır. Ekonomik, sosyal ve siyasal yapıda belli dönemler emperyalist ülkelerde oluşan istikrar dönemi, bizim gibi ülkelerde yaşanmamıştır. Ve krizin daha derinleştiği günümüzde yarattığı tahribat daha sarsıntılı olmuştur.

   Emperyalizme bağımlılık arttıkça, köhneyen ve sarsılan uluslararası sistemin tahribatları Türkiye vb. ülkelerde daha keskin biçimde kendisini gösterir. Sistemin sorunları bizim gibi ülkelerde daha derin ve çetrefilli düzeylere tırmanır. Nitekim emperyalist burjuvazi ve Türk komprador burjuvazisi ülkemiz işçi sınıfı ve emekçi halk katmanlarını en üst düzeyde sömürerek, onları daha yoksullaştıkları bir döneme sürüklerler. Mevcut kriz, 15-20 Temmuz darbesi, olağanüstü hal, KHK kararnameleri, sömürü, baskı, katliamlar, Kürtler üzerindeki baskı ve saldırılar içinde bulunduğumuz dönemin nasıl bir dönemeçte olduğumuzun göstergesi olsa gerek... Tüm bu sömürü, baskı ve saldırıların tırmandığı üst boyut sınıf çelişkilerinin daha derinleşeceğinin şimdiden habercisidir. Bunun sınıf bilinçli proletarya ve öncü müfreze tarafından şimdiden görülmesi ve örgütsel boşluğa müdahale edilmesi gerekir. Aslında bu durum devrimin nesnel koşullarını daha olgunlaştırıyor. Sorun zayıf olan öznel koşulları güçlendirmek, geliştirmek ve ezilen sınıfların ileri kesimlerini örgütsel saflara çekmek ve onlara devrim güzergahında önderlik etmektir...  

   Kaldıki sorun salt ülkemizle sınırlı değil. Sorun ülkemiz dışında tüm ülkelerin de sorunudur. Tüm bağımlı ülkelerde çelişkiler daha derinleşmiş, baskı ve saldırılar daha daha tırmandırılmıştır.  Hatta yakın döneme kadar Avrupa, Amerika, Japonya, Çin Rusya gibi nispetetn daha istikrarlı ülkelerde bile durum giderek daha zorlu bir döneme gidiyor. Dünyayı sömüren bu emperyalist ülkelerde  de sınıf sömürüsü ve baskı ve tahakküm mekanizması daha daha sertleştiriliyor. Önceleri düzen içi de olsa sorunlarına çözüm getiren bu ülkeler sorunlara artık aynı minvalde müdahale edemiyorlar. İşçi sınıfı ve diğer emekçi sınıflar artan sömürüye karşı daha keskin mücadeleye yöneliyorlar. Burjuvazi  bu gelişmiş kapitalist ülkeleri artık eskisi gibi yönetemiyor. Fransa, İngiltere, Almanya. İtalya, Avusturya, Yunanistan, İspanya, Amerika vb. gelişmiş ülkelerde sık sık irili ufaklı eylemlerle emekçiler ve gençler sokağa dökülüyor, tepkilerini, hoşnutsuzluklarını dile getiriyorlar.

  En son bu durum Fransa'da kendisini gösterdi. Artan sömürü, sosyal hakların giderek gaspedilmesi, vergilerin artırılması, işsizliğin artması, iş koşullarının ağırlaştırılması, fakirliğin gelişmesi sonucu Fransız emekçileri başkaldırdı. Giydikleri sarı yelek nedeniyle “sarı yelek” eylemi olarak adlandırılan başkaldırılarıyla  tarihe mal oldular. Diğer ülke emekçilerinin desteğini aldılar. Hatta başka ülke emekçilerini ve gençliğini teşvik ettiler. Öyleki sarı yelek eylemleri başka ülkelerde de gündeme geldi. Eylem önderlikten yoksun, kendiliğinden bir hareketti. Kendiliğinden hareket iktidarı hedef alan ve devrime önderlik eden hareketten kopuk ve yoksun oluşudur. Zaten içinde bulunduğumuz ana sorun bu sorundur. Ancak içinde bulunduğumuz kapitalizmin kronik sorunları işçi sınıfının ve kafa emekçilerinin tepkisini daha üst boyutlara tırmandıracaktır. Bu mücadeleler gelişmiş kapitalist ülkelerde daha gelişecektir. Önceleri önderlikten yoksun bu hareketler sınıf mücadelesinin dayatmasıyla ve emekçilerin deney ve tecrübeleriyle ileride öncü güçleri yaratacak ve devreye sokacaktır. Unutulmasın ki, tarih sınıf mücadelelri tarihidir.

   Sarı yeleklerin eylemi bu gelişmelerin belirtisidir. Nitekim önderlikten yoksun olmasına rağmen Fransız burjuvazisinin devlet unsuru hareketi durdurmakta zorlanmıştır. Hatta Strasbourg'ta islamcı örgüt kisvesiyle yapılan ve üç kişinin öldürüldüğü şaibeli saldırı sonucu gündem ve politik atmosfer değiştirilmek istenmiştir.

                                                                    

 

Böylece sarı yelek eyleminin pasifize edilmesi ve dağıtılması hedeflenmiştir.

      Her şeye rağmen mücadele durdurulsa ve pasifize edilse dahi, ileride tekrar Fransa'da ve emperyalist-kapitalist ülkelerde daha gelişecektir. Gelişen teknoloji ile üretici güçler ve mülkiyet biçimi arasındaki çelişkinin artık iyice gelişmesi,   mevcut uluslararası yapısal krizin bir türlü yerini istikrarlı sürece bırakmaması, süreci sınıf çelişkilerinin ve mücadelenin daha gelişeceği bir güzergaha sürükleyecektir.

   Tüm bu gelşmeler zayıf halka konumundaki ülkemiz ve benzeri bağımlı ülkelerle beraber, dünya devrim zincirinin kalın halkalarının giderek çatırdadığı ve zayıfladığı emperyalist ülkeler için de geçerlidir. Bunun beliritileri bizzat yaşanarak daha belirgin bir şekilde kendisini gösteriyor. Bu gerçekliğe yukarıdaki bölümlerde kısaca değinmeye çelıştık. Burada önemli olan sınıf bilinçli proletaryanın bu gerçekliği görerek kararla ve inatla hareket ederek, örgütsel boşluğa müdahale ederek sınıf mücadelesinin yüklediği tarihsel rolü oynamasıdır.  

 
20012

Hasan Can

Hasan Can sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Hasan Can

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar