Perşembe Şubat 27, 2025

“Mahşerin Atlısı” İşçi Sınıfı Gelecek

Türkiye’nin uluslararsı tekel sahipleri ve sözcüleri Erdoğan yönetimi altındaki gidişattan memnun olmadıklarını bir kaç defa tekrarlamışlardı. Bu kez, tavırlarını net olarak ortaya koydular. Erdoğan başkanlığındaki yönetimle devam edilmeyeceğini, ortaya koydukları programla netleştirdiler. Ve CHP, İyi Parti gibi muhalefet partilerinin oluşturduğu “Millet İttifak (Mİ)”ına “programınız budur!” dediler. Kendi programlarının adını da :” Yeni Bir Anlayışla Geleceği İnşa” koydular.

Anadolu Holding’in (Türk tekelleri içinde uluslararsı alanda en fazla yatırımı olanlardan biri) sahibi Özilhan, “mahşerin dört atlısı üzerimize geliyor” dedi. TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanı Kaslowski’de, “demokrasiden”, “hukukun üstünlüğü” vb. gibi bazı burjuva kavramlarını yeniden tekrarladı. Sıkça “hukukun üstünlüğü”nden dem vuran sermaye sözcüleri, (12 Temmuz 2017) “OHAL’le grevlere müsade etmiyoruz” diyen Erdoğan’ı “hukukun üstünlüğü” adına, yabancı sınıfdaşlarıyla birlikte büyük bir coşkuyla alkışlamışlardı. O zaman da “hukuk devleti”ydiler.

Uzun bir süredir memleketin içinde bulunduğu durum burjuvazi açısından da hiç iç açıcı değildi. Yüksek enflasyon trendinin aratarak devam etmesi, 10 milyon işsizlik içinde genç işsizliğin %25’leri aştığı, büyük bir yoksullaşma, demokratik hak ve özgürlüklerin bütünüyle budanması, gelir eşitsizliğinin yaygınlaşması ve derinleşmesi, yargı aygıtının en basit adli yargılamalarda bile güvenilmez hale gelmesi vb. gerçeklikler; kitlelerin önemli bir kesiminin develte olan güveninin sarsılması doğrudu. Bu olguların yanı sıra, devlet kurumların bütününün alabildiğine çürmüş olması, tekelci sermayeyi düşündürmeye başladı ve “atın değiştirilmesinin” zorunlu gördü.

Bütün bunlar, TL’nin değer kaybının devam etmesi,  enflasyonist ve işsizliği artırıcı bir ekonomi politikası ile birleşince ortada bir “yönetememezlik” vardı.

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” diye getirdikleri biçimsel rejim değişimi, tekelci burjuvazinin dertlerine kısa vadeli çözüm gibi gözükmesine karşın, görüldü ki, çözümsüzlüğü daha da derinleştirdi. Çelişmeleri ve krizleri çoğaltı. Her şeyden önce de egemen sınıflar içi çelişme giderek arttı. Sömürüden daha fazla pay alma, devlet olanaklarından daha fazla yaralanma konusunda büyük bir anlaşmazlık çıktı. Tek adamlı yönetim, sermaye kesimin bir kanadını (MÜSİAD) daha fazla kollamaya başladı. Bu da Türkiye’nin en büyük tekellerinin toplandığı TÜSİAD birleşenlerinin önemli bir bölümünü rahatsız etti. Sermaye partilerinin “Cumhuriyet İttifakı (Cİ)” ve “Mİ” şeklinde kutuplaşmaları, tekelci sermaye grupları arasındaki çelişmenin sert bir şekilde siyasal alana yansıması olarak ortaya çıktı.

Uluslararası rezerv olarak geçerli paralar karşısında kur çıtasının TL aleyhine yükselmesi, TCMB’nın politik faizi devamlı düşürücü politikaları ve buna koşut olarak, uluslararsı sermeyenin giriş trendinin de gerilemesi, büyümek için dış sermaye gereksinimi olan uluslararsı tekel haline gelmiş Türk tekellerini “endişelendirdi”. Özellikle bu “endişe” korosuna, Erdoğan’ın en yakın destekcilerden biri olarak gösterilen TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’nun da, katılarak “reel sektörümüz tedirgin” açıklaması, geniş bir sermaye kesiminin TÜSİAD’ın yanında olduğunu gösterir.

TÜSİAD yöneticilerin “gelir dağılımı eşitsizliğinden”, “kadın hakları” ve “İstanbul Sözleşmesi”nden, “sendikasızlaşma” gibi sorunların yanında bazı burjuva demokrasisi içindeki normlardan söz etmeleri ve emekçiler adına konuşma yapmaya çalışmaları, işçi ve emekçilerin haklarını “savunur” rolüne bürünmeleri, alttan alta birikerek taşmaya başlayan işçi sınıfı öfkesini yumuşatmak, işçiyi sömüren ve ezenlerle “birlikteyiz” algısını aldatıcı bir şekilde vurgulamaktan başka bir şey değildir.

Sistemin bu denli çürümesinden, işçilerin sendikasızlaşmasından, kitlelerin yoksullaşmasından birinci derecede sorumlu olanlar; sendikalaştı diye işçileri işten (başta, “mahşerin dörtlüsünden” söz eden  Özilhan olmak üzere) atanlar, bugün karşımıza “işçi ve emekçi dostu” olarak çıkmaları, açık bir riyakarlıktır.

“Laiklik”ten söz etmeleri de açık bir riyakarlıktır. Türk burjuvazisi hiç bir zaman laik olmamıştır. Dini toplumun üzerinde bir baskı aracı olarak, sermaye birikimi için kullanmıştır. 12 Eylül 1980’den bu yana “toplumu daha fazla islamlaştırmayı” ve “ılımlı islam modeli”nin ortaya koyan yine bu sermayedir. Gördüler ki; “islamlaştırma”, tarikatları sermayeye ortak haline getirdiği gibi, toplumsal dokunun aşırı kutuplaşması ve parçalanma tehlikesi yaratacak düzeye gelmesi, gençlerin önemli bir kesiminin Türkiye’de yaşamak istememesi, küçümsenmeyecek bir beyin göçünü, sermayenin gelecek birikimi için engel gördüler. Bu nedenle de “laiklik” ve “hukukun üstünlüğü” vb. gibi kavramların vurgusunu öne çıkardılar.

Egemen sınıflar arasındaki çelişme iyice gün yüzüne çıktı. Erdoğan rejminin pekişmesinde, Erdoğan kadar sorumlu olan Kılıçdaroğlu’nun son aylarda “yiğitlenmesi”, TÜSİAD’çı sermaye kesminden aldığı destekten dolayıdır. Eğer hükümet olurlarsa, TÜSİAD’ın açıkladığı programı uygulayarak, işçi ve emekçiler için yaşam yine cehennemden farklı olmayacaktır. Belki “bir parmak bal” çalarak susturmayı deneycek, ancak, işçi sınıfının biriken sorunları, kaybettiklerini kazanma mücadelesi, “parmak bal” ile geriye itilebilecek gibi değildir. Sermaye devletinin de bu hakları verme gibi bir “lüksü” hiç bir zaman olmadı. Çünkü, burjuva demokrasisinin sınırları içinde olan burjuva demokratik haklar bile, ancak ve ancak işçi sınfının yoğun mücadelesiyle kazanılabilir.

Burjuvazi ve burjuvazinin siyasal temsilcileri olan partileri, ülkeye demokrasi getiremez. Bunu getirecek olan yine işçi sınıfının direngen sınıf mücadelesiyle olabilecektir.

Egemen sınıflar arası büyük bir dalaş çıkmayıp, seçim normal yapılır ve seçim sonuçlarına Erdoğan’ın arkasındaki sermaye güçleri razı olur ve “Mİ” de iktidara gelirse, Kürtler üzerindeki baskılar ortadan kalkmayacağı gibi, Türk devletinin saldırganlığı ve işgal girişimleri durmayacak, “en iyi Kürt ölü Kürttür” politikası devam ettirilecektir. Türk devletinin Kürtlerin en doğal ulusal demokratik haklarını yok sayma poltikasının devam etmesi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve emekçilerinde demokratik hak ve özgürlüklerinin gasp edilmesi ve yok edilmesi politikası devam edecektir. “Mİ” bileşenlerin ile “Cİ” birleşenlerin Kürt ve emperyalist yayılmacı politikası aynıdır. Çünkü bu, bütün sermaye kesimlerin ortak politikasıdır. Türk tekelci devleti işgalci, yayılmacı  emperyalist bir devlettir.

Burjuva karşı devrimci işçi düşmanı bu “ittifakların”, işçi sınıfına karşı izledikleri politika da öz olarak aynıdır. Görevleri tekelci sermayenin çıkarlarını korumak, onların istemleri doğrultusunda ülkeyi yönetmek ve yasalar çıkarmaktır.

Cİ’lerin iktidardan düşürülmesi, toplumda kısmen bir geveşeme yaratabilir. Ancak bu, işçi sınıfı, emekçiler, kadınlar ve gençlik için bir kurtuluş olması bir yana kısmi düzelmelerin ötesine geçmeyecektir. Ya da bir benzetme yaparsak, 2010 öncesi AKP iktidarı dönemi gibi olacaktır.

Sermayenin o zaman da yüzü gülüyordu. Ama, işçi sınıfı ve emekçilerin yüzü gülmüyordu. Bu nedenle, işçi sınıfı, “kırk katır mı, kırk satır mı” anlamına gelen “Ci” mi, “Mİ” mi ikilemini değil, bu burjuva sistemi ortadan kaldıracak programa geçmek zorundadır. Yani, iktidarda olana karşı “daha ehveni şer” diyerek Mİ’leri seçme, onların peşine takılma yerine, kendi bağımsız sınıf politikasını, yani sosyalizm programını ortaya koymalı ve onu gerçekleştirmenin örgütlü mücadelesini vermelidir.

“Mİ”ler geldiğinde “özgürlük gelecek” diye propaganda yapanlar tekelci burjuvazinin yalakacıları liberal burjuvalardır. İşçi sınıfı karşısında her zaman birbiriyle dost  olan “Mi”ler ve “Cİ”ler, sermaye devletinin bekası için her zaman birlikte hareket ederler, ancak sermayenin bölüşümü konusunda zaman zaman biribiriyle çatışırlar. Bu bağlamda, “Mİ”lerin “güçlendirilmiş parlamenter” sistemi, bu ülke halkı çok yaşadı. Şu andaki “CB Hükümet Sistemi”nden özde bir farkı yoktur. İkisi de tekelci burjuvazinin çıkarlarına hizmet etmektedir.

İşçi sınıfının mücadelesi olmadan ne faşizm ortadan kalkar, ne burjuva demokrasisinin işçi sınıfı lehine sınırları genişler ne de yoksullaşma, işsizlik ve yoksullar lehine “adalet” gelir. 

Kapitalist sistem; kısmi reformlarla, yamalarla vb. düzelmez. O sömürü üzerine kurulmuş, devamlı gericilik ve savaşlar üreten bir burjuva toplumsal sistemdir. Tekelci burjuvazi için “mahşerin kıyamet atlısı” işçi sınıfı ve onun kuracağı sosyalizmdir. O da bu yüz yıl içinde bütün ülkelere gelecektir.

İşçi sınıfının ise, bu çürümüş kapitalist sistemi yönetme biçimlerine karşı, devrimci alternatifi: kapitalist sistemi yıkıp yerine sosyalist sistemi kurmaktır. İşçilerin ve tüm emekçilerin tek kurtuluş yolu budur.

TÜSİAD’ın programına karşı, işçilerin kısa vadeli programı:

İşçi sınıfı, sosyalizm için mücadeleyi daha ileri taşımak amacıyla acilen aşağıdaki talepleri ileri sürmelidir:

Bütün demokratik hak ve özgürlükler üzerindeki baskı yasaları ve uygulamalar derhal kaldırılmalıdır.

İşçilerin grev, sendikal ve toplu sözleşme hakları üzerindeki tüm baskı ve kıstlayıcı yasalar kaldırılmalıdır.

Asgari ücret enflasyonun üstünde bir düzeye getirilmeli, bütün işçi ücretleri yükseltilmelidir.

K-29 gibi iş yasaları derhal kaldırılmalıdır. İşten atılanlar derhal işe geri alınmalıdır.

Bütün heryerde çalışma saatleri haftada 30 saate düşürülmelidir.

Tüm çalışanlara yılda bir ay ücretli izin yasallaştırılmalıdır.

Emeklilik yaşı kadınlarda 55 erkeklerde 60 olmalıdır.

Tüm gösteri, yürüyüş ve toplantılar üzerindeki yasaklamalar kaldırılmalı.

Türk devleti, işgal ettiği bütün bölgelerden derhal çekilmelidir.

Yurtdışındaki askeri üsler derhal boşatılmalıdır.

İstanbul Sözleşmesi derhal yürülüğe sokulmalıdır.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü resmi tatil olarak yasallaştırılmalıdır.

Kürt ulusu üzerindek baskılar kaldırılmalı, Kürtlerin ulusal demokratik hakları tanınmalı, Kürtçe eğitim serbetleşmelidir.

Bütün, Kürt yurtsever ve devrimci tutsak ve mahkumlar serbest bırakılmalıdır.

Kayyımlarla belediye başkanlıkları elinden alınanlar derhal görevlerine iade edilmeli, Kayyım poltikasını uygulayanlar yargılanmalıdır.

Hapsedilen tüm Kürt milletvekilleri, belediye başkanları derhal serbest bırakılmalı ve tazminat ödenmelidir.

İlerici ve demokrat basın üzerindeki tüm baskılar kaldırılmalı, tutuklu ve hükümlü tüm gazeteciler serbest bırakılmalıdır.

İşkenceciler, katiller, soyguncular ve yolsuzluk yapan iktidar mensupları, başta Erdoğan, Bahçeli, Soylu, MİT başkanı ve diğer bakanlar başta olmak üzere yargılanmalıdır.

YÖK lağvedilmeli. Her üniversite kendi rektörünü kendi seçmeli. Cumhurbaşkanı tarafından yapılan tüm rektör atamaları iptal edilmelidir.

Haksızlıklara karşı çıktıkları için üniversite ve yüksek okullardan uzaklaştırılan tüm öğrencilerin hakları iade ve  zararları tanzim edilmelidir.

Bütün eğitim parasız olmalıdır.

Üniverstede okuyan bütün öğrencilere kalacak yerleri bedava sağlanmalı ve üniverstelerde en az bir öğün bedava yemek verilmelidir.

Ev kiraları düşürülmeli, evsizlere ev temin edilmelidir.

KHK ile işten atılan herkes işe alınmalı, atılanlara tazminat verilmeli, bütün hakları iade edilmelidir.

Sosyal medya üzerindeki tüm yasaklamalar ve kısıtlamalar kaldırılmalıdır.

Diyanet Başkanlığı derhal lav edilmelidir.

TÜGAV ve diğer tüm gerici, dinci dernek ve vakıflar kapatılmalı ve bunların yurtiçi ve yurtdışı tüm mal varlıklarına el konulmalı, bütün faşist, dinci dernek, vakıf ve tarikatlar yasaklanmaldır.

Bütün dere yataklarına kurulan HES’ler kaldırılmalı, oramanlık alanlardaki bütün maden ocakları kapatılmalı, doğa en yüksek derece de korunmalıdır.

Sosyalist mücadele ve örgütlenmeyi kısıtlayan ya da yasaklayan tüm yasalar derhal kaldırılmalıdır.

4926

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar