Cuma Ocak 10, 2025

Mandela halkına ihanet mi etti?

Tarihteki pek çok acı örnekten de bilindiği gibi, liderlerine körü körüne bağlanan ve onların her söz ve hareketine tanrısal anlamlar yükleyen halkların sonu kahredici bir hayal kırıklığı ve çoğunlukla da yıkımdır.
Güney Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela yaşamının 28 yılını geçirdiği hapishaneden 1990’da çıktığında,  halkı tarafından bir aziz, bir kahraman olarak karşılandı. Zincirlerini kıran coşmuş bir sel gibi alanlara akan siyah kalabalıklar, özgürlük mücadelesini hiçbir gücün durduramayacağına olan sarsılmaz inançlarıyla liderlerini muhabbetle bağrına basmış ve kaderini onun ellerine teslim etmişti.
Günler, haftalar süren mutlu kutlamalar bitip sokakların harareti dinince, gözler merak ve ümitle Mandela ve beyaz lider Klerk arasında başlayan müzakerelere çevrildi. Özgürlük siyahlar için artık bir an meselesiydi; şafak sökmüş, uzun zamandır özlemini çektikleri düş gün yüzüne çıkıyordu.

            Yılan Hikayesine Dönen Müzakereler

 Kamuoyu gibi medya da müzakerelere kilitlenmişti. Gazete ve televizyonlar kapalı kapıların ardından sızan haberlerle dolup taşıyordu. Müzakereler uzadıkça uzuyor, yılan hikâyesine dönen görüşmeler süren pazarlığın çetin geçtiğine yorumlanıyordu. Gelgelelim tahammülleri zorlayan bir aradan sonra üzerinde anlaşma sağlanan başlıklar belli olunca, BEYAZ ESARETİN göz boyayan bazı küçük rötuşlarla devam ettiği görüldü.

Mandela'nın partisi Afrika Ulusal Kongresi (ANC)’nin uygulayacağı ekonomik politikalar Dünya Bankası, İMF ve Dünya Ticaret Merkezi' nin reçeteleri doğrultusunda şekillenmişti. Irkçı beyaz yönetimin madencilik alanındaki devleri Anglo-Amerikan ve De Breers’in eski başkanı Oppenheimer ile diğer sanayi çevrelerinin çıkarları aynen sürüyordu. Merkez bankasının eski ırkçı beyaz başkanı Chris Stals yerinde kalmıştı. Eski maliye bakanı Derek Kelyes koltuğunu korumuştu.  Böylece ekonominin kaptan köşkü eskiden olduğu gibi yine ırkçı yöneticilere kalmıştı.
The Wall Street Journal gazetesi bu şaşırtıcı durumu, “Bay Mandela bir zamanlar olduğu sanılan sosyalist bir devrimci olmaktan ziyade, Margaret Thatcher'i andırmaktadır," diye değerlendirmişti.  

         Hani Yöneten Halk Olacaktı?

Böylece uğrunda nice canlar feda edilen ve nice acılar çekilen ÖZGÜRLÜKLER SÖZLEŞMESİ çöpe atılmış oluyordu. O Özgürlük sözleşmesi ki, 1955' de Mandela başkanlığında toplanan ANC kongresinde her maddesi tek tek okunarak oylanan ve kabul edilen bir manifestoydu.

Sözleşme, “Yöneten Halk Olacaktır!” diyordu. Halkın çalışma ve iyi bir gelir elde etme hakkı, iyi bir eve sahip olma hakkı, zengin altın yataklarında ve diğer yer altı zenginliklerde pay sahibi olma hakkı kutsal ve dokunulmaz sayılıyordu. Sözleşmeye göre bankalar, tekel sanayisi ve topraklar beyaz azınlıktan alınıp halkın mülkiyetine geçirilecekti. Böylece Güney Afrika beyazlar için zengin California, siyahlar içinse yoksul Kongo olmaktan çıkarılacaktı. Özgürlük ancak ekonomik özgürlükle taçlandırıldığında bir anlamı olacaktı. Yoksa bir ayağı topal bir demokrasi halkı özgürleştiremezdi.

Özgürlük Sözleşmesi, ırkçı beyaz yönetimin baskıları sonucu illegal hale gelen devrimciler arasında kutsal bir metin gibi elden ele dolaşmış, hiç sönmeyen bir ümidin ve direnişin ilham kaynağı olmuştu. Kalabalıklar sokaklara dökülüp, “Ne kurşunlar, ne de göz yaşartıcı gazlar bizi durdurabilir! " diye haykırırken, art arda katliamlara uğruyor, ölen arkadaşlarını gömüyor, korkunun zincirlerini kırmış bir halde sloganlar atarak bir sonraki saldırıyı bekliyorlardı.

            Rehavet ve Yanılgı

 İşte kan ve can pahasına bayraklaştırdıkları o kutsal metin şimdi artık çöpe atılan kuru bir sözcükler yığınıydı. Mandela ve Klerk arasında müzakereler sürerken, özgürlük sarhoşluğuna kapılan halk olup bitenlerin farkında değildi. ANC militanlarından Gumede öfkeyle, “Herkes siyasal müzakereleri izliyordu. Eğer işlerin iyi yürümediğin fark etselerdi kitlesel protesto eylemleri gerçekleştirirlerdi,”diyordu. "Kaçırdık, asıl meseleyi kaçırdık!” diye devam ediyordu kendisini suçlayarak. O zamanlar, "Hükümet olduğumuzda hallederiz,”rehaveti ve yanılgısı hâkimdi parti kadrolarında.

Irkçı yönetime karşı uzun yıllar mücadele eden ANC militanı Rassool Sulyman, “Beyazlar boynumuzdaki zincirleri alıp bileklerimize taktı,”diyordu yıllar sonra.

           Değişmeyen Kader


Böylece o destansı özgürlük mücadelesi,  liderlerini bir körler ve sağırlar ordusu gibi takip eden halk için tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmış ve Mandela’nın başında olduğu ANC iktidarında hayat siyahlar için daha da kötüye gitmişti.

On yılın sonunda faturalarını ödeyemedikleri için milyonlarca insanın elektrik ve suları kesildi. 2003‘ te yeni bağlanan telefonların en az %40 ‘ı artık kullanılmıyordu. Bankalar, madenler ve tekel sanayisi yine beyazların dört eski mega şirketinin elindeydi. 2005’ te siyahlar şirketlerin sadece yüzde 4' üne sahipti. Toprakların yüzde 70’i nüfusun yüzde 10'unu oluşturan beyaz azınlığın elindeydi.

 Mandela iktidarında Güney Afrikalıların ortalama ömrü 13 yıl daha azaldı. AİDS daha çok can alıyordu. Günlük 1 dolardan az gelirle yaşayan insanların sayısı ikiye katlandı. İşsizlik oranı yüzde 23' ten yüzde 48'e e çıktı. 1 milyona yakın insan çitliklerden atıldı. Nüfusun dörtte birinden fazlası gecekondularda yaşıyordu ve çoğunun elektriği ve suyu yoktu.

            İhanet mi?

Gecekondu hareketinin liderlerinden Zikode,”Şimdi gördüğüm tek şey İhanet!” diyordu. Beyaz azınlık siyahlara kasayı teslim etmiş, ama şifresini vermemişti.

Ortaya çıkan bu ağır tablonun sorumlusu sadece Mandela ve ANC ‘nin diğer liderleri değildi. Düşünceleri morfinlenmiş bir körler topluluğu gibi onları takip eden parti kadroları ve halk da en az onlar kadar sorumluydu.

Güney Afrika zelzelesi tüm mazlum halklar için yaşamsal derslerle doludur. Bugün ve gelecek için incelenmeli ve dersler çıkarılmalıdır. Yoksa özgürleşeceğiz diye liderlerin arkasından sürüklenip, boynumuza geçireceğimiz yeni esaret zincirleri ile daha da tutsak hale gelebiliriz.

 

Kaynak: Naomı Kleın-Şok Doktrini     

80948

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Mahmut Alınak

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar