Cumartesi Nisan 19, 2025

Mandela halkına ihanet mi etti?

Tarihteki pek çok acı örnekten de bilindiği gibi, liderlerine körü körüne bağlanan ve onların her söz ve hareketine tanrısal anlamlar yükleyen halkların sonu kahredici bir hayal kırıklığı ve çoğunlukla da yıkımdır.
Güney Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela yaşamının 28 yılını geçirdiği hapishaneden 1990’da çıktığında,  halkı tarafından bir aziz, bir kahraman olarak karşılandı. Zincirlerini kıran coşmuş bir sel gibi alanlara akan siyah kalabalıklar, özgürlük mücadelesini hiçbir gücün durduramayacağına olan sarsılmaz inançlarıyla liderlerini muhabbetle bağrına basmış ve kaderini onun ellerine teslim etmişti.
Günler, haftalar süren mutlu kutlamalar bitip sokakların harareti dinince, gözler merak ve ümitle Mandela ve beyaz lider Klerk arasında başlayan müzakerelere çevrildi. Özgürlük siyahlar için artık bir an meselesiydi; şafak sökmüş, uzun zamandır özlemini çektikleri düş gün yüzüne çıkıyordu.

            Yılan Hikayesine Dönen Müzakereler

 Kamuoyu gibi medya da müzakerelere kilitlenmişti. Gazete ve televizyonlar kapalı kapıların ardından sızan haberlerle dolup taşıyordu. Müzakereler uzadıkça uzuyor, yılan hikâyesine dönen görüşmeler süren pazarlığın çetin geçtiğine yorumlanıyordu. Gelgelelim tahammülleri zorlayan bir aradan sonra üzerinde anlaşma sağlanan başlıklar belli olunca, BEYAZ ESARETİN göz boyayan bazı küçük rötuşlarla devam ettiği görüldü.

Mandela'nın partisi Afrika Ulusal Kongresi (ANC)’nin uygulayacağı ekonomik politikalar Dünya Bankası, İMF ve Dünya Ticaret Merkezi' nin reçeteleri doğrultusunda şekillenmişti. Irkçı beyaz yönetimin madencilik alanındaki devleri Anglo-Amerikan ve De Breers’in eski başkanı Oppenheimer ile diğer sanayi çevrelerinin çıkarları aynen sürüyordu. Merkez bankasının eski ırkçı beyaz başkanı Chris Stals yerinde kalmıştı. Eski maliye bakanı Derek Kelyes koltuğunu korumuştu.  Böylece ekonominin kaptan köşkü eskiden olduğu gibi yine ırkçı yöneticilere kalmıştı.
The Wall Street Journal gazetesi bu şaşırtıcı durumu, “Bay Mandela bir zamanlar olduğu sanılan sosyalist bir devrimci olmaktan ziyade, Margaret Thatcher'i andırmaktadır," diye değerlendirmişti.  

         Hani Yöneten Halk Olacaktı?

Böylece uğrunda nice canlar feda edilen ve nice acılar çekilen ÖZGÜRLÜKLER SÖZLEŞMESİ çöpe atılmış oluyordu. O Özgürlük sözleşmesi ki, 1955' de Mandela başkanlığında toplanan ANC kongresinde her maddesi tek tek okunarak oylanan ve kabul edilen bir manifestoydu.

Sözleşme, “Yöneten Halk Olacaktır!” diyordu. Halkın çalışma ve iyi bir gelir elde etme hakkı, iyi bir eve sahip olma hakkı, zengin altın yataklarında ve diğer yer altı zenginliklerde pay sahibi olma hakkı kutsal ve dokunulmaz sayılıyordu. Sözleşmeye göre bankalar, tekel sanayisi ve topraklar beyaz azınlıktan alınıp halkın mülkiyetine geçirilecekti. Böylece Güney Afrika beyazlar için zengin California, siyahlar içinse yoksul Kongo olmaktan çıkarılacaktı. Özgürlük ancak ekonomik özgürlükle taçlandırıldığında bir anlamı olacaktı. Yoksa bir ayağı topal bir demokrasi halkı özgürleştiremezdi.

Özgürlük Sözleşmesi, ırkçı beyaz yönetimin baskıları sonucu illegal hale gelen devrimciler arasında kutsal bir metin gibi elden ele dolaşmış, hiç sönmeyen bir ümidin ve direnişin ilham kaynağı olmuştu. Kalabalıklar sokaklara dökülüp, “Ne kurşunlar, ne de göz yaşartıcı gazlar bizi durdurabilir! " diye haykırırken, art arda katliamlara uğruyor, ölen arkadaşlarını gömüyor, korkunun zincirlerini kırmış bir halde sloganlar atarak bir sonraki saldırıyı bekliyorlardı.

            Rehavet ve Yanılgı

 İşte kan ve can pahasına bayraklaştırdıkları o kutsal metin şimdi artık çöpe atılan kuru bir sözcükler yığınıydı. Mandela ve Klerk arasında müzakereler sürerken, özgürlük sarhoşluğuna kapılan halk olup bitenlerin farkında değildi. ANC militanlarından Gumede öfkeyle, “Herkes siyasal müzakereleri izliyordu. Eğer işlerin iyi yürümediğin fark etselerdi kitlesel protesto eylemleri gerçekleştirirlerdi,”diyordu. "Kaçırdık, asıl meseleyi kaçırdık!” diye devam ediyordu kendisini suçlayarak. O zamanlar, "Hükümet olduğumuzda hallederiz,”rehaveti ve yanılgısı hâkimdi parti kadrolarında.

Irkçı yönetime karşı uzun yıllar mücadele eden ANC militanı Rassool Sulyman, “Beyazlar boynumuzdaki zincirleri alıp bileklerimize taktı,”diyordu yıllar sonra.

           Değişmeyen Kader


Böylece o destansı özgürlük mücadelesi,  liderlerini bir körler ve sağırlar ordusu gibi takip eden halk için tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmış ve Mandela’nın başında olduğu ANC iktidarında hayat siyahlar için daha da kötüye gitmişti.

On yılın sonunda faturalarını ödeyemedikleri için milyonlarca insanın elektrik ve suları kesildi. 2003‘ te yeni bağlanan telefonların en az %40 ‘ı artık kullanılmıyordu. Bankalar, madenler ve tekel sanayisi yine beyazların dört eski mega şirketinin elindeydi. 2005’ te siyahlar şirketlerin sadece yüzde 4' üne sahipti. Toprakların yüzde 70’i nüfusun yüzde 10'unu oluşturan beyaz azınlığın elindeydi.

 Mandela iktidarında Güney Afrikalıların ortalama ömrü 13 yıl daha azaldı. AİDS daha çok can alıyordu. Günlük 1 dolardan az gelirle yaşayan insanların sayısı ikiye katlandı. İşsizlik oranı yüzde 23' ten yüzde 48'e e çıktı. 1 milyona yakın insan çitliklerden atıldı. Nüfusun dörtte birinden fazlası gecekondularda yaşıyordu ve çoğunun elektriği ve suyu yoktu.

            İhanet mi?

Gecekondu hareketinin liderlerinden Zikode,”Şimdi gördüğüm tek şey İhanet!” diyordu. Beyaz azınlık siyahlara kasayı teslim etmiş, ama şifresini vermemişti.

Ortaya çıkan bu ağır tablonun sorumlusu sadece Mandela ve ANC ‘nin diğer liderleri değildi. Düşünceleri morfinlenmiş bir körler topluluğu gibi onları takip eden parti kadroları ve halk da en az onlar kadar sorumluydu.

Güney Afrika zelzelesi tüm mazlum halklar için yaşamsal derslerle doludur. Bugün ve gelecek için incelenmeli ve dersler çıkarılmalıdır. Yoksa özgürleşeceğiz diye liderlerin arkasından sürüklenip, boynumuza geçireceğimiz yeni esaret zincirleri ile daha da tutsak hale gelebiliriz.

 

Kaynak: Naomı Kleın-Şok Doktrini     

81086

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Son Haberler

Sayfalar

Mahmut Alınak

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

Sayfalar