Mevsimlik işçilik, sınıf mücadelesinin önemli bir parçasıdır
Sofrayı zenginleştiren olmazsa olmazlar arasında bulunan, onları tüketmeden hayatın olmayacağı temel yiyeceklerden ekmekten domatese, çaydan patlıcana, pancarından patatesine… üretim süreçlerinde yaşanan sıkıntıların, zorlukların, sömürülerin, ırkçı tehditlerin; saymakla bitiremeyeceğimiz olağanüstü koşullarda yaşam mücadelesi vererek, üretilen besin kaynaklarımızın kimler tarafından toplanarak o sofraya ulaştığını düşündünüz mü acaba?
Onlar mevsimlik işçilerdir!
Mevsimlik işçiler Ortadoğu’dan tutun, Balkanlara, Kafkaslar’a hatta Avrupa’ya kadar her ülkede bulunan kalabalık bir toplum kitlesini oluşturur. Toplumun en alt tabakası olan bu kesim, en yoksul, horlanan, dışlanan, eğitimsiz bırakılan, evsiz bir şekilde göçebe hayat sürdüren, güvencesi olmayan sömürünün en katmerlisini yaşayan işçilerdir.
Yaz ayları geldiğinde gazetelerin başlıklarında en üzücü haberlerin başında yine mevsimlik işçilerin kamyon kasalarında, traktör sırtlarında üst üste kadın ve çocukların ölüm haberleri ile sarsılırız. Ehliyetsiz, denetimsiz, hiç kontrol edilmeyen kamyon kasalarında caddelere serilmiş cansız bedenlerden, onların acısını yüreklerimize gömeriz.
Okul çağında ders sıralarında okuması gereken, çalışma yaşının 6-10 olduğu, hele hele kız çocuklarının bebek kardeşlerine bakmak zorunda kaldıkları, barınma şartlarından mahrum, çadırlarda sürdürülen hayatlar, ışıktan mahrum gün ışığı ile başlayan, güneşin batışı ile ancak yatmak zorunda kalan, temizlik imkanlarının olmadığı koşullarda, devletin de tüm bunların çözümü için hiçbir uğraş içinde olmaması, mevsimlik işçileri kaderleri ile baş başa bırakmıştır.
Hayatın yükü kadın ve çocukların omuzunda
Tarım ülkesinden artık tarım ürünlerini ithal eder ülke konumuna gelen Türkiye’de, Kürdistan’da süregelen savaştan dolayı köy yakmalar, köy boşaltmalar, hayvancılığın yasaklanması, yaylalara çıkışların engellenmesi, olağanüstü koşullarda yasaklamalar, zorunlu göçe tabii tutulmak gibi bir dizi engellemelerden sonra insanlar çaresiz olarak batıya büyük şehirlere göç etmek zorunda bırakıldılar. Yaşam savaşını sürdürebilmesi için yoksul Kürt köylüsünün Karadeniz’de fındıkta, çayda, Orta Anadolu’da pancarda, patateste, Akdeniz’de pamuk, domates, patlıcan, biberde, Ege’de üzüm, zeytin toplama işlerinde zorunlu olarak çalışmaktan başka alternatif bırakılmamıştır.
Türk şovenizminin doruk noktasında olduğu, olağanüstü koşullardan geçtiğimiz bir dönemde kimliklerinden dolayı en ağır saldırılara, dil sorunundan dolayı hakaretlere maruz kalırken, horlananlar yine mevsimlik işçileridir. Emeğini en ucuz ücret karşılığında satmaktan başka çaresi olmayan bu insanlar, ırkçı faşist güruhlar tarafından kitleler halinde saldırıya maruz kalırken, devletin baskısı yetmiyormuş gibi şehirlerde de Türk faşistleri tarafından bulundukları yerleri terke zorlanmaktadır.
İslam ideolojisinin prim yaptığı, Erdoğan rejimi altında İran, Irak, Afganistan ve Türk cumhuriyetlerinden akın akın Türkiye’ye gelen Müslüman nüfus, bir iş ve geçim umuduyla Türkiye’de bulunan Türk ve Kürt emekçilerden daha düşük ücretle çalıştırılınca patronlar kârına kâr katıp iştahlarını kabartıyor. Kural, kanun iş güvencesinin olmadığı ortamlarda 14/15 saat çalıştırılan mevsimlik “kölelerin” çalıştıkları koşullar ortaçağı andırmaktadır. Başta barınma koşullarının ilkel çadırlarda, 40/50 dereceye varan sıcaklarda, yıkanabilme, dinlenebilme koşullarından mahrum, sağlık ihtiyaçlarından tamamen uzak doğa ile baş başa kalmaktadırlar.
Patronların en çok tercih ettikleri, çocuk yaşta kız ve erkek çocuk işçilerin en düşük ücretle çalıştırılıyor olmasıdır. Ailesine bir nebze maddi yardımda bulunmak amacıyla zorla çalıştırılan minicik ellerden kazanılan paralar aynı zamanda ne kadar “Müslüman” olduklarının göstergesidir. Kriz bahane edilerek ödenmeyen işçi ücretleri, yevmiyeler patronların günlük uygulamalarının başında gelmektedir.
Kendine yeterli doğal zenginlikleri ile kendi kendine yeterli ülkelerden olan Suriye’de bugüne kadar süren savaşta, kimseye muhtaç olmadan halen rahatça yaşayabilme koşulları mevcuttur. Ama bir tarım ülkesi olan Türkiye bugün buğdayı, samanı dışarıdan ithal eder duruma gelmiştir. Bunun sorumlusu “dış güçler” değil Erdoğan rejimidir. Tarım ülkesi konumundan artık tarım ürünlerini ithal eder konuma getirilirken, son çare olarak Suriye’nin doğal ürünlerine göz dikilmiş, yağma, talan, hırsızlık ile zenginlikler Türkiye’ye taşınmaktadır.
Kendi vatandaşlarının en doğal ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak duruma gelen Erdoğan rejimi, patates, soğan sıkıntısıyla karşı karşıya kalmış bu ürünler “dolar” kadar kıymetli duruma gelmiştir. İşgal edilen toprakları “ganimet” olarak gören, cihatçı anlayış, çeteler aracılığıyla zenginliklere el koymaktadır. Beş yıldır süren savaşta üretim araçları, petrol ve sulardan sonra şimdi de en değerli zenginliği olan zeytinleri toplayıp gasp etmektedir.
Sermayenin tercihi “yabancı işçiler”
Mevsimlik işçilerin sömürüsünün en çok olduğu Batı Avrupa’da da durum Türkiye’de yaşananlardan farklı değildir. Emek ile sermayenin bulunduğu her koşulda, her zaman kâr hırsı en yüksek düzeyde olurken, sermayenin acımasız ve gaddar oluşu en belirgin özellikleridir. Yaşlanan nüfusun yerine çalıştırılacak genç nüfusa her zaman ihtiyacı olan Avrupa, işgücü ihtiyacını Romanya, Bulgaristan, Polonya gibi ülkelerden gelen işçilerden karşılamaktadır.
Batı Avrupa’ya her hasat döneminde akın akın gelen Bulgar, Polonyalı ve Romanyalı tarım işçileri, mevsimlik işçiler kendi ülkelerinde asgari ücretin 200/300 euro olan aylıklarından birkaç ay çalışarak biriktirdikleri para ile kendi ülkelerinde kışı geçirmenin hesabı içerisindedirler. Bu durumu bilen kapitalizm en düşük ücretten işçileri acımasızca hiçbir değer vermeden çalıştırıp hasadını toplayıp elde edeceği kârın derdi ile ilgilenmektedir.
Bir umut uğruna yurt dışına Avrupa’ya açlıktan ve savaştan kaçan mültecilerin buluşma noktası da mevsimlik çalışma alanları olmaktadır. Bazıları bu şansa dahi ulaşamadan Akdeniz’in mavi sularında hayatlarını kaybederken, Kürt, Arap, Iraklı, Suriyeli, Afgan, Ermeni, Süryani, Alevi, Afrikalı dünyanın her dil, din ve ırkından insanın buluşma noktası sezonluk olarak çalışılan tarlalar olmaktadır. Emperyalist haydutların dünyayı ne duruma getirdikleri tabloyu belki de bundan daha iyi kimse izah edemez. Sergileyemez. Anlatamaz.
İtalya’da üzüm, zeytin ve narenciye, Fransa’da şarap üzümleri, Belçika’da elma, armut, çilek, Hollanda’da sera işleri, Almanya’da uçsuz bucaksız tarlalarda üretilen soğan ve sebzeler yüzbinlerce göçmen eliyle Avrupa pazarına dağıtılmaktadır. Topraktan gelen her üründe yabancının mutlak emeği vardır. Yüzbinlerce göçmenin kağıtsız, güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırılmalarında politikacıların, siyasilerin çıtı dahi çıkmaz. Çünkü tarladan hasadı yabancıdan başkası kaldıramaz. Emeğin karşılığı Yunanistan’da 20/25 euro, İtalya’da saati 3 euro, Belçika’da 5 euro olurken en kazançlı çıkan kapitalizmdir.
Mevsimlik işçilerin “köleler”in sorunu, sınıf mücadelesinin önemli başlıklarından biridir. Köylülük ile ücretli işçilik arasında sıkışıp kalmış bu geniş kitlenin örgütlenmesi en zor ama örgütlendiği durumda, kaybedeceği bir şey olmayanlar olarak öfkesinin önüne geçilemeyecek olan kesimdir mevsimlik işçiler. Katliam gibi trafik kazalarında kitlesel ölümleri karşısında üzülüp vicdan yapılıp sonra unutulacak değil, sınıf mücadelesinin aktif bileşeni olarak bakılıp örgütlemek üzere araçlar geliştirilmesi gereken önemli bir kesimdir ülkemizin sosyo-ekonomik yapısı açısından.
Bir ÖG okuru
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)