Perşembe Kasım 7, 2024

Mevsimlik işçilik, sınıf mücadelesinin önemli bir parçasıdır

Sofrayı zenginleştiren olmazsa olmazlar arasında bulunan, onları tüketmeden hayatın olmayacağı temel yiyeceklerden ekmekten domatese, çaydan patlıcana, pancarından patatesine… üretim süreçlerinde yaşanan sıkıntıların, zorlukların, sömürülerin, ırkçı tehditlerin; saymakla bitiremeyeceğimiz olağanüstü koşullarda yaşam mücadelesi vererek, üretilen besin kaynaklarımızın kimler tarafından toplanarak o sofraya ulaştığını düşündünüz mü acaba?

Onlar mevsimlik işçilerdir!

Mevsimlik işçiler Ortadoğu’dan tutun, Balkanlara, Kafkaslar’a hatta Avrupa’ya kadar her ülkede bulunan kalabalık bir toplum kitlesini oluşturur. Toplumun en alt tabakası olan bu kesim, en yoksul, horlanan, dışlanan, eğitimsiz bırakılan, evsiz bir şekilde göçebe hayat sürdüren, güvencesi olmayan sömürünün en katmerlisini yaşayan işçilerdir.

Yaz ayları geldiğinde gazetelerin başlıklarında en üzücü haberlerin başında yine mevsimlik işçilerin kamyon kasalarında, traktör sırtlarında üst üste kadın ve çocukların ölüm haberleri ile sarsılırız. Ehliyetsiz, denetimsiz, hiç kontrol edilmeyen kamyon kasalarında caddelere serilmiş cansız bedenlerden, onların acısını yüreklerimize gömeriz.

Okul çağında ders sıralarında okuması gereken, çalışma yaşının 6-10 olduğu,  hele hele kız çocuklarının bebek kardeşlerine bakmak zorunda kaldıkları, barınma şartlarından mahrum, çadırlarda sürdürülen hayatlar, ışıktan mahrum gün ışığı ile başlayan, güneşin batışı ile ancak yatmak zorunda kalan, temizlik imkanlarının olmadığı koşullarda, devletin de tüm bunların çözümü için hiçbir uğraş içinde olmaması, mevsimlik işçileri kaderleri ile baş başa bırakmıştır.

Hayatın yükü kadın ve çocukların omuzunda

Tarım ülkesinden artık tarım ürünlerini ithal eder ülke konumuna gelen Türkiye’de, Kürdistan’da süregelen savaştan dolayı köy yakmalar, köy boşaltmalar, hayvancılığın yasaklanması, yaylalara çıkışların engellenmesi, olağanüstü koşullarda yasaklamalar, zorunlu göçe tabii tutulmak gibi bir dizi engellemelerden sonra insanlar çaresiz olarak batıya büyük şehirlere göç etmek zorunda bırakıldılar. Yaşam savaşını sürdürebilmesi için yoksul Kürt köylüsünün Karadeniz’de fındıkta, çayda, Orta Anadolu’da pancarda, patateste, Akdeniz’de pamuk, domates, patlıcan, biberde, Ege’de üzüm, zeytin toplama işlerinde zorunlu olarak çalışmaktan başka alternatif bırakılmamıştır.

Türk şovenizminin doruk noktasında olduğu, olağanüstü koşullardan geçtiğimiz bir dönemde kimliklerinden dolayı en ağır saldırılara, dil sorunundan dolayı hakaretlere maruz kalırken, horlananlar yine mevsimlik işçileridir. Emeğini en ucuz ücret karşılığında satmaktan başka çaresi olmayan bu insanlar, ırkçı faşist güruhlar tarafından kitleler halinde saldırıya maruz kalırken, devletin baskısı yetmiyormuş gibi şehirlerde de Türk faşistleri tarafından bulundukları yerleri terke zorlanmaktadır.

İslam ideolojisinin prim yaptığı, Erdoğan rejimi altında İran, Irak, Afganistan ve Türk cumhuriyetlerinden akın akın Türkiye’ye gelen Müslüman nüfus, bir iş ve geçim umuduyla Türkiye’de bulunan Türk ve Kürt emekçilerden daha düşük ücretle çalıştırılınca patronlar kârına kâr katıp iştahlarını kabartıyor. Kural, kanun iş güvencesinin olmadığı ortamlarda 14/15 saat çalıştırılan mevsimlik “kölelerin” çalıştıkları koşullar ortaçağı andırmaktadır. Başta barınma koşullarının ilkel çadırlarda, 40/50 dereceye varan sıcaklarda, yıkanabilme, dinlenebilme koşullarından mahrum, sağlık ihtiyaçlarından tamamen uzak doğa ile baş başa kalmaktadırlar.

Patronların en çok tercih ettikleri, çocuk yaşta kız ve erkek çocuk işçilerin en düşük ücretle çalıştırılıyor olmasıdır. Ailesine bir nebze maddi yardımda bulunmak amacıyla zorla çalıştırılan minicik ellerden kazanılan paralar aynı zamanda ne kadar “Müslüman” olduklarının göstergesidir. Kriz bahane edilerek ödenmeyen işçi ücretleri, yevmiyeler patronların günlük uygulamalarının başında gelmektedir.

Kendine yeterli doğal zenginlikleri ile kendi kendine yeterli ülkelerden olan Suriye’de bugüne kadar süren savaşta, kimseye muhtaç olmadan halen rahatça yaşayabilme koşulları mevcuttur. Ama bir tarım ülkesi olan Türkiye bugün buğdayı, samanı dışarıdan ithal eder duruma gelmiştir. Bunun sorumlusu “dış güçler” değil Erdoğan rejimidir. Tarım ülkesi konumundan artık tarım ürünlerini ithal eder konuma getirilirken, son çare olarak Suriye’nin doğal ürünlerine göz dikilmiş, yağma, talan, hırsızlık ile zenginlikler Türkiye’ye taşınmaktadır.

Kendi vatandaşlarının en doğal ihtiyaçlarını dahi karşılayamayacak duruma gelen Erdoğan rejimi, patates, soğan sıkıntısıyla karşı karşıya kalmış bu ürünler “dolar” kadar kıymetli duruma gelmiştir. İşgal edilen toprakları “ganimet” olarak gören, cihatçı anlayış, çeteler aracılığıyla zenginliklere el koymaktadır. Beş yıldır süren savaşta üretim araçları, petrol ve sulardan sonra şimdi de en değerli zenginliği olan zeytinleri toplayıp gasp etmektedir.

Sermayenin tercihi “yabancı işçiler”

Mevsimlik işçilerin sömürüsünün en çok olduğu Batı Avrupa’da da durum Türkiye’de yaşananlardan farklı değildir. Emek ile sermayenin bulunduğu her koşulda, her zaman kâr hırsı en yüksek düzeyde olurken, sermayenin acımasız ve gaddar oluşu en belirgin özellikleridir. Yaşlanan nüfusun yerine çalıştırılacak genç nüfusa her zaman ihtiyacı olan Avrupa, işgücü ihtiyacını Romanya, Bulgaristan, Polonya gibi ülkelerden gelen işçilerden karşılamaktadır.

Batı Avrupa’ya her hasat döneminde akın akın gelen Bulgar, Polonyalı ve Romanyalı tarım işçileri, mevsimlik işçiler kendi ülkelerinde asgari ücretin 200/300 euro olan aylıklarından birkaç ay çalışarak biriktirdikleri para ile kendi ülkelerinde kışı geçirmenin hesabı içerisindedirler. Bu durumu bilen kapitalizm en düşük ücretten işçileri acımasızca hiçbir değer vermeden çalıştırıp hasadını toplayıp elde edeceği kârın derdi ile ilgilenmektedir.

Bir umut uğruna yurt dışına Avrupa’ya açlıktan ve savaştan kaçan mültecilerin buluşma noktası da mevsimlik çalışma alanları olmaktadır. Bazıları bu şansa dahi ulaşamadan Akdeniz’in mavi sularında hayatlarını kaybederken, Kürt, Arap, Iraklı, Suriyeli, Afgan, Ermeni, Süryani, Alevi, Afrikalı dünyanın her dil, din ve ırkından insanın buluşma noktası sezonluk olarak çalışılan tarlalar olmaktadır. Emperyalist haydutların dünyayı ne duruma getirdikleri tabloyu belki de bundan daha iyi kimse izah edemez. Sergileyemez. Anlatamaz.

İtalya’da üzüm, zeytin ve narenciye, Fransa’da şarap üzümleri, Belçika’da elma, armut, çilek, Hollanda’da sera işleri, Almanya’da uçsuz bucaksız tarlalarda üretilen soğan ve sebzeler yüzbinlerce göçmen eliyle Avrupa pazarına dağıtılmaktadır. Topraktan gelen her üründe yabancının mutlak emeği vardır. Yüzbinlerce göçmenin kağıtsız, güvencesiz ve düşük ücretle çalıştırılmalarında politikacıların, siyasilerin çıtı dahi çıkmaz. Çünkü tarladan hasadı yabancıdan başkası kaldıramaz. Emeğin karşılığı Yunanistan’da 20/25 euro, İtalya’da saati 3 euro, Belçika’da 5 euro olurken en kazançlı çıkan kapitalizmdir.

Mevsimlik işçilerin “köleler”in sorunu, sınıf mücadelesinin önemli başlıklarından biridir. Köylülük ile ücretli işçilik arasında sıkışıp kalmış bu geniş kitlenin örgütlenmesi en zor ama örgütlendiği durumda, kaybedeceği bir şey olmayanlar olarak öfkesinin önüne geçilemeyecek olan kesimdir mevsimlik işçiler. Katliam gibi trafik kazalarında kitlesel ölümleri karşısında üzülüp vicdan yapılıp sonra unutulacak değil, sınıf mücadelesinin aktif bileşeni olarak bakılıp örgütlemek üzere araçlar geliştirilmesi gereken önemli bir kesimdir ülkemizin sosyo-ekonomik yapısı açısından.

Bir ÖG okuru 

25101

Hamas[1] -siyonist İsrail devleti denkleminde gazze'deki soykırım:

Açıklanan rakamlar muhtelif olsa da 7.Ekim.2023 ile 30.Mayıs.2024 tarihleri arasında, ezici çoğunluğu çocuk ve kadın olmak üzere, toplamda 36 bin Filistinli hunharca katledilmiş durumda. Yaralı sayısının 80 bini aştığı ve keza binlerce kişinin akıbetlerinin bilinmediği söylenmekte.

Yirmi saplı ilmik (Nubar Ozanyan)

Zulmün sınırının ve çapının olmadığı, çığlığın ve yüksek sesle ağlamanın yasak olduğu topraklarda yaşıyoruz. Ermeniler, Kürtler, Aleviler geçmişte yaşadıklarının yaslarını tutmaya vakit bulamadan daha kapsamlı acıların içine itiliyorlar. Diktatörler bir yandan halkların bembeyaz barış sayfalarına zulümlerini kara kalemle yazarken diğer yandan yaptıkları kötülüklerin ve işledikleri cinayetlerin unutulması ve bir daha hatırlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar. Halkların hafıza ve belleklerini silerek sahte bir tarih yazımıyla kirletiyorlar.

Emperyalizm Üzerine Notlar-3

Emperyalizm, Bağımlılık ve Eşitsiz Gelişme

 

Soru 3:

Türkiye Mali olarak ABD ve AB Emperyalistlerine Bağlıdır

Cevap:

Türkiye'nin mali olarak, mali olarak daha güçlü emperyalist ülkelere ihitiyaç duyduğu hatta bağımlı olduğu bir gerçektir. Ancak bu bağımlılık, bir yarı-sömürge ya da bağımlı ülke bağımlılığı gibi olmayıp, finansal olarak daha büyük olmamasıyla ilgilidir.

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Sayfalar