Mültecilik ve düşünce üretimi

Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içinde eskiden beri “mülteciliğe” bir kızgınlık ve yabancılaşma vardır. Özellikle “mülteci” devrimcilere iyi gözle bakılmaz. Bunun TDH’ne, “kötü” olarak yansıması TKP’nin mülteciliğinden kaynaklanıyor. TKP önderleri,,, ülkedeki baskı koşularından dolayı uzun bir süre yurtdışında (o zamanki adıyla Sovyet bloku ülkelerinde) yaşamak zorunda kalmaları, 1970’lerden sonraki devrimci kuşak içinde, “lanetlenen” bir durum oldu.
Bunun haklı bir yanı da vardı, haksız yanı da... Haklı yanı, TKP’nin “pasifist, sınıf uzlaşmacı” çizgisine karşı duyulan bir tepkiden ileri geliyordu. Haksız yanı ise, öne çıkmış liderlerin ülkede yaşama koşullarının olmamasından dolayı yurt dışında barınmak zorunda kalışlarıdır. Bugünün illegal örgütleri, kendi durumlarına bakıp, düne biraz hak vermeleri gerekir diye düşünüyorum.
Mültecilik, mülteci olarak yaşayanlar için, ne fizkisel ne de ruhsal olarak iyi bir şey değildir. Bu bütün göçmenler için geçerlidir. Kendi toprağından koparılarak bir başka -bütün koşullarına yabancısı olduğu- toprağa, yeşermesi için ekilen bir ağaç gibidir.
Mülteciliğin savunulacak bir yanı yoktur. Yaşadığın yer Avrupa'nın en ileri ülkeside olsa. Ancak, insanların mülteci ve göçmen olarak neden yaşadıkları kapitalist toplumla bağlantılıdır. Kapitalist toplum öncesi de mültecilik ve göçmenlik vardı. Kapitalist toplum varolduğu sürece göçmenlik ve siyasi mültecilik olacaktır. İnsanların neden kendi yaşadığı ülkelerden kaçıp ya da gönüllü olarak bir başka ülkede yaşamaya mecbur kaldıkları, kapitalizmin kendi içinde saklıdır. Bu çözümlendiğinde o da kendiliğinde anlaşılacaktır.
Burada, mülteciliği anlatmayacağım. Buradan bir başka yere geleceğim.
Bugünde, devrimci çevrelerde siyasi mülteciler, yani, devrimci mülteciler hor görülür. “Kaçkın”, “mücadele kaçkını” vb. Üstelik, bunları söyleyenler ve sık sık tekraralayanlar da o “horladıkları” ve “küçümsedikleri” devrimci mülteciler gibi yurtdışında yaşayanlardır.
Marx’ın, Engels’in, Lenin’in, mülteci olarak yaşadıkları unutulur. Ama onlar, yukarılarda tutulur. Lenin, Rus Devrimi’ni mülteci olarak Avrupa’da yaşadığı ülkelerden yönetmiştir. Bilinen bilimsel yazılarını Rusya dışında mülteci olarak yaşadığı ülkelerde yazmıştır. Buradan bir örgütü yönetmiştir. Marx, deyim yerindeyse; işçi sınıfının dünya görüşünü Londra’daki bir kütüphanenin içinde oturarak yaratmıştır.
Genelde siyasi olmayan ya da çok az okuyan, ama, “mülteci devrimcilere” saldırıken de, keskinliği elden bırakmayanlar, nedense, mülteci olarak yaşayan devrimcilerin siyasi görüşlerini dile getirmelerini kabullenemiyorlar. Adeta söyledikleri: “sizin buna hakkınız yok”. “Oturduğunuz sıcak(!) köşelerden siyaset üretemezsiniz!” “Yurtdışında yaşarken Türkiye”yi tahlil edilemez!” En çok ileri sürdükleride bu son cümledir.
Marx ve Lenin’in yaşadığı zamanlardaki iletişim teknolojisinin çok geriliğini biliriz. Ama Marx, Londra’da yaşarken, daha 1880’lerin ortalarında, ABD’deki bir gazeteye güncel yazılar yazıyordu. Ve dünyanın bütün köşelerinde gelişen olaylarla ilgili yazılar gönderiyordu.
Bugün ise, teknolojinin geldiği nokta çok açıktır. Bilgisayarın başına geçip ve bilgisayarınız internet denilen bir sanal dünya ağına da bağlıysa, bir tuşa dokunmakla, söylem yerindeyse; dünya gözününzün önüne geliyor. Ve artık, yüz yıl öncesi gibi, bir yerdeki bir büyük olayı aylar sonrası duymuyorsunuz. Saniyede gözlerinizin önünde. Ve ülkelerin istastiki bilgileri yüzyıl öncesi gib değil, artık her şeyi kayıtlara döküyorlar. “Kara para” denilen olayın bile nerelerde harcandığını, kimlere gittiğini ve miktarını biliyorlar.
Eğer, bir konuda bir araştırma yapmak istiyorsanız, internete bağlı bilgisayarın karşısına geçip, istediğiniz bilgileri yaklaşık olarak elde edebiliyorsunuz. Bütün şirketlerin, devletlerin, gazetelerin, örgütlerin, partilerin ve tüm devrimci ve komünist örgütlerin yayınları internet sayfalarında var. Yabancı dil bilmeniz de pek gerekmiyor. Araştırdığınız konuyla biraz tanışıksanız, neyin nerede olduğunu bulabiliyor, analayabiliyorsunuz.
Demek ki, bir ülkeyi tahlil ederken, o ülkede yaşamanız gerekmiyor. Bunu, bugün, istediğiniz yerden tahlil edebilirsiniz. Hatta o ülkenin ruhunu yakından bilmek istiyorsanız, bunu da orturduğunuz yerden rahatlıkla yapabilirisiniz. Bunun için de, o ülke üzerine etraflıca ve çok yönlü bilgileri okuma zahmetine katlanmanız gerekiyor.
Devrimci örgütlerin yurtdışından Türkiye’yi takip etmelerine, yazıp-çizmelerine bir şey denmiyor, ama, örgütsüzsen, hem “mülteci” olarak “suçlusun” ve hem de “yazı” yazarak “suçlusun”. Bu ikisi biraraya geldiği zaman, çok tehlikeli bir duruma gelmiş oluyorsun! Özellikle, “siyasi konularda” yazı yazarsan daha da “suçlusun” Çünkü, siyaset üretmeyi sadece ve sadece devrimci örgütlerin hakkı olarak görüyorlar. (Nedense, burjuvazinin de siyaset üretme hakkını kendinde görüp, başkalarının, özellikle burjuvaziye karşı mücadele edenlerin siyaset üretmesini yasaklamasını ve bunu cezalandırma yolunu seçtiği hiç mi hiç akıllarına gelmiyor) Bireylere bu hak “çok görülüyor”, “sınırı aşmış” oluyorlar. Sınırı kim koyuyor? Siyasetten uzak, kendi küçük burjuva dar dünyalarında –genelde de lümpence- yaşayanlar! Ve eğer, her hangi bir devrimci örgütü eleştirmişsen; “hop! orada dur!” deniyor. “Sen kim oluyorsun” yollu, “eleştiri” karşı tehditler gelmeye başlıyor. Oysa, bu tür düşünce sahipleri de genelde örgütsüz olanlardır. Bunu ben, geleneklerin ağır baskısıyla karşı karşıya kalan ve onun zulmü altında yaşam süren bir annenin, aynı şekilde kendi kızına yaptığı baskıya benzetiyorum. Ve aklıma, hep, Bir kaç yıl önce, Kuzey Kürdistan’ın ücra bir köşesinde, genç bir kızın, bir genç oğlanla gezdiği için, öz dedesi ve ninesi tarafından diri diri toprağa gömülüşü gelir. Marx’ın da deği gibi, ölülerimizin bize bıraktığı mirasın acılarını da biz çekiyoruz.
Bir kaç yıl önce, “yarı-feodal Brezilya” diye bir makale yazmıştım. Bir gün, biraz da mürekkep yalamış bir tanıdığım, bana “sen Brezilya’ya gittin de mi orayı tahlil ediyorsun” demişti. Gerçekten şaşırmıştım! Onun derdi, benim Brezilya’yı kapitalist değrlendirmemle ilgiliydi. Eğer, “yarı-feodal” deseydim, hiç sesini çıkarmaz ve belki de böyle bir soru da sormayacaktı ve hatta “ne güzel yazmışsın” diyecekti. İşte, ben ve benim gibi devrimci mülteciliğin durumu! Demek ki, sorun, yazdığın konunun içeriğiyle yakından ilgiliymiş. “Hak ve hakkın olmaması” da buna bağlıymış.
Buradan bir örnek daha vermek istiyorum. Mülteci olmak “suç” olduğu için, bu örneği vermek zorundayım. Dersim’de yaşayan bir köylü; “sizin genel sekreterinizi besledik, o da yurt dışına kaçtı” demiş(!) Köylü haklı derim. Ancak, bunu, beni “teşhir” etmek için yazan haklı mı? Çünkü, o bunu yazarken, kendisi de benim eski konumuma (başka bir örgütte) gelmişti ve benim gibi yurtdışında yaşıyordu? Talihsiz bir örnek! Bu bizim devrimci hallerimiz! Örgütlü olarak yurt dışında ömür boyu yaşayabilir, siyaset üretebilirsin ve de “kaçkın” olmazsın. Ama örgütsüzsen hem mülteci hem de suçlu ve hem de “kaçkın”sındır!
Örnekleri bırakıp, konumuza dönersek, siyaset üretmek, düşünce üretmek kimsenin tekelinde olmamalıdır. Devrimciler, “tekel” anlayışına karşı çıkmak zorundadır. Tekelcilik, kapitalizme özgü ve özellikle burjuvazi, siyasette dahil, her şeyi kendi tekelinde bulundurmaya çalışır. Bunu bugün AKP’nin başta olduğu Türkiye’de canlı bir şekilde yaşayarak görüyoruz. Kültür burjuvazinin elindedir. Parası olan onu alıp değerlendirebilir. Bizim gibiler ise, okumak ve araştırma yapmak için, almak istediği kitabın parasını karşılayabilmek adına, deyim yerindeyse; on takla atar. Biraz hali vakti iyi olanların gözbebeklerinin ta orta yerine bakıyoruz ki, bize bir kitap alsın! Çünkü bizim evimizdeki kitaplarımız, yazılarımız vb. dışında başkaca sermayemiz sözkonusu değildir.
Komünistler, siyasi görüşlerden kokmazlar. Tersine, siyasi faaliyeti bütün çalışmaların can damarı sayarlar. Siyasi yaşamın canlı olduğu yerde devrim gelişir. Aynen Rusya’da olduğu gibi. Aynen, 1968-71 ve 1974 - 12 Eylül 1980 arası Türkiye’sinde devrimciler arasındaki canlı tartışma ortamında olduğu gibi. Siyasetsizlik ölümdür. Bu, tam da burjuvazinin istediği bir statükodur. Komünistler ve devrimciler bu tür anlayışlara karşı çıkmalıdırlar. İnsanların, özellikle de devrimci ve komünistlerin yazmasına çizmesine ve diğer sanatsal faaliyetlerle uğraşmalarına ve yaratmalarına köstek değil, destek olunmalıdır. Bunlar, eninde sonunda devrimin havuzuna akacak ürünlerdir. Revizyonizmi de savunsa yazmalıdır. Bunun alternatifi doğacaktır. Doğada ve toplumda hiç bir şey alternatifsiz değildir. Her şey karşılıklı çatışma içinde gelişir, değişir ve serpilir. Bu ilke, görüş ve düşünceler içinde geçerlidir. Tartışmadan doğrular bulunmaz. Marksizm burjuva dünya görüşü ve küçük burjuva dünya görüşleriyle tartışma içinde gelişti. Bugünde, tatışılmalıdır. Kitleler, canlı siyasal ortamın içine çekilmelidir. “Siyasal iktidara alternatifim” diyen örgütler birbirlerinin görüşlerini tartışmalıdır. Siyasal anlamda, kimsenin kimseye dokunmadığı bir ortamda devrimci düşünce gelişmez. Devrimci düşüncenin gelişmediği yerde devrimci mücadele gelişmez. Devrimci mücadelenin gelişmesinin tohumu, teorik ve siyasal tartışma ortamında yeşerir. Lenin’in bir sözünü burada tekraralarsak: “Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz.”
Burjuvazi, siyasi tartışmaları kriminalize etmeye ve gerçek amacından saptırmaya çalışır. Özellikle de bunu kişiselleştirir. Düşünceleri en iyi kriminalize etmenin yolu dezenformasyondur. Buna en çok alet olanda küçük burjuva devrimciliğidir. Küçük burjuva devrimciliği, siyaseti, kitleleri örgütleme, bilinçlendirme ve belli bir amaç doğrultusunda o hedefe yönlendirmeyi amaçlamaz. Onun derdi, küçük işlerle uğraşmak ve günü kurtarmaktır. Bu nedenle de, söylem yerindeyse, devrimciliği “paparazi”leştirmeye çalışır. Hayal dünyasında ne sosyalizm ne de komünizm vardır. Onlar sadece bir ütopyadır. Günü kurtarmak ise onun gerçek dünyasıdır. Özellikle, küçük burjuva devrimciliği burjuvazinin yönlendirmelerine açık olur.
Ben örgütsüzlüğü savunan birisi değil, örgütlülüğü savunan birisiyim. Kendi duruşum her ne kadar bu görüşümle çelişse de, gerçek budur. Benim, kendi açımdan tarihsel nedenlerim vardır. Ancak, bütün yazılarımda örgütlülüğü savunur ve öneririm. Çünkü, örgütsüz yığınlar ve örgütsüz bir işçi sınıfı devrimi gerçekleştiremez. Devrim, doğru bir siyaset izleyen, çelik disiplini ve geniş yığınları etrafında örgütleyen bir KP önderliğinde gerçekşebileceği inancındayım.
Bütün buna karşın örgütsüz kesimler daha çoktur. Bu durum gerçekliği, devrimci-demokrat kesimler içinde geçerlidir. Bu kesimleri örgütlemeden ya da en azından önemli bir kısmını kazanmadan sınıf bilinçli proletaryanın devrimi gerçekleştirmesi söz konusu olamaz. Çünkü bunlar, kitlelerin ileri kesimleridir.
Sonuç olarak, sözünü ettiğim “dede ve nine” rolü oynanması bırakılmalıdır. Bunu yararı yok, zararı var. Elbette bu rolü gönüllü olarak oynamak isteyenler her zaman olacaktır. Ama onlar, devrimci mücadele karşısında cılız kalmaya devam edecektir. Onları kendi efendileriyle başbaşa bırakmak en doğrusudur. Burjuvazi var oldukça, karşı-devrimcilik ve buna alet olacak olan yarı-lümpen unsurlarda eksik olmayacaktır.
Siyasetin iyi bir şey olmadığını biliyorum. 41 yıllık siyasal yaşamım buna tanık. Ancak, burjuvazinin insanlığı kendi siyasetiyle köleleştirdiği bir koşulda, ona karşı devrimci siyaseti, inadına sürdürmek gerekiyor. Çünkü, sınıflı toplum varolduğu sürece bu siyaset varolacaktır. Ayrıca, burjuvazi, komünist ve devrimcileri susturmak istiyor. Bu nedenle de olsa susmamalıyız.
Ben yaklaşık 20 yıldır mülteciyim ve yazmaya devam ediyorum. Yazmakla “suç” işlediğimin bilincindeyim. Böylesi bir “suç” işlemeyi seviyorum ve bunu sürdürmeye çalışacağım. Kişisel hiç bir düşmanım yoktur. Ama siyasal düşmanlarımın epeyce olduğunun bilincindeyim. Hiç bir yazımda kişiselliğimi katmadığım gibi, kendimden de söz etmeyi sevmem. Bu nedenle, “anılarını yaz” diyenlere, olumlu yanıt vermedim. Yazan arkadaşlarım var. Devrimci mücadeleye başladığımda, “ileride anılarımı yazacağım, kaşını eğik tutma” diye kimseyi uyarmadığım içindir. Ancak, anılarını yazanlara da karşı değilim. Anılar, gelecek kuşağa iyi şeylerin bırakılması, devrimci mücadele için ders ve deneyimler kazandırması amacıyla yazılmalıdır. Ben siyasal görüşlerimle varım. Görüşlerimi beğenenlerde oluyor, beğenmeyenlerde. Beğenmeyeler, varsa eleştirilerini yazarlar. Bu, gelişimin ve değişimin kendisidir. Bunu memnuniyetle karşılarım.06.02.2014

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)