Munzur’dan İstanbul'a Yaralı Kartal: Ali Uçar!
Yıl 1974 Haziran’ıydı. Seni İstanbul- Kazlıçeşme’de tanıdım. Daha çok gençtin, 16 yaşındaydın. Dersim-Ovacik Cakperi köyünde yoksul ama Munzur suyu kadar temiz bir Anne-Baba'dan gelmeydin. Okullar yaz tatiline girmiş sen ve abin Musa Uçar okul paranızı ve ailenize maddi yardımda bulunmak için Kazlıçeşme deri fabrikalarında çalışacaktınız. Okullar açıldığında ise geri Dersim’e dönerek eğitiminizi sürdürecektiniz. Ama öyle olmadı. Partimizle tanıştın. Eğitimini yarıda bıraktın. Zeytinburnu’nda işçi sınıfı içerisinde örgütlendin, örgütledin.
Deri-iş sendikasının Kazlıçeşme örgütlenmesinde. İşçilerin sigortalı olmasında en çok emek verenlerdendin. Hızlı öğreniyordun, gelişiyordun. Kabına sığmıyordun. Partinin askeri örgütlenmesinde yer almakta ısrar ettin. "Partinin her örgütlü elemanının aynı zamanda iyi bir savaşçı olması gerektiğinin" bilincindeydin. Parti-Ordu çalışmasını iç içe birlikte yürütülmesinde ısrarcı oldun. Çeşitli örgütsel çalışmalar sana yetmiyordu. Yüreğin cesurdu, yaralıydı Otuz sekiz Dersim katliamını yaşadığın bir yöreden geliyordun ve o surecin acılı anılarıyla büyümüştün. Askeri-TİKKO gerilla biriminde örgütlendiğinde dünyalar senin olmuştu. Sevinçten uçuyordun…
Partinin düzenli eğitim çalışmaları (askeri, siyasi, örgütsel) yapılıyordu. Sen, Cemil Oka, Selahattin Doğan, Hıdır Aykır yeni oluşturduğumuz şehir gerilla biriminde yer alıyordunuz. Cemil Üniversite gençliğinde gelmişti. Hıdır Aykır okuma yazma bilmeyen Dersim/Ovacık/Kozluca köyünden gelen bir işçiydi. Yaşam savası için İstanbul’a gelmiş Kazlıçeşme’de deri işçileriydiniz.
Daha bıyıkları terlememişti. Genç, dinamik, masum ve cesurdun. Partinin en imkânsız döneminde, parti faaliyeti ulaşabildiğimiz her yerde canla basla yürütenlerdendin. Henüz çok gençtik. Ölüm neydi ki bizim için! Seve seve ölüme gidiyorduk yaşamak-yaşatmak, gelişip güçlenmek, ideallerimizi toprağa tohum yapabilmek için! Aslında hiç birimizin aklında ölüm yoktu. Daha çok yasamak sevdası vardı. Mazlumun cani yüreği, hakkı- adaleti, davası; mağdurun uyanması, aydınlanması, bilinçlenmesi, örgütlenmesi ayağa kalkarak isyana bayrak olmak istiyorduk. Hiçbirimizin ama hiçbirimizin hesabı kitabı yoktu. Her şey devrim, sosyalizm ve gerçek özgürlüğün gürül gürül tüm insanlara sunulduğu yenidünyamız içindi. Kaypakkaya’dan aldığımız maya, bize bu azmi, cesareti, ilhamı veriyordu. Kürt’tük, Türk’tük, Ermeni, Laz, Arap, Çerkez vb. idik. Aramızda dil, din irk farkı yoktu. Biz işçi sınıfının, mazlumun ezilenin her zaman yanındaydık.
Ali yoldaş sen, Cemil Oka’nın Türklüğüyle, Cemil yoldaş senin Kürtlüğünle uğraşmazdı. Sınıfımızın ve halkların kardeşliği ve eşitliği kılavuzumuzdu. Kuru ekmeği soğanla, tuzla katık yapar yerdiniz. İnanmak dava insani olmak azmi, disiplini, öğrenmeyi gerektiriyordu. Okuma yazma bilmeyen H. Aykır okuma yazma öğrenmişti. Cemil ve sen H. Aykır yoldaşa çok kısa zamanda okumayı, yazmayı öğretmiştiniz. Bize sürpriz yapmıştınız. Biz Hıdır yoldaşın kitap okuduğunu, yazma notları aldığını gördüğümüzde inanmamıştık, bize şaka gibi gelmişti.
Zaman su gibi akıyordu. Biz 1976’nin Ocak ayında esir düşmüştük. Zorunlu ayrılıktı bu. Toptaki cezaevine ziyaretime hep geldin. Beni-bizi yalnız bırakmadın.
Bir süre sonra partinin gerçekleştirdiği bir eylemde (1977’da) çatışma çıkmıştı. Faşizm zayiat almıştı. Sen ve diğer yoldaş yara almamıştınız ama Cemil yoldaş ağır yaralanmıştı. Sen, Cemil’i öylece bırakmamıştın. Cemil’in tüm ısrarına aldırış etmeden, Cemil’i ölümüne çemberden çıkarmıştın. Tüm uğraşlara rağmen Cemil Oka’ mızı kaybetmiştik. Partimiz ayrılık sonrası değerli bir komutanını, savaşçısını kaybediyordu.
Son kez beni ziyarete geldin. Olay anlattın ve bir daha görüşüme gelmedin. İlişkimiz kopmuştu. Birkaç kere S. Cihan yoldaşa seni sormuştum. "İyi olduğunu başka bölgeye görevlendirildiğini" duymuştum. Biz 1977’nin 9 Aralık’ında partimiz tarafından bir baskın sonucu Toptaşı Cezaevinden kaçırıldık. Doğu’ya atanmıştık. Yıllarca görmediğim Orhan Bakır yoldaşla karşılaştık. Daha sonra seninle karşılaştık. İkinizle de karşılaşmam bana sürpriz olmuştu. O anı kelimelere dökemem. Aynı candık, aynı kandık, aynı davanın yoldaşlarıydık.
Yıllar bizi Dersim’de buluşturdu. Partimize, devrime hizmeti birer nefer olarak Dersim ve “Doğu’da yürütecektik. Partinin ayni komitelerinde birlikte yer aldık. Partinin sana verdiği görevleri layıkıyla yerine getirdin. Dest işgalinin örgütlenme surecinde yer almıştın. O dönemler azılı işkenceci Musa Duman gibi işkencecinin cezalandırılması görevini parti sana verdiğinde hiç tereddüde düşmeden görevi devraldın, yanına da Kato (Hüseyin Tosun) yoldaşı da alarak Elâzığ Merkez Hastane ’sinde halk adına cezalandırdın. Eylem sonrası görüştüğümüzde üzgündün. Pir Ahmet Solmaz adlı devrimcinin katili Musa Duman ölmemişti. Ağır yaralı kurtulmuştu. İblisin nasıl ölmediğine hep yakındın, hayıflandın. Avını avlamış bir kartalın ruh hali gözlerinde okunuyordu. Bir zaman sonra eski haline dönüyordun. Sazınla, sözünle, şakalarınla hepimizin moral kaynağıydın. Dersim dağlarının sevdalı ceylanıydın. Yüreğinde zerre kadar yılgınlık ve art niyet yoktu. Çemişgezek’in merkezinde azılı katil Yaşar Uytun’un cezalandırılmasında gösterdiğin cesaretle, avına son darbeyi vuran aslanın heybetli bakışını andırıyordun. İki gün boyunca faşizmin ordusuyla çatışırken CHE’yi andırıyordun.
Bir tarafta yüzlerce TC’nin askerleri, beri yanda sen ve senin komutanda sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen gerilla yoldaşlarınla (Şefik Karaağaç’la, Ali Karadağ’la ve diğer yoldaşlarınla) çatışıyordun mevzi kazanıyor tekrar geri çekiliyordun. İki gün suren çatışmada Faşizmin ordusu dağlarımıza girememişti. Partimizin yaptığı her iki kampta da komutanlardandın. 12 Eylül Askeri faşist cuntası işbaşına geldiğinde sen ve ben Erzincan Munzur dağlarındaydık. Gamarikten, Ovacık’a yol almıştık. Uçak ve Helikopterlerin hareketliliği bir şeylerin olduğunu söylüyordu. Radyoyu açtığımızda ordunun yönetime el koyarak darbe yaptığını duyduk. Acilen birliklerimize ulaştık. Gerekli hareket planı ve tedbirlerimizi aldık..
Bu dönemlerde partimiz alt konferanslarını yapmış, akabinde ikinci konferansını gerçekleştirmişti. Bütün örgütler yıkım halindeyken, biz öyle ciddi bir darbe yememiştik. Aksine daha organize oluyorduk. Konferans çalışmalarını aksatmadan yapmıştık. İçte çatlak sesler çıksa da pek etki yapmıyordu. Partimiz, ikinci konferansını başarıyla gerçekleştirmesiyle büyük bir moral kazanmıştık. Bu süreçte konferansın örgütlenmesinde, ulaşımda, nakilde, askeri önlem ve örgütlenmesinde hep ama hep sen vardın Ali yoldaşım.
Partimiz ağır darba aldığında yine partinin hamalıydın. İstanbul’dan T. Kürdistan’ına bütün ulaşım ve örgütlenmede payın, emeğin büyüktür. Seni büyütende buydu. Yakalanma, öldürülme umurunda değildi. 1982 Eylülü’ne kadar birlikte olduk. Ben görevim gereği yurtdışına çıktım. Bazen haberleşme ağıyla görüşüyorduk. Bir kara-Nisan günü; yani 6 Nisan günü acı acı telefon çaldığında (Köln’de İbrahim Polat yoldaşın evinde) kara haberini aldım. Sen kahpe bir tuzakta katledilmiştin. İnanamıyordum. İnanmak istemiyordum. Şoktaydım ne yapacağımı bilemiyordum. Ali Haydar Akgün yakalanmış üç gün evi vermemişti. Evde kalan arkadaşlar panikleyerek ve ciddi bir zaafla hiçbir belge almadan, evi boşaltmadan terk etmişlerdi. Günler sonra Ali yoldaşı ev boşaltmaya göndermişlerdi. Ali yoldaş evi boşatmaya gittiğinde kahpe pusuda kurşuna dizilmişti. Ev’i anında terk edenlerin evi boşaltmaması ve üstelik A. Uçar’ın yollanıp katledilmesine yol açılması karşısında, Topo yıkılır, ihanet derecesinde çözülür. Kuskusuz onun çözülüp evi vermesi de A. Uçar’ın katledilmesine yol açmıştır.
Aslan Kılıç’ın Hastane surecinde çökmesiyle, Topo’nun yakalanması ve yıkıntıya girmesinden birbirini etkileyen bir ilintisi vardır…
Aslan Kılıç, o dönemler partinin genel sekreteriydi. Aslan, görüş olarak parti merkez komitesinin 5. toplantısında tasfiyeciliğini yürütmüştü. Perincek’çi karşı-devrimci, tasfiyeci görüşlerini zorlanmadan hâkim kılmıştı. MK’nin esintiye göre yelken açması ne durumda olduğunu gösteriyor. İdeolojik duruşu-inancı olmayanların kökü çürüktür rüzgâr nerede eserse oraya eğilirler. Gelen tepkiler sonucu ideolojik yıkıntı içindeki dönemin MK’miz çaresiz düşe kalka ayağa kalkmaya çalıştı. Nafile çırpınıştı. "Değerli” sekreterimiz Aslan Kılıç ihanet ederek partiyi sattı. Perincek’in devletiyle anlaştı. Zira Aslan Kılıç evveliyatından beri TKP/M-L’nin mayasını almadı, alamadı. Kaypakkaya kültüründen mayalanmadı. Devrimi sattı. Partimize en büyük zararı verdi. Kemalizm’den köklü kopmamıştı. Onun Kemalist asker olarak görevine devam etmesi de buradan gelir. Ne de olsa aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde kalırlar… Son sözü tarih söyleyecektir! Ali Uçar yoldaşı saygı ve sevgiyle anıyorum. Devrim şehitlerini yüreğimin derinliklerinde taşıyorum…
29. 3. 2013 Hasan Aksu.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)