Mutlak yöntemin kendini yeniden üretme biçimi ve Diyalektik Tarihsel Materyalist Yöntemi Anlamayan dairesel kafaların teğetinde Doğru’lar
İçinde bulunduğumuz hazır bulduğumuz ve sürekli hareketle var olan dış dünyanın nesnel varlığının en yüksek ürünü olan bilinçli maddenin üretimi -düşüncenin üretimi- ve yeniden üretimi sadece yeni koşulların üretimi ile var olmazlar. Çünkü her yeni hareket ve koşul bir önceki hareketin ürünü olmakla kalmaz onu içerir, onu ret eder yani yadsırda. Bilinçli madde düşünceyi kabuklarından ayıklayınca organik maddeye ulaşmak, organik maddeyi kabuklarından ayırınca da inorganik maddeye, inorganik maddeyi de kabuklarından ayıklayınca atom altı parçacıkların hareketine ulaşmamız bu tarihsel gelişimin geriye izlenmesidir. Engels Darvinciliği eleştirirken evrimci yaklaşımın, bir türün maymunun insana evrilmesi sürecini çevre koşullarının etkisini rastlantı ve zorunluluk ilişkisini ve bu sonsuz dizilişinin belirsiz ve kararsız dizilişini ret eden mekanik yöntemin hatasını, maymunu giydirerek insana ulaşılamayacağını bildiğinden insanı soyarak ulaşabileceğini söylüyordu. Bu nedenle evrim sürecinde maymundan yola çıkarak insana ulaşmaya çalışan bilim dünyası her şeyi ters gördüğünü itiraf etmiş oluyor. Örneğin papağanın konuşuyor olması, konuşma var olmadan önce mümkün değildir. Aynı şey alet yapma içinde geçerlidir. İkisi de üretildikten sonra taklit ile hayvanlar dünyasında görünür hale gelmiştir. Şimdi biz bu ortak noktaları daire yüzeyine teğet geçen bir çizgi olarak düşünelim. O sınırda teğet ile dairenin eğri yüzeyinin ortak bir çizgide kendini sonsuz kez tekrar ettiği sınırlı bir doğru elde ederiz. Bunu insan ile papağan insan ile maymun ortaklığı için düşünebiliriz. Dairenin sonsuz teğetleri birinde maymunu birinde papağanı vd. İfade eder. Soyutta benzer olan teğet hayatta dış dünyada eşit aynı teğetlere dönüşmez. Papağan maymuna eşitlenemez. Ancak ortak bir kökeni işaret eder. Organik dünyanın bir başka teğetini bize gösterir. İşte bu teğetleri düşüncenin temeli olarak görmeye başladığımızda göreli doğruluğunu genel ya da mutlak doğruya dönüştürdüğümüzde hiçbir zaman daireye, insana gerçek insana ulaşamayız. Mekanik Materyalist anlayışının sınırına geliriz; elimizde sadece bir frenkeştayn olur. Bu frenkeştayn üretime katılan milyarlarca insandan biri de olamaz.
Ekonomik alanda kategorilerde de durum tam böyledir. Belirli bir ekonomik kategori, tarihsel açıdan insanların yaşamı üretme biçimlerinden sadece biri ve teğetidir. Teğet dairenin genişlemesi ile kendi uzunluğunu ve genişliğini artırabilir. İlkel komünal toplumdan Kapitalizme, mülkiyet ilişkilerinin gelişimi, teğetin uzunluğu ve genişlemesidir. Ama tek tek teğetler(ilkel, köleci, feodal, kapitalist mülkiyet biçimleri) bu daireyi elde etmemizi sadece soyut dünyada izin verir. Soyut dünyada işe yarayan bu yöntem gerçek dünyada işe yaramaz.
Şu önermeye bakalım:
Kitlelere rağmen siyaset yapay devrimcilik üretir (Tekirdağ dan tutsakların seçim süreci için açıklamalarının başlığı bu)
Önerme kitle içinde siyaset yapmanın önemi anlatılıyor gibi görünüyor. Ama değil, konu seçimler özgülünde burjuva siyasetinin içinde belirli bir tavrın sahiplenilmesi. Konu kitle içinde siyaset yapmanın yanlış olduğunu söyleyen bir tarafa verilmiş bir cevapta değil. Her siyaset zaten kitle içinde yapıldığında somutlaşır. Burada önemli olanın, kitle içinde olmak mı? Siyasetin türü mü? Önemi belirsizdir.
Bu önermeyi 15 Temmuz darbesine uyguladığımız da sonuç teorik açıdan olmasa bile pratik açıdan dumur durumudur. Kitle silahlı bir saldırıya silahlı bir direniş koymuştur. Burada konu burjuva kliklerden hangisinin yararına hangisinin zararına konusu mevzu bahis değildir. Konu hala kitle hareketidir. Kitle sokakları zapt etmiştir. Günlerce nöbet tutmuştur. Peki, darbe gecesi kitle içinde siyaset yapmanın önemi konusunda ahkâm kesenler nerededir?
Cevap: Hareket iki burjuva klikten birinde yedekleme anlamını taşıdığı için kitle hareketinin desteklenmesi doğru değildir. Kendi içinde tutarlı bir önerme. Ancak doğru da değil. Başarısız darbe girişimi sonrası iki klikten birinde yedeklenmeyi kendileri doğru bulamayabilirler. Ama kitle buldu. Sadece kitle bulmadı, HDP’de 16 Temmuz’da meclis ortak bildirisini imzaladı. İki klikten birine yedeklendi kısacası. Şimdi seçim sürecinde AKP gericiliğine karşı AKP ile imza ortaklığı olan bir partiyi ezilen ulusu desteklemek adına meclise yükleniliyor.
Dayanak noktası reform, AKP gericiliğinin tasfiyesi, demokratikleşme.
Reform ezilen sınıfların talebi olabilir olmalı da. Toprak reformunu bile yüz yılda gerçekleştirememiş bir ülkede reform hangi sınırları içinde barındırır. Ve reform hangi politik örgütün görevidir? Kitlenin ilerici ve devrimci her talebinin doğrudan ya da dolaylı aracı onun politik aracının görevidir. Politik aracı nedir? Proletarya Partisidir. İşte proletaryanın hem aracını kullanması hem de o aracı güçlendirmesi bu teorik ve pratik tutuma bağlıdır.
AKP gericiliği sadece hükümet gericiliği değildir. Bürokrasinin kılcal damarlarına kadar işlemiş bir gericiliktir. Kemalist kadroların uzun süre dolandığı damarları 16 yılda genişleyerek ve yenileyerek AKP kendi kadrosu ile doldurdu. Yani seçimler ile AKP hükümetinin tasfiyesi ile çözümlenmesi mümkün olmayan çelişki içeriyor. Bu noktayı kavramış olan düzen partileri CHP, İYİ PARTİ, SAADET PARTİSİ Cumhurbaşkanları adayları, seçimde elde edebilecekleri bir başarı durumunda bu damarları nasıl temizleyeceklerini bir programa bağlamaları zorunluluğundan ortak bir mutabakata vardı. Bu temizliğin en az 2-3 yılı bulabileceği ön görüsünde bulundular. Reformlar sadece Muhalefet unsurlarının programı değil, aynı reform Erdoğan’ın da programında var. Ve en önemlisi Sistemi hükümet ile eşdeğer görmek devlet biçimini küçümsemektir.
Demokratikleşme söylemi ise kendini yadsımaktır. Çünkü Parti programın içinde olan bir hedefi, yöntem olarak belirlediği yöntemin dışında, başka bir yöntem ile de elde edilebileceğini söylemek demektir. O zaman bu çelişkiyi gidermek gerekiyor. Ya biri ya da diğeri. HDP’de somutlaşan talepler ve metot demokratikleşmeyi içeriyorsa, DHD için silahlı halk savaşı metodu yanlıştır.
Önerme: KAYPAKKAYA 24 yaşında çok gençti, neyin önermesi bu. Programının eksikliğinin.
O zaman genç olmak bilimsel doğrular elde etmek için yeterli değildir sonucu çıkar. Bu önerme babalarımızın zamanında ki tembihlerine ne kadar da benziyor. Hele bir büyü o zaman devrimcilik yaparsın. Dar deneyimci, kendini hareketin gerisinde böyle somutluyor. Bu Önermeyi Korsakov’a yapsaydınız keşke. En genç bestecilerden biriydi.
Önerme: KAYPAKKAYA zamanında tuik vb. veriler yoktu. Ülke tahlili eksikti, yanlıştı, ya da döneminde doğruydu.
Burjuvazi de Marx için Marx dönemi Kapitalizm için Marx’ı doğruluyor. Onu sınıflar savaşımı içinde ölçeğini bozarak teğet durumuna sokarken oda haklıdır o zaman.
Önerme: KAYPAKKAYA’nın programı eskidi. Neden çünkü 50 yıl geçti aradan.
Marx’ın Lenin’in Mao’nun üzerinden daha fazla zaman geçtiği için onlar daha eskidir.
Eski olmak teorinin geçersizliği demektir. Bu nedenle Marksizm eskimiştir.
Önerme: Kır nüfusu azalmış kent nüfusu artmıştır. Bu nedenle feodalizm çözülmüştür. Vb.. vb..
Nüfus oranı üretim biçiminin doğrudan yansıması ise şunu söylemeye hakkımız vardır. Dünya nüfusunun yüzde ellisi hala kırsal bölgelerde yaşadığına göre, dünya ekonomik sistemi yarı emperyalist yarı feodal bir niteliktedir. Pek dünyaya uyumasa da veriler bu projeksiyonda bu sonucu verir bize. Ayrıca nüfus coğrafi dağılım, miktar vb. Ayraçlar, gerçek tarihi olan insanı değil, ilişkilere giren insanı değil, belirli bir miktardaki ölçüyü gösterir.
Önermeleri bu biçim altında sonsuz kere çoğaltabiliriz. Sonsuz teğet çizebiliriz, ama metot değişmediği için hareketin anlaşılmazlığı kendini tekrar tekrar böylece üretir durur. Burjuva düşünüş biçiminin gelişmesi, sınıfın örgütüne MLM’den uzaklaşma olarak yansır. Burada yeniden üretim anlaşılamama olarak değil hareketin yönünde kendini gösterir. Kompradorun sanayi 4.0’a kendini hazırlama süreci MLM adına hareket edenlerde dünyaya, kitleye uyum arayışı biçimine bürünüyor.
Burjuva bilimi ve yaşayış tarzı gerçek nesnel dünyayı da kuantum da sonsuz evrenler teorisi ile sonsuz kez teğetler. Ancak sonsuz evrenlerde ki sonsuz teğet yarın sabah saat 7 de iş başı yapmayı, sömürü alanına gitme gerçekliğini değiştirmez.
Dairenin Türkiye’yi kapsadığı, belirli bir teğetin uzunluğu taktik maskesi altına indirgenemez ve diğer teğetler ile eşdeğer görülemez.
AKP’yi Erdoğan’a eşitlemek demek Komprador burjuvaziyi temsil eden daire ile AKP de kendini temsil eden sınıfların teğetini eşitlemek demektir. Klik açıklaması içindeki çelişkileri dışlamaz.
AKP ye daha yakından bakalım: Merkez siyasetini, Kompradorun ve Emperyalistlerin egemenliği altında ezilen burjuva sınıf ve katmanları belirliyor, bu siyasetin tam egemenlik arzusunu Feto ifade ediyordu. Bağlaşıklığın ve genişlemenin tabii ki Kompradorlaşma arzusunu da Erdoğan kanadı. Bu siyasetin, ezilen sınıflarca desteklenmesi, sadece ekonomik krizin ürünü değildir. Tarihsel deneyimlerinden elde edilmiştir, küçük burjuvazinin ve orta burjuvazinin sol kanadının yani faşist Kemalistlerin pratiğinin bilinçteki ters görüntüdür. Ezilenlerdeki özlem ve arzuların, maddi çıkarların bu partideki ifadesidir. AKP imalat ve hizmet sektörünün ve bu sektöre doğrudan ya da dolaylı olarak bağlı tüm sınıfların ortak siyasi bir partide birleşmesi çatışması ayrışmasının siyaset aygıtıdır. Bu siyaset ulus milliyet ya da inanç farklarını en azından bürokrasi ve ekonomik alanda şeffaflaştırmış(devletin Kürt’ü, Devletin Alevi’si bu dönemin ürünüdür) diğer birçok alanda ise derinleştirmiştir.
Tuik verilerine baktığınızda ulaştırma ve haberleşme de kat be kat ilerleme kaydetmiştir. Devletin insan unsurunu gençleştirmiştir. Yani Emperyalistler ile yerli Komprador sınıfların işlerine başarıyla hizmet etmiştir. Bu sınıfların bu hareketine her türlü tefeci soyguncu çeteci kontracı yedeklenmiş geniş militarist bir kütle oluşmuştur. Bu sürece yedeklenmiş olan yetmez ama evetin dünkü temsilcileri bugün biz akıllandık diye bu sefer bu kütlenin karşısına yeter artık hayır ile çıkıyor. Bu reformizm, aldandık da ne kadar haklı ve doğru ise Erdoğan da Aldandık da o kadar doğru olur.
AKP de kendini ifade eden sınıfların ortak siyasi hareketi ekonomik, siyasal, ideolojik çıkarların kimi orada kimi burada geçerli olduğu koşullar içinde kendini gösteriyor. Merkezden uzağa gittikçe Erdoğan’ın kimliği dinsel bir önderliğe, başka yerde başbuğ görünümüne başka yerde ordu komutanına bürünüyor. Merkez de ise ekonomik ve siyasal alanın temsilcisi oluyor. Cumhuriyet öncesi Türkiye’nin büyük bir projeksiyonuna benziyor hareketi. Atatürk’te simgeleşmiş olan ilerleme(sol kanadı) bu sefer Erdoğan da(sağ kanadı) kendini gösteriyor. Bu parti ve kişilerde kendini gösteren şey nitelik farkı değil nicelik farklıdır. Mayası aynıdır. Hareketi aynı yönlüdür. Bugün geleneksel kanadı temsil edenler Siyasette ve ekonomik alanda daralırken, bu eskiyen yanın feryadını ne hikmetse hem Kürtler hem de ‘devrimci ‘çevreler halk adına ezilenler adına sahipleniyor. Ne güzel özeleştirinin olmadığı yerde siyaset, körler topallar birbirini ağırlar.
Kitle içerisinde siyaset yapacağım diye sınıf siyasetine yüz çevirmek. Kitlenin niteliği nedir, hangi kitle bu? İşçi köylü ve emekçilerin en yoğun sömürüyü yaşadığı bugünkü mekânlarının neresindesiniz? Bunu bir tespit edelim önce. (siz neredesiniz sorusu problemi ortaya koymaya yetmiyor)
İşçi sınıfı adına mücadele ettiğini iddia eden yapılar ‘yasal alanda‘ hangi işçi örgütünü kurmuşlar da yasal alanda mücadelenin siyasi parti pratiklerinde ifade edilebileceğini savunabiliyorlar. Aynı şey daha derin daha çaresiz olarak köylüler içinde geçerlidir.
Yasal alanda Ekonomik, kültürel, politik mücadele araçları ne zaman siyasi parti varlığına ve darlığına indirgendi. Yasal mücadeleyi siyasi parti mücadelesi biçiminde bugün görünür kılan hareketin kaynağı nedir? Kürt Ulusal Hareketinin binlerce gerilla ile yürüttüğü savaşı. Ekonomik siyasi idari ve askeri mücadele de izlediği inişli çıkışlı yol. Türkiye ezilen sınıfların bilinci ilerleme de nasıl kendisini şehirli Kapitalist sınıflarda ifade ediyorsa geriden gelen devrimcinin bilinci de kendini, kendisinden ilerde olan Kürt Ulusal Hareketinin peşinde ifade ediyor. Ne adına Kürt Ulusunun çıkarları adına. Bu ezilen sınıfların çıkarının ezilen Ulusun çıkarlarına tabii haline gelmesi anlamına geliyor. Tam tersi değil. O zaman diğer ezilen ulus milliyet ve inançların özel çıkarları da ezilen sınıfların çıkarının üzerinde olduğu anlamına gelir. Bunun görünür hale gelip gelmemesinin hiçbir önemi yok. Ancak bu özel çıkarların çözümü tek tek çıkarların ayrı ayrı ifadeleri ile değil ezilen sınıfların çıkarlarında ‘maddi zemini bulunur. Çünkü o özel çıkarları yaşamda sunabilecek sınıflar proletaryanın kendisidir. Bu nedenle demokratikleşme proletaryanın ürünü olmadıkça gerçekliği mümkün olmayan küçük burjuva hayalidir. Seçim sonuçlarından demokratikleşme çıkacağını vaat eden umut seçim sonrasında başarısızlığının kaynağını ‘etkisiz ‘boykot sevdalı, gelenekçi, tarihin gerisinde yürüyen çağ dışı kafalarımızda bulmakta hiçbir gerekçesi de olamayacaktır. Bağnazca boykot ile (yıllarca bu bağnazlığı kendileri üretmemiş gibi) sınıf siyasetini birbirine karıştırmaları iki farklı zamanda iki farklı koşulda dün yanlış bugün doğru olabilecek olan sınıf tavrı ve Politikasını anlayamıyorlar. Zaten KAYPAKKAYA’yı da anlayıp bilince çıkarmamış olan bu sapmalar en sonunda KAYPAKKAYA zamanı sapmaların çizgisine ulaşmayı ‘ilerleme ‘zannediyorlar.
Sınıf mücadelesine katılan örgütlü her özne, programı ve tüzüğüne bağlı hareket etmek zorundadır. Programı eleştirirken onun eksik yanlarını bulmak, eskiyen yanlarını bulup Yaşamın nesnel hareketine göre yenilemek zorundadır. Bunu programına güvensizlik içinde yürütmesi de mümkün değildir. Yürümez. Güvenmek demek kutsal kitap konumuna indirgemek değil onun bilimsel somut çözüm yöntemini kavramak demektir.
Programa olan güvensizliğin nedeni olarak Türkiye Marksizm’i açısından iki temel Önerme bulunur:
Birincisi feodalizmin olup olmadığı tartışması ikincisi buna ek olarak egemen sınıfların niteliğidir. Burada bu iki tartışmanın sonucu olarak ise mücadele yöntemleri belirlenir. Sınıf tahlilinin ve üretim tarzının mekanik uygulanma biçimi üzerinden matematiksel bir mantık ile mücadele araçları seçilir.
Feodalizm konusunda en eski değerlendirme biçimi kırsal nüfusun şehir nüfusu ile oranı karşılaştırılması ile elde edilen oranın, şehir nüfusu kapitalizmi, kır nüfusu da feodalizmi niteliyor sanılıyor, projeksiyon olarak da emperyalist kapitalist ülke verileri kullanılıyor. Bunun daha gelişmiş biçimleri de kullanılıyor günümüzde; bu projeksiyon sabit kalırken nüfusu oluşturan üretici güçlerin üretim araçları olarak da irdelenmesi yapılmaktadır. Eğer üretim araçları üretim tarzının belirlenmesi için tek biçim ise bu her üretim aracı belirli bir ekonomik kategoriyi yansıtıyor demektir. Ancak bu tarihsiz bakış açısı belirli bir üretici güçler toplumunu ele almaya başladığında ırksal dinsel kültürel farklar bulmakla kalmaz aynı zamanda farklı tarzlarda yaşadıklarını bu yaşam tarzı farklılıklarını üretim ilişkilerine yansıttıklarını görür. İlişkilerin gelişmesi ile farklar azalma eğilimi gösterse de düşünüş yaşayış tarzı ya yıkılır ya da kendini üretim ilişkileri içine gömer. Bu tamamen koşullara bağlıdır. Eski yaşayış tarzının mevcut maddi üretim sürecine gömmesi toplumun (sınıf ve katmanların) tarihte neyi yadsıdığı ya da içselleştirdiği tamamen sınıfların çıkar ilişkilerini nasıl ifade ettiğini gösterir.
Bu karışıkmış gibi görünen ve gerçekten de karışık olan şey hareketin kendisidir. Belirli ve kararlı şey arayanlardaki mantık kararlı ve belirli şeyleri sıkı sıkıya tutar. Üretici güçlerin ekonomik kategorilerini birbiri sıra birbiri ardında izler. Ancak bunu tarihin genel açıklaması içinde tüm toplumlar ve tarih için genişlettiğinde nesnelliğini yitirir. Hem yan yana hem ardı sıra hem iç içe hem yalıtık biçimleri hem de aynı toplumda, tarihinde hem yanı başında ki toplumda günümüzde bulur ve bilinci afallar kalır. Bizim düşünüş tarzımızda ise şekilleniş gereği sürekli mutlak doğruyu bulma eğiliminde olduğundan dolayı (çünkü öyle eğitildik) Diyalektik Tarihsel Materyalist anlayışını da kendimize benzetir mutlaklaştırırız. Onun bilimselliğini kendi şekillenmemize uydurur ve sınırlandırırız.
Örnek olarak şunu verelim feodalizm ’in, “kendi kendine yeten kapalı üretim biçimidir” tanımlaması hareketten yoksun hale böyle gelir. Eğer yeryüzünde bu tanıma uygun bir ekonomik kategori bulamıyorsanız onun yokluğu anlamına gelecektir. Bu bakış açısına göre Hindistan köylüleri kendi aralarında kapitalist ilişkileri yaşıyor olur.
Ya da “feodal emperyalist” bir ülke mümkün olamaz, Mao Japonya’yı bu şekilde tanımladığı için ‘saçmalamış’ olur. Feodal emperyalist tanımını Stalin yoldaş da kullanmıştı. Ne saçma şey değil mi? Hem feodal olacak hem de emperyalist?
Belirli bir toplumdaki üretim ilişkilerinin açıklanması için “ekonomik kategori belirleyicidir” yanılsaması üzerine yazışmalarda Engels bu suçun kendilerinde olduğunu söylüyordu. Ancak bunun bir zorunluluk olduğunu da belirterek. Burada ekonomik yönün aktif yönü eninde sonunda kendini ortaya koyacağını söylemek bunun her toplum için zorunlu olduğu anlamına gelmediğini belirtiyordu.
Şöyle ki ekonomik kategori üretim araçlarının ürünü ise saban=feodalizm, makine =Kapitalizm ise üretim araçlarında yeni bir gelişme olmadan yeni bir ekonomik kategori (sosyalizm, komünizm) olanaksızdır.
Bu yöntem ne Kapital i ne de onun yönteminin zerre kadar anlaşılmadığını gösterir. Kuran’ı hatim edip ne yazdığını anlatamayan dindarın benzeri bu kafalar, makineli üretimin üzerinde yükseldiği tarihi ve aldığı biçimi ayırt edebilmesi de mümkün değildir. Üretici güçlerin, İdari kültürel dinsel ulusal siyasi tarihlerinin, yaşamdan ne anladıklarının, hangi düşünüş ve yaşayış tarzını ne zaman hangi koşullarda terk edeceği bir formülasyon içermiyor. Eninde sonunda kendini ortaya koyacak ama ne zaman?
İşte KAYPAKKAYA dan günümüze kadar ki sapmaların hepsi yeşereceği yumuşak zemini bulduğu zaman, Emperyalistler ve kapitalistlerin topyekûn silahlı halk savaşının geçersiz olduğunu ‘silah bırakmalar ‘ile toplu katliamlarla imha ettiği zaman. Sınıfların ‘kentlere yığıldığı ‘kentlerden kentlere sürüldüğü zaman. Okumak için çok zaman bulan ukala aydınların yol göstericiliği peşine takılmayan ne okumaya nede yaşadığı hayata eleştiri yöneltmeyi dahi düşünemeyecek kadar sömürüye tabi olan, ezildikçe tarihin sayfalarına kutsal kitap sayfalarına sarılan proletaryanın tutumu. Tarihin sayfalarından devrimci proletaryayı çıkarsak ta ülkemizde devrim yapsa diye bekleyen devrimciliğin KAYPAKKAYA dan beri aldığı tutum.
- Bilimsel yöntemi deneye indirgemek: devrimci mücadeleyi bireysel örgütsel Sınırlar içinde dar bir alana hapsetmek demektir. Belirli ve sınırları içinde doğru ya da yanlış olabilecek sonuçlar ile elde edilmiş, verileri genel duruma yükseltmek şeklinde kendini gösteriyor. Deney tek öğrenme biçimi ise tecrübe deneylerin toplamıdır. Burada konu toplumsal bir deney olduğu için deneyi yapan deneye katılarak bir parçası haline geliyor, deneyin başarılı olup olmaması üzerinde doğrudan ya da dolaylı olarak katılmasını da içeriyor. Deneye ne kadar etki kattığını önemsemiyoruz burada, önemli olan deneyin sonucuna etki ettiğidir.
Seçim süreci içerisinde boykot karşıtlığı, kendini geçmiş boykot deneyimlerinden çıkardığı etkisizlik sonucuna göre, bu tavrın deneysel olarak başarısız bir tavır olduğunu öne sürüyor. Bunu açıkça yapamadığı yerde ise KUH imdadına yetişiyor.
Biz konuyu aynı anlamda başka deneylerde gözlemleyelim.
Yasal mücadele alanında devrimci yasal parti çalışmalarının geçmişte yapıldığını ve bu yasal alanda sadece devrimci parti çalışmaları değil birçok örgütlenme yapıldığını görüyoruz. Geçmişte Tip vb. Biz deney açısından tarihi değerlendirmeye başladığımızda, bu mücadele biçimlerinin de bir tecrübe yarattığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Tecrübe sonucunda yasal parti ve çalışmalarının başarısız olduğunu bu nedenle yasal çalışmanın (stratejik ya da taktik olması şimdilik konumuz değil) mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Ama bu hiç bir şekilde yasal mücadele yönteminin yanlış olduğunu tanıtlamaz!
Aynı deneyciliği askeri alanda değerlendirelim.
Düşman askeri alanda güçlü, geçmiş deneyimlerin ışığında, verdiğimiz kayıpların yarattığı duyguyla askeri mücadele yönteminde belirli bir aşama kaydedemediğimiz için genel olarak askeri mücadele özel olarak gerilla savaşı geçersizdir. Neden mi tecrübelerimiz bunu gösteriyor. Yöntemin yanlış olduğu burada da tanıtlanmaz!
Bu deney ve tecrübe zaten sizin de öznesi olduğunuz bir süreçler toplamının ürünüdür. Doğal olarak bu nokta da deneyin başarısı ya da başarısızlığı üzerinde az ya da çok etkilisiniz. Tarihsel başarısızlıkların (özel ya da genel olup olmaması bizi ilgilendirmiyor) gerçek nedenleri süreçte izlenen metodun yanlışlığını içeriyorsa sizi de şu veya bu oranda mutlak içeriyordur. Süreçten kendini soyutlamak için metodu göstermek deneyciyi kurtarmaz ama gizlenmek için güzel bir kovuk olur. MLM yöntemi önce deneye sonra tecrübeye indirgemek en sonunda toplumsal yasaların reddine, ‘kararsızlık ‘ belirsizlik ‘ (hareket demek bu hareketin reddine) ve bilinemezciliğe götürür. Bir savaşı kaybetmek bir yöntemin yanlışlığını dışa vuruyorsa hiç savaş alanına çıkmamayı zorunlu kılar. Ama savaş alanına girmiş olmak zaten bir taraf için kazanma diğer taraf için yenilgidir. Biz yenilginin sebeplerini savaşa katılma da bulduysak, doğru bir tespit yapmış oluyor muyuz? Bu metot, neden başarısız olduğumuzu bize tanıtlamaz. Sadece, Savaşın yasalarını kavrayamadığımızı düşmanın ise kavrandığını gösterir.
Bu nedenle boykot tavrını yadsımadan önce çürütmek gerekiyor. Yadsıdıktan sonra değil. Çürütmeyi tarihsel pratikten seçmecilik ile yaptığımız takdirde hegel i çağırmamamızın yeridir:
Yeryüzünde hiçbir fikir yoktur ki kendine Dayanak bulamasın.
İşte deneyci tarihsel öz eleştiri vermemek adına böyle bir yol izler bizi de aynı yere çağırır. Öz eleştiriden kim korkar? Komünist olmayanlar
- Taktik ve Stratejiyi eğip bükmek: Burada ayrı ayrı tanımlara girmeyeceğim. Okuyucunun bu iki kavramın anlamını bildiğini varsayıyorum. Partinin Stratejisini bilmeyen yoktur. Nedir KAYPAKKAYA programının Stratejisi?
......
...
Lenin Materyalizm ve Ampiryokritizm de şöyle yazıyor :’Bir tanım vermek ne demektir? Her şeyden önce, verilen bir kavramı, daha kapsamlı bir kavrama götürmek demektir. Örneğin şöyle bir tanımı getirdiğim zaman: eşek bir hayvandır dediğimde, “eşek “kavramını daha kapsamlı bir kavrama götürüyorum demektir.
Taktik de daha üst bir kavram olan stratejiye (daha kapsamlı) ulaşmamızı sağlamalı. Eğer kavram daha kapsamlı bir kavrama ulaşmıyor ya da onunla çatışıyor ise bir sorun var demektir. Yani taktik olarak seçimlerde HDP’de somutlaşan destek, stratejik hedefin iç kümesi olmalıdır. Şöyle ki Kürt Ulusal Hareketini desteklemek aynı zamanda proletaryayı desteklemenin bir alt biçimi olmalıdır. Tam tersi değil. Bu ise politika da ezilen sınıflardaki gerici çizginin zayıflatılması demektir. Bu ezen ulus milliyetçiliğinin ezilenlerdeki biçimleriyle mücadele etmek diğeri onları DHD içine çekmek demektir. Bu görev kimindir? Tabi ki Türkiye devrimci mücadelesini üstlenenlerin. Peki, bu asli stratejik görevi ihmal edenler kimlerdir. Bugünü fırsata çevirenler. Ne diyor bu çizgi. AKP gericiliğine karşı HDP. Ya da arı kovanına çomak sokan kız ‘ı oynamak. Bu lafazanlar bugüne kadar stratejik olan hedeflerden halk ordusunu oluşturma görevi için hangi çalışmaları yapmışlardır. Hangi araçları oluşturmuş, kaç çağrı yapmıştır. Kendileri bu alanda hangi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Kendi ayakları nereye gidiyorsa kitleyi de oraya çağırmayı iyi beceren bu zavallılar şimdi de doğru politika diye aynı ayakları izlememizi söylüyorlar. Buna aldanmanın zemini geniştir tüm sapmalar aynı yerde toplanıyor toplanmasına ama kaygan olduğunu unutuyor.
- Ülkemizin özgüllüğü sorunu, Maoizmin Çin Sınırlarına hapsedilmesi: Ülkemizin özgüllüğü demek, sınıfların niteliği ile belirlenen mücadele tarzının belirlenmesi demektir. Ancak mücadele tarzını belirlerken izlediği yol KAYPAKKAYA da doğru bir biçimde ortaya konulurken öznelerce bilince ters yansımasından ibarettir. Maoizmi, Feodal ya da yarı feodal bir ülkeye indirgemek Maoizmi ret etmek demektir. Maoizm, işçi sınıfının zayıf olduğu, hiç olmadığı ya da İktidarı feth etmek için gerekli büyüklüğü sağlayamadığı koşullar da mevcut müttefik sınıfların işçi sınıfı çıkarlarına bağının kurulması, desteğini alması demektir.
Bu ezilen bir ulusun veya inancın taleplerini proletaryanın sağlayabileceğini söylemektir. Ama neden proletarya? Başka sınıf veya katman da bu özgürlük ve hakları sağlayamaz mı sorusunu sormamız gerekir. Burjuva demokratik devrimleri deneyimlemiş toplumlar da bu iki sorunu burjuva sınıfları çözümlemişti. Peki yüzüncü kuruluş tarihine hazırlanan bizim burjuva sınıflarımız bu sorunu neden çözümlemedi yada neden çözümleyemez.?
Çünkü bizim burjuva sınıflarımızın niteliği bu sorunların çözümünü içinde barındırmaz. Niteliği Kompradordur. Bu iç te demokratik bir zeminin değil faşizmin, dışta bağımsızlığın değil emperyalistlerle olan bağımlılığın sonucudur. Demokratik zemin ezilenler için çeşitli hak ve özgürlükleri sadece sağlamaz burjuvazinin de serbestçe gelişmesini sağlar. Ve Komprador niteliği bu sınıflar için içselleşmiş tarihsel bir olgudur. Bu Komprador sınıflar ister bir bütün kütle oluşturmuş görünsün (tekel) gibi, ister rekabete girsin, ister birbirini yutsun, ister çoğunluk çoğulculuk üzerinden parlamenter hükümet biçiminde görünsün, ister askeri faşist biçime (gerçek şekli budur) girsin, ister tek kişi otokrasi, oligarşi biçimine bürünsün, onun tüm tanımları bir üst tanım olan Komprador geniş tanımına ulaşır. Tanım burada da kalmaz bir üst tanımı işaret eder. Bağlaşıklığından kurtulmuş bir burjuvaziyi işaret eder. Buda burjuva demokratik devrimlerin burjuvazidir. Ancak tamamlanmamış ve tamamlanmadığı için de (KAYPAKKAYA Kemalizm i tahlil ederken onun şahsında simgeleşen Komprador, ticaret, tefeci sermayenin ve büyük toprak sahiplerinin bu yolu nasıl baltaladığı ve gasp ettiğini gösteriyordu.) KAYPAKKAYA, bu sınıflarca gerçekleştirilemeyeceğini, bu görevin ülkemiz Türk Kürt ve çeşitli milliyet ve inançlardan halkımızca gerçekleştirilebilecek nesnel bir olgu olduğunu, ezilen sınıflardaki bu özlemlerin Maoizm bilimiyle kuşanmış silahlı halk gerçeğine dayanan ordusu ile gerçekleştirilebileceğini, bu çelişkiyi içinde barındırdığı için, programın stratejisi olarak somutlamıştı. Yoksa genç bir devrimcinin kuruntuları olduğu için değil.!
Maoizmi kent ve kır nüfusu sananlar, Maoizmi feodalizm Kapitalizm üretim biçimine indirgeyenler, Diyalektik Tarihsel Materyalist dünya görüşünü bir gram dahi anlamadıklarını ispat etmek dışında başka hiçbir şeyi tanıtlayamazlar.
Şöyle ki: Marx üretim tekniğin de her ilerleme yedek işçi ordusunu genişleteceğini söyler, bugün sanayi 4.0 denen makinelerin birbiri ile iletişim kurduğu, koşullar da işçi sınıfının da büyümekle beraber üretici güçler içinde İktidarı tek başına ele geçirme, onu ayakta tutacak niceliği görece kısaltmaktadır. Bu ücretli yığınların büyüdüğü, kafa emeği ile kol emeği arasında ki açının genişlediği, sınıfların katmanlarının çoğaldığı ve işçi sınıfının diğer ezilen sınıf ve katmanlarının desteği olmadan İktidarı ele geçirmeyeceği, geçirse dahi bu sınıf ve katmanların desteği olmadan iktidarını koruyamacağı anlamına gelir. Ancak bu iktidarın hangi sınıf ve müttefiklerince kurulacağını da önseller. KAYPAKKAYA programını tanıtlarken 72 koşullarına göre tanıtlamaz. Sınıfların niteliklerine gelişimine ve iktidarın proletarya çıkarına nasıl kurulacağını nesnel gerçekliğine dayandırır. Ülkemiz proletaryasının zayıflığı, sınıf bilincine uzaklığı onun ağır ve geriden gelen üretim ilişkilerinin sonucu olan bilincinde ki gelişmenin de uzun bir süreci kapsadığını, askeri faşist gerici bir orduya karşı askeri bir proletarya ordusunun kurulması oluşturulmasının da uzun bir süreç olduğunu Maoizm biliminindi bu nesnel gerçeklere dayandığını 72 de biliyordu. Ancak düşman anladı. Bizim çok gelişmiş Komünistlerimiz hala anlayamadı.
Proletaryanın göreli olarak üretici güçlerin büyük çoğunluğunu oluşturmadığı, oluşturamadığı, coğrafi yapısının ordu kurmak için elverişli olduğu, savaşı pratikte yürütebileceği, ikmal vb. İhtiyaçlarını karşılayabileceği, kırsal nüfusu olup olmasın (bu sadece ikmal için aktif yöndür, günümüz koşullarında başka yollarla da giderilebilir) sadece Çin için değil sadece Türkiye için değil dünyanın büyük çoğunluğu içinde proletaryanın bilimidir.
Maoizmin temeli köylülüğün varlığı yokluğu ilişkisi değildir. Kent kır nüfusu oranında kır nüfusunun çoğunluğu oluşturması hiç değildir. Maoizm proletaryanın tek başına iktidar olmak için nitelik ve nicelik olarak belirli bir büyüklüğü oluşturamadığı ve bu nedenlerle müttefik sınıfları bu mücadeleye çektiği, proletaryanın tek başına diktatörlüğünü oluşturabileceği nesnel üretici güçleri proletaryanın lehine çoğaltabilmenin, halkların demokratik hak ve özgürlükleri sorununu çözümleyebileceği, ülkemiz için iki gericiliğin yani Emperyalizm ile bağın koparılması, Komprador sınıfların ezilmesi demektir. Ve en önemlisi bu amaç için araçların yaratılması bilimidir. Ancak bununla da sınırlı değil.
Bir üretici güçler toplumunda işçi sınıfı niteliği ve niceliği tek başına iktidar olmak için yeterli bir büyüklüğü temsil edemiyorsa, bir nicel büyüklüğün oluşmasını bekleyecek miyiz yoksa elimizdeki işçi sınıfını ve müttefik sınıfları örgütlenip İktidarı ele geçirecek miyiz?
Bekle gör siyaseti pratikte bir hareketsizlik değildir. O üretici güçlerin proletaryayı büyütme geliştirme süreçlerini bekleme siyasetidir. Yani bir yandan ‘proletarya diktatörlüğü ‘diye bas bas bağırmak, bir yandan onun nesnel koşullarını beklemek demektir. Bu küçük burjuvazinin yaşam biçiminden düşünce dünyasına uzanan yoldur. Nesnel gerçekleri sezgiler ve duygularıyla ‘bir dünya ‘ tasarlar. Nesneli bozuk olarak duyumsayıp deneyler, Diyalektik Tarihsel Materyalist yöntemi de hareketin alt biçimlerine indirger.
Şöyle ki: Engels doğanın diyalektiğinde hareket yani maddenin hareketi hareket biçimleri geliştiği oranda üst biçimler alt biçimi içerir ama ona inmez der. Bu ne demektir? Bu MARX’a baktığınızda bir Lenin bir Mao bulamayacağınız anlamına gelir Ancak bir Lenin e baktığınız da hareketin Marx ı içerdiğini ama asla alt biçime indirgenemeyeceğini, aynı şey Mao içinde geçerlidir. Çünkü hareket ezilen sınıflar için Marx ta bilimin üretilmesi Lenin de nesnel dünya da gerçek ile sınanması, Mao da Proletaryanın doğmuş olmasına karşılık üretici güçler içinde çok küçük bir alan kaplamasına rağmen en etkili güç olmasını sağlamanın (Mao seçme eserler de 1937 verilerine göre 450. 000.000 milyon nüfusta sadece 2.000.000 milyon işçinin bulunduğunu söylüyordu. İşçi sınıfı çok azdı.) yoludur. İki milyon işçi öyle bir komünist partisi yarattı ki ezilen sınıfların büyük bir çoğunluğunu kendi sınıf siyasetinin etrafında toplayabildi. Hareket bir üst biçime eriştikten sonra hayli hayli hayli alt biçimleri içerir. İnsan bedeni fiziksel, kimyasal, moleküler hareketleri aynı anda gösterebiliyor, hemde maddenin en yüksek biçimi olan düşünceyi de gösteriyor. Bu maddenin hareketlerinin birliğine insan diyoruz. İnsanı bilinçli maddesinden ayırdığımız zaman bir önceki hareket birliğine hayvanlar dünyasına iniyoruz, organik birliğinden ayırınca ise inorganik maddelerin hareketine iniyoruz, BASİT hareketten KARMAŞIK harekete, bilinçli maddenin hareketin yasaları gereği bir zorunluluk olduğunu aynı zamanda uzayın ve zamanın belirli bir yerinde var olmasını da bir rastlantı olduğunu biliyoruz.
Bu birikim ve ilerlemeyi ekonomi politikte Marx şöyle uygulanmıştı. Artı değer teorisinde kapitalist tek tek işçiye emeğinin karşılığı olarak belirli bir ücret verir bu emeğini satan için emeğinin karşılığı olarak ödenmiş bir değer olarak görünür. Tek tek her işçiye verilen bu ücret ile işçilerin elbirliğinden doğan üretici güç için kapitalistin hiçbir karşılık vermediği söyler. Aynı metanın üretiminde tek tek işçi de başlayıp ve son olarak onda bittiği koşullarda (zanaatçının üretiminde olduğu gibi), işin belirli kısımların bölünmesi ile her işçinin metanın üretiminde belirli bir işi yapması sonucu (fabrikada olduğu gibi) üretilen metaların kütlesinde ki muazzam büyümeyi hareketin bir üst biçime çıktığını göstermesi açısından üretici güçlerde ki bu sıçramayı tanıtlamıştı.
Maddenin alt biçimlerden üst biçimlere hareketi doğada nasıl bir ilerleme gösteriyorsa bilinçli madde de aynı hareketin yasalarına tabidir. Düşünce tarihindeki bu ilerleme doğa filozoflarından Marx a kadar Diyalektik Tarihsel Materyalist Yöntemin oluşma süreci ise Marx ve Engels ten Lenin ve Stalin e ve oradan Mao ya ilerleme de bu yöntemin gelişme tarihini oluşturur. Lenin e Stalin e ya da Mao ya baktığımızda eğer Marx ı ya da Engels i arıyorsak nicel olarak her zaman daha az miktarda Marx ve Engels bulacağımız hareketin yasaları kadar kesindir. Ancak yöntemi arıyorsak onun gelişip derinleştiğini alt hareketlerin nicel ve nitel olarak ilerlerken bu hareketlerin birliğini(oranları konusunda ayrıma girmek insanın ne kadar fiziksel ne kadar kimyasal ne kadar düşünsel hareket yaptığını bu hareketlerin ne kadarının mekaniğe, ısıya, elektriğe dönüştüğünü belirlemek gibi bir anlamı olurdu) bir üst harekette kendini ifade ettiğini görürüz. Eğer Lenin ya da Mao da Marx ve Engels i arıyorsak hareketin belirli kısımlarını buluruz, buda Lenin veya Mao daki Marx veya Engels miktarını gösterir bize ama ancak bu bakış açısı da yetmez onu hareketten soyutladığımızda eski biçimiyle arıyor olduğumuzu yeni biçimindeki değişikler yüzünden onu göremeyeceğimizi söyler. 1900 lü yıllarda ki bir araba motoruna bakıp günümüz araba motoru ile arasındaki fark kadar malzeme ve biçim farkları oluştuğundan günümüz motoruna bakıp o eski motora benzemediğini söylemek ne kadar nesnel bir gerçek ise Marx ile Lenin, Lenin ile Mao arasındaki fark ta o kadar gerçektir. Dogmatizm bizde o eski motoru günümüz arabasına monte etme biçiminde kendini gösterir. Ülkemiz Marksizm’i düşünce dünyasından bulduğu parçaları bugünün hareketine uydurmaya çalışıyor, uymadığı içinde parçayı uyacak şekilde deforme ediyor, bize de deforme ettiği parçayı göstererek (yuvanın biçimine soktu çünkü) kendi aldanmışlığı ne eski parçaya hareket kazandırıyor ne de yeni olana. Bizi de parça üzerinden değil bütün üzerinden eleştirmesi gerekiyor. Yani Marx ve Engels ten Lenin ve Stalin e ve oradan Mao ya ilerleyen bilimi savunup uygulamaya çalıştığımız için suçluyorlar. Aracın eskidiğini söylüyorlar, ama bize bir üst biçimi sunmadan yapıyorlar.
Peki, bu aracın eskidiğini bu Dogmatizm, reformizm, idealizm batağına batmış dostlarımız dışında kimler söylüyor: Emperyalistler, kapitalistler ve her türden gericiler. Marx kapitalistler ne söylüyorsa tersini yap der, bizde onu yapıyoruz. Maoizmin izm olmadığını kimler söylüyor ise Maoizmin Mao Zedong düşüncesi olduğunu kimler söylüyor ise Maoizm i Maoculuk olduğunu kimler söylüyor ise biz proletaryanın çıkarlarını savunmayı buradan ölçüyoruz. Sınıfa yakınlığını buradan anlıyoruz. Çünkü bilimi ne kadar kavrandığını kavramlarla bu şekilde yansıtıyor.
- Silahlı mücadele ve özel biçim olarak uzatmalı halk savaşı metodunun eskiliği yeniliği:
Ezilen sınıfların mücadele alanları nelerdir?
İdari mücadele, ekonomik mücadele, politik mücadele, askeri mücadele vd.
Hareket bu mücadele biçimlerini bir yerde ve zamanda öne çıkarabilir geriye itebilir, ancak konu askeri mücadeleye gelince diğer mücadele yöntemlerinden nitelik ve nicelik olarak ayrılır. Bu mücadele yöntemleri Ne Rusya da Lenin tarafından yapılması ile nede Mao tarafından Çin’de yapılması ile nesnel bir varlık kazanmaz, bu belirli bir üretici güçler toplamında ki sınıf karşıtlarının mücadele alanındaki araç gereç ve donanımları ile belirlenir. Bu mücadele yöntemlerinin nitelik farkı karşıt sınıfların savaşımı nerede kazanıp nerede kaybedeceği her mücadele yönteminin yasaları ile belirlenir. Nihayet bu savaşımların başarısı da kendi içinde sınırlıdır. Bu mücadele yöntemlerinden hangisi ile olursa olsun gelecek olan başarı kendisini iktidar olma ile gösterse dahi ayakta durması askeri biçimin güçlülüğüne bağlıdır. Bunun ifadesi (Proletaryanın Diktatörlüğüdür) .Diktatörlük tanımlama gereği doğrudan ya da dolaylı olarak devrimci zoru hayli hayli içerir. Ülkemizde silahlı mücadeleyi savunan güçlü bir birikim var. Var olmasına varda bu mücadele yöntemini nesnel gerçeğe uygun olarak nitelik ve niceliğini nasıl belirleyeceğiz. Sorun burada, kafamızı kitaplardan kaldıralım beyler, Egemen sınıfların niteliğine ve savaş araç ve gereçlerine savaşı nerede ve nasıl yürüttüğüne bakalım. Asker polis vd. Unsurları ile bir milyon kişilik nitelikli genç eğitimli savaş konusunda araç ve gereçleri olan bir kütle var, bunun arkasında emperyalistler tarafından sağlanabilecek yedeklikler var. Bu kütleyi yenmekten bahsettiğimiz anda tahta bir silah hiçbir şey gibi görünür ama o bir şeydir. Bir ordunun kurulması için kıvılcımdır. Bir ordu demek sadece bir kütle de değildir, erler, onbaşılar, subaylar, generaller, doktorlar, mühendisler, aşçılar, terziler demektir, bir ordu demek tabanca tüfek demek değildir, tanklar füzeler uçaklar gemiler demektir. Bir ordu demek bunların bir Birliği de değildir, Savaşın yasalarını kavramış bilim demektir. Sadece bu bilimde demek değildir. Bu bilimi proletaryanın çıkarlarına göre uygulamak demektir. Eğer bu şeylerin birliğini oluşturabileceğini söyleyen varsa nerede nasıl oluşturacağını sormamız gerekir. (Ne zaman sorusu en saçma sorudur çünkü bu bir oluşum sürecidir.) Kürt Ulusal Hareketi dahi ordu biçimine geçemedi. Uzatmalı savaş Kürt Ulusal Hareketinde belirli bir ilerleme sağlayabiliyorsa Maoizm biliminin ışığında Proletarya için parça parça iktidar demektir. Eğer savaş aygıtı ulusal sınırlarını birliğe ya da sınıfsal alana genişletebilmiş olsa ordulaşması da düşmanı yenmesi de mümkün olurdu. Aktif savunmadan saldırıya geçer olurdu.
Ama bugün bu genişlik ve derinliğe ulaşamaması başka bir şeye dönüşüyor, geri çekilmeye. Dünyadaki ideolojik gerilemeyi yavaşlatan şey dağda yanan ateştir. Ülkemiz kırlarında yakılan ateşi küçük görenler, eski görenler teoride bodoslama duvara toslamıyorsa hala kırda ateş yandığındandır. O ateşin sönmesi için karşıt sınıflar ne yapıyor bir bakın. Bizim bilimimizi anlayamıyor olmanız bir sorundur. Yöntemin bilimselliğini anlayamıyor olabilirsiniz ama düşmana bakın. Neye nerede saldırıyor nereyi nerede açıyor ya da kapıyor? Ve sizler nereye gidiyorsunuz?
Bir bakın. Kafanızı kaldırın dostlar yoldaşlar. Ateş hepimizi çağırıyor.
- Eleştiri ve Özeleştirinin eğilip bükülmesi:
MLM lerin özellikle eleştiri-özeleştiri denildiğinde sergilediği ilk biçim, pratik eleştiri-özeleştiridir. Bu ilk biçimden sonra buna dayanarak Düşünsel ve sınıfsal elbise giydirme işi de yapıldı mı eleştiri son biçimini almış olur. 94 ayrılığının taraflarından birinin pratik hatasını diğerinin pratik hatası karşılamıştı, hemen ardından gök süreci de pratikte ki hatalar zincirini kendine zemin yapması, yöntemin içimizde ne kadar derinlere kök saldığını gösterir. Son ayrılık ta bu yöntemin ürünüdür. Pratik hata ne kadar eleştiri ve Özeleştiriye tabi olsa da hatanın kökeni teorik ideolojik politik Eksiklikler, yetersizlikler ve en önemlisi sınıf bilincine uzaklığın ifadesi olan MLM biliminin yönteminin kavranma eksikliğidir. İdeolojik sapmalar pratikteki hataların önseli ise ideolojik alanda çürütme ve tanıtlama da zorunludur. Engels in Anti Duhring nasıl bir ihtiyaçtan doğduysa Lenin in Materyalizm ve Ampiryokritizm mi de aynı ihtiyacın bütünlüklü ürünleridir. Buna Stalin in 16 ciltlik eseri de eklenmelidir. Bir teorinin sınama tahtası her ne kadar pratik olduğu genel bir kabul olsa da her şeyi deneye indirgemek de anti bilimselliğin başka bir biçimidir. Marxın işçi sınıfı bilimini bütünleyip tanıtladığı alan felsefe, ekonomi politik, Engels te doğa Bilimlerinin hepsi düşünce alanında yürütülmüştür günümüze kadar ki ilerlemeler çürütmek bir yana tam tersi onları sürekli doğrulamıştır.
Eleştirinin bizdeki eksik kavranışı pratiğin belirli bir alana sıkıştırılması, içsel çelişkiler olarak değil dışsal bir sorun gibi yaşanmasına neden oluyor. Ve çelişki en sonunda kendini içeri de değil dışarı da ortaya koyduğunda eleştiri ve özeleştiri süreci döngüsünü tamamlamış oluyor. Bu yöntem eleştiri-özeleştiri diyalektiğinin ilk biçimidir. Bu yöntemin taraflar için belirgin özelliği, tarafların pratiğinin birbirlerine göre doğruluğu ya da yanlışlığının ispatı için kullanılıyor olmasıdır. Bu her iki pratiğin ortak özelliğidir. Bu eleştiri-özeleştiri, şeylerin oluşma ve gelişme süreçlerini kendi varlığı dışında göstermesi açısından şeylerle olan diyalektik bağını koparması ile ayrılır. Çelişki bir kere açığa çıkıp gerçekliğini görünür kıldıktan sonra onu tarihsel gelişimi içinde gözlemlemediği için, ona artık bir sübjektif tarih yazma imkânı doğmuş oluyor. Tarafların nasıl bir tarih yazdığını yöntem belirler. Bu yöntemin özelliği toplayıcı iyileştirici ya da klasik söylemle yapıcı olmamasını kendisini ürününde somutlar. Ürün daha küçük, daha çok yıpranmış, yeteneklerinin bazılarını kaybetmiş olarak taraflarda somutlaşır. Örneğin Parti içi ayrılıkların ya da anti İbrahimciliğin kaynağı yarı – feodalizm tartışmaları olmuştur. Taraflardan bir yanı feodalizmin olmadığını, geçerliliğini yitirdiğini iddia ederken diğer taraf bunun ülkemizdeki nesnel varlığını görünür kılamamıştır. Bunun temeli ideolojik yetersizliktir.(Bırakın kır kent nüfusunu, bırakın saban traktör sayısını, ülkemizin işçi ve emekçileri her bir dolar için 4 ya da 5 kat emek gücü sarf etmesi angarya mıdır göreli artı değer midir yoksa mutlak artı değer midir?
Bu sömürü tipinin ekonomik kategorisinin üretici güçlerin hangi teknik ile üretim yaptığıyla ya da nasıl dağıldığı ile ilgilenmediğini, neden ilgilenmediğini açıklasın. Bu sömürü tipinin ürün, meta, meta para olup olmaması sömürü tipi üzerinde ne tür değişikler yaptığını göstersin. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze bu angarya ortadan kalkmış mıdır ki Kaypakkaya çizgisi eskimiş olsun. Sömürü tipinin para biçiminde görünmesi sömürünün türünü değiştiriyor mu? Feodal devletler kendine bağladığı halkları artık ürünle mi sadece bağladı hiç para biçiminde kendine bağlamadı mı?)
Bu yöntemin ikinci biçimi eleştiri-özeleştiri diyalektiğinde kendine tek yanlı pay biçerek ideolojik dürüstlük taslamasıdır. Yapmamalıydık ama oldu, önceden öngörmüştük vb. Savunmalar geliştirmesi ile kendini gösteriyor. Ama bu soruna karşı yetersizliği gidermiyor. Bu İki tek yanlılığın birlikteliği, ikizlerin fizyolojik benzerliği gibidir. Özleri aynıdır, sadece küçük fizyolojik değişikler içerir.
Bu iki yöntemin eksikliği şudur: iki olasılığı dışlar, birincisi ikisinin de doğru olma durumunu ikincisinde ikisinin de yanlış olmasını.
Bu iki yöntemin eksikliği çok yönlülüğü yadsımasıdır. Her şeyi ya kendi ile başlatır bitirir ya da karşı tarafla başlar bitirir. Durum her iki durumda da taraflar açısından değişmez. Tek yanlılık her yerinden sızar.
Eleştiri-özeleştiri diyalektiğinde bu iki yöntemin diğer bir ortak özelliği hareketten kendini soyutlaması ile kendini gösterir. Anlatım şeyin donmuş biçimini ya da donmuş şeyin hareketine indirgenir. Hareket, anlatımı güçlendirdiği kadar etkindir ya da hareket tamamen dışlanır. Bu nedenden ötürü içeriği oluşturan özne nesne olaylar daralır. Daralmakla kalmaz, aynı ve birlikte olan hareket ayrı ayrı iki veya daha çok harekete bölünür. Bu bölünme öncesine de uygulanarak birlikte hareket şeffaflaşıp kaybolur. Hareket nesnelliğini böylece yitirir. Sübjektif harekete dönüşür.
Eleştiri-özeleştri diyalektiğinde üçüncü biçim hareketli maddenin nesnelliğidir. Burada öznelerin hareketleri birliğinde ifadesini bulunur. Devrimci olduğu için sadece nicelik olarak büyümez niteliği de geliştirir. Niceliği belirleyen hareketi görünür kılar, tek tek olaylarla ilgilenmez, olgular arasında ki bağı ve birbirine göre birbirleri ile ilişkisi içinde ele alır. Ve yöntem kendisini proletaryanın çıkarları için yeni ve daha üst bir harekette ifade etmesi ile belli olur.
Küçük burjuvazinin genişlediği yerlerde bu sınıfların devlet aygıtını daha etkin şekilde kullanarak idari biçimi düzeltecekleri kuruntusu hiç te yeni bir yöntem değildir. Bu sınıflar devletin nesnel niteliğini kavrayamadıkları için düzene katılarak devrim sorununu eğip bükerler. Devrimin nesnel ihtiyaçları geriye düşer, bu sınıfın duyguları ekonomiye, politikaya, idareye ve askeri mücadeleye şekil verir. Ekonomi de bölüşümü, politikada liberalizm i, idare de yerel yönetimlere katılmayı , askeri mücadele de barışçı mücadele biçimlerini, örgütlenme de yasal alanları kendine seçer. Tüm enerjisini buraya harcar. Neyin üretimini yapıyorsan onun ürününü çoğaltırsın. Sadece çoğaltmazsın, o üretimde yetkinleşir ve uzmanlaşırsın.
Ürün üreticinin tekniğini, bilimini, yetkinliğini yansıtır.
Dep, hep, hadep ve sonunda HDP, bir mücadele yönteminin hem öğrenilmesi hem öğretilmesi hemde belirli bir ustalığın geliştirilmesidir. KUH’nin askeri tarzı olmadan bu pratiğin oluşma ve gelişme süreçleri de olmazdı. Aynı zamanda sistemin belirli ihtiyaçlarını karşılaması, karşıladığı anlamda varlığını sürdürmesi tek yönlü bir ilişkiyi değil, çok yönlü bir ilişkiyi gösterir. Çünkü tek yanlı bir hareket daha gözlenemedi.
Emperyalist ve kapitalist batının Türkiye üzerinde ki taktiği batıya çekmek değil, doğuya itmek üzerine kurulu. Bu taktik Asya kıtasına sızmak için Türkiye açısından batıdan uzaklaşma doğuya yaklaşma anlamını taşıyor. Dış ilişkiler bunun üzerinden şekilleniyor. İçte ise bu pazarlarla oluşacak alt yapılar tamamlanıyor. Zamanında Suriye ye uzanan tren yolları neden yapılmış ise bugünde aynı amaç için Çine kadar uzanan bir tren yolu hattı yapıldı. Bu hatlar Ermenistan ve İran pazarlarına yan bağlantılar ile tamamlandı. (İran ile olan ticaret hacmimiz geçen yıl 10 milyar dolardan 30 milyar dolara çıkarıldı. Aynı zamanda ülkeye giriş yapan en kalabalık turist yine İran tarafından gerçekleştirildi.) Doğalgaz için Tanap ‘a gaz verildi. Avrupa’ya uzanan 2 hattın çalışmaları devam ediyor. Amerika’nın batı ve Doğu emperyalist devletleri ile ana çelişkisi enerji üzerinde yürüyor. Doğalgazın girdiği her alan Amerika’nın pazarının daralması anlamını taşıyor, bu nedenle Emperyalistler arası gerilimin merkezi İran üzerinden yürüyor. Doğalgaz rezervi en yüksek ülke İran sonra Rusya’dır. KUH’nin üzerinden yürütülen siyasetin birinci yönü Türkiye dışında tutma, Pazar yollarının güvenliğini sağlıyor. Güney Kürdistan ise hem doğu hem batı emperyalist çıkarları doğrultusunda KUH’nin daraltılıp, askeri biçimini kaybetmesi için mücadele yürütülüyor. Suriye sınırına yapılan duvar tamamlandı. Koridor hem uzatılıyor hem derinleştiriliyor. AKP doğuya açılan kapının anahtarı görevini görüyor. Dini söylemleri doğunun sömürge yarı sömürge halklarına yaklaştırıyor. Önce batı emperyalistlerin sonra kompratorların daha sonra imalat sanayisinin ve ticaretle uğraşan sermayenin ve bu genişlemeden ağzına bir parmak bal çalınan sömürülen işçi köylülerin bağlaşması AKP de sınıf ilişkilerini ifade ediyor. Amerika’nın bu bağlaşma sonucu aleyhine geliştiği her adım, petrol fiyatlarının dalgalanması, Fed ‘in 0,25 baz puanlık faiz artışları , kredi not kuruluşlarının büyüme oranlarını düşürmesi, yatırım yapılabilirlik durumunu durgun yada riskli pozisyona getirmesi gibi tepkilerle görünür hale geliyor. Türkiye bir oraya bir buraya bir şuraya itiliyor yada çekiliyor. Bağımlılık kendini sürekli her yöne kıvırtması ile dışa vuruyor.
İmalat sektöründe yapılan araştırma sonucu imalatçıya “değişmeyen sermaye” ihtiyacını nasıl karşılıyorsunuz sorusuna finansman “sorunumuz “yok cevabı veriliyor. Büyümek için önce pazara (üretilen metaların büyük çoğunluğu iç pazarda tüketiliyor) sonra sonra ucuz iş gücüne ve bürokratik engellerin kaldırılması talep ediliyor. Erdoğan Pazar açıyor Erdoğan ucuz işgücü sağlıyor, Erdoğan bürokratik engelleri KHK ile yada her türlü “hukuksuzluk ” ile sağlıyor. Tek adam olduğu taktirde “hukuk “yapacağının sözünü veriyor.
AKP ve MHP’nin misyonu : 1.İmalat sektörüne yapılan her türlü destek ile meta kütlesini büyümesini sağlamak(Ezilenler açısından mal bolluğu ve ucuzluğu) 2. Sermaye tarafından ücret olarak karşılanması gereken çalışmayan nüfusun beslenmesini Maliyenin üzerine yıkmak (emek gücü harcamadan çalışmayan nüfusa ödenen her türlü para, giyim, kira, bakım yardımları, Ezilenler açısından AKP’nin asıl anlamı bu ) 3. Yine sermaye tarafından ücrete yansıyacak olan kira giderlerinin Toki üzerinden işçi ve emekçilere uzun vadeli borçlar olarak yıkılması, ekonomik bağımlılığın derinleşmesi (ezilenler açısından ev sahibi olma aldatmacası) 4. İki gericiliği (milliyetçilik, dindarlık) besleyerek iş gücü maliyetini düşürmesi (ezilen sınıflar için bir kitap, bir konser, bir sinema etkinliği ve yanında yapılan her türlü harcama ‘gider ‘kalemine yazılır. Bu etkinlikleri yerel yönetimler aracılığı ile yine ve yeniden sermaye üzerinden alıp yine ve yeniden kamu bütçesine yıkmak ve içini kendi politikası ile doldurarak gericiliği ezilen sınıflarda güçlendirmek ) 5. Devrimci ve ilerici tüm güçleri orta sınıfların eskimiş politikası altına yedeklemek(CHP) yada yedeklenmiş gibi göstermek.
CHP’nin misyonu : Yukarıda ki tüm uygulamaları devr almak
HDP’nin misyonu : 1. Devrimci ilerici tüm unsurları silahlı mücadele biçimlerinden uzaklaştırmak, Parlamenter sistemin içine çekmek 2. Küçük burjuvazinin rüyalarına su serpmek 3. Tüm muhalif duyguları pasifize etmek 4. Kürt Ulusal hareketinin askeri alandan tavsiyesinden arta kalan unsurları ‘eritmek ‘ (HDP olmazsa, Askeri yöntemde ısrar edenler KUH’un uzlaşması yada yenilmesi durumunda nerede soluklanacak? İdeolojik olarak gerilla savaşının modası geçiyor değil mi? )
Bu bağlamda HDP’nin baraj altında kalması söylendiği gibi AKP’nin işine yaramıyor. HDP’nin baraj altında kalacağına AKP gerçekten inansa kendisi çalışır. AKP en güçlü rakibini(CHP) zayıflatmak için bu taktiği oynuyor. HDP ye yapılan her saldırı, CHP de oy kaybına sebep oluyor.
Diyelim ki HDP barajın altında kaldı, AKP tek adam rejimini uygulamaya koydu. Parlamenter mücadele zayıflayacak, askeri mücadele güçlenecek. Savaştan kim korkuyor? Bu ülke iç savaşın inişli çıkışlı yolunda gitmiyor mu ki ? İç savaşı derinleştirmek devrimcilerin görevi değil mi? Reformizm ülkemizde iç savaşın kendini daha az hissettirmesinin dışında başka bir anlamı var mı?
Boykot burjuvazinin suçlarına ortak olmama anlamında tek yönüyle bile doğru tutumdur. Yaşlanmış saçlarına ak düşmüş anti Maoizm sırf ömürlerine devrimi sığdıramadılar diye, bu ülkenin ezilen tüm sınıflarının çıkarını kendi yorgunluğuna kurban ediyor.
Yorgunluğu ve gerilemenin nedenlerini nesnel hareketten tarihinden çıkaracağı yerde şişmiş göbeğinden çıkarıyor. Göbek dağda yürümesini engelliyor, düşünce dünyasına şekil veriyor. Geçmişe bakınca her şeyin eskidiğini görüyor. Bilimi kendi ağırlığına kurban ediyor.
Kürt seçmen sorunu : Kürt seçmen kendini ana akım olarak iki parti de ifade ediyor. Biri HDP diğeri AKP. AKP den kayan HDP’ye HDP’den kayan AKP’ye. HDP’den kayan oyların AKP’ye kayması Türkiye devrimci mücadelesi yürüten unsurlarda “ulusların kendi kaderini tayin hakkı “ bağlamında ulusun bu tercihini de destekliyor mu? Ulus yüz yıl önce yaptığı bu bağlaşıklığı tekrar etmekten çekinmez ise ‘ihanet ‘ mi olacak.
İbrahim ulusların kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz desteklemeyi hiçbir zaman söylemedi. Burjuva sorunu dediği bu bağlaşıklığı tekrar sağlamasıdır. Ve bu bağlaşıklık ezilen sınıflar için gericidir. Şeyleri tek yönüyle değerlendirmek idealizmdir dostlar. Ulusun bütünü tam özgürlük için savaşmıyor. Bazı kesimleri karşısında yer alıyor, bazı kesimleri ortada duruyor, bir kesimi savaşı yürütüyor. Ve savaş bilimini Maoizm önderliğinde yürütmüyor. Ezilen uluslar tarihte ilk defa özgürlük mücadelesi de yürütmüyor. Ülkemiz için ilk olması (yaşadığımız dönem için) gözlerimizi alan ışık gibi olmamalı.
Ruhi şekillenişimiz şeyleri olduğundan çok büyük, olduğundan çok küçük gösterme eğiliminde. Ya dev gibidir ya minnacık. Gerçeğe yaklaşmada ki kavramlarımız bu nedenle ‘kesin ‘, ‘doğru’, ‘yanlış ‘tır. Bir uçtan diğer uca gidip gelir. Şeyler hem kendisi hemde karşıtının çelişkisi değil mi?
Mücadeleye duygusal yaklaşmayalım. Yaklaşacaksak eğer :
2002 2017 yılları arasında 20.000 işçi önlenebilir iş kazalarında can verdi !
İş göremezlik raporu alan başhekim onaylı kişi sayısı 2002 – 2014 yılları arasında 15 milyon 519 bin 496 kişi!
Dünya da her yıl 2.3 milyon işçi iş kazalarında ölüyor!
YAŞASIN DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ İÇİN GERİLLA SAVAŞI!
İyi Çalışmalar
Taner Özcan
Taner özcan
Taner Özcan sitemizin köşe yazarıdır. Kültürel ve politik konularda yazılar yazmaktadır
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)