Nasuh Mitap geçti bu dünyadan…ismail cem özkan]
İlk söz bir bildirge ile söylendi, son söz henüz söylenmedi. Çünkü mücadele bitmedi. Devrimci yol engebelidir derdik, ama en önemlisi bir devrimci yolcu kutuplara gitse kendi yaşayacağı alan açar ve fikrimizin yayılması için nüveler kurar, geliştirir ve mücadeleyi kucaklar derdik...
Nasuh, Mahirlerin yarattığı mücadele geleneğini taşıdı, bir devrimcinin nasıl olmasını yaşamı ile gösterdi. O içeriden çıktıktan sonra geçmiş üzerine fazla konuşmadı, küskünlükleri büyütmedi, danışıldığında düşüncesini söyledi ama illa ben bunun başına oturayım yönlendireyim demedi. Gençlerin önünü açtı, elinizde geçmişin birikimi var, iyi değerlendirin ve bizim hatalarımızdan ders çıkarın dedi... Ama pek sesini sanırım duyuramadı, çünkü henüz Devrimci Yol fikrini aşabilmiş bir örgütlenme yaratılamadı. Bugün dahi hala Devrimci Yol dergisinden alıntı yapılıp konuşuluyorsa, geçmişin deneyimlerine güzellemeler yapılıyorsa ortada henüz başlanamamış bir mücadele ve örgüt sorunu duruyor demektir...
Nasuh Mitap ismi polis kayıtlarına ilk defa ne zaman düştü bilemiyorum ama THKP-C süreci Mahir Çayan ve arkadaşlarının bıraktığı mirası Kızıldere sonrasında Devrimci Yol bünyesinde yeniden yorumladığı bir kurul içinde aktif rol oynadı. Devrimci Yol kurucu üyesidir ve Ankara’da merkezi davada yargılanan önemli bir sanığıdır. İşkencede beli kırılmış, DAL sürecinden sağ olarak çıkmayı bilmiş bir direnendir. O, iki faşist askeri darbe sürecini yaşamış, her iki süreçte de yoldaşlarını kaybetmiş, yenilgiyi tatmış ama yeniden ayağa kalmayı bilmiş bir devrimcidir. O devrimciliği, ‘insanın insanlığa sahip çıkması’ olarak algılamış ve yaşam ilkesi haline getirmiştir.
Devrimcilik dayanışmadır.
Okula ilk gittiği yıllarda emeği ile ekmeğini kazanmış, ömrünün son deminde de yine ekmeğini emeği kazanmasının onurunu yaşamıştır.
Devrimci Yol süreci çok kısa sürede çok işler yapmış, belki de yaşlarının gereği tam örgüt olamadan yenilgiyi yaşamışlardır ama yenilgi geçmişte başarılan güzellikleri yok etmemiştir. Fatsa deneyimi üçüncü bir yolun varlığını kanıtlamış ve toplumun yeniden bir arada yaşayabileceği bir sistemin ilk nüvelerini yaşatarak kanıtlamıştır. Direniş Komiteleri ile Çorum’da ve diğer katliam denemelerinde Maraş olayının tekrarlanması engellenmiş ve birlikte mücadeleyi öne çıkarmıştır. Dönemin koşulları içinde sol içinde siyasi çatışmaların sıcak çatışmalara dönmemesi için orta yolcu kabul edilen tutum sergilemiş olmasına rağmen kısa süreli çatışmadan da kendisini kurtaramamıştır. Devrimci Sol ayrılığı gücünün önemli bir bölümünü yok etmiş olmasına rağmen, mücadeleye devam demiş ve inandıkları yoldan geri adım atmamışlardır. Devrimci Yol geleneğinde özgün söz söyleme ve özgün eylemler geliştirme vardır. Her ne kadar dikey örgütsel yapısı olmuş olsa da yatay örgütlemenin her türlü olanağından yararlanmış ve 12 Eylül mahkemelerinde birden fazla Devrimci yol davalarının açılmasına sebep olmuştur.
Mamak süreci yenilgi sürecidir, cezaevlerinden bugüne taşınan eteklerde birikmiş taşlar durmaktadır. O taşlar yeni bir örgütlenme yöntemi ile ortadan kaldırılabilirdi, fakat ne yazık ki Devrimci Yol örgütlenmesini aşan ve mücadele içinde yarattığı pratiği ile Devrimci Yol eleştirisini yaratan bir süreç oluşmadı. THKP-C eleştirisi Devrimci Yol olmasına rağmen, Devrimci Yol eleştirisi henüz yapılabilmiş değildir. Teoride yapılan eleştirilen hayatta karşılık bulması önemlidir, Nasuh ve yoldaşlarının taşıdığı gelenekte ise eleştiri pratik süreç ile olur.
Nasuh Mitap bir sürecin önemli bir tanığıdır, onun yaşamı bir dönemi anlamak için ipuçlarını içinde barındırır. Onun hayatını anlatmak demek siyasi gelişmeleri gözden geçirmek ve onun duruş noktasından yeniden yorumlamak demektir. Köşe yazısı boyutunda bunu yapacak ne yazık ki gücüm yok. Başaran Aksu sözünü ödünç alarak diyebilirim ki; Nasuh Mitap “iradenin etik suskunluğu”
Ölenler bu dünyadan gittiler ama onları yaşatacak şey mücadeledir... Onları aşıp güzel günleri görmektir...
Tek tek gidiyorlar geleneği yaratanlar...
Gelenek ancak mücadele içinde yaşar. Ölenleri sözler ile anmak önemli değildir, onları aşan ve pratiğimize onların eksiklerini tamamlamaktır. Onlar, Mustafa Özenç duygularında seslendirdiği gibi; “o büyük gün geldiğinde...” zaten aramızda olacaklar.
İsmail Cem Özkan
“O büyük gün geldiğinde
ben kimbilir kaç yıldan beri
ebedi yatağımda toprağın derinliklerinde
sonsuz bir uykuda uyuyor olacağım
fakat alınca ne zamandır beklediğim haberi
uyanıp, sesimi kimse duymadan
o büyük zaferin tarifsiz coşkusuyla
kara toprağın altından, ben de haykıracağım.
Unutup geçmişte kalan acı dünü
kimbilir belki bir kış günü
üzerimi yorgan gibi kaplayan
bembayaz karın soğuğundan....
ya da sonbahar mevsiminde
kemiklerime işleyen yağmurdan duyacağım
ve milyonları saran o doyulmaz sevince
ben de sessizce ortak olacağım.
Mevsim ilkbahar sıcak bir yaz olsa da
gece gündüz farketmez ben her zaman hazırım
adımın yazıldığı taş bile yıkılsa da
kalmamış ta olsa şu dünyada mezarım
hatırlayıp tek canlı gelmese başucuma
o müjdeyi ben doğadan alacağım
nasırlı ellerce yaratılan o görkemli bayrama
hiç kimse farketmeden ben de katılacağım.”
Mustafa Özenç
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)