Pazartesi Aralık 2, 2024

Neden Öcalan’ın özgürlüğüne karşı sessizsiniz? (Vedat Yeler)

Üzülerek böyle bir yazıyı yazdığımı belirtmek istiyorum. Galiba ilk başta ifade etmem gereken mesele, ben ve benim gibi Marksizm suyuna bulaşmış birçok Kürdü ‘hüsrana uğratan bir konunun’ hüznünü dile getirmek oldu. Çok basit ve sade bir dille, hiçbir teorik ve ideolojik kriz yaratmadan 9 Ekim Komplosu’nun yıldönümünde 23 yıldır ağır tecrit altında olan bir halkın önderliği için örgütlenen bir kampanyaya ve bu kampanya nezdinde açığa çıkan Türkiye sol, sosyalist, devrimci, demokrat… kesimin sessizliğine değineceğim. Kişisel ve duygusal bir sitem olarak da ele alabilirsiniz. Ya da biraz daha düşünüp gerçekten Kürtlerle olan ilişkilerinizi sorgulayabilirsiniz.

Hatta hiç kaleye almadan yolunuza devam da edebilirsiniz. Veyahut en basitinden başınızı kaldırarak dünyanın dört bir yanından atılan yüz binlerce tweete bakıp, ‘Biz neden bir açıklama yapmadık? Biz neden olması gerek dayanışma, destek adımlarını atmadık?’ da diyebilirsiniz. Sizin tercihiniz. Saygı duyarım. Ama burada bir parantez açmam gerekiyor. Türkiye solunun kendi içinde uzun yıllardır tartıştığı, mücadele etmeye çalıştığı şovenizm ve sosyal-şovenizmin varlığı üzerine de düşünebilirsiniz. Umarım bu sonuca çıkmazsınız ama sizin takdirinizde olan bir şey.

Bir polemik yaratma derdinde de değilim. Sadece olması gerekenleri söylüyorum. Çünkü ortada bir halkın talebi var. Bu talep dört parçaya bölünmüş ve dört parçada egemen olan ulusların soykırım politikalarına karşı amasız-fakatsız direnen, bedel ödeyen Kürt halkının talebidir. Emperyalist güçlerin ve işbirlikçileri olan bölge gericilerinin Ortadoğu’yu cehenneme çeviren savaş politikalarına karşı bölge halklarına umut olan, mücadelesi sınırları aşan bir halkın ve hareketin talebidir. İster kabul edilsin, ister edilmesin; bu halk kendi özgürlüğünü Sayın Öcalan’ın özgürlüğü ile eşdeğer tutmaktadır ve bu yüzden her süreçte, her yerde ve her alanda yegâne talebi, ‘Rêber Apo’ya Özgürlük!’ şiarı üzerinden faşist Türk devletine karşı direniş mevzisine dönüşmektedir.

Kürt özgürlük mücadelesinin ilk olarak 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesi’nde gerçekleştirdiği açlık grevi, son 10 yılda tek bir talep ile gündeme geliyor; Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması. Sokak ortasında vahşice katledilen, bedenleri panzer arkalarında sürüklenen Kürt gençlerinin yüreğinden geçen de ‘Rêber Apo’ya Özgürlük!’ olmaktadır… istisnalar hariç, bunu biz Kürtlerden başka kimsenin anlamayacağı kanaatindeyim. Sadece anlamaya çalışılabilir. Herhangi bir sorun veya olayla karşılaşanlar en iyi o sorunu anlamlandırabilenlerdir. Çünkü hissiyatı ve teorik kavrayışı doğrudan pratiğinden gelir. Diğer türlü meselenin algılanma biçimi sadece teorik düzlem üzerinden anlaşılır. Bu da araya bir uçurum koyar. Burada Türkiye solunda hakim olan çizgiye dikkat çekebiliriz. Çünkü bugün yanı başında her türlü saldırı altında olan ve birçok alanda aynı düşmana karşı omuz omuza mücadele eden bir hareketin ve halkın talebine bu kadar yabancı kalabilmenin işaret ettiği bir nokta da burası olmaktadır. Umarım yanılıyorumdur. Çünkü birçok hareketin Rojava Devrimi ile beraber bu anlayışı yok etmeye çalıştığını da not düşmek gerekir. Ama bahsettiğimiz mesele öyle on yıllık bir sorun değil. On yıllara varan bir anlayışın kök salmasından ve bunun üzerinden şekillenen tabanlardan bahsediyoruz. Yani Türkiye solunda hala şovenizm veya sosyal şovenizmin en ufak bir kırıntısı varsa, bu da daha egemen ulus siyasetinden yani Türk kimliğinden kurtulamadığına işaret etmektedir ve böyle bir pratiğin bir nedeni olarak okuyabiliriz.

Eminim ki, birçok sol anlayış buna direk karşı da duracaktır. Sınıf ve ulus kavramları perdesinden çeşitli savunma argümanları ortaya koyacaktır. Hatta kendi iç sessizliğinde ulusal ve sınıfsal hareket, önderlik gibi kıyaslamalar üzerinden ‘Marksist’ bir tutumla bütün doğruluğunu teorize edecektir. Yani kendi argümanları ile kendisini vuran bir tutuma ortak olacaktır. Ki en trajikomik ve yaygın meselelerden biri de budur. Af eyleyin ama biz Kürtler de Marksizm ve sınıf mücadelesini az çok okuyabiliyoruz. Hatta bir şey söylemek gerekirse, bu topraklarda emeği en ucuza satılan, en kötü koşullarda çalıştırılan, en ağır iş kollarında yıpranan… bir halkız. Ama en çok sömürülen emeğimizle değil, var olan dilimiz ve kimliğimizden doğru katlediliyoruz. Kemalizm ile kol kola yürüyen bu anlayışların en iyi cevabı Kaypakkaya’dır. Bu noktada çok fazla söze gerek yok, zaten tarihin her sahnesinde egemen ulus kimliğinin sol savunucuları olarak berrak suyu bulandırma gibi bir görevi kendilerine rehber edinmişlerdir. 

Esasta IŞİD ve TC barbarlarına karşı omuz omuza yürüyen ve bedel ödeyen anlayışların bu konudaki tutumu sorgulatan bir kapı açmaktadır. Faşizme karşı bu kadar ortak mücadele, birlikte hareket etme sözlerinin pratikte yaşam bulduğu bir süreçte bu anlayışların sessizliğine karşı insan ister istemez, ‘Neden Sayın Abdullah Öcalan’ın özgülüğüne karşı sessizsiniz?’ sorusuna başvurmaktadır.  Misal dünyanın başka bir yerinde tutsak olan herhangi bir devrimci, sosyalist kişi veya önder için yürütülen kampanyalara can havli ile destek veren dayanışma çağrıları yapılabilmektedir. Ama günler öncesinden alt yapısı örülmüş, her yerde canla-başla çalışmaları yapılmış yanı başındaki halkın talebine, öfkesine, heyecanına sessiz kalınıyor. Af eyleyin niyet sorgulamıyorum. Sadece Marksizm suyuna bulanmış bir Kürt olarak ‘Neden’ sorusuna karşılık gelecek cevabı merak ediyorum.

4970

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar