Nereye ve Nasıl?

“Emperyalist burjuvazinin, işçi sınıfına yeni bir saldırı dalgası olarak 1980’lerden itibaren gündeme soktuğu neoliberal ekonomik politikalar; emperyalizmi krizlerden çıkaramadığı gibi, işçi ve emekçiler üzerinde yıkıcı (ideolojik-örgütsel) etkisi oldukça artmış ve dünyayı, adete bir emperyalist anarşi metaforu içine sokmuştur.”1
Ağustos ayı içinde bir yazımda söylemiştim bunları. Bu bağlamda, uzun süredir dünyanın gündemi aynı. “Dünya ve Türkiye nereye gidiyor?” sorusu, bunun içinde. Emperyalist-kapitalist dünyanın genel yöenlimi bu. Günlük olarak değişen ise, bu genel yönelime bağlı olarak taktiksel gelişmelerdir.
ABD’de Trump’un kazandırılması, AB ülkelerinde yükselen ırkçılık, Ortadoğu ve Güney Çin Denizi’ndeki egemenlik dalaşları, ABD’nin gerilemesi ve diğer emperyalist blok ve ülkelerin (pazarlardan pay alma ve egemenliklerini genişletme amaçlı önlenemez) istekleri, önümüzdeki son on yılın oldukça karanlık geçeceğini ve cidi bir altüst oluşların yaşanacağınında habercisi olarak önümüzde duruyor.
Kapitalist sistemin, toplumsal çelişmleri her geçen gün artırma ve keskinleştirme özellliği, kapitalizmin eşitsiz gelişme yasasıyla dorudan bağlantılıdır. Bir taraf (burjuvazi), toplumu bütünüyle sırtında taşıyan çalışanların kazançlarını kendi özel mülkiyetlerine geçirmeleriyle, toplumsal kaosun temelini de atmış oldular.
Sermaye, gittği yere, sadece kültürünü, meta ve sermaye ihracını götürmüyor, bütün eşitsizliğini ve toplumsal çürümüşlüğünü de beraberinde taşıyor.
„Kapitalizm kendi süretinde bir dünya yaratır“ken, içindeki tüm çelişmeleri de artan ölçüde gitikleri yerlere taşıyor ve buralardaki toplumsal-sınıfsal çelişmeleri daha da derinleştirici bir rol oynuyor. Sermayenin küreselleşmesi, sermayenin egemenlik eğilimine bağlı olarak gelişen terörün küreselleşmesini koşulluyor.
Yugoslavya’nın parçalanması, Kafkaslar ve Ukrayna olaylarının yanı sıra; Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Yemen, Filistin, Kürdistan ve daha burada sayamadığımız dünyanın çoğu yerlerinde, sermayenin ağır sömürüsü, egemenliği, aynı zamanda çatışmaları, savaşları da beraberinde taşıdı. Hatta bazı yerlere sermayeden önce emperyalist terör ihraç edildi.
Yukarıda isimlerini saydığımız ülkelerde, emperyalist menşeli bombalar patlarken, emperyalist metropollerde bunun yansımasının olmayacağını düşünmek aptallara mahsustur. Emperyalist burjuvazi, kitleleri, „terör dışarıdan geliyor“ diye yanıltmaya çalışıyor. Oysa, terörün kaynağı kendileridir. Kabil, Bağdat, Kahire, Şam, Trablus, Bingazi, Nijerya, Diyarbakır vb. Yerlerde patlatılan bombaların, Paris, Brüksel, Berlin, Madrid, Moskova, Pekin, İstanbul, New York gibi diğer emperyalist ve kapitalist metropollerde patlamaması için hiç bir neden yoktur. Kaosu yaratanlar, aynı kaosun kendi kucaklarına düşmesini önleyemezler. Kabil, Bağdat, Şam ve Halep'de pazar yerlerinde üzerlerine atılan bombalarla katledilenlerin sorumlularıyla, Antep’de bir Kürt düğün evinde katledilenlerle, Paris'te bir eğlence yerinde katledilenlerle, Berlin’in göbeğindeki bir neol panayırında en masumane günlük sevincini yaşayanların katledilmesinin sorumluları aynıdır.
Ancak, dünyayı bir silah deposu haline getiren emperyalist burjuvazi, terörü başka yerlerde aramaya çalışması ya göstermesi burjuva riyakarllığıdır. Dünya servetinin yüzde 90’nın, sadece yüzde 8’nin elinde olması, terörün asıl nedeni olduğu gözlerden gizlenmeye çalışılıyor.
Sermaye birikimi ve egemenliği için, ulusal, dinsel ve mezhepsel ve hatta aşiretsel farklılıkları körükleyerek halklar arasında düşmanlıklar yaratanların, bu düşmanlığın ateşinden kendilerinide kurataramazlar. Ve kurtaramıyorlar. Sosyalizmin gelmesinin önüne geçmeye çalışan burjuvazi, daha karanlık bir gericiliğin içinde debeleniyor.
Günümüz emperyalist burjuvazisi, kamuoyuna terör örgütleri olarak; El Kaide, İŞİD, Boko Haram, Neo Nazi vb. gibi faşist, dinci, ırkçı örgütleri gösteriyorlar. Bunların terör örgütleri oldukları ne kadar gerçek ise, bunları yaratan ve besleyen devletlerin ise bunlardan daha tehlikeli ve organize terör örgütleri oldukları gerçeğini değiştirmeye yetmiyor.
Başta emperyalist ülkeler olmak üzere, bütün kapitalist ülkelerin ezici çoğunluğu artık gelinen aşamada halklar üzerinde, bütün çıplaklığıyla birer terör örgütü durumuna dönüşmüşlerdir. Bu terör yuvaları burjuva devletleri, işçi sınıfı ve ezilen halklar tarafından yıkılmadıkça, kitleleri katleden, yıldıran ve korkutan teröründe ortadan kalkmasının olasılığı söz konusu değildir.
Burjuvazi, toplumu uçurumadan aşağıya atmaya başladı.
Irak, Libya, Suriye ve daha bir çok ülke nasıl emperyalist sermayenin anarşi metaforundan kaçamadıysa, bu metaforun içine balıklama dalan Türk burjuvazisi de, Türkiye’yi adını saydığımız ülkelerin akibetine uğramaktan kurtaramayacaktır. Ve iktidarı elinde bulunduran AKP sermayesi ve bileşenlerinin belli bir süre daha ayakta kalma şansları olarak savaşı (iç savaş da dahil) görüyorlar ve gerçekten de başka da şansları kalmadı. Ve emperyalist-kapitalist dünyanın içinde bulunduğu bunalım da bunu koşulluyor. Bu nedenle, Ankara’nın göbeğinde bir Rus Büyük elçisinin öldürülmesi, kendisi bir terör devleti olan Türk devletinin karekteristik yapısının bir sonucudur. Nasıl ki, Kürdistan illerinin yakılıp yıklıması, devletin burjuva niteliğinin karakterisitik yapısından ayrı ele alınamayacağı gibi…
Türk egemen sınıfları, Kürt ulusal sorununu demokratik bir şekilde çözemeye yanaşmadığı için, ülkeyi gerici bir iç savaşın eşiğine getirmiştir. Çok önemli gelişmeler olmadıkça, (ki, yakın bir süreçte bu olasılık oldukça cılız) Türkiye, egemen sınıfların yönlendirmesi altında gerici bir iç savaş, derinleşme ve yaygınlaşma eğilimi taşımaktadır. Milliyetçilik ve dincilikle örgütlü sürüler haline getirilmiş kitleler, Kürtlere ve onların müttefiklerine, demokratlara, devrimcilere, komünistlere ve alevilere saldıracaklardır. Bu devlet terörünün bir parçası olan CHP’de bundan nasibini ciddi şekilde alacaktır. Burjuvazinin gerici iç savaşı, her ne kadar Kürtlere karşı gibi gözükse de , esas olan, ülkenin demokratik kamuoyuna ve bilincine yöneliktir.
Faşist islamcı hükümet, silahlandırdığı, örgütlediği ve gericileştirdiği kitleleri demokratik kamuoyuna ve muhaliflerine karşı birt tehdit unsuru olarak kullanmaya başlamıştır. Bunu en net bir şekilde 15 Temmuz (darbe girişimi) olaylarında ortaya koymuştur.
Egemen sınıfların ülkeyi gerici bir iç savaşın içine sokmasının önlemenin yolu; işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü bir şekilde buna karşı çıkmasıyla olasıdır. Ne yazık ki, sınıfın en örgütsüz ve nitelik olarak en zayıf olduğu bir süreçtir. İşçi sınıfı siyasi islamcı-faşist hükümetin etkisizleştirme ve örgütsüzleştirmesine maruz kalmıştır. Bu örgütsüzlük ve etkinsizlik, 2013 GEZİ ayaklanmasıyla yıkılmaya çalışılsada, süreç içinde başarılamamıştır.
Kitleler üzerindeki devletin faşist terörü ve ideolojik saldırısı, kitlelerin önemli bir kısmını yılgınlığa ve sessizliğe iterken, küçümsenmeyecek önemli bir bölmünü ise siyasi islamcı faşist hükümetin doğrudan etkisi altına alarak gerici-faşist örgütlemenin içine sokmuştur.
Komünist ve devrimcilerin başarması gereken, yılgınlık içindeki en yakın kitlelerin kazanılması, faşist odakların örgütlmesi ve etkisi altındaki kitlelerin önemli bölümünün ise en azından tarafsızlaştırılması, iç savaş atmosferinden ve içinden çıkmanın bir gereğidir.
Kürt Ulusal Hareketin haklı ve meşru mücadelesi iç savaşın nedeni değil bir sonucudur. Bazı kesimler, burjuvazinin yoğun ideolojik ve siyasal propagandasının etkisiyle, „ülkeyi kaosa sürüklüyor“ gibi şovenist yaklaşımlar sergilemesine karşın, gerçekte olan ise, faşist Türk devletinin bölgedeki gelişmlere (özellikle Suriye) bağlı olarak ülkeyi bir iç savaş ortamına bilerek sokmasıdır. Bu, niyetten öte, burjuvazinin egemenlik alanlarını genişletme, sermayesini büyütme isteğinin ve emperyalizme bağlı olmanın bir sonucudur.
Türk egemen sınıfların kaos ve anarşi oratamı içine soktukları Türkiye‘deki gelişmeler, emperyalistler arası paylaşım ve egemenlik savaşlarından ayrı ele alınamaz ve ona bağlı olarak gelişmekte ve derinleşmektedir.
Dünya ve Türkiye’deki gelişmeler, kapitalizmin umutsuz bir vakası olarak ele alınmalıdır. Sorunun nihayi çözümü çok nettir: Kapitalist sistemden kurtulmak için işçi sınıfının sınıf bilinçli örgütlülüğü ve mücadelesinin öne çıkması olmazsa olmazdır.
Faşizmi yıkmak, emperyalist saldrı dalgalarını ve yayılmacılığının önüne geçmek. Daha geniş birliktelikleri koşullar. Bu da ancak mücadele içinde oluşur. Bunun için, örgütlenmek, militan, sabırlı ve uzun vadeli bir çalışma yapmak gerekiyor. İşçi sınıfının çelikten örgütleri, böylesi mücadele içinde sağlamlaşıp gelişebilir. Bu iş, öncelikle kendine komünist diyenlere düşüyor. Çünkü, komünistler dışında kapitalizme karşı sosyalist alternatif yaratacak siyasal yapı ve anlayış yoktur.

Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)