OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”
Gelinen aşamada, AKP hükümeti, siyasi geleceğini, ABD önderliğinde olası bir Suriye’ye karşı emperyalist yağma savaşına bağladığı bilinen bir gerçektir. Bu o kadar açık bir hale geldi ki, bütün siyasal yatırımlarını bu yağma savaşı üzerine kurmuş durumdalar. Başka da çıkar yolları ve kendilerini ayakta tutma çareleri kalmadı gibi. Bunlar için yolun sonu; “üç vakte kadar” gözükmüştü. Bu vakitlerden ilki ve en önemlisi devrimci-demokrat kamuoyuna boyun eğdirememesi. Bu, kitlelerin politik özgürlüklerini çiğnetmeyeceklerine karar verdikleri Haziran Ayaklanması ile burjuvazinin elinden çekilip alındı. İkincisi, Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarıydı. Mısır halkının ayaklanması ile bu sürece de son verildi. Esas olarak Geriye kaldı bir vakit. Bu da, Suriye’ye saldırarak ülkede, işçi ve emekçiler karşısında yeniden üstünlüğü ele geçirme hayalleri. Bu, onların son çırpınışlarıdır dersek, pek de yanılmış olmayız. Buna, Küçük uçurumdan kurtulmak için daha büyük uçurumdan atlama siyasetiyle yeniden başa dönme taktiği denebilir. Küçük uçurumları atlayamayanların büyük uçurumları atladığı ise toplumsal mücadeleler tarihinde görülmüş bir şey değildir.
2020 Olimpiyatlarına dahi bu denli sarılmaları ve büyük önem vermeleri ise, yabancı sermayenin yanında ülkede rant sermayesini daha da artırma uğraşlarıydı. Bu da hüsranla sona erdi. Eğer alabilselerdi, bu olay özgülünde, siyasi bir kazanım da elde etmeyi umuyorlardı.
Batı’nın Avrupa ile Asya arasında bir İsrail’i olmaya çalışan AKP siyasetçileri, ne yazık ki, emperyalistler arasındaki dengeleri ve egemenlik savaşlarını iyi okuyabilmiş değillerdir. Uşak burjuvaziye, görevi olarak; büyük güçler arasındaki çatışmada, her zaman, piyonluk rolü düşmüştür. ABD’nin gönüllü piyonu’da AKP olmuştur. Ama, İsrail olmayı kabullendiremediği için kızgınlığını gizleyememektedir.
Türk devletinin ekonomisinin trendi ise giderek dibe doğru hızlı bir eğilim içine girmiş durumdadır. Emperyalist sermayenin, AKP ve arkasındaki sermaye güçlerini kurtarabilecek bir durumda olmadığı görülüyor. Bütün ekonomik göstergeler, birikmiş iç ve dış borç stokları, cari açıklar bunu gösteriyor ve en ‘sol’undan en sağına kadar ekonomistlerin birleştiği noktalardan birisi de bu. Yani, AKP ve avenası, ekonomide de “üç vakti” doldurmuş durumdadır.
Eylül ile birlikte kitlelerin siyasal talepleri daha da artmaya başladı. Beklenildiği gibi, öncelikle öğrenciler cephesinde bir hareketlenme başladı. Kitleler sokakları yeniden hareketlendireceğe benziyor ve bazılarının düşlediği gibi “bir atımlık” değil, uzun vadeli olacağının da sinyallerini veriyor. Bunun siyasal ve ekonomik koşulları oluşmuş durumdadır. Kitleler açısından, Haziran’daki çatışma, kendini tanıma, gücünün bilincine varmaydı. Şimdi ise, kazanımlar ve başladığını bitirme sürecine girilmiştir. AKP’yi bitirenler de ne Mısır ne de Suriye’dir. Bunlar sadece yan etkenlerdir. Esas olarak, ülkedeki kitlelerin politik istemler için ayağa kalkması ve bunda ısrarlı olmasıdır.
Bu, devrimci ve komünüstler için iyi bir gelişmedir. Kitlelerin sokakları zaptetmesi, mücadelenin daha da boyutlanacağının habercisidir. Haziran tecrübesinin desteği ve moraliyle, daha güçlü sokak mücadeleleri kapıyı çalabilir ve çalmalıdır da.
Bunların yanısıra, eğer Suriye’ye saldırı gündeme gelirse, köşeye sıkılmış olan AKP arkasındaki sermaye güçleri, “savaş” bahanesiyle daha güçlü bir şekilde kitlelere saldıracaklardır. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Bütün ilerici ve devrimci kitle muhalefetini ağır bir şekilde ezmeyi ve dağıtmayı deneyecektir ve kontrolü altındaki medya aracılığıyla “savaş tamtamları” propagandasını yoğun şekilde yaparak, geri kitleleri “vatan-millet-bayrak-ümmet davası” ile savaş kışkırtıcısı çemberinin içine çekmeye çalışacaktır. Bu çirkefliğe daha şimdiden başlamıştır.
Buna karşı devrimci mücadelenin daha şimdiden örgütlenmesi, kitlelerin buna hazırlanması da Türk egemen sınıfların saldırı siyasetini boşa çıkarmak için bir o kadar önemlidir.
Buna bağlı olarak, anti-emperyalist savaş cephesi oluşturmak komünist ve devrimcilerin birinci görevi olsa gerek. Bir taraftan emperyalist yağma savaşların iç savaşa çevrilmesi prensibiyle örgütlenmek ve hazırlanmak sorunu ciddiyetini korurken, diğer yandan ise daha geniş bir anti-emperyalist savaş çephesinin oluşturulması da kendini dayatmaktadır. Haziran Ayaklanması bunun ayağını kısmen oluşturmasına karşın, İP vb. karşı-devrimci provakatör güçlerin “savaş karşıtı gözükmeleri” ve anti-emperyalist savaş cephesinin içinde yer alamaya çalışmaları, demokratik güçleri zor durumda bırakmaktadır. Bu tür güçlerin böyle bir cephe içine alınmaması, teşhir edilmesi önemlidir. TKP[1][1] gibi zaaflı ilerici güçlerin ise, İP ve ulusalcı güçlere “kardeş” siyasetiyle yanaşmaları, başka bir zaaflı yanı oluşturmaktadır. Ancak, tutarlı anti-emperyalist güçlerin birlikte hareket etmesine öncelik verilmesi ve diğer ilerici güçlerin ise buna bağlı olarak ele alınması siyaseti, daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Devrimci ve komünist örgütler, kitleler içinde etkinliklerini anti-emperyalist savaş cephesiyle de aratırabileceklerdir ve bu, en önemli mücadele araçlardan birisi haline gelebilir ve savaşa karşı çıkan kitleleri örgütlemenin ve mücadele içine çekmenin iyi bir aracı haline dönüşebilir. Devrimci-demokrat ve komünistlerin eylem birliklerinin önünde, elbette, bir çok, örgütsel, siyasal ve ideolojik engeller mevcuttur. Ancak, dostlar arasındaki var olan zorları başarmak, daha büyük karşı zorların üstesinden gelmenin ön hazırlığıdır. Sınıf mücadeleleri tarihi, ilkeler de katı, taktiklerde ise alabildiğine esnek olmayı öğretmiştir.
Kürt ulusal hareketi’de böylesi bir anti-emperyalist savaş cephesi içinde yer alabilecek ya da en azından yakın bir ittifak içinde olabilecektir. Türk devletinin de içinde olduğu böyle bir savaşta, en büyük zararı, başta Rojava olmak üzere Kürtler görecektir. Türk devleti, güney sınırlarının bir Kürdistan ile çevrilmesine kolayca göz yummayacaktır. “Savaşı” fırsat bilerek, Kürtlere yönelik saldırısını yoğunlaştıracaktır. Kürt ulusal hareketi de bunu görmüş olmalı ki, son aylarda söylemlerini radikalleştirmeye başladılar.
Kısacası, AKP içeride kaybetti, dışarıda kazanarak içeride yeniden üstünlüğü ele geçirmeye çalışıyor. Ancak, elinde tek bu “Suriye kozu” kaldı. Bunun ömürü de uzun sürmeyecektir. Böylece “vakit”lerini doldurmuş olarak, yeni bir toplumsal siyaset evresine girecektir.
Toplumlar, bağrında taşıdığı karşıt temel sınıfları arasında ki savaşım da, bu evrilmelerin birikimi ve devrimci zorun devreye girmesiyle kendini nitlel bir sıçramaya/dönüşüme bırakmak zorunda kalıyor. 08.09.2013
[1] TKP’nin bu “zaafı”, tarihi boyunca sopası sırtından eksik olmayan “kemalizm hayranlığı”ndan ve egemen ulus ulusalcığı zaafından kaynaklanmaktadır.
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
Yolsuzluk
2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.
Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!
Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.
Hukuk Mu Dediniz?
Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)
Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.
“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya
“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]
Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…
Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…
Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi
Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.
Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]
“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]
“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre:
Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi
* Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]
El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.
Kanlı parseller
Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.
Muharrem Erbey'in suçu ne
Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.
Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]
“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]
Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…
Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…
Umutlarımızı Büyütüyoruz
“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels