Salı Eylül 24, 2024

Oy Zemano (Nubar Ozanyan)

Her yönüyle çürümüş sistemin katilleri, Kürdistan topraklarını yakmaya devam ediyor. Amed ve Merdin’de hem insanları hem de buğday ve mısırları yaktı. Evlat kokan Kürdistan toprakları şimdi duman kokuyor. Ateş ve dumanla yazılı TC’nin yüz yıllık tarihi “yakma ve yıkma”nın tarihidir. Bilmeyenler bilsin, duymayanlar duysun. Dün Ermeni kadın ve çocukları kiliselerde, Alevileri inanç ve ibadet mekanlarında, Kürtleri mağaralarda, köylerde yakanlar bugün yine Kürdü kadim topraklarında yakıyor.

Türk devleti, yıkmadığı zaman yakar. Yakamadığı zaman yıkar. Bazen de her iki suçu birden işler. Sonra geride kalan ne varsa her şeyin üstüne çöker. Çürümüş sistemin çürümüş elektrik telleri de tıpkı İha, Siha ve savaş uçakları gibi çalışır. Bakımsız elektrik direkleri, telleri tıpkı Kürdistan toprakları gibi kaderine terk edilmiştir. Köylülerin defalarca şikayet dilekçeleri ateş ve dumanı durduramadı. Her yoksul ve mazlumun ölümünden sonra olduğu gibi zulmün ve imhanın adı AKP-MHP’li cellatların ağzında “fıtrat” oluyor.

Zulmün her türlü rengiyle halka acıyı yaşatanlar, gözyaşına boğduranlar yalanlarını çuvala sığdıramıyor. Suçlular suç üstü yakalandı. Bölge valisi katıldığı toplantıya kimseyi kandıramadan gerisin geri gitmek zorunda kaldı. Kürdistan’da sivil kurumlar tıpkı askeri kurumlar gibi imha ve yok etmenin bir parçası olmuştur.

İki gerillayı imha etmek için vakit geçirmeden Siha, uçak, helikopter kaldıran generaller, 65 kilometre karelik yangını söndürecek su bulamıyor. Yangını çıkartan katiller ateşi söndürmek yerine, yangını söndürmeye gelen köylüleri engelliyor. Zulmü bundan daha iyi anlatan, resmi bundan daha açık gösteren başka tablo var mıdır?

Ateşle, ölümler terbiye edilmek istenen yoksul Kürt halkının acısı kadar öfkesi de derindir. Felaket sonrası yanarak ölen, yaralanan hayvanların sayısı yüzlerin oldukça üzerindedir. Binlerce ton buğday ve mısırın arasında yükselen feryat ve ağıtların sesi her tarafta duyuldu da bir tek Ankara’daki savaş hükümeti ve onun yalancı borazan medyası tarafından duyulmadı!

2 Temmuz’da Sivas’ta onlarca can herkesin gözü önünde diri diri yakılmadı mı? Cana kıyanlar mala kıymaz mı? Onlar için koyunun, ineğin, buğday ve mısırın ne önemi vardır ki? Birkaç gün sonra her şeyin unutulacağını düşünen AKP-MHP savaş hükümeti fena yanılıyor. Kürt kadın ve çocukları, her gün yüreklerinde sönmeyen öfke biriktiriyor. Ateş gibi büyüyen öfke, zalimleri yaktıkları ateş içinde mutlaka boğacaktır.

Her yerde her şeye düşman ceberut bir devlet var karşımızda. Kürdistan’ı açlık yokluk zulüm ve yakmayla insansızlaştırmaya çalışıyor. Yaşayan, canlı bir şey bırakmak istemiyor. İnsanlığın beklediği büyük felaket ne zaman gelir bilinmez ancak en büyük felaketin Türk devleti olduğu açıktır. Kürtler, yoksullar, özgürlük ve adalet arayanlar her gün devlet denen felaketi yaşıyor.

Bir yandan Kürdün, yoksulun buğdayını mısırını yakanlar diğer taraftan, Kürdistan’da soykırım ve işgal operasyonlarını yaygınlaştırarak, genişletiyor.  Adalet ve hakaniyeti ilke edinen dünyanın bütün mahkemeleri bir araya gelip yıllar boyu çalışsa, aklına öldürme ve düşmanlıktan başka bir şey gelmeyen TC’nin işlediği suçların seceresini toplayamaz.

Amed ve Merdin’de halkın yarasını Ankara sarmıyor. Bir kez daha görüldü ve anlaşıldı ki, düşman öldürür, halk yaşatmaya çalışır. Düşman yaralar, halk ise yara sarar.

2059

Yasli tarih diyor ki:"Halk iktidari ele almadikça.."

Dikkatinizi mutlaka çekmiştir; meclisteki partilerden, "Halk örgütlenip iktidar olsun, kendi kendisini yönetsin," diyen yoktur. Ne böyle bir hedefleri var, ne de felsefeleri… İstedikleri şey, halkın merdiven olması, kendilerinin de tepede oturmalarıdır.

Hozat, Altun ve Öcalan:Garbis Altınoğlu

Demir Küçükaydın ve Ayhan Bilgen'e Bir Yanıt

(Genişletilmiş versiyon)

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine

İnsanlık tarihine alın teriyle emekle, yürekle, bilinç ve çizilen ideolojik güzergâhla yazılırlar. Ve bir daha yüreklerde silinmezcesine kalıcılaşırlar. Orda söz biter eylem başlar, iş başlar, insanlığa adanan, insanın özgürleşme kavgası başlatılır. Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkünatı yoktur,

Rober Koptaş yazdı: Öcalan’ın mektubundan beklenen

Rober Koptaş, Agos’taki köşesinde KCK’nin ‘lobi’ açıklamasını yazdı: Kürt illerinde gördüğüm, Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, iç savaşın etkisiyle de Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığı söylenebilir.

Hrant belleğimizde yasıyor...Nazaret Vartanyan

 

Hrant Dink 19 ocak 2007 tarihinde katledildi. Yaşamını mensup olduğu Ermenilerin tarihsel akıbetini kamuoyuna açmaya adamıştı Hrant… Ama Hrant’a tahammül edilemedi… Bundan dolayı Hrant katledildi..

Sevan bu sefer yalnız değil

 

Sevan Nişanyan’ın zekâsına, bilgisine ve hayat görüşüne hayran, onu merak eden biri olarak benim de yolum Şirince’den geçti. Geçen yıl Şirince’ye yaptığım birkaç aylık yolculuğun yaşamımda önemli bir yere sahip olacağını biliyordum, öyle de oldu… Ancak iz bırakan yalnızca Sevan Nişanyan’ın kendisi değildi. Sevan ile Müjde Tönbekici, kamuoyunun onlar hakkında düşündüğünün aksine ve hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki şahane bir aile kurmuşlar.
 

“Iyi” Papa mı?

“Yüreğin soğuksa,güneş de ısıtamaz.”[1]

Papa Benediktus’tan (ya da önceki Papa II. Jean Paul’den) sonra Vatikan’da ikamet eden Papa Francesco, “iyi” Papa mı?

Kanımca değil. Papalık kurumunun “iyi”si olmaz/ olamaz. Çünkü orası Vatikan’dır…

Tam da bu noktada Mohandas Karamchand Gandhi’nin, “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz,” saptamasının altını çizerek, Immanuel Wallerstein’ın, “Katolik olmayanlar kimin Papa olacağını umursamalı mı? Elbette,”[2] saptamasını paylaşmadığımızı belirtelim.

Bu Ne Şiddet,Bu ne Celal?(Yada Gulyabani Kim?)

“İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,Kırıklar dolar kucağına,İşte orası umudun tarlasıdır.Ve orada başaklar ağırlaştığında,Sayısız ah dökülür toprağa.”[1]

Şiir şöyle: 

“gencecik cocuklardık/ milyonlar kadardık/ haykırışlarımızla türkülerimizle/ güle oynaya/ Gezi’deydik/ meydanlardaydık.

Gulyabani!/ annelerimizin masalındaydı/ zifiri karanlıktı/ çıktı geldi/ esti gürledi/ BEŞimizi yuttu/ ONİKİmizin gözünü yedi/ yetmedi organlarımızı yedi/ yetmedi/ YÜZlercemizin kolunu bacağını kafasını kırdı/ sakat bıraktı/ kimimizi komaya/ SEKiZBiNden fazlamızı yaralı kodu.

Türkiye'de paradigma değişimi ve "Derin Kürdistan aklı"

Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir.Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan,kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar,yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler.Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler suüstüne çıktığında il

Yolsuzluk

2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Sayfalar