Pazartesi Aralık 2, 2024

Parlayan herşey altın değildir-1

Sınıflardan müteşekkil bir toplum gerçekliği içinde yaşıyoruz. Özel mülkiyetin ortaya çıktığı günden bugüne bu böyle. Hiçbir şey bunun dışında değil. İktidarı elinde tutan sınıf, bunu korumak ve güçlendirmek adına tüm topluma kendi ideolojisini ve bunun değişik alanlardaki iz düşümlerini dayatır. Bunun en etkin ve öncelikli aracı ise devlettir. Toplum geliştikçe bu mekanizmalar da çoğalır, çeşitlenir ve devleti de içine alan daha büyük bir daire çizer. Bir yanıyla uzlaşmaz karşıtlıkların birbiriyle sürekli bir mücadelesi söz konusu. Çelişkinin ana yönü, uygun koşullar oluştuğunda “o an” geldiğinde yerini başkasına bırakır. Böylece yeni bir kavganın da ilk tohumları atılmış olur. Tarihin lokomotifi, toplumun genlerinde taşıdığı bu çelişkilerin mücadelesi ve birbirine dönüşümü desek yanlış olmaz.

Her tarihsel dönemde, üst yapı olarak tarif edilen siyasal, politik, kültürel alanda karşımıza çıkan farklılıkların nedeni de bir yanıyla bu. Üretim araçlarına sahip olan sınıf, üst yapıyı da doğrudan belirleme gücüne erişiyor. Başka bir deyişle, iktidar kimin elindeyse onun kültürü, sanatı ve ahlakı topluma enjekte ediliyor, etkin, yaygın hakim oluyor. Bunun sonucunda da ideolojik kalıptan çıkmış, bu fabrikada yoğrulmuş bireyler ortaya çıkıyor. Bu bir sonuç. Her çağ veya sistem kendi insanını yaratır!

Bu gerçek siyasal alanı ıskalamaz. Müesses nizama egemen olan sınıfların partileri, onların meşruiyet ispatlama ve yığınları buna ikna etmekle görevlidir. Toplumsal rıza, üretirken herkesi egemen olana benzetmeye çalışırlar. Bunu başarabildikleri oranda sömürü, aç gözlülük ve daha fazla kar üzerine inşa ettikleri dünyaları sıradanlaşır ve garanti altına alınır.

Ne var ki, doğanın değişmez parçası olan çelişki hükmünü yürütmeden edemez. Zira, her şey zıddıyla vardır! Köleci toplumu tasfiye eden feodalizm beraberinde kapitalizmi; feodalizmden kurtulan kapitalizm de yanında sosyalizmin ön koşullarını getirir. Toplumsal üretim araçlarına sahip olanların ürettiği her şey zıddını da doğurur.

İki çizgi mücadelesi

Bu gerçek siyasal alanda da karşılık bulur. Proletarya ile burjuvazi arasındaki mücadelenin en keskin yaşandığı adreslerden biri de burasıdır. Proletaryanın tarih sahnesine çıkan partileri, burjuvazinin doğum lekelerini üzerinde taşır. Dahası mücadelesini sürdürdüğü sürece, burjuva ideolojisi tarafından çepeçevre kuşatılmıştır. Saflarına katılan her birey beraberinde bu ideolojinin çeşitli özelliklerini getirir. Diğer yandan proletaryanın partileri için de sürekli bir ideolojik değişim ve dönüşüm yaşanmalıdır ki, kimse geldiğiyle kalmasın!

Başkan Mao, bu gerçeği, komünist partiler içinde burjuvazi ile proletarya arasındaki amansız hesaplaşmayı iki çizgi mücadelesi olarak tanımlar. Toplumsal gerçekliğin komünist partiler içindeki karşılığıdır yaşanan. Niyetten bağımsız, toplumsal, bilimsel bir olgu bu. Proletarya partilerinin gelişiminde önemli bir rol oynar karşıtların mücadelesi. Elbet tercih edileni, karşıtların, çelişkilerin birer çizgi haline gelmeden birbiriyle mücadele halinde kalması ve proletarya partisinin birliğini güçlendiren bir işlev oynamalarıdır. Çelişkiyi bu çerçevede tutma sorumluluğu, proletarya partilerinin yönetici ve kadrolarına aittir. Bu görev, başarılamadığında önderler, çelişkiler mücadelesinin değişen, dönüşen ve ilerleyen döngüsünün dışında kaldığında çatışma alevlenir.

Zira, arada s-burjuva ideolojisinin zehirlediği havaya alışan giderek ciğerleri bununla dolan ve gücünü buradan alan bir beden ortaya çıkmış demektir. Bu saatten sonra çelişki, iki çizgi, iki dünya arasındaki mücadeleye dönüşmüştür.

Toplumsal gerçekliğimiz komprador burjuvazi ve toprak ağalarının iktidarıyla şekillenmiştir. Her alanda bu sınıfların etkisini görmek mümkün. Kuşkusuz, proletaryanın partileri de bundan azade değildir. Peki, bu gerçek nasıl yansıyor? Hangi biçimlerde karşımıza çıkıyor.

Her şeyden önce söylemek gerekir ki, proletaryaya ve emekçi sınıflara mensup bölüklerden gelen bireylerin mücadeleye atılması sadece ve sadece bir başlangıç. Belki örgütsel bir katılım. Aslolan ideolojik-politik değişim ve de dönüşümdür. Burjuva ideolojisinin her an hem de çok güçlü bir şekilde yeniden üretildiği ondan da önemlisi proletaryanın partisinin onu oluşturan üyelerin bundan azade olmayacağı bir gerçek. Öyleyse, proletaryanın partilerine katılanların, çelişkilerinden arındığından değil bunlarla daha ileri düzeyde bir hesaplaşmasından söz ediyoruz, etmeliyiz.

Bu olmadığında sağlıklı, canlı bir eleştiri-öz eleştiri mekanizması, tartışma kültürü, yaratılamadığında bunu zorlayacak bir siyasal çizgi, örgütsel bir yapı kurulamadığında iki çizgi mücadelesinin ilk taşları da döşenmeye başlanır.

Bunun yansıma biçimlerine dair tartışmayı somut örneklerle yürütmek faydalı olacaktır.

Hep haklı, sürekli mağdur, daima “rütbeli”

İşçi sınıfının partilerinde, burjuvazi ile proletarya ideolojisinin görüngüleri, yoldaşlara yaklaşım, sorunları çözme yöntemi, yönetim anlayışı, Kürt sorunu ve kadın hareketine yaklaşımda açıkça karşımıza çıkar.

Burjuva ideolojisinin temsilcileri, bu çizgiyi, yoldaşlarına birer şirket elemanı gibi yaklaşır. Onlar şirket patronlarının söylediklerini, talimatlarını yerine getirmek zorunda olanlardır. Görevleri, yönetim kurulunun yönergelerini harfiyen yerine getirmektir. Zira, şirketi temsil eden onun sahibi de olan yönetim kuruludur. Doğal olarak şirkete dair her şeye en duyarlı olan da bu organdır.

Yoldaşları üreten, düşünen, yaratan birer insan değil adeta birer nesnedir. Fikirleri hep karar alındıktan sonra sorulur ki bunun bir kıymeti harbiyesi de yoktur.

Onlar, güvenilmez kişilerdir çünkü ideolojik olarak geridir. Politikaya ilgisizdir, bu yüzden de şirketin geleceğini ilgilendiren kararlar onlara bırakılamaz. Burjuvazinin çizgisi, tüm kolektife tepeden bakar. Kendilerini onun üstünde ve dışında görür. Bundan kaynaklı eleştirileri cepheden ve suçlayıcıdır. Onlar, her şeyi görmüş ve söylemiştir ama kolektifin üyeleri anlamamıştır, geridir.

Kimseye güvenmezler. Kolektifin en değerli hazinesi ve birikimi onlardır. Böyle düşündükleri için koltuklarına sıkı sıkıya yapışırlar, yerlerini kimseye hazırlamazlar. Bunun için kafa yormazlar. Onları ileri taşıyacak çelişkilerin üzerine kara toprak attıklarından mevcudu ve “rütbelerini” korumak temel amaç halini alır. Buraya demir atıldığından artık yol gösteren ama hiçbir yere kımıldamayan bir otoban levhasına terfi edilmiştir. Bir bütün kolektif bu limana çekilmeye çalışılır.

Açık ki, bu proletaryanın partisi için ideolojik yozlaşma, çürüme ve daha da önemlisi intihar demektir. Temel düsturları varlığını korumak olduğundan hiçbir farklı fikre tahammülleri yoktur. Her söylediklerine kafa sallayanlar, makbul ve yükselmesi gereken yoldaşlardır. Sorgulayan, kafa yoran, tartışan ve üretenlerden ise haz etmezler.

Konumlarını, değişik alan ve organları düşürerek, kavga çıkararak, gerilimden beslenerek sürdürürler. Sorunları büyümeden çözmek yerine bilakis bunlardan dört dörtlük krizler çıkarma yolunu tutarlar. Zira, Kürt dumanlı havayı sever. Alanların, oranların karşılıklı kılıç çektikleri bir anda, öncesinde her iki tarafa da hak veren ve kaşı tarafa yüklenen kendileri değilmiş gibi kurtarıcı pozlarına girerler. İki yüzlülük temel siyasal erdemleridir. Bunu da yönetme kabiliyeti etiketiyle pazarlamaya çalışırlar. Hukuk, tüzük vb. “sınırlayıcı” uygulamalar kendileri dışındakiler içindir. Kendisi tüm bunlardan muaftır, zira kolektifin vazgeçilmezi, en kıymetli değerleridirler!

Sürekli haklıdırlar, ne yapmışlarsa proletaryanın çıkarları içindir. Ancak hep haksızlığa uğramışlardır. Okun sivri ucunu başkalarının yapamadıklarına yöneltirler, bunu tartışır, gündem yaparlar. Bunun arkasına sığınırlar. Çok büyük atılımlar yapacak, çok büyük eylemler yapacaklardır da ama işte “bunlara engel olanlar” vardır hep!

Şefçidirler, eleştirilere, değişmeyen pratiklerine tavır alındığında, yaptırım olmadığı sürece bir nebze tahammülleri vardır. Bunu hissettiklerinde en sevgili yoldaşlarını çarmıha germekten çekinmezler. Dedikodu, karalama inşa ettikleri iç düşman onların en temel siyaset üretme taktiğidir. Onlarca yıldır proletaryanın partilerinde yöneticidirler. Ama kolektifin hata, zaaf ve eksiklerini genç ve deneyimsiz yoldaşları üzerinden tartışır-tartıştırırlar. Avazları çıktığı kadar hukuk diye bağırırlar ala omun gerektirdiği en küçük bir adımı atmazlar. Hukuku açıkça ihlal ederler nedeni sorulduğunda kolektifin çıkarlarından dem vururlar, ne yapmışlarsa kolektif için yapmışlardır.

Özetle; yönetim anlayışında şefçi, daima başkalarını eleştiren, hatalarını ve hiçbir eleştiriyi kabul etmeyen, birleştirici ve sorun çözücü değil, krizden beslenen, yıkıcıdırlar. Tüzük ve hukuk bahsinde “sınır” tanımaz, darbecidirler!

 

Devam edecek

49176

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar