Çarşamba Kasım 6, 2024

Partizan’dan Seçim Açıklaması:

HABER MERKEZİ |29.01.2019 | Türkiye gündemi tam hız 31 Mart yerel seçimlerine ilerlerken konu ile ilgili tavrını açıklayan Partizan “Faşist diktatörlüğün gemi azıya alan Kürt düşmanlığı ve şovenizm, Kürt hareketine ve onunla birlikte direnişi büyüten devrimci, demokratik güçlere yönelik saldırganlığı, sürecin ana halkası niteliğindedir” dedi ve temelde konumlanacağı alanın burası olacağını belirtti.

Seçim politikasını “31 Mart yerel seçimlerinde bir kez daha faşist, gerici sistem partilerine ‘oy yok’ diyoruz. Hiçbir burjuva parti adayına oy yok diyoruz!” şeklinde açıklayan Partizan, seçimde devrimci, demokrat ve yurtsever adayları destekleyeceğini duyurarak “Direnişi büyütme, kitlelerin örgütlenmesini ileri taşıma olanaklarını açığa çıkaran bu tarihsel dönem için adayların olduğu bütün yerellerde oylar, devrimci, demokrat ve yurtsever adaylara diyoruz ve faşist blokların oluşturduğu ittifaklara birlikte meydan okuyoruz!” dedi.

Partizan’ın açıklaması şu şekilde:

31 Mart Yerel Seçimleri vesilesiyle bir kez daha;

Birleşik Mücadeleyi Büyütelim, Faşizme Meydan Okuyalım!

“Direnişi Büyütmek ve Faşist Saldırganlığı Püskürtmek İçin Bir Adım İleri”

AKP’nin iktidarı tekelleştirme hedefiyle planladığı seçim takviminin son aşamasına, 31 Mart yerel seçimleri vesilesi ile gelmiş bulunmaktayız. Tarih yaklaştıkça ülke siyasal gündemi giderek ısınıyor. 24 Haziran seçimlerinin etki ve sonuçlarıyla, AKP’nin hedeflediği 2023 programına uygun olarak devlet, yeniden dizayn edilerek yol alınmaktadır. AKP, epey bir süredir bir hükümet olmaktan öteye bir iktidar partisidir. Devletin dizayn edilmesinden kastımız da esasta bu durumun sürdürülebilir olması için yapılan düzenlemelerdir. Hükümetler “iş başına” geldiklerinde, seçim öncesi vaat ettiklerini hayata geçiriyormuş gibi yaparken, önceden devraldıkları köşe taşlarına “fazla” ya da “hiç” dokunmadan hükümet olmayı sürdürürler. Temel işleyiş böyledir.

“İş başındaki” AKP iktidarı ise, devletin tüm erklerini kendine göre yeniden düzenlemiştir/düzenlemektedir. Örneğin, 24 Haziran seçimleri sonrası Başbakanlık kaldırılarak “Başkanlık Sistemi” ile Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığın bir araya getirildiği tek bir sistemle, önceki uygulama değiştirilmiş oldu. Bu, biçimsel bir değişim gibi görünse de, esas olarak sermayenin işine yarayan bir değişimdi.

AKP, on altı yıllık hükümet pratiğiyle bugüne adım adım geldi. 2002 seçimlerinden “başarıyla” çıkarken, halkın düzen partilerine olan tepkisini iyi kullandı. Hatırlanırsa temel sloganları “3 Y ile mücadele”ydi. Bunlar “Yolsuzluk”, “Yasaklar” ve “Yoksulluk”tu. AKP, toplumun önemli bir kesiminin desteğini almak için “demokrasi savunucusu ve yasaklara karşı” olduğu propagandasını etkili kullanırken, yine kendisini İslamcı olarak adlandıran kesimin, faşizmin zulmü karşısında yaşadığı mağduriyeti de kendisine yedeklemiş ve üst üste seçimleri kazanarak bugünlere gelmiştir. Bu tablonun ortaya çıkmasında “ana muhalefet partisi” görevi yapan CHP’nin politikaları da önemli bir rol oynamıştır.

AKP’nin uygulamaya koyduğu politikalara en etkili itiraz Gezi İsyanı’yla geldi. Milyonlar, AKP ve onun lideri R.T. Erdoğan’ı ve de iktidarını aylarca eylemlerle sarstı. Gezi, faşizme bir uyarı oldu. AKP’nin Kürt sorununda “açılım ve müzakere” adı altında yaptığı oyalama, ardından “masayı devirmesi” ve tüm gücüyle katliam, baskı ve şiddet politikasına dönmesine verilen tepki ve yanıt ise; 7 Haziran genel seçimlerinde başta Kürt hareketi olmak üzere, Türkiyeli devrimci ve demokratların desteğini alarak % 10 barajını aşan ve meclise giren HDP’yle oldu. Bu da, faşizme bir başka uyarıydı.

Diğer yandan bu gelişmeler, faşizm için “beka sorunu”nun dillendirilmeye başlandığı süreçlerde yaşandı. Nitekim hâkim sınıf klikleri arasında yaşanan dalaş, 15 Temmuz 2016’da bir darbe senaryosuyla yeni bir evreye girmiş; AKP bu süreci “Allah’ın lütfu” olarak kullanmış ve hiç vakit kaybetmeden esas olarak halk hareketine yönelmiştir.

15 Temmuz Darbe Girişimi: “Allah’ın Lütfu!”

2015 yılında başlayan faşist saldırganlık ve faşist terörle birlikte, 2016 darbe girişimi gerekçesiyle ilan edilen ve iki yıl sürdürülen OHAL koşulları altında 24 Haziran seçimlerine gidildi.

OHAL, Temmuz 2018’de kaldırılsa da yerine getirilen “terörle mücadele yasası”yla aslında süreklileştirildi. Her türlü toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasaklanması, gözaltı süresinin 12 güne kadar uzatılması ve yürütmeye üç yıl boyunca hâkimler de dâhil olmak üzere kamu görevlilerinin işten çıkarma yetkisinin verilmesi bu uygulamaların sadece bazıları oldu.

Gözaltında ve hapishanelerde işkence, kötü muamele, acımasız, insanlık dışı ve onur kırıcı muameleler de artmış durumdadır. Adalet Bakanlığı’nın Haziran 2018 tarihli verilerine göre Türkiye hapishanelerinde 246 bin 426 tutuklu-hükümlü bulunmaktadır. Gözaltı ve tutuklama saldırısına paralel olarak “denetimli serbestlik” uygulamasıyla gerçekte ise çok daha fazla kişi “tutsak” durumdadır. Bu anlamıyla yukarıdaki tutuklu sayısı hapishanelerdeki tutuklularla ilgilidir ve gerçekte iktidara şu veya bu nedenle muhalif olan herkes için bütün ülke açık bir hapishaneye çevrilmiş durumdadır.

Yine bu süre içinde faşizmin Kürt Ulusal Hareketi’nin legal alandaki politik çalışmalarına yönelik saldırganlığının arttığına tanık olmaktayız. Bu süre içinde eşbaşkanları da dahil olmak üzere 11 HDP’li vekil dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklanmıştır. Aynı süreçte, 94 HDP/DBP belediyesine kayyum atanarak el konulmuştur, ki bu belediyelerden 50’sinin eşbaşkanları tutuklu bulunmaktadır. Toplamda ise 2 bine yakın HDP yönetici ve üyesi tutsak alınmıştır.

Diğer yandan AKP iktidarı boyunca OHAL süreci ve sonrasında da işçi ve emekçilerin hakları bir bir gasp edildi. Artan işsizlikle paralel sendikalar üzerindeki baskı da giderek arttı. İşçi grevleri yasaklandı. 2003 yılından bu yana 16 işçi grevi, “milli güvenliği ve genel sağlığı bozucu” görülerek 3’er ay aralıklarla yasaklandı.

KHK’lardan sonra ise tamamen yasaklandı. 3. Havalimanı işçilerinin hak aramaya yönelik direnişi, polis saldırısına uğradı, 33 işçi tutuklandı, birçoğu işten atıldı. Her gün neredeyse birkaç işçi cinayetleriyle hayatını kaybettiği ülkede, iktidar çözümü, yaşamını yitiren işçilerin isimlerini kamuoyundan saklı tutmakta bulmaktadır.

Yığınlar, Açlık ve Sefaletle Terbiye Edilmek İsteniyor!

AKP, hükümet olduğu ilk günlerde “büyüme” ve “istikrar” mottosunu yoğun bir şekilde kullandı. AKP medya bürolarının savunageldiği söylem, AKP ile ülke ekonomisinin büyüme trendine girdiği, giderek borçların ödendiği ve IMF ile tüm ilişkilerin kesildiği şeklinde olmuştur.

Ne var ki geçen süre içinde, korkunç bir yağma ve talan politikasıyla neredeyse özelleştirilmeyen Kamu İktisadi Teşekkülü (KİT) bırakmayan AKP iktidarı, inşaat alanına yaptığı yatırımlarla ekonomi çarkını belli bir süre çevirmişse de artık yolun sonuna gelinmiştir. Geride bıraktığımız 2018 yılında, Dolar ve Euro’da yaşanan artışla Türk parası adeta erimiş, halkın alım gücü düşmüş, büyük bir yoksulluk girdabına girilmiştir. 16 yılın sonunda TC, IMF’nin kapısını yeniden çalacak noktaya gelmiştir.

Gelinen aşamada, işsizlik oranlarının arttığı, asgari ücretin dört kişilik bir ailenin temel gıda ihtiyaçlarını bile karşılamadığı bir ülke gerçekliğinde bulunuyoruz.

AKP iktidarı, son 16 yılda kendi sınıfını koruyup kollarken, yoksulluğu derinleştirdi ve genelleştirdi. Açlık sınırının 2.009 lira, yoksulluk sınırının ise 6.453 lira olduğu koşullarda hayat pahalılığı da işçi sınıfını dört bir koldan cendereye alıyor. Egemenler, dünyada derinleşmekte olan ekonomik krizin Türkiye gibi ülkelerde yaratacağı sarsıntının farkında ve bu krizin faturasını işçi sınıfına yıkmanın çeşitli yollarına da kafa yormaktalar. Bu nedenle asgari ücrete verildiği iddia edilen % 30’luk zam bir çırpıda geri alınmıştır. Zira açıklanan enflasyon oranları, halkın temel ihtiyaçlarına gelen zam oranlarının çok altındadır. Alım gücü ve yaşam standardı giderek düşen, açlık ve sefaletle boğuşan milyonlarca emekçinin düzene ve onun bugün dümeninde oturan AKP-MHP iktidarına yönelik öfkesi büyümektedir.

Faşist sistem, halkı açlık ve yoksullukla terbiye ederken aynı zamanda geniş yığınları, inanç ve cinsiyet kimliklerinden dolayı yok sayıyor ve baskı altında tutuyor.

AKP, devletin resmi dini olan Sünni İslam dışında hiçbir inanç kesimine hayat hakkı tanımamaktadır. Aleviler, ülkenin ötekileştirilmiş “gavurları” olarak görülmektedir. Cemevleri, Alevilerin kendi ritüellerini yerine getirdikleri yerler olarak değil, sadece dört duvardan ibaret yerler olarak ele alınmaktadır.

AKP iktidarı döneminde kadınların yaşam ve kazanılmış hakları hep tehlikede ve saldırı altında oldu. Öyle ki, 16 yıllık AKP iktidarı döneminde 15 bin kadın, birinci derecede yakınları tarafından katledildi. Bu dönem büyük baskı ve şiddete maruz kalan bir diğer kesim de LGBTİ+lar oldu. Yürüyüş ve gösterileri yasaklandı; birçoğu saldırıya uğradı, katledildi, tutuklanıp hapishaneye konuldu.

Coğrafyamızda artık demokrasinin “D”si bile aranır durumdadır. Parlamento tamamen işlevsiz hale getirilmiş, çoğunluğu elinde bulunduran AKP, MHP’yi de yanına alarak istediği kanunu çıkartarak yol almaktadır.

Korku Çemberini Ortak Mücadele İle Kırabiliriz!

Mart 2019 yerel seçimlerine işte bu atmosferde giriyoruz.

Bilinir ki; yerel yönetimler, halkla doğrudan ilişkilenilmesi, halka hizmet götürülmesi bakımından önemli bir yerde duruyor. Düzenin kendi gerçekliği içinde belediyelerin de rant ve rüşvet yerleri olduğu gerçeğini biliyoruz. DBP, HDP ve tek tek devrimci ve demokrat anlayışların hakim olduğu yerler hariç, tüm diğer belediyeler, rüşvet ve rant üzerinden şekillenmektedir.

Belediyeler, doğrudan halkla olan ilişkileri bakımından önemli kurumlardır. Örneğin AKP’nin üst üste seçimleri kazanmasında belediyeler önemli bir rol oynamıştır. “Bir oy, bir çuval kömür”, “Bir oy, bir buzdolabı”, “Bir oy, bir altın” vb. rüşvet girişimlerinin yanında, AKP yandaşlarının belediyelerde işe alınması, belediye ihalelerinin yandaşlarına verilmesi, belediyeler vasıtasıyla patronlardan AKP’ye akan milyonlar, buraların birer rant yerine dönüştürüldüğünü açıkça göstermektedir.

AKP, siyasal amaçlarının yanında belediyelerin kendileri açısından önemini buralardan elde ettiği rant üzerinden de hesap etmektedir. Ayrıca buraları seçim dönemlerinde birer oy deposu gördüğü için, merkezi seçimler kadar da önem vermektedir. R.T. Erdoğan “İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerin belediyelerini kazanmak, Türkiye’yi kazanmaktır” derken tam da bunu ifade etmektedir. Bu gerçeklik, sadece AKP için değil, diğer tüm burjuva partiler ve hatta devrimciler için de böyledir.

AKP, elindeki tüm olanakları kullanarak Mart 2019 yerel seçimleri için çalışmakta, plan yapmaktadır. Bu yönüyle yerel seçimleri merkezi yapının güçlendirilmesine hizmet edecek biçimde ele almaktadır. AKP, MHP ile olan gerici faşist “Cumhur İttifakı”nı yerel seçimlerde de sürdürme kararı almış durumdadır. İlk başlardaki gönülsüzlük durumu, seçimlerin kritikliği göz önüne alınarak giderilmiş ve yeniden “devletin bekası” sorunu propaganda edilir olmuştur. Aynı arayış diğer burjuva partileri arasında da devam etmektedir. CHP’nin İYİ Parti ile süren gerici faşist “Millet İttifakı” ve ortak aday çıkarmaları bunu göstermektedir. CHP’nin, sınıf niteliğine uygun olarak, İYİ Parti ile giriştiği ittifak, bir kez daha devrimci, demokratik kesimlerden seçmene karşı nasıl bir ihanet içinde olduğunu ve karakterini göstermektedir.

Ve tüm bu partilerin ortaklaştıkları nokta, HDP’nin yerel seçimlerde başarısız olmasının sağlanmasıdır. Bunun için ellerinden geleni yapıyorlar/yapacaklardır. AKP, elindeki tüm devlet imkânlarını kullanarak yerel seçimleri kazanmak için çalışmaktadır. R.T. Erdoğan daha şimdiden T. Kürdistanı için “Kazansanız da kayyum atayarak yolumuza devam ederiz” sözleriyle Kürt seçmeni tehdit etmekte, umutsuzluk ekmeye çalışmakta, toplumda yarattığı korku dalgası ile belediyeleri ele geçirmek istemektedir. Tüm seçimlerde yaptığı hile oyununu devreye şimdiden sokarak seçimlerin toplamı üzerinden kitlelere “Ne yaparsanız yapın, ben seçimi kazanırım” mesajı vermektedir.

Tüm bu atmosfer ve sınıf mücadelesinin bugünü, ödenen bedeller, kazanımlarımızın sistem tarafından gasp edilmesi, toplumun tüm dinamik noktalarına saldırı pratikleri, devrimci ve komünistlerin gelişen her türlü sürece daha ciddi ve hassas yaklaşmasını gerekli kılıyor. Yerel seçimleri tartışırken de geride bıraktığımız siyasal sürecin gelişmelerini ve devrimci demokratik cephenin tablosunu doğru temelde okuma ve odaklanma zorunluluğuyla karşı karşıya olduğumuz unutulmamalıdır. Devrimci öznelerin odaklanacağı nokta, mevcut tıkanıklığı aşacak, mücadelenin gelişmesi için yeni yollar açacak ve gelişmenin önündeki engelleri kaldıracak politikaların güçlendirilmesi olmalıdır.

Yerel seçimler, devrimci öznelerin bu politik zemini yaratma eyleminin bir izdüşümü olarak ele alınmalıdır. Sistem partileri arasında kurulan faşist blokların saldırılarına yanıt olacak araçları, birleşik mücadele odaklarıyla yaratmak, bugün açısından devrimci öznelerin zorunluluğudur. Bu zorunluluk, seçimlerde alınacak tutumla devamında hayat bulacak politika arasında da güçlü bir uyum gerektiriyor. Bu uyumun yaratılması ise kuşkusuz bir bütün olarak birleşik mücadeleyi ele alışımıza bağlı gelişecektir.

Düzen Partilerine Oy Yok!

Oyumuz Devrimci, Demokrat ve Yurtsever Adaylara!

Salt seçime odaklı birlik politikası ile bunun mümkün olmayacağı aşikârdır. Seçim vesilesi ile yaratılan ortaklık ve “birlikte güçlüyüz” zemininin devamında kitlelerle bağımızın güçlendirilmesi hedefine odaklanarak bu başarılabilir.

Mevcut sistemde hiçbir zaman seçimlerin demokratik bir ortamda ve eşit koşullarda yapılamayacağı açıktır. AKP’nin seçimi tek başına kazanmak için elindeki tüm olanakları kullanacağından da kimsenin kuşkusu yoktur. Seçim tarihi açıklanmadan önce tüm önlemlerini alan, seçim kanunlarında istediği değişikliği yapan AKP tüm şartları oluşturduktan sonra seçimin kazananı olmayı arzulamakta ve de bu arzusunu yerel seçimlerle birlikte devlet erkinin kuklası olan belediyeler yaratmakla somutlamaktadır.

Devlet erkinin kuklası belediyelere, gasp ederek kayyum atanan 94 HDP belediyesi somut örnektir. Seçimlerle birlikte bu işgali kalıcılaştırma isteğini, savurdukları tehditlerle ve hummalı bir şekilde yürüttükleri sahte seçmen çalışmaları ile ortaya koymuş durumdadırlar. Henüz seçim olmadan “teröre bulaşan adaylar seçilirse, yine kayyum atarız” diyerek kitlelerin, kendi aday profillerinin dışında bir seçim yapma kararını tanımayacaklarını yüzsüzce ilan etmiş oldular.

Gelinen aşamada, yerel seçimler özellikle de T. Kürdistanı’nda kayyuma karşı halk oylamasına dönüşmüş durumdadır. AKP eliyle faşist diktatörlüğün başta Kürtler olmak üzere bölge halkının iradesini gasp ettiği, halkın iradesini yansıtmadığı yerel seçim vesilesiyle bir kez daha dosta düşmana gösterilecektir. Faşizmin kayyumla gerçekleştirdiği işgalin, esasta halkın direnişi ve örgütlülüğü ile püskürtülebileceğine şüphe yoktur. Bu da tamamen andaki güç dengeleri ile ilgilidir ve bugünkü konjonktürde belediyelerin kayyumlardan geri alınması bu direnişin ve mücadelenin bir parçası olacaktır.

Açıktır ki, sınıf mücadelesinin andaki ihtiyaçları birleşik mücadeleyi gerekli ve zorunlu kılıyor. Farklı siyasal eğilimler bir araya gelerek faşizmin çemberinde gedik açabildiği oranda; aynı zamanda kazanımları korumanın da yollarını inşa edecektir. Bu süreçte ayrıca devrimci özneler kitlelerden yalıtılmaya, Kürt hareketi, halkı ve onun politik özneleri her alanda yalnızlaştırılmaya çalışılıyor. Tüm enerji ve gücümüz bu saldırıları geri püskürtmeye odaklanmalıdır.

Bu bağlamda, sınıf mücadelesinin güncelde ortaya koyduğu koordinatlar, temelde hesaplaşma ve kopuşun en derin ve çatışmanın en keskin şekilde, Kürt ulusal sorunu etrafında cereyan ettiğini göstermektedir. Faşist diktatörlüğün gemi azıya alan Kürt düşmanlığı ve şovenizm, Kürt hareketine ve onunla birlikte direnişi büyüten devrimci, demokratik güçlere yönelik saldırganlığı, sürecin ana halkası niteliğindedir.

Temelde konumlanacağımız alan da sınıf mücadelesinin bu mecrası olacaktır.

Bunun bir parçası ve platformu olarak; 31 Mart yerel seçimlerinde bir kez daha faşist, gerici sistem partilerine “oy yok” diyoruz. Hiçbir burjuva parti adayına oy yok diyoruz!

Direnişi büyütme, kitlelerin örgütlenmesini ileri taşıma olanaklarını açığa çıkaran bu tarihsel dönem için adayların olduğu bütün yerellerde oylar, devrimci, demokrat ve yurtsever adaylara diyoruz ve faşist blokların oluşturduğu ittifaklara birlikte meydan okuyoruz!

Devrimci, ilerici ve yurtsever güçlerle, temel yönelimimize paralel bir şekilde, birleşik mücadeleyi esas alan bir bakışla, ortak direnişi büyütmek bir zorunluluktur. Söz konusu, birleşik mücadele, “eylemde birlik, ajitasyon ve propagandada özgürlük” ilkesine ve dost güçler arasındaki eleştiri-özeleştiri kültürüne uygun bir şekilde karşılık bulacaktır. Yerel dinamiklerin özgünlüğü bu çerçeve içinde ele alınacaktır.

Yerel seçimler bizim için yığınların faşist diktatörlüğe karşı öfkesinin açığa çıkarılması ve demokratik devrim mücadelesi temelinde örgütlenmesi; sistemin gerçek yüzünün teşhir edilmesi faaliyetine ev sahipliği yapacaktır. Bugünkü durumda, “Direnişi Büyütmek ve Faşist Saldırganlığı Püskürtmek İçin Bir Adım İleri” parolasıyla yerel seçim çalışmalarına yoğunlaşmak gerekmektedir.

Açık ki AKP-MHP faşist ittifakının yağma, talan, sömürü ve zulüm; imha, inkâr ve asimilasyon, kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalarına karşı yığınların biriktirdiği büyük bir öfke vardır. Ne var ki bu öfke, henüz büyük oranda örgütsüz ve sokaktan uzaktır. Bu sinerjiyi açığa çıkaracak olan, devrimci, demokratik ve yurtsever güçlerdir. Bu da yığınların andaki politik duruşuna ve gerçekliğine uygun politikaların ortaya konulması ve bu politikalarında yığınlar tarafından benimsenmesiyle olacaktır. Bu hedef gerçekleştirebildiği oranda direniş büyütülmüş ve bir adım ileri atılarak yığınların özgüveni ve sokakla ilişkisi geliştirilebilmiş olacaktır.

Bu açıdan tüm dezavantajlarına karşın yerel seçim süreci, kitlelerin politizasyonu, siyasete ilgisinin artması, yerel yönetim bağlamında kendi iradesini açığa çıkarabilmesi vd. nedenlerle önemli bir siyasal kesiti ifade etmektedir.

Bu süreci, örgütlülüklerimizi, yığınlarla var olan bağlarımızı geliştirmek ve yeni dinamiklerle buluşmak adına değerlendirmek doğru olandır. Her yere yumruk sallamak, her yerde bulunmaya çalışmaktan öte belli başlı yerlere odaklanmak burada çalışmalarımızı derinleştirmek hem ajitasyon ve propagandamızın etkisini artıracak hem de ilişkide bulunduğumuz kitle ile örgütlü bağlarımızı geliştirecektir. Süreç ana hatlarıyla geniş anlamda faşist saldırganlığı püskürtmek; daha spesifik bağlamda kendimizi böylesi canlı, dinamik bir atmosfer içinde daha ileri bir noktada örgütlemek perspektifiyle ele alınmalıdır!

PARTİZAN

29 Ocak 2019”

 

18479

Bitip Tükenmeyen İçten Sesleniş: Orhan Velİ Kanık.

 

“Deli eder insanı bu dünya; Bu gece, bu yıldızlar, bu koku, Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç.”[1]

Şiirin en kendine has şairlerinden, yaramaz çocuğuydu. Şiirleri gibi hep genç kaldı; ölmedi.

Ve 14 Nisan 2014’de 100’üncü kez doğdu Orhan Veli Kanık.

Onu hep 36 yaşında biliyoruz bilmesine de, meğer O, 100 yaşına gelivermiş. 

Ama hâlâ öyle genç, öyle yeni, öyle sıcak, öyle yaratıcı ki... 

* * * * *

TKP/ML TİKKO DERSİM BÖLGE KOMUTANLIĞI

TKP/ML TİKKO'ya bağlı gerilla grubu tarafından 13 Ekim tarihinde Dersim-Merkez’de bulunan Deşt (Geyiksuyu) Köyü’ndeki asker taburuna yönelik Kobanê için yapılan eyleme ilişkin bir açıklama yayınladı.Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP/ML) Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) tarafından yapılan açıklamanın tam metni şöyledir:

Halkımıza,

Giderken...

Hayat yolculuğu bugün beni alıp tekrar cezaevine götürürken, ümitlerini yalan üzerine kurulmuş Ankara siyasetine bağlayanlarla  bir veda sohbeti etmek ve kardeşçe bir uyarıda bulunmak istiyorum.

Belkide kendi kendimi tekrarlamış olacağım, ancak gönül yine de bir şeyler söyle diyor bana. Söyleyeceğim ilk şey: Ey ezilenler, dil, din, millet, mezhep ve cinsiyet ayrımı yapmadan ezenlere karşı birleşiniz. Kurtuluşunuzun tek yolu budur. 

Seçimler

Partinin mi Halkın mı İnsanı

Sen hangisi olacaksın

Ben sevdim Dadaistçe yazmayı

 

Evet ...

Uluslararası alanda meşrulaşmak işid karşısında kazanılabilecek bir zaferden daha önemli bir zaferdi.

Tüm dünyadaki sınıfsal içerikli insanlar bir daha bu dünyada emperyalistlerin halklarca kurtarıcı olarak alkışlandığını görerek meşrulaşmaların gerçekleştiğini görmek istemiyorsa;

Sınıfsal içerikli partilerin sınırları aşamayışını aşıp toplumlarımızın ortak mücadelesinin harcı olabilecek üslubu  bulmak zorunda

De.... artık darısı da.....

Rojava’dan Şengal’e, Filistin’den Ukranya’ya; İşgal, Katliam ve Direniş

Bugün Ortadoğu yine kan gölüne çevrilmiş durumda. Yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarının yoğun olduğu bu bölgeye akbabalar gibi gözlerini diken uluslararası para babaları, insanlığın tepesinde taklalar atmaya devam ediyorlar. Milyonlar, mevcut sistemim kâr hırsı uğruna gerici savaşlar, işgal ve talanlar sonucunda en vahşi yöntemlerle katledilerek yaşam hakları ellerinden alınmakta, evlerinden, yaşadıkları yerlerden göçe mecbur bırakılmaktalar.

Peki ya Erkekler? Ganime Gülmez

“Görüntü yetseydi, bilime gerek olmazdı. Geçmişe göre, herşey daha fazla gözümüzün önünde dönüyor…Burada kavrayabildiğimiz oranda, geçmişten-günümüze Ortadoğu düzenini kavramamız gerekiyor öncelikle…. Milliyetçilik ve dinin çürütücü-bozucu, insanın ortak özelliklerini ayırıcı-bozucu-yabancılaştırıcı tarihsel rolü açıktır…” ve daha bir dizi ufkumuzu aydınlatabilecek bilgiler verdi Haluk Gerger, önceki gün Frankfurt’ta gerçekleşen toplantıda.

Kobanê direnişi görmezden geliniyor

Denilebilir ki bugün Kobanê’de yaşananlar hem bütün Kürdistan tarihinde görülen işgale ve hem de işgalcilere yönelik olan Kürt isyanlarının destansı özetine denk düşüyor. Adeta tarih günümüzde her iki hali de yaşıyor. Bir tarafta direkt olarak işgal kuvvetleri diğer tarafta da isyanlar vardı. Şimdi de dünya bir taraftan IŞİD şahsında Emperyalizmin hortlamış ve Kürdistan’ı tekrar baştanbaşa işgal etmek istemesini izliyorken, diğer taraftan da yüzyılın destansı direnişine şahitlik ediyor. 

Kobanê'de Kürt ulusal hareketi emperyalizm'in siyasal gericiligi ile kusatiliyor!

(IŞ)İD’in Kobanê kuşatması, Kürt siyasi hareketleri arasındaki ve Kürtlerle emperyalizm ve bölge egemen güçleri arasındaki ilişkilere yeni bir siyasi zemin sunmaktadır. Bu gelişmeler; bir yandan Rojava’da oluşan Kürt kazanımlarının meşruiyet alanını genişletirken, diğer yandan Kürt ulusal birliğine olanak sunmaktadır. Ancak bu gelişmelere eklenmesi gereken bir nokta daha vardır. O da Kürt ulusal kazanımlarına yönelik emperyalizmin kendi siyasi hesaplarıyla müdahale etmede büyük olanaklar bulmasıdır.

Kürtler utanılacak bir tarihle övünmemelidir :Tamer Çilingir

 

Kürt ulusunun, cumhuriyetle birlikte egemenler tarafından maruz kaldığı uygulama inkar ve imhadır. Her fırsatta iktidarın ’’barış sürecine’’ denk düşmeyen uygulamalarını eleştirirken,’’Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda birlikte savaştık’’ vurgusu yapılarak, uğradıkları büyük haksızlık dile getirilirken yapılan hesaplaşma yanlış ve eksiklikler içeriyor.

Kobanê bizimdir, biz Kobanê'yiz

Gözümüzdeki kıymık
en iyi büyüteçtir.”[1]

Kobanê, sokak sokak çatışıyor.
Müthiş bir hâl bu; belki de mitolojideki kahramanları kıskandıran türden cüretkâr ve çocuksu içtenlik yüklü...

Dövüşenler, düşenler insan(lık) tarihine yeni(lenen) bir direniş destanı armağan ediyorlar.
14 Eylül 2013’de Serêkaniyê’de düşen Yılmaz (Serkan Tosun) ile 5 Ekim 2014’de Kobanê yitirdiğimiz Paramaz Kızılbaş’ın (Suphi Nejat Ağırnaslı) ölümsüzleşmesi gibi…
Karanlığa karşı büyük bir yangın bu; hepimizi, herkesi, her yeri aydınlatan!
“İyi de ne olacak” mı?

Sol Gösterip Sağ Vurma Ve Şekere Bulanmış “Çözüm”(!)

Son haftalarda TC devletini yönetenler birbirinden ilginç açıklamaları yapar oldular. Bakanlar Kurulu Başkanı Ahmet Davutoğlu rüyalarında Hegel ve Gazali ile hasbıhal ettiğini ileriye sürerken; Tayyip Erdoğan’da din dersleriyle ilgili AİHM'in kararını yorumlarken, "Mademki fizik dersi, matematik dersi zorunlu olarak okutuluyor, niye din dersi de zorunlu olarak okutulmasın” diye sormakta ve "Din dersi okutulursa toplumda terörizm, ırkçılık, şiddet, antisemitizm, uyuşturucu bağımlılığı da olmaz" fetvasını vermektedir.

Sayfalar