Cumartesi Mart 15, 2025

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Unutmamak ve unutturmamak için O’nu ve bize bıraktığı; devrimci duruşu, demokratik çalışma tarzını, kaplayıcılığını, sahiplenişini sürekli anlatacağız. Anlatmakla da kalmayacak, mirasını sürdürmek için “aynı” alanlarda durmaya, daha fazla durmaya devam edeceğiz.

Kurucusu olduğu Almanya Türkiyeli İşçiler Federasyonu (ATİF) bünyesinde faaliyet yürüten Tohum Kültür Merkezi (TKM) Ulm’a üye olmamda O’nun payı çok büyüktü. O’nun ölümünden sonra üye olsam da, bunda payı çok. O, TKM’yi sürekli tüm devrimcilerin kullanımına açan önemli bir kişiydi. Düzenlediğimiz panel, söyleşilerin yoğun katılımlı olması için yoğun çaba harcayarak büyük katkı sunardı. Bu toplantılarımızda bizzat bulunur, görüşünü de belirtmekten geri durmazdı.

Belki biraz tekrar olacak ama, iki yıldır dile getirdiğim duygularımı, daha da genişleterek tekrar paylaşmak istiyorum sizlerle. Bu duygularımı tekrar tekrar dile getirmekten geri duymayacağım. O çok daha fazlasını hak ediyor.

Benden 6-7 yaş büyüktü. 40 yıl önce yaş farkı çok gibi duruyordu, sonraları gitgide yıllar geçtikçe ara daralmıştı. Ama O, bizim hep yol gösterici yoldaş abimizdi. Ve o kadar alçak gönüllüydü ki, O bana ve diğer sevdiklerine yaş farkı gözetmeksizin abi abla derdi.

Çok erken oldu be Dursun Yoldaşım.

Seni kaybettiğimiz günlerde de duygularımı yazıya dökmüş “Senin yokluğun büyük bir eksiklik yaratacak. Ama mirasına sahip çıktığımız oranda, bu eksiklik en aza indirgenecek, bunu da biliyoruz.” demiştim. Az bile demişim.

Ölüm yıldönümü aynı günlere (28.02) denk gelen ünlü yazarımız Yaşar Kemal ne güzel demiş: “İnsan, evrende gövdesi kadar değil, gönlü kadar yer kaplar.” Bu söz en çok da Dursun Çaktı’ya yakışıyordu. Cüssesi büyük değildi ama, yüreğiyle bulunduğu tüm alanı kaplardı. Yani o kadar geniş ve kocaman yürekliydi.

Ben 12 Eylül Askeri Darbesi sonrası, 6 gün sonra 18 Eylül geldim Almanya’ya (Şansa pasaportum hazırdı. Yoksa zor çıkardık). Yani 42 yıldır fazla bir süredir buradayım ve o zamandan beri tanıyorum kendisini. O 24, ben 17 yaşındaydım. Ben Kurtuluş’çu, O Partizan’cıydı. 42 yıl önce Ulm-Söflingen’deki dernekteydik sürekli. (Yıllar öncesinden başlayarak, çok iyi örgütlenmişlerdi.)

En çok onunla tartışırdım ve bu tartışmalarda sesimizi yükselttiğimiz zamanlarda oldu tabii ki, ama bir gün bile dargın ve küskün durmadık. O’na kızmak mümkün değildi, tartışırken peşin hükümlü davranmıyordu. Teorik donanımlıydı. Hepimizden daha fazla bilgiliydi ve sürekli kendini geliştiriyordu. Hiç bir zaman tartışmada ezmeyi seçmedi, üslubunu bozmadı. “İlkelerde savaş, devrimci ahlak ve tavır” için de muazzam bir örnekti.

Ben ondan yedi yaş küçüktüm ama bana da abi derdi. O herkese abi derde… Eşim Ayşegül’e de “abla” derdi. Halbuki o hepimizin abisiydi.

Bugünlerde Kosova’yı daha fazla işliyorum. 17 Şubat bağımsızlığın yıldönümü, 28 Şubat Kosova’nın Mandelası Adem Demaçi’nin doğum günü, 7 Mart Adem Jashari’nin katledilmesi ve devam eden sömürgeci Sırbistan’ın provokasyonları… Ve yine bir çok konuda olduğu gibi Dursun Yoldaşım aklıma geliyor. “Kosova, Arnavutluk ve çevresi bir gezi-tarih turu ayarlasana Şenol abi” derdi sürekli. Tabii ki tarihe ve bölgeye ilgili ve meraklıydı biliyorum. Çünkü dünyanın tüm bölgelerine ve halklarına yakındı. Anlayacağınız, aslında tur muhabbetinin gezmekten öte, benim ilgi alanıma, Arnavut oluşuma ve konuyu sürekli işlememiş olmamaydı ilgisi. Yani destekti onun tavrı. Çok isterdim onunla bu bölgeleri gezip, enternasyonalist yoldaşımla üzerine konuşmayı…

O, hayatın her alanında vardı. Türkiye halklarıyla dayanışma hareketinin en ön saflarındaydı. Göçmen ve azınlık olmaktan kaynaklanan haklar mücadelesinin de en başındaydı. İşçi sınıfı mücadelesinden, sendikal mücadeleye ve barış hareketine önem verirdi. Türkiye’deki seçimler kadar, Almanya’daki seçimler için de aktif faaliyet yürüttü.

O sadece Ulm sokak, meydan ve salonlarında değil, Almanya ve Avrupa’nın bir çok ülke ve kentinde etkinliklerde, bıkmadan usanmadan sürekli yer aldı.

Gazete, dergi, bilet sattığımızda onun da orada olmasını çok isterdik ve önce ona verirdik. Bir kez olsun geri çevirmediği gibi, herkesin alması için de büyük çaba harcardı. Kimse yoksa, biletlerden bir-iki adet değil, 4-5 adet alırdı.

Evet çok alçak gönüllüydü, yani mütevaziydi, dinlerdi, sorardı anlamaya çalışırdı ama taviz de vermezdi devrimci ilkelerden…

Ölümünden 4-5 ay evvel hastalığını ilk duyduğumuzda, ‘ağır’ bir durum değildir diyorduk. Nasıl derdik ki? “Tek bir hap bile kullanmıyorum, herhangi bir rahatsızlığım yok” derdi sürekli.

Bir öğrendik ki pankreas.

Kötü yıkıldık.

O bize moral vermeye çalışıyordu “Bunu da atlatırız, teslim olmayız” diyordu.

Sonra bir duyduk ki sadece pankreas da değil.

Yayılmış lanet olası kanser illeti.

Çok daha fazla yıkıldık ve beklemeye koyulduk hep birlikte.

Koronavirüsü salgınına denk gelmesi de ayrıca bir sorundu. Kendisini ziyaret de edemiyorduk. Arada kısa telefon konuşmalarının da sonu gelmişti son günlerdi.

Bu ortamı hiç hak etmeyenlerin başında geliyordu O. İyi günde, kötü günde herkesle sürekli ilgilenirdi. Şimdi o rahatsız ama biz onu ziyaret edemiyor, uzun uzun muhabbet edemiyorduk.

Biraz grafikten anladığım için, afişleri pankartları bildirileri roketleri hazırlamam için ricada bulunuldu. O anda babamın sözü geldi aklıma; “Düğünle cenaze beklemez” derdi.

Görselin en güzelini, en yakışanını yapmak istiyor haliyle insan. Ama en zorlandığım grafik çalışmalarımdan biriydi. Bir türlü ölümü yakıştıramıyordum kendisine. Öldüğü hemen o saatte duyulmasın, insanlar şok olmasın diye, baskıya gece gönderdim afiş, rozet, pankart ve bildirileri. Olur da “Önce oradan geçenler görür” diye çekindim. Dedim ya; konduramıyordum ölümü kendisine.

Bir yandan, zaten gidip göremiyoruz diye kahroluyorduk. Aynı durumu taziyesi ve cenaze töreni içinde düşünüyordum sürekli.

Üç-dört gün Tohum Kültür Merkezi’nde taziyesi oldu ve her gün dernek içi ve önünde yüzlerce insan toplandı. Taziyede arada anons ediliyordu, “Lütfen uzun kalmayalım, şehir dışından gelenlere öncelik tanıyalım…” diye. Sosyal mesafeye de dikkat çekildi sürekli.

Cenaze töreninden önce şöyle demiştim yazımda: “Yarın anma ve cenaze töreni var, Ulm’un Merkez Mezarlığında. 100 kişinin üstü yasak. Napalım, yüzü aşarız tabii ki, ama binler adına orada olacak 100 ve üzeri…”. Ve yanıldım. Tüm uyarılara rağmen, 700’ün üzerinde katılım vardı anmada. Korona ve “dışarıdan gelmeyin” uyarılarına rağmen bu kalabalık. Normal bir zamanda binleri bulurdu katılım.

Yazımı uzatmamak için şimdilik yine virgül koyuyorum.

Demokratik Kitle Örgütlenmesi

Yazımın başında da belirttim; Tohum Kültür Merkezi’ne üye olmamızın en büyük nedenlerinden biri Dursun Yoldaşın yaklaşımıdır, devrimcilerin birliği için, yakınlaşması için gördüğü “tutkal” işlevidir.

Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirdiğimiz ve benim de üçüncü kez üye olarak yer aldığım Tohum Derneği’nin 47. Genel Kurulu gerçekleştirildi. Dernek, ölümünden sonra da O’nun meyvelerini vermeye devam ediyor. Son bir-iki yılda derneğin üye sayısı oldukça arttı. En önemlisi de farklı, yeni üyelerin farklı gelenekten devrimci-demokrat ve yurtseverler olması.

Son kongrede de demokratik kitle örgütlemesi üzerine tartışma yaşandı. Kendim de özellikle tartışmaya katılmış olsam da, bu tartışmayı anlamlı buluyorum. Keşke daha geniş çerçevede yapılsa ve kongre beklenmese bu tartışma için. Arada, muhabbetlerde, yazışmalarda, söyleşilerde ve diğer ortamlarda tartışmanın derinleşmesi, Tohum Kültür Merkezi’nin daha fazla güçlenmesini beraberinde getirecek, anti demokratik yaklaşım kendine zemin bulamayacak.

Bu kongrede, yine farklı gelenekten aktivist iki arkadaşımızın üye olacaklarını beyan etmesi beni çok mutlu ederken, zaten sürekli gelişen ve büyüyen derneğin, geleceğe yönelik demokratik kitle örgütlenmesi yolundaki gelişimi, büyük umut verdi.

Başka bir yazımın-yazılarımın konusu olacak olan Demokratik Kitle Örgütlenmesi (DKÖ) üzerine, yıllar sonra önemli bir ilham kaynağı ve gelişmelerden biri Tohum Kültür Merkezi. Darısı, Almanya ve Avrupa genelinin başına.

Her alanda demokratik ve sosyalist demokrasi tarzının yerleşmesi mücadelesinden asla taviz verilmemeli. Mücadelemizin başarısını da belirleyecek olan en önemli tarz bu.

Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

Evet, Partizan’ımızı sonsuzluğa uğurlamamızın üzerinden iki yıl geçti. Ama O her zaman mücadelemizde yaşamaya devam edecek. Her zaman anacak, O’nu sürekli yazacağız, gelecek kuşaklara anlatacağız.

Dursun Çaktı, giderken de tüm devrimci-demokrat ve yurtsever yelpazeyi bir araya getirerek, her zaman yaptığını bize bir kez daha yaptı. Devrimci dayanışma sergilendi anmasında. Kesin, bu yıl da, önümüzdeki yıllarda da bu durum böyle devam edecek.

O grupçu değildi. Bir tutkal görevi görüyordu.

Tam anlamıyla yoldaştı, yoldaşımdı.

Sana sözümüz devrim ve sosyalizm.

Seni özlüyoruz devrimci-sosyalist enternasyonalist yoldaşım.

Partizan Yoldaşım, seni mücadelemizde yaşatmaya devam edeceğiz…

Hüseyin Şenol – 20.02.2023

6131

Yolsuzluk

2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya

“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]

 

Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…

Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…

Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi

Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.

 

Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]

“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]

“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre: 

Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi

  * Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]

 

El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.

Kanlı parseller

Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.

Muharrem Erbey'in suçu ne

  Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.

Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]

“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]

 

Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…

Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…

Umutlarımızı Büyütüyoruz

 

“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels

Sayfalar