Cuma Nisan 18, 2025

Patent halk sağlığını tehdit ediyor…(İsmail Cem Özkan)

Aşı konusunda yazı yazarken çok araştırıp, ince ince bilgileri süzdükten sonra yazmaya özen gösterdim, çünkü her kelimeyi yanlış anlayıp akıl vermeye kalkan günümüzde ne yazık ki çok oluyor. Dünyaya ben merkezinden bakan ve her şeyi bildiğine inanların çok olduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz ve bu zamanın ruhunda akıl verenler karşısındaki kim olursa olsun kendi bildiğini bilmiyormuş gibi davranır… Her şeyi bilen karşısındakini bilgisi ile tokatlamak ister, fakat fizik yasası gereği o tokadı kendisi yediğinin farkında değildir… Medyada okudukları ve gözüne çarpanları doğru kabul eder ve sorgulamaz bile, kendi yaşam deneyimi ile birleştirip bir sentez oluşturup, doğru ve gerçeğe hemen erişir… O konuda kendisi yazı yazmaz ama yazılmış bir yazının üzerine fikrini dikte edercesine çatışma dilini kullanarak ilan eder… Çünkü yazıyı yazan bilmiyordur, yanlış yazmıştır, en doğrusu kendi yazdığıdır, tartışma dahi götürmez…

Medyada popüler olan yaygınlaşan bilgiler magazin bilgileridir ve o bilgileri doğru olarak paylaşır... Magazindir, çünkü medyada çıkan makaleler günümüzde haber değil magazindir... İşlenmiş ve yeniden yaratılmıştır...

Liberalizm ile birlikte gazetecilik bitti, kurgusal medya yaratıldı.

Medya patronları iş insanı olması ile birlikte gazetecilik bitmiş yerini kurgulanmış magazin almıştır. Çünkü medya patronları haberi çıkarı için yeniden kurgulayarak editöryal olarak değiştirip okuyucuna aktarmaya başlamıştır… Kısaca haber muhabirin elinden çıktıktan sonra sayfaları kontrol etmesi için görevlendirilmiş editörlere ulaşır, editör sayfasına uygun olarak genel kabul görmüş biçimine uygun olarak haberin uzunluğuna ve içeriğinin düzenlenmesine karar verir ve gazetenin genelinden sorumlu olan yönetmenlere sayfasını bitirdikten sonra en son kontrol için sunum yapar. Genel yayın yönetmeni ise haberin kendi kontrolündeki medyada yayınlanmasına patron çıkarını gözeterek karar verir. Çünkü parayı veren “düdüğü” çalar.

Parayı verenin çıkarı, sahip olduğu medyada istediği notadan “düdük” çaldırır…

İş adamı medyaya neden sahip olur, cevabı açıkça basittir, çıkarı için. Haber çıkar için kullanıldığında ya da maaş ile satın alınan “sorumlu” gazete çalışanları ihale için karar verecilerin koridorunda dolaşırken orada habercilik beklemez, magazin işler beklenir... Kısaca gazetecilik günümüzde editörlerin işin içine girmesi ile birlikte magazin boyundadır, haberin içeriğinden daha çok nasıl yazılması ve patronun çıkarı ile ilgileniyorlar...

Medyada sağlık konuları her zaman geniş yer bulur, çünkü hiç eksilmeyen en popüler şeydir sağlık… Pandemi ile birlikte insanların eve kapandığı süreçte en rağbet gören konuların başında yerini almıştır. Pandeminin yaratmış olduğu çaresizlik ister istemez kişileri sağlık ve aşı konusunda ki haberlere yönlendirmiş ve bunu da haber yapma sıkıntısı yaşayan medya patronları için bir fırsata dönüştürmüştür. Bu sayede sayfaları iktidarı rahatsız edecek haberlerin üzerini örtecek kadar geniş bir olanak sunmuştur. Fakat her ne kadar saklanmaya çalışılırsa çalışılsın yaşam içinde çelişkiler bir şekilde sırıtmaya devam etmektedir. Medya patronlarının büyük gayretlerine rağmen rejimin aksayan yönleri bir şekilde medyada yerini almaya devam etmektedir…

Magazin boyutu ile sürekli işlenen aşı konusuna gelince; aşının patenti üretimi ve şirketlerin tekelinde olmasını ilk aşının ortaya çıkması ile gündeme gelmesi, aşıyı bulanların kökeni ile ilgili haberler ülkemiz medyasında yerini aldı. Aşıyı bulan bilim insanlarından daha önemliydi ırkları ve kökleri. En azından aşıyı biz bulamadık ama bizim ırkımızdan yurtdışına gitmiş ailelerin çocukları yani “bizden” birileri bulmuştu. Onlar yurtdışında yaşayan hemşerilerimize karşı geliştirilen önyargıları parçalayıcı bir durumu söz konusuydu, bir alman bulmamış, alman eğitimi almış ve uyum sağlamış bilim insanları bulmuştu. Ne kadar gurur duyulsa azdı, çünkü gelişen ırkçılık karşısında aşı bir duvar görevini görmüştür. Medya bunu istediği biçimde gündemde tutacak ve sürekli işleyecekti... ırkçılık yükselen değerdi ve ülkemizde ki ırkçılık zaten genetikti, yükselmesi söz konusu bile değildi… 

Gözlerden saklanan bir gerçek vardı; patentli olan işler…

Aşı konusunda yapılan buluşlar şirketlerin tekeline bırakıldığında halkın sağlığı değil, şirketin en kadar para kazanacağı önemlidir... Şirket kendi arzını yaratacak, ona göre kendi tekelinde üretim yaparak parası olmayanları dışlayacaktır, çünkü öncelik paradır, sağlık değildir...

Pandemilerde genel kural, en kısa sürede pandemiye neden olan ne ise onu çevrelemek ve yayılım alanını kısıtlamaktır... Yayılma hızını düşürüp, bir alanda sıkıştırıp, ondan sonra ona neden olan ile artık ne ise mücadele etmektir... Aşı gündeme gelmesinin birincil nedeni yayılma hızı ile ilgilidir, çünkü aşı pandemiye neden olanın bulaşma alanı daraltıp, tedavi için yapılacak ilaç gibi çalışmalar için zaman kazandırmaktır... Aşı bir şeyi yok etmez, sınırlar, bulaşma riskini en alt düzeye indirmektir. Bulaşma sonrası ise hastalığın en hafif şekilde atlatmasına yardım etmesidir, kısaca vücut direnci ve vücudu o şeye karşı uyarmak ve güçlendirmektir...

Peki, şirketlerin tekelinde olunca aşı ya da ilaç ne oluyor?

Bugün yaşadığımız sorun! Aşı taksit taksit geliyor, taksit taksit gelme yerine yerinde üretim olsa nasıl olacaktı? Dünyanın her ülkesinde bulunan aşılar kar gözetmeden halk sağlığı için üretilseydi? Zaten aşı araştırmaları için devletler yüklü olarak o alanda çalışan bilim insanlarına yatırım yapmış, bilimsel mekanlar kurmuştu, var olan şirketlere proje adı altında önemli miktarda maddi yardım yapılıyor... Peki şirketler (bilim adına araştırma yapan şirketler) aldıkları proje parasına rağmen bulduklarına patent alıp üretmesi ve kendi tekelinde üretmesi nasıl bir mantık ürünü?

Magazin boyutunda aşının ilk duyurulması sonrası “ne güzel işte insanlık için büyük bir şey” diye nara atanlar, neden bugün sesleri çıkmıyor?

O aşılar için zaten bizim vergilerimizden oluşan kasadan onlara para gitmişti, onlar yeteri kadar ekonomik olarak desteklenmişti... Devlet güvenceli şirket işleri...

Aşılar gibi insanlık için önemli olan şeylerin üretimi şirketlerin tekelinde ve patent ile sınırlandırılmaması gereklidir... Sınırlı olunca (yaşadığımız gibi) ne zamanında müdahale oluyor ne de pandemiyi sonlandırıyor...

Bugüne kadar vurulan aşılar belki de boşa vurulmuş olacak, çünkü en kısa zamanda vurulması gereken nüfusa aşı vurulamadığı için virüs aşıya uygun şekilde mutasyona uğruyor...

Virüsün yayılma hızı düşeceğine daha da artmıştır, bu artıştan birinci derecede sorulu olan aşı üreten firmaların patent politikaları ve doymayan para hırslarıdır...

Aşılar üzerinde patentler kaldırılmalı ve üreten bilen her ülkede aşılar üretilmeli ve ücretsiz olarak aşılar vurulacağı mekanlara ulaştırılıp kitlesel olarak en kısa sürede aşılar vurulmalıdır...

Elbette pandemi sadece aşı ile çözülmeyecektir, aşı sadece zaman kazandırır, esas önemli olan tedavi edecek ilacın geliştirmesidir... O konuda da önemli gelişmeler olmaktadır...

Halkın sağlığı şirketlerin çıkarından önemlidir… Şirketlerden alınan aşılar ne yazık ki sorunu ortadan kaldırmamış, sorunu daha da çetrefilli ve daha da karmaşık yapmıştır. Dünyamız bir atmosfer içindedir ve virüsler için siyasi sınır yoktur, ırkı, dili, inancı ayrım yapmaz, virüs küresel bir sorun olduğu için pandemi ilan edilmiş ve pandemi koşullarına uygun olarak çarelere şirketlerin çıkarı üzerinden alınmalı ve halkın yararı ne ise o şekilde kullanılmalıdır. Bir kıtada virüsün kontrol edilmesi pandemiyi yok etmediğini Yeni Zelanda örneğinde gördük. Orada yayılma hızı sıfırlanmış olmasına rağmen, en ufak bir gevşemede virüs yeniden ortaya çıkmış ve yayılmaya başlamıştır. Atmosferimizi toraklarda ki gibi siyasi sınırlar ile ayırmayalım, doğa için, insanlık için aşılar üzerinde ki patentleri kaldırıp, her kıtada her insana yetecek kadar üretip en kısa zamanda onlara aşı vurulması için olanaklar yaratılmalıdır…

Şirketler için insan sağlığı önemli değildir, paradır… Eğer ilaç firmaları insan sağlığını önemsemiş olsalardı sattıkları ilacın fiyatına göre ilaçların içeriği ile oynayıp, fakir ülkelerde yan etkisi fazla ve daha etkisiz ilaç üretip ülkeye göre ilaç üretmezdi…

İsmail Cem Özkan

5197

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar