Cumartesi Mart 1, 2025

Psikolojik savaş ve gerilla savaşı karşısında faşizmin propaganda yöntemi üzerine…

2015 yılında savaşın yeniden başlaması ile birlikte faşist Türk devleti daha önceki savaş tecrübesini sentezleyerek yeni bir savaş konseptini devreye soktu. Daha öncesinde karadan gerilla karşısında ciddi bir varlık gösteremeyen Türk ordusu,  bu yeni konseptte teknik ve propaganda ağırlıklı farklı bir tarz geliştirmeye çalıştı. Bu tarzın ürünü olarak kimi başarılı sonuçlar alması, beraberinde oldukça yoğun bir kara propagandaya başvurmasına neden oldu. Ki geliştirmeye çalıştığı yeni bu konseptte, bir yandan tekniğin gerillaya karşı yoğun kullanımı varken, diğer yandan bunun etkili bir şekilde propagandasının yapılması bulunmaktadır.

Faşist Türk devleti, on yıllara varan savaş tecrübesinde şunun ayırdına varmıştır; Karadan ne yaparsa yapsın gerilla savaşı karşısında etkili sonuçlar alması alabildiğine zordur. Bu nedenle tekniğin gelişmesine paralel, harekat tarzını yeniden dizayn etme ihtiyacı duymuştur. Teknik, Türk ordusu açısından savaşın başlıca enstrümanı haline gelmiştir. Fakat teknik denilen olgu, savaşta insanın dinamik rolü ile tamamlanmadığında devreye psikolojik savaş yöntemleri girmektedir.

Öncelikle şu gerçeğin altını çizelim; Düşman açısından insan hiçbir zaman güvenilir bir kaynak olmamıştır. Düşman cephesinde savaşan insanların esası paramiliter güçler denilen ve kendi kişisel menfaatleri üzerinden kelle avcılığı yapan kişilerden oluşmaktadır. Ve bu insanların, savaş karşısındaki duruşu, kendi bireysel çıkarlarının sınırları kadardır. Düşman bu zaafının yarattığı açığı, gelişen tekniğin yardımı ile kapatmaya çalışmaktadır.

Kuşkusuz savaşın propaganda ayağı hep vardı. Düşman bir biçimde kendi sınıfsal konumlanışına uygun ırkçı ve faşist temelde katliamcı yüzünü gizleme gereği duymadı hiçbir zaman. Katledilen gerillaların cenazelerinin teşhir edilmesinden, yalan ve iftiraya dayalı yapılan yayınlara kadar bir dizi propaganda tekniğini devreye sokmaktaydı. Bu kara propaganda içerik bakımından çok fazla değişiklik olmamasına karşın gelinen aşamada daha yoğun ve etkili kullanılmaktadır.

Tabii ki bunda kitle iletişim araçlarının daha yaygın kullanılması, sosyal medya vb. aracılığı ile bu propagandayı sivil alana taşıma olanaklarının daha da artması etkilidir. Bu sayede faşizm, kendi propagandasına yedeklenmiş kitleler üzerinden bu propagandayı alabildiğine yaygınlaştırmış durumdadır. Propaganda, savaşın önemli bir unsurudur ve bu, düşman açısından kitleleri maniple etmenin ya da baskılamanın temel araçlarından biridir. Devrimci, yurtsever ya da daha genel anlamda ifade edecek olursak, muhalif basının sesinin alabildiğine kısıldığı, susturulmaya çalışıldığı bir ortamda kitleler savaşı buralardan takip etmekte ve öğrenmektedir.

Haksız savaşın kirli yüzü: Gri propaganda

Gri propagandayı şöyle tarif edebiliriz; “Abartı ve dozu yüksek, zihinleri bulandıran haberler…”, “hitap edilen kitleye o hareket orjinli bir korku vermek” vb. Faşist Türk ordusunun savaşta kullandığı propaganda yöntemine gri propaganda denilmektedir. Gri propagandanın en önemli özelliği, gerçeği bulandırarak onun olduğu gibi görülmesinin önüne geçmektir. Bu olgu düşman açısından, -teknikte olduğu gibi- temel enstrümanlardan biridir.

Faşist TC devleti adına “çözüm süreci” denilen süreçte, askeri hazırlıklarının yanında propaganda alanında da kapsamlı bir hazırlık yapmıştır. Savaş yeniden başladığında bu iki olgu birbirine paralel devreye girmiştir. Daha ilk başta devrimci-komünist, yurtsever insanların olduğu listeler hazırlanmış, özel videolar çekilmiş, teknikte keşif istihbarat araçlarının kitleler üzerinde etki edecek tarzda sunumları yapılmıştır vb.

Faşist TC devleti her zamankinden farklı olarak daha fazla saldırganlık içerisindedir. Çünkü her zamankinden daha zor durumdadır ve her türlü çelişki sarmalıyla daha keskin biçimde karşı karşıya kalmıştır. Öyle ki egemen klikler arası çelişkiler dahi silahlı biçimlerde çözülmeye çalışılmakta, yönetememe krizi artan biçimde derinleşmektedir. Düşman tam da asıl tehlike olarak gördüğü sınıfsal ve ulusal mücadele karşısında tamamen imha ve yok etme temeli üzerinden bir saldırganlık içerisine girmiştir. Daha öncesinde ekonomik ve siyasal olarak yaşadığı krizler bir biçimde ötelenebilirken artık bunun koşulları büyük oranda ortadan kalkmıştır. Düşman en ufak bir demokratik talebe bile tahammül edemeyecek derecede kırılgan bir zeminde durmaktadır. Bunu örtmek için de her zamankinden daha fazla şiddete başvurmaktadır. Her türlü eylem veya etkinlik terörize edilerek “vatana ihanet” etiketi ile sunularak kitlelerin bilinci manipüle edilmeye çalışılmaktadır.

Bu bağlamda söz konusu silahlı mücadele olduğunda propaganda araçları doğrudan şiddeti de içerecek şekilde ve kitlelerde “dehşet” duygusu uyandıracak biçimde kurgulanmaktadır. Böylelikle yok etmede nasıl bir sınırsızlığa sahip olunduğu, açık biçimde ve belli mesajlar yedirilerek sunulmaktadır. Gri propaganda olarak tarif edilen olgunun işlevi tam da gerçeğin tahrif edilerek sunulmasıdır.

Propagandanın ikili amacı

 

Savaşta propagandanın hitap ettiği iki temel unsur vardır. Bunlardan birincisi doğrudan savaşılan kesimler yani konumuz özgülünde gerillaya yönelik ve ikincisi ise kitlelere yöneliktir. Gerillaya yönelik olarak amaçlanan en başta gerillanın zafer umudunu kırmak ve direncini, mücadele azmini köreltmeye yöneliktir. Kitleler içinse silahlı mücadeleyi onlar açısından bir alternatif olmaktan çıkarmak ve dehşet duygusu yaratarak baskılanması sağlamaktır.

Bunları yaratabilmek için doğrudan hedef kitlenin psikolojisine yönelmekte ve bu kitlenin moralini çökertecek argümanlara başvurmaktadır. Özelikle savaş alanlarında gerillanın olduğu bölgelerin savaş uçakları ile belli periyotlarla bombalanması, keşif uçakları ile sürekli uçuş yapması, bunun üzerinden gerillayı hareketsiz bırakarak onu belli arazilere mecbur bırakması keza aynı şekilde şehit düşen gerillaların cenazelerine yapılan işkence ya da cenazelerin ailelere verilmemesi vb. tamamen gerilla karşısında psikolojik üstünlüğü ele geçirmeye yöneliktir. Yine aynı şekilde parçalanmış gerilla cenazelerinin özellikle internet ortamlarında, medyada vb. servis edilmesi, şehit haberlerinin sayısal olarak abartılarak verilmesi, cenazelerin tanınmaz hale getirilmesi üzerinden genel olarak bütün topluma; “silahlı mücadeleyi desteklerseniz, bu yola başvurursanız sonunuz böyle olur” mesajı verilmektedir. Amaçlanan net olarak budur.

Özellikle son dönemde gerçekleştirilen saldırılar ve ortaya çıkan sonuçlar üzerinden bir vahşet tablosu yaratılmakta ve halk kitleleri üzerinde faşizmin daha fazla yoğunlaştığı görülmektedir. Faşist TC nin “soysuz bakanı” belli periyotlarla silahlı mücadelenin bitirildiğine yönelik açıklamalar yapmakta, gerillanın “belinin kırıldığını” açıklamaktadır.

Şunu çok iyi biliyoruz ki; faşizm geçmişte de sürekli bu manipülatif söyleme başvurmuştur. Ancak bugün farklı olan, bu manipülatif söylemleri, almış olduğu kimi başarılı sonuçlar üzerinden daha yoğun bir şekilde propaganda etmesidir. Bu ise özellikle geri ve orta kitleler içinde karşılık bulmakta, ileri kitleler içinde bir “acaba” sorusu yaratmaktadır. Bunda faşizmin son dönemde gerilla alanlarında kimi değerli komutanların şehit düşmesini etkili bir şekilde kullanmasının da payı vardır. Faşizm son dönem hazırladığı listeler üzerinden özellikle şehit düşen gerilla komutanları olduğunda bu propagandayı daha etkili kullanmaya çalışmaktadır.

En büyük “teknik” kitlelerdir!

Şu unutulmamalıdır; Kayıplar savaşın doğası gereği her zaman yaşanabilecek şeylerdir. Savaşta kayıp vermek, kimi dönemlerde geriye çekilmek, güçleri daha büyük muharebeler için yeniden tahkim etmek vb. gerilla savaşının doğasında olan şeyleridir. Ki gerilla savaşının özü, güçlü bir düşmana karşı, daha “güçsüz” bir gücün verdiği savaş olarak özetlenebilir. Bu durumda gerillanın savaştığı gücün teknik olarak oldukça güçlü olduğu ve nihayetinde bu gücü, gerilla savaşı karşısında kullanmak isteyeceği açıktır. Kimi dönemlerde bundan sonuç da alabilir.

Ancak gerilla savaşının belirleyici özelliğinin güçlü bir düşmana karşı, askeri olarak eşit olmayan bir gücün savaşı olması ve giderek savaş içinde bu gücün örgütlenerek düşmandan daha güçlü hale gelmesi esprisi bir an için akıldan çıkarılmamalıdır. Gerilla savaşı veren gücün oldukça uzun bir süre, -savaşın stratejik saldırı aşamasına kadar- uçakları, helikopterleri vb. olmayacaktır. Teknik donanımı düşman karşısında yetersiz olacaktır. Bu, doğası gereği böyledir. Asıl mesele “savaşta insanın dinamik rolü”dür. Diğer bir ifadeyle “en büyük güç/teknik, kitleler”dir. Kitleleri kazanan savaşı da kazanır!

Dolayısıyla proletarya partisinin gerilla savaşı tecrübesinden de öğrendiğimiz “savaş, sadece savaş değildir” espirisidir. Bunun anlamı, kitleleri kazanmayan bir savaşın, kitlelerle buluşmayan bir savaşın Halk Savaşı olmayacağıdır. Bu savaşın düşmanın teknik üstünlüğü karşısında yenilgiye uğraması, kayıplar alması kaçınılmazdır. Kitlelerle birleşmeyen, kitle örgütlerini gerilla savaşına şu veya bu gündem çerçevesinde tabi kılmayan bir anlayışın, zafer kazanma şansı yoktur.

Temel mesele, kitlelerin çelişkilerini doğru analiz edip, bunu Halk Savaşı pratiğiyle sentezleyebilmektir. Bu gerçekleştirilebildiği oranda, kitlelerin kendiliğinden mücadelesi Halk Savaşı’yla birleştirilebildiği oranda başarı sağlanacak, zafer kazanılabilecektir. Faşizmin asıl başarısı, tekniği yoğun kullanması ve kimi kısmi başarılar elde etmesi değildir. Asıl sorun, kitlelerin bilincinde genelde gerilla savaşı özelde ise Halk Savaşı Stratejisine karşı soru işaretleri yaratmasıdır. Bunu hedeflemesidir. Faşizm bunun farkında olduğu içindir ki, askeri alanda gerilla güçlerine karşı teknik kullanımının yanında, esas olarak ideolojik alanda bir saldırı içindedir. Bunun için çok yoğun bir karşı devrimci propagandayla kitlelerin bilincini politik olarak değiştirmek, kendi gerici politikasına yedeklemek istemektedir.

Başkan Mao bu yüzden, “parti ve kitleler olduğu müddetçe her türlü mucize yaratılır” demektedir. Öyleyse faşizmin bu karşı devrimci saldırısına, gerici propagandasına yönelik, bulunduğumuz her alanda karşı koymak, gerçekleri açıklamak, yaymak ve en büyük silah olan halkın gücünü açığa çıkarıp, Halk Savaşına kanalize etmek temel şiarımız olmalıdır.

37277

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar