Cuma Şubat 28, 2025

Rojava’da Özerk Yönetimin petrolünü sahiplenmesi ve tepkiler

Uzun bir süredir SDG'nin denetiminde olan topraklarda bulunan petrolün çıkarılması, işlenmesi ve ticaretinin yapılması için Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KvDSÖY) Amerikalı Delta Crescent Energy LLC adlı şirketle bir anlaşma yaptığı/imzaladığı basına yansıdı. Anlaşma petrolün pazarlanması, mevcut sahalarının geliştirilmesi ve modernize edilmesini öngörüyor.

ABD’li emperyalistler Ortadoğu’daki zenginlik kaynaklarını –petrol, doğalgaz- ve enerji yollarını ele geçirip, bir bütün denetimlerine almak ve buradaki yerel iktidarları kendilerine daha fazla bağımlı hale getirmek, karşı çıkanları alaşağı ederek yeni uşaklarını iktidara getirmek amacıyla (Genişletilmiş) Büyük Ortadoğu Projesi ile bu bölgede karışıklıklar yaratarak saldırıların, müdahalelerin zeminini yarattılar.

Irak’ta Saddam rejimine son verdikten, Irak’ın zenginlik kaynaklarına el koyduktan, burayı istikrarsız ve kendisine muhtaç bir hale getirdikten sonra Suriye’ye yöneldiler. Suriye’de de muhalefeti örgütleyerek karışıklıklar yarattılar. B. Esad’a karşı ayaklanmalar gerçekleşti. Başta demokratik istem ve taleplerle başlayan eylemlilikler kısa bir süre sonra silahlı ayaklanmalara dönüştü. Cihatçı çeteler Hama, Humus, Halep gibi bölgelere saldırdılar, petrol zengini Deyr el Zor ve Rakka’yı ele geçirdiler. Suriye’de yaşanan bu çatışmalar sırasında cihatçı çeteler Irak’ta da belirli bölgeleri ele geçirmişlerdi. Irak’ta Musul kentinin ele geçirilmesinin ardından cihatçı çeteler IŞİD’i (Irak Şam İslam Devleti) ilan ettiler. Dünyanın çeşitli bölgelerinden cihatçılar B. Esad’a karşı savaşmak için Türkiye üzerinden Suriye’ye sokuldu. Türkiye’nin sınır bölgeleri adeta cihatçı otobanına dönüştü. IŞİD belirli bir süre sonra Türk devletinin de yönlendirmesiyle Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin oluşturduğu özerk bölge Rojava’ya saldırdı. YPG ve YPJ tarafından büyük bir yenilgiye uğrayan cihatçılar çekilmek zorunda kaldılar.

ABD tarafından B. Esad’a ve rejimine karşı başlatılan ayaklanmaların cihatçı çetelerin “eğit-donat” projesi kapsamında eğitilip Suriye’ye sokulması politikası sonuç vermedi. İrili ufaklı cihatçı çeteler IŞİD tarafından yutuldu. Başlangıcında ABD emperyalizmi tarafından desteklenen IŞİD kontrolden çıktı. T.C. faşizmi ise IŞİD’e üstü örtülü desteğini sürdürdü. IŞİD’in kontrolden çıkması beraberinde emperyalistlerin “terör” bahanesiyle bir koalisyon kurup Suriye’ye müdahalelerini getirdi. Rusya Esad rejiminin resmi davetiyle Suriye’de bulunurken ABD önderliğindeki koalisyon gücü fiili durum yaratarak Suriye’ye müdahale etti. Bu koalisyon güçleri özellikle Kürtlerin Kobanê direnişinde havadan IŞİD’i bombalamasıyla görünür oldu. Ardından da omurgasını YPG’nin oluşturduğu SDG’nin (Suriye Demokratik Güçleri) IŞİD’i topraklarından temizleme operasyonlarında -özellikle Deyr el Zor ve Rakka’da- destek verdi.

Petrol Bölgeleri Elden Ele…

Suriye 2011 yılında cihatçı çetelerin saldırıları -iç savaş- başlamadan önce günde 380 bin varil petrol üreten bir ülkeydi. Ancak 9 yıldır devam eden IŞİD ve türevi cihatçılarla savaşta Suriye hükümeti ülkenin geniş kesimlerinde, kuzey ve doğusundaki petrol sahalarının çoğunun denetimini kaybetti. Petrol kuyularını ele geçiren IŞİD buradan elde ettiği petrolü yasadışı yollarla satarak, (Hem çeşitli aracılarla Esad rejimine hem de başta Albayraklar olmak üzere T.C. rejimine) savaşı petrolden elde ettiği gelirle devam ettirdi. YPG ile girdikleri çatışmaları/savaşı kaybettikçe petrol bölgelerinden çekilmek zorunda kaldı. SDG ile savaşı kaybeden IŞİD bu bölgelerden tamamen temizlendi. Petrol bölgeleri ABD’nin (ve koalisyon güçlerinin) destek verdiği SDG’nin denetimine geçti. Bugün açısından SDG’nin Suriye petrol ve gaz rezervlerinin %70’ini kontrolünde tuttuğu belirtiliyor.

ABD Emperyalizmiyle Yapılan Petrol Anlaşması

Uzun bir süredir SDG’nin denetiminde olan topraklarda bulunan petrolün çıkarılması, işlenmesi ve ticaretinin yapılması için Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KvDSÖY) Amerikalı Delta Crescent Energy LLC adlı şirketle bir anlaşma yaptığı/imzaladığı basına yansıdı. Anlaşma petrolün pazarlanması, mevcut sahalarının geliştirilmesi ve modernize edilmesini öngörüyor.

Suriye hükümetinin hırsızlık olarak niteleyip, şiddetle kınadığı anlaşma KvDSÖY ile ABD arasındaki ilişkinin boyutunu değiştirmiş durumdadır. Daha önceden askeri sahada süren taktik iş birliği, giderek ekonomik ve diplomatik sahaya da yansımaktadır. Suriye hükümeti, ABD’nin uygulamaya koyduğu Sezar Yasaları gereği bölgedeki petrolden aracılarla da olsa artık pay alamayacak ve buradan çıkarılan petrolden yararlanamayacak. Yani Suriye’deki petrol işine ABD’nin girmesi her şeyden önce Suriye devletini hala kendi sınırları içerisinde olan petrolden mahrum bırakacaktır. Zaten ABD’nin amacı Suriye hükümetini ekonomik olarak yıpratmak/çökertmek. İkincisi ise Fırat’ın doğusundaki projeleri için istikrarlı bir finansman temin etmektir.

ABD’li Delta Crescent Energy LLC şirketinin KvDSÖY ile petrol anlaşması imzalaması Şam, Ankara ve Tahran’da tepki yarattı. KvDSÖY’nin Suriye’nin kuzeyindeki özerkliğini güçlendirebilecek, ABD destekli bu hamleye art arda tepki gösterdiler. Yapılan açıklamalarda anlaşmanın uluslararası hukuk açısından geçerliliği sorgulandı.

Şam yönetimi de yapılan petrol anlaşmasına tepki gösterdi. Suriye Dışişleri Bakanlığı hafta sonu yaptığı açıklamada bunun Suriye’nin petrolünü “çalma girişimi” olduğunu ve anlaşmanın uluslararası hukuka aykırı olduğunu savundu.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı anlaşmaya, “terörizmin finansmanına destek adımı” diyerek tepki gösterdi: “ABD’nin uluslararası hukuku hiçe sayan, Suriye’nin toprak bütünlüğüne, birliğine ve egemenliğine kasteden ve terörizmin finansmanı kapsamına giren bu adıma destek vermesini esefle karşılıyoruz” denildi.

KvDSÖY’nin ABD’li şirketle yaptığı anlaşmayla “uluslararası hukuku hiçe saydığını, Suriye’nin bütünlüğüne, birliğine ve egemenliğine kasteden bir anlaşma olduğunu iddia ederek karşı çıkan AKP’nin başı R.T. Erdoğan; 2015 yıllarında petrol bölgelerini denetiminde tutan IŞİD’le petrol alışverişi yaptığı, IŞİD’in Suriye ve Irak’tan çaldığı petrolün en büyük alıcısı olduğu o dönemlerde dünya basınına yansımıştı. Rusya R.T. Erdoğan ve ailesini IŞİD’le doğrudan petrol ticareti yapmakla suçlamıştı. Zamanın Rusya Savunma Bakanı yardımcısı Anatoly Antonov Türkiye’nin Suriye’den çalınan petrolün en büyük alıcısının Türkiye olduğunu öne sürmüştü. Rusya TV’lerinde IŞİD’in kontrolündeki bölgeden petrol tankerleriyle taşındığının uydu görüntülerini yayınlamıştı.

Erdoğan 2019’un aralık ayında BM Cenevre ofisinde düzenlenen 1. Küresel Mülteci Platformu’nda “Gelin Suriye’deki petrolü beraber çıkaralım diyorum ama yanaşmıyorlar. Projelerimizi uygulayarak mültecileri evlere, okullara, hastanelere barınmaları için oraya yerleştirelim” diye konuşmuştu. “Fırat Kalkanı”, “Zeytin Dalı”, “Barış Pınarı” harekatlarıyla Suriye’nin kuzeyindeki bölgenin bir bölümünü 30 km derinliğinde işgal eden Türk devleti, Kürtleri bu bölgeden temizleyerek SMO (Suriye Milli Ordusu) denilen cihatçı çeteler ve ailelerini buralara yerleştirerek daha önce Suriye devletinin yapmış olduğu “Arap kemeri”nin daha katmerlisini yapmak istiyor. Ki Erdoğan, buraya yerleştireceği çeteler için “150 metre kare bahçesi olan 300 metre karelik evler yapalım. Bunu da TOKİ yapsın. Petrolü buradan çıkaralım, Türkiye’de mülteci halinde olan insanları buraya yerleştirelim” demişti.

RTE yine bu yılın mart ayında Rusya devlet başkanı V. Putin ile yaptığı görüşmede de Suriye’nin Qamışlo ve Deyr el Zor bölgesindeki petrolün KvDSÖY’in kontrolünden alınması ve bunların geliriyle Suriye’nin yeniden inşası yönünde teklifte bulunduğunu açıklamıştı.

TC’nin Korkusu Anlaşılırdır!

AKP/MHP iktidarının KvDSÖY’nin bir ABD’li şirketle yaptığı anlaşmaya bu denli neden karşı çıktığını, korkusunu anlamak zor olmasa gerek.

Türkiye’nin esas korkusu petrol gelirlerinin KvDSÖY yönetimine ve dolayısıyla bölgedeki yerel halka gitmesi, KvDSÖY’nin özerklik hedefini daha da güçlendirebileceği endişesidir. Suriye’de, Irak’ın kuzeyindeki Kürdistan Bölgesel Yönetimi gibi bir yapının oluşabileceğine dikkat çekiliyor. Kürtlerin bu kazanımları AKP/MHP iktidarını çok endişelendiriyor. TC faşizmi aynı zamanda bu durumun Türkiye’de yaşayan Kürtleri de etkileyeceği endişesi içindedir. Diğer yandan uzun bir süredir Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde özerklik ve benzeri talepleriyle ilgili Suriye hükümetinin vurdum duymaz tavırlarına da bir çelme atılmış oluyor. ABD’li şirketle imzalanan petrol anlaşması KvDSÖY’nin mali kaynaklarının güçlenmesini getirmektedir. Anlaşma aynı zamanda Suriye hükümeti üzerindeki baskının da artmasını getirecektir.

Anlaşmanın Özerk Yönetim İçin Anlamı da Anlaşılırdır!

KvDSÖY’nin ABD’li şirketle yapmış olduğu anlaşma bir anlamıyla KvDSÖY’nin kendi pazarına sahip çıkmasıdır. Bölge halkı Kürt hareketinin önderliğinde üzerinde yaşadığı toprakları IŞİD’e karşı savaşarak, onu yenilgiye uğratarak sahip çıkmışlardır. Bugün de bu toprakların altındaki zenginliğe -petrol- sahip çıkıyorlar. Ulusal meselede sorun en nihayetinde pazar meselesidir.

İlerici, demokratik, ulusal devletler ve sosyalist, DHD’ni yapan devletlerin kapitalist, emperyalist devletlerle ticari ilişkileri olabilir. Buna tarihten örnekler verilebilir. Örneğin 1954 yılında ÇHC ile Hindistan arasında yapılan ticaret anlaşmasında “Barış İçinde Yaşamanın Beş İlkesi” olarak bilinen kurallar bütünü, bu dönemde sürdürülen dış politikanın temel belirleyicileri olarak ortaya çıkmıştır. Bu kurallar “bağımsızlık ve sınırların bütünlüğü, saldırmazlık, diğer ülkelerin iç işlerine karışmama, eşit hak ve karşılıklı yarar prensibi, çevresindeki ilişkileri geliştirme ve barış içinde bir arada yaşama” şeklinde ortaya konmuştur.

Yine örneğin 1917 Ekim Devriminden sonra da benzer örnekler yaşanmıştır. Devrimden sonra yabancı devletlerle yapılacak ticaret anlaşmaları hayati öneme sahipti. Lenin, ABD ile ticari/ekonomik ilişki kurmak için geliştirdiği planı 1918’de Albay Robins aracılığıyla ABD hükümetine gönderiyor. Planda Rusya’nın önceki yıllarda ABD’ye sattığı malların listesi yer alır. Lenin ABD’deki kapitalistlerin Rusya’da kömür ocağı kiralayabileceği, Sibirya’da demiryolu yapımına katılabileceği önerilerinde bulunur. Bu dönemde İsveç ve Danimarka ile ticari alışveriş yapılır.

Elbette örneklerdeki Demokratik Halk İktidarları ve sosyalist ülkelerin yaptıkları anlaşmaların gerçekleştirildiği koşullar ile Özerk Yönetimin yapısı ve koşulları bir ve aynı değildir. En nihayetinde KvDSÖY, kendi yapısına ve koşullarına uygun bir şekilde ABD’li petrol şirketiyle yaptığı anlaşmayla kendi pazarına sahip çıkmıştır. Bu durumda, ABD’li petrol şirketiyle ilişkilerde KvDSÖY’nin kendi bağımsız duruşunu sergilemesi önemlidir. Sorun emperyalistlerin ileri karakolu olmamaktır. Önümüzdeki süreç bunu gösterecektir.

https://ozgurgelecek10.net/makale-rojavada-ozerk-yonetimin-petrolunu-sahiplenmesi-ve-tepkiler/

6413

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Türki entergasyon dinamikleri ve anadilde egitim

TC’nin Lozan sonrası Kürdistan’a ilişkin programı askeri işgal,asimilasyon ve entegrasyon temelli olmuştur.  Kürdistanlılar askeri işgale ve asimilasyona karşı ciddi isyanlar geliştirmiş,mücadeleler vermiş ve bedel ödemişlerdir.Kuzey Kürdistan’da askeri işgale karşı belli gerilla alanları haricinde herhangi bir kazanım elde edilememiş,ancak asimilasyona karşı yürütülen mücadele hedefine tam ulaşamasa da belli sonuçlar üretmiştir. 

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

Sayfalar