“Şangay Komünü” Hikayeleri
MKP ve Marksizmin En Temel İlkeleri
Eleştirilerime aşağıdaki başlıklar altında devam ediyorum:
1- “Şangay Komünü” Hikayeleri
2- Parti Diktatörlüğü Mü? Proletarya Diktatörlüğü Mü?
3- MKP ve Kaypakkaya
1- “Şangay Komünü” Hikayeleri
MKP, 3. Kongre belgelerinde “Şangay Komünü”ne sık sık atıflarda bulunuyor. Ancak, bunun ne olduğunu ne zaman nerde gerçekleştiğini, tarihi derslerinin somut olarak neleri içerdiğine yönelik herhangi bir bilgi bize vermiyor. Paris Komünü ve Sovyetler gibi herkes tarfından bilindiğini ve onlar gibi çok “meşhur” olduğunu varsayıyor olmalı ki, biligilerini kendilerine saklayıp, bizimle paylaşma cömertliğine girişmemişler.
Şangay, Çin’in ilk sanayi şehirlerinden biridir. Çin proletaryası açaısından önemli bir merkez olmasıyla bilinir. İlk ayaklanma 1927 yılında ÇKP önderliğinde gerçekleşmiştir. 1927 yılı Mart ayında, Şangay proletaryası, Çu En lay (ÇKP’nin önderlerinden) önderliğinde ayaklanır ve Şangayı ele geçirir. İlk “Devrimci Konseyler” kurulur. İlk “Şangay Komünü” ismi bu ayaklanmadan gelir. Bu ayaklanma Komüntang gericiliği tarafından kanlı bir şekilde bastırılır. Peşinden, ÇKP’ye hakim olan sağcılarla Marksistler arasında mücadele sertleşir ve bu mücadelenin sonuncunda Mao’nun görüşleri ÇKP içinde gemen hale gelir.
İkinci Şangay Komünü olayı ise, Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) sırasında olur ve Şangay’lı komünistler kapitalist yolculara karşı çok yönlü mücadele verir. Ayrıca Mao’nun karısı Çiang Çing’in yanı sıra, daha sonraları, kapitalist yolcular tarafından “dörtlü çete” diye adlandırılacak olan komünistlerinde Şangay’da olması, “Şangay Komünü” olayını yeniden diriltmiştir. Şangay, BPKD sırasında, komünistlerin, kapitalist yolculara karşı verdikleri teorik mücadelenin ana merekezi olmuştur denebilir. Ancak, bu mücadele, BPKD'nin bir parçası olarak ele alınmalıdır.
“Şangay Ders Kitabı”[1][1]da bu mücadelenin ürünlerinden bir olarak ortaya çıkmıştır. MKP’nin sözünü ettiği “komün” hagisidir bilinmez, ancak, birincisi, Çin’de toplu ayaklanma ile devrimin olmayacağının öğretisini kazandırıken, ikincisi ise, sınıf mücadelesinin kesintisiz olarak sürdürülmesi ve proletarya diktatörlüğünün zayıflatılmamasının dersleriyle doludur.
Burada, “Şangay Ders Kitabı”ndan biraz söz edelim. Bu kitabın Kardelen yayıncılık tarafından Türkçe olarak yayınlanmasından sonra, MKP’de bir “Şangay Komünü” fıtınasıdır aldı başını gidiyor. Bunu Paris Komünü ve Sovyetler ile özdeşleştiriyor. Ve kendilerine rehber olarak aldıklarını ve bunun derslerinden öğrendiklerini de yazıp duruyorlar.
Bu nedenle, Kitaptan söz etmeye devam edelim.
Kitap, Çin’de, Şangay’da bulunan “Fudan Üniversitesi’ne bağlı” komünist ekonomistler tarafından, “Politik Ekonominin Temelleri”[2][2] (1975) adı altında ders kitabı olarak yayınlanmış. Birileri bunu değişik isimlerle dış ülkelerde yayınlamış. Kimileri, bunu: “Maoist Ekonomi ve Komünizme Giden Devrimci Yol” adıyla yayınlamış, kimileri ise, “Sosyalizmin Politik Ekonomisi” olarak yayınlamıştır. Ve bu kitap gibi çalışmalar, Çin’de, özellikle BPKD’i öncesi ve sonrasında ise daha da çoğalmıştır. Sosyalist Çin’de, sınıf mücadelesinin gelişmesine bağlı olarak, yığınlarca buna benzer yayınlar ve çalışmalar olmuştur. Kitabın içeriği çok açık. Sosyalizmin ekonomi politiği üzerine. Ve Çin’deki kapitalist yolcuların görüşlerinin eleştirisini içermektedir.
Şangay Komünü’nden söz eden birde, “Mao Zedung/Bir Yaşam” adlı kitabın yazarı Philip Short. Short’un da kitabında geçen “Şangay Komünü”n başını “dörtlü çete” üyeleri çekiyormuş. Bu yazarın düşüncelerini yakından bilmek için de, yazarın kendisinden kısa bir alıntı aktaralım: Ancak, burada hemen belirtelim ki, adı geçen bu kitap, tekelci burjuvazinin sosyalist ülkelere ve komünistlere bakış açısıyla yazılmıştır. Bir nevi burjuvazinin “Mao ve Çin Komünistleri’nin Kara Kitabı”dır. Bir çok revizyonist kişi ve akımların soayalist Çin’i ve BPKD’ni “değerlendirme başvuru ana kaynakaları” bu kitap olduğu için de, bu kitabın içeriğinin anlaşılması bakımından, yazarın, Haziran 1999 yılında yazdığı, “Teşekkür” bölümünden bir alıntı aktaralım:
“Günümüzde Çin, oraya yerleştiğim yirmi yıl öncesine göre çok daha hoş görülü, liberal bir ülke ve insanlar Mao’nun hayatta olduğu sıralarda düşünülemeyecek özgürlüklerden yararlanıyorlar. Ancak ülke, yurttaşlarına üstlerinin gazabına ya da polis soruşturmasına uğrama korkusu olmaksızın, duyarlı siyasal konularda açıktan demeç verebilecekleri aşamaya daha yeni ulaştı.”[3][3]
20 yıl öncesine göre 1999 yılını “daha özgür” bulan yazar, dünyanın en ucuz işgcünün de Çin’de olduğunu, ve buranın, çinli ve emeryalist uluslararası tekeller için bir sömürü cenneti haline getirildiğini ne yazık ki yazmıyor.
Bu anımsatmalardan sonra biz esas konumuza dönelim:
“Şangay Komünü”nün hikayesinin öne çıkarılması, anlaşılan yine Bob Avakian’ın[4][4] başını çektiği ABD Devrimci Komünist Partisi’ne (DKP) dayanıyor. Şangay ders Kitabı’nın önsöz ve sonsöz yazarı Raymond Lotta, bildiğim kadarıyal DKP’li. Avakin’ı övmekten geri kalmaz. Ayrıca, kitabın içine, Avakian’ın kamuoyuyla bir türlü paylaşmaktan kaçındığı, salt DKP üyelerinin ve bir de Avakian’ın kendisinin bildiği (!) “büyük katkıları”[5][5] sokuşturulmuş ve en azından Avakian’nın “büyük” olduğu vurgulanmış.[6][6] MKP, ne zaman ki ABD/DKP ile yakın ilişki kurdu, o zamnadan beri özellikle sübjektivizm belasından kurtulamadığı gibi daha da derinleşti ve “nitel” –siz bunu, sübjektivizmin en yüksek noktaya vardığı yer olarak anlayın- sıçramaktan kendini alamadı. Sık yüksek sıçramalar yorgunluğa da neden olduğu için -elbette her ilacın bir yan etkisi de olur- çürüme ve yozlaşmaları ve Marksizmden adım adım uzaklaşmaları da beraberinde getirmeyi koşulluyor.
MKP’den alıntılarla, “ünlü” “Şangay Komünü”nün ne olduğunu okuyalım ve peşinden “Şangay Komünü” derslerine bakalım.
“Paris Komünü böyleydi, Sovyet ve Şangay Komünü fikri buydu.”
“Gerek Paris Komünü, gerekse Sovyetler ve Şangay Komünü derslerinin öğrettiği budur.”[7][7]
Görüldüğü gibi her üçüde aynı kefeye konuyor ve bunların öğretilerinden söz ediliyor. Bunların öğretileri, elbetete, MKP’yi, proletarya diktatörlüğünün reddine ve “proletarya ve emekçilerin yeni devleti” fikrine götürmüş. MKP’nin çıkardığı esas ders bu. Paris Komünü “proletarya diktatörlüğü” kuramadı. Böyle bir fikri de yoktu ve bu nedenle de yenildi. En azından başta Marx olmak üzere proletaryanın tüm ustaları böyle bir ders çıkarıyorlar. Buradan çıkarılan birinci ders: Proletarya diktatörlüğünün gerekliliği. “Şangay Ders Kitabı” ya da özgün adıyla, “Sosyalizmin Ekonomi Politiği” adlı kitap ise, MKP’yi yalanlıyor. Bu kitabın en önemli dersi: “Burjuvazi üzerinde top yekün diktatörlük uygulamak”tır.[8][8] Kitap, Çin’li kapitalist yolculara karşı proletarya diktatörlüğünü savunuyor. Bu da gösteriyor ki, MKP, “Şangay Komünü’nden de doğru ders çıkaramamıştır.
İşte bir örnek:
“Sosyalist üretmin hedefi paroletaryanın maddi ve kültürel yaşam düzeyini yükseltmek, proletaryanın diktatörlüğünü sağlamlaştırmak, ulusal savunmayı güçlendirmek ve yine aynı şekilde dünya halklarının devrimci mücadelelerini desteklemektir. Son tahlilde sosyalist üretimin amacı sınıfları ortadan kaldırmak ve komünizmi gerçekleştirmektir.”[9][9]
Kitabın konusu proletarya diktatörlüğü altında sosyalist ekonominin geliştirilmesi, burjuvaziye karşı kesin zaferin kazanılması üzerine olduğu için, her bölümünde sık sık proletarya diktatörlüğünden söz edildiği gibi, bundan vazgeçmenin kapitalist yolcuların revizyonist önermesi olduğuda söyleniyor. Bu konuda, MKP ile “Şangay Komünü” ters düşüyorlar.
İkinci olgu ise, MKP, sosyalist devletin “düzenli ordu” örgütlenmesine karşı çıkıyor. “Şangay Komünü” ise, “ulusal savunmanın güçlendirilmesi”nden söz ediyor.
Kitap ya da MKP’nin adlandırmasıyla söylersek “Şangay Komünü”, “başkan Mao’nun:
“Proletarya diktatörlüğü devamlı olarak güçlendirilmekte ve sağlamlaştırlmaktadır. Kapasitemiz ölçüsünde dünya devrimi hedefine yardım etmeliyiz”[10][10] dediğini aktarır ve proletarya diktatörlüğünün sağlamlaşmasına bağlı olarak dünya devrimine yardımın da artacağı söylenmektedir. Kitabın hiç bir yerinde, “halkın devleti”, “proletarya ve emekçilerin yeni devleti” ve “proletarya diktatörlüğü yanlıştır” diye bir belirleme yoktur. MKP’nin öne çıkarmaya çalıştığı “Şangay Komünü” bize bu dersleri veriyor.
Peki, MKP, “Şangay Komünü” dersleri diye öne çıkardığı bir şeyin neden tersini yapıyor? Ya okumamış ya da bilinçli bir çarpıtma var. Bunu MKP’ye gönül verenler düşünsün?
MKP’nin sübjektif dünyasının değil de, “Şangay Komünü”nün kendi derslerinin daha iyi anlaşılması için bir alıntı daha aktaralım:
“Şangay Komünü”, proletaryanın tarihsel görevini şöyle tanımlıyor:
“Sosyalist dönemde proletaryanın tarihsel görevi; tüm alanlarda ve devrimin tüm gelişim aşamalarında burjuvazi üzerinde her yönlü diktatörlük uygulamakta ısrara etmek, burjuvaziyi bütünüyle yenilgiye uğratmak, genel olarak tüm sınıfları ve sınıf farklılıklarını ortadan kaldırmak, sınıfların dayandığı tüm üretim ilişkilerini ortadan kaldırmak, bu üretim ilişkilerine takbül eden tüm toplumsal ilişkileri ortadan kaldırmak, bu toplumsal ilişkilerin sonucu olan tüm fikirleri devrimcileştirmek ve sosyalist toplumu, daha yüksek ve daha olgunlaşmış komünist topluma doğru ilerletmektir. Bu yüzden sosyalist toplum, komünist toplum için zorunlu hazırlığı teşkil eder ve komünist toplum sosyalist toplumun gelişiminin objektif bir eğilimidir.”[11][11]
Anlayanlar için, Marksizmi savunanlar için, marksist ilkeleri revizyonizmin oyuncağı haline getirmeyenler ve Marksizmi MARKSİZM yapan ilkelerinde diretenler için oldukça anlamlı bir DERS.
O zaman geriye bir şey kalıyor: MKP’nin, “Paris Komünü, Sovyetler ve Şangay Komünü bunu öğretti” dediği şey, MKP’nin bunlardan hiç bir şey anlamadığı tersine bunların öğretilerini bilerek çarpıttığı izlenimi ortaya çıkıyor.
Diğer bir gerçek daha var ki, o da, "Şangay Komünü"nin öne çıkarılması ya bunun BPKD'nin bir ürünü oılduğu, onun bir parçası olduğu gizlenmek istenmiş ya da BPKD'i bilinçli olarak arka plana itilmiştir. Bu tür anlayışlar ABD/DKP'de mevcut. MKP ise bir taraftan DKP'nin bazı anlayışlarını eleştirirken, bir yandan ise onun teorik "sol" sivri yanlarını kendine örnek alıyor. BPKD yerine "Şangay Komün" hikayesi de böyle bir anlayışın ürünü gibi gözüküyor.
2- Parti Diktatörlüğü Mü? Proletarya Diktatörlüğü Mü?
MKP’nin, parti diktatörlüğü ile proletarya diktatörlüğünü özleştirmesi, proletarya diktatörlüğünü, komünist partisi diktatörlüğü olarak aynılaştırması, elbette salt MKP’ye özgü bir yaklaşım değil. Bunun eveli var. Bunun evelini, Bolşevik-Menşevik ayrımında bulabiliriz.
MKP, şöyle diyor:
“Ne yazık ki parti diktatörlüğünün dün de bugün de savunucuları vardır. Bu kesinlikle reddedilmelidir.”[12][12]
Bu görüş, MKP’nin açık olmayan, kapalı görüşü. “Kongre tanıtım toplantıları”nda, dün ve bugün kimlerin savunduklarını söylüyorlar. Dün Lenin, Stalin ve Mao savunuyormuş, bugün ise bunları aynen takip edenler varmış. Yurtdışındaki tanıtım toplantılarında ısrarla Lenin’in “parti diktatörlüğünü” savunduğunu dinleyicilerin gözünün içine baka baka söylendi. Umarım bunları yazılı hale getirirler ve okuyucularda Lenin’in ne mal olduğunu görür.
Biz elbette, “yazılı” olmadığı için “tanıtım toplantılarında” söylenenleri esas almayacağız. MKP’nin yukarıda yazılı olark söylediği de bizim için yeterlidir. Parti diktatörlüğü ile proletarya diktatörlüğünü özdeştirmeleri yeterli bir veridir. Ve buradan hareket ederek, bu konuda ustaların ne dediklerine bakacağız.
Burada, sıcağı sıcağına Lenin’in bu konudaki düşüncelerine baş vuralım. Bakalım, MKP teorisyenlerinin söylediği gibi Lenin, parti diktatörlüğünü mü savunmuş:
Lenin, “Sol” Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı adlı yapıtında, Alman “sol”larının, “parti diktatörlüğü, liderin diktatörlüğü vb.” anlayışalrını eleştiriken şunları söyler:
“Sadece, sorunu “Parti diktatörlüğü mü, yoksa sınıfın diktatörlüğü mü? Liderlerin (parti) diktatörlüğü mü, yoksa yığınların parti diktatörlüğü mü?” biçiminde koymak bile, inanılmaz ve umutsuzluğa yolaçan bir fikir karagaşalığı anlamına gelir.”[13][13]
“Yığınların sınıflara bölündüğünü herkes bilir. ... ve sınıfların, bir kural olarak ve çoğu durumlarda, hiç değilse bugünkü uygar ülkelerde siyasal partiler tarafından yönetildiğini, ve siyasal partilerin de, genel kural olarak en çok otorite ve etki sağlamış olan, en deneyimli ve sorumlu görevlere seçim yoluyla gelen ve lider diye adlandırılan kişilerden meydana gelmiş, oldukça kararlı gruplar tarafından yönetildiğini herkes bilir.”[14][14]
“Ama bu bahaneyle, genel olarak, yığınların diktatörlüğünü, liderlerin diktatörlüğü ile karşı karşıya koymak, gülünç bir saçmalıktır.”[15][15]
Lenin’in, daha başka görüşlerinde baş vuracağız. Ancak, küçük burjuva “sol”lardan olsun, proletarya partisinin içeriğini, onun çelikten disiplinliliğini, proletaryanın öncüsü olduğunu reddeden ve bulanıklaştımaya, tam da menşevik bir anlayışa getirmek isteyenler, her zaman ilk karşı çıktıkları, “parti disiplini” olmuştur. MKP’nin derdi de burasıdır. Bu anlayışlarını devam ettirdiklerinde ya da bu anlayışlarını teorrik olarak temellendirmeye çalıştıklarında bunları daha net göreceğiz. KP’ni liberalleştirmeye, proletaraynın bir savaş örgütü olmaktan çıkarıp, herkesin gelip girdiği bir yer olarak ele alacaklardır. MKP, biraz da öyle değil mi?
SSCB’ndeki yabancı İşçiler Yayınevi Kooperatifi/Moskova-Leningrad” adlı bir koolektif tarafından çıkarılan “Leninizm, III. Defter Proletarya Diktatörlüğü” (1935) adlı “Proletaryanın büyük öğretmenlerinin eserlerinden derlenmiştir” ibaresi yer alan broşür’de, Lenin’in Parti Diktatörlüğü analayışıyla ilgili olarak şunlar söyleniyor:
“Lenin’in proletarya diktatörlüğü ve proletarya diktatörlüğü sisteminde partinin rolünü işlediği ya da kısaca değindiği yapıtlarının hiç birinde, ne temel yapıtlarında ne de diğerlerinde, “poletarya diktatörlüğü partimizin diktatörlüğüdür” anlamına gelebilecek en ufak bir imanın bulunmaması karakteristiktir. Tam tersi: bu yapıtların her sayfası, her satırı böyle bir formüle şamar indirir. (bkz. Devlet ve Devrim”, “Proleterya Devrimi ve dönek kautsky”, “Sol’ Komünizm-Bir Çocukluk Hastalığı” vb)”[16][16]
Ve yine aynı koolektif, aynı yerde, Lenin tüm eserlerinin incelenmesi soncu, maddeleştirdiği sonuçlardan birinde şunu söyler:
“b) Lenin’in, hasımlarla polemik içinde, parti diktatörlüğünden söz etmek zorunda kaldığı az sayıdaki durumda, genelde “tek parti diktatörlüğü”nden, yani partimizin tek başına iktidarda olduğundan, iktidarı başka partilerle paylaşmadığından sözettiğini, ve bu konuda her zaman, işçi sınıfı karşısında Parti diktatörlüğünden, parti tarafından önderlik edilmesinin, partinin önder rolünün anlaşılması gerektiğini açıkladığını;
c)Lenin’in, proletarya diktatörlüğü sisteminde Partinin rolünü bilimsel olarak tanımlamayı gerekli gördüğü durmların hepsinde yalnızca işçi sınıfına nispetle Partinin önder rolünden söz ettiğinin (ki böyle binlerce durum vardır);
d) Tam da bu nedenle Lenin’in, Partinin rolü hakkındaki temel karara –Komüntern’in II. Kongresi’nin kararını kast ediyorum- “parti diktatörlüğü” formülünün koymayı “aklından bile geçirmediğini”[17][17]
Bütün bu alıntılarda ortaya konan açıklamalar, Lenin’e “parti diktatörlüğünü savundu” şeklinde getirilen iftiraları boşa çıkarmaya yettmiş olmalıdır. Lenin, RSDİP içindeyken, partinin rolünü küçümseyen, onu bir küçük burjuva kulübü haline getirmek isteyen her türlü oportünist analayışla mücadele etmiştir. Bu nedenledir ki, Bolşevikler, Lenin’in çizgisinde yürüdükleri için Rusya’da sosyalist devrimi gerçekleştirdiler. Menşeviklerin ya da bugün MKP’nin dediği yoldan gitselerdi, devrimin gerçekleşmesi söz konusu dahi olamazdı. MKP, Lenin, Stalin ve Mao’yu kendine reheber alacağı yerde, liberal “sol”cuların bakış açısını rehber edinmeyi tercih etmiştir.
“Parti diktatörlüğünü” savunan olmamış mıdır? Elbette vardı. SBKP içinde, Ziyonev, Sorin ve Tanner, “parti diktatörlüğünü” savunuyorlardı. Troçki ise, siyasal karakteristiği gereği ortama göre gidip-geliyordu. Lenin ve Stalin ise, bu tür anlayışlara sert bir şekilde karşı çıkıyorlar ve “saçmalık” olduğunu söylüyorlardı.
İşte Stalin’in Ziyonev’den yaptığı bir alıntı:
“ Sınıf içeriği bakış açısından’, diyor Ziyonev, “Sovyetler Birliği’ndeki mevcut düzen nedir? Proletarya diktatörlüğüdür. SSCB’nde iktidarı doğrudan hareket ettiren yay nedir? İşçi sınıfının iktidarını gerçekleştiren kimdir? Komünist partisi! Bu anlamda bizde (abç. –J. Stalin) Parti diktatörlüğü vardır. SSCB’nde iktidarını hukuki biçimi nedir? Ekim Devrimi tarafından yaratılan yeni devlet düzeni tipi nedir? Sovyet sistemidir. Biri diğeriyle asla çelişmez.”[18][18]
Ve Ziyonev’in bu görüşlerine karşı Stalin’in verdiği yanıtı, uzun olmasına karşın yinde buraya aktaralım. Çünkü, özellikle “parti diktatörlüğü” konusunda, revizyonist ve oportünist kesimler tarafından en çok “suç”lanan Stalin’dir.
“Eğer Partinin bir bütün olarak işçi sınıf karşısında diktatörlüğü ile, Parti tarafından önderlik edilmesi kastediliyorsa, birinin diğeriyle çelişmediği elbette doğrudur. Ama bu nedenle, proletarya diktatörlüğü ile parti “diktatörlüğü” arasına, Sovyet sistemi ile parti “diktatörlüğü” arasına bir eşit işareti nasıl konulabilir? Lenin, Sovyet sisteminin proletarya diktatörlüğü ile özdeşleştiriyordu, ve bunda haklıydı, çünkü Sovyetler, bizim Sovyetlerimiz, emekçi kitleleri partinin önderliği altında proletaryanın etrafında birleştiren örgütlerdir. Ama, Lenin, Ziyonev’in şimdi yaptığı gibi, Parti “diktatörlüğü” ile proletarya diktatörlüğü arasına, Parti “diktatörlüğü” ile Sovyet sistemi arasına ne zaman, nerede ve hangi yapıtında bir eşit işareti koymuştur? Proletarya diktatörlüğü, ne parti tarafından önderlik edilmeyle (“diktatörlik”), ne de önderler tarafından önderlik edilmeyle (“diktatörlük”) çelişmez. Acaba bu nedenle, ülkemizin proletarya diktatörlüğü ülkesi, yani Parti diktatörlüğü ülkesi, yani önderler diktatörlüğü ülkesi olduğunu ilan etmek mi gerekir? Ama Ziyonev tarafından alttan alta ürkekçe savunulan Parti “diktatörlüğü”nü paroletarya diktatörlüğü ile özdeşleştirme “ilke”si işte tam da bu maskaralığa götürür.”[19][19]
Stalin’in “parti diktatörlüğünü” savunduğunu ileri sürenlere karşı, bu yanıt yeteli olur mu bilinmez. Ancak, Marksizme inananlar açısından bu yeterli olmalıdır. Ziyonev ve hatta Troçki gibi, proletarya diktatörlüğü ile parti diktatörlüklerini aynılaştıranların saçmalıklarını Lenin ve Stalin’e mal etmek -her şey orta yerde duruken- dürüstçe bir tavır değildir.
İşte Lenin’in, Sosyal-Devrimciler ve Menşeviklerle ilgili girdiği polemikte, “tek parti diktatörlüğü” ile ilgili getirilen saçmalıklara verdiği yanıt:
“Eğer bize tek parti diktatörlüğü suçlaması getiriliyorsa, ve işittiğiniz gibi, sosyalist birleşik cephe öneriliyorsa, cevabımız şudur: ‘Evet, tek parti diktatörlüğü’ Bunda ısrara ediyoruz, ve bu zemini terk edemeyiz, çünkü bu parti onlarca yıl boyunca tüm sanayi proletaryasının öncü müfrezesi olma mevkiini kazanmış bir partidir.”[20][20]
Burada Lenin’in söylediği çok açıktır. İktidarın Menşevik ve Sosyal-devrimcilerle paylaşılmayacağı ve Bolşeviklerin önderliğinde olacağıdır. Çünkü menşevikler ve Sosyal-Devrimciler 17 ekim Devrimi’nde Kara Yüzler (Rus burjuvazisi) ile birlikte devrimin karşısında yer almışlardır.
Ve aynı Lenin, Menşevik ve Sosyal-Devrimcilerin, Bolşeviklere yönelik kara propagandalarına karşı verdiği yanıt:
“Onlar (özellikle Menşevikler ve Sosyal-devrimciler, hepsi, hatta ‘solcular’ı bile, köylüleri ‘tek parti diktatörlüğü’, Bolşeviklerin, Komünistlerin Partisinin ‘diktatörlüğü’ umacısıyla korkutuyorlar.
Kolçak örneği, köylülere umacılardan korkmamayı öğretmiştir.
Ya çiftlik sahiplerinin ve kapitalistlerin diktatörlüğü (yani demirden iktidarı), ya da işçi sınıfının diktatörlüğü.”[21][21]
MKP’nin seçtiği yol, Lenin’in işaret ettiği “işçi sınıfının diktatörlüğü” olmadığı açık. Onlar, bunu, açıktan reddediyorlar. Çünkü onlar, Kolçaklar’ın (yani, burjuvazinin) “demirden iktidarı” ile işçi sınıfının diktatörlüğünü özdeşleştiriyorlar. Bu, hangi kılıf altında olursa olsun, liberalizme evrilmedir. Teorik olarak, Marksizmden uzaklaşarak demokratlığa adım atmadır. Lenin ve Stalin, proletarya diktatörlüğünün, “parti diktatörlüğü” olmadığını defalarca vurguluyor ve hatta “parti diktatörlüğünü” savunanlara karşı eleştiri getiriyorlar, buna “saçmalık” diyorlar, MKP, ise, bütün bu gerçekler ortadayken, Bolşevikleri, parti diktatörlüğünü savunmak ve uygulamakla “suçluyor”. Getirilen eleştiriler, belgeli olmalıdır. Aynı eleştirileri burjuva liberalleri ve “sol” liberaller söylüyor. Eleştirilerinizi belegelendiremezseniz, diğer liberallerden fazla bir farkınız kalmaz.
RSDİP’nin, “Bolşevik-Menşevik” diye ikiye ayrıran KP anlayışıdır. Bu bilinen bir gerçektir. Bu tartışmalara geri dönmenin pek bir anlamı yok. Ancak, KP örgütlenmesi Leninist olmak zorundadır. Marksist literatürde bir ilke olarak geçen KP örgütlenmesi, zaafa uğratıldığında ve Leninist anlayıştan çıkıldığında, daha baştan işçi sınıfının partisi olmaktan çıkılmış olur. Devrimden önce nasıl ki, işçi sınıfına önderlik eden ve onları devrim mücadelesine kazanan KP ise, devrimden sonrada işçi sınıfını yöneten yine parti olacaktır. Bu sınıflar var olduğu sürece böyle kalacaktır. Sosyalizmin ileri aşamalarında sınıfların ortadan kalkmasına ya da devletin sönmesine koşut olarak partiye de bir gereksinim olmayacaktır. Küçük burjuva üretim var olduğu sürece, sınıf çatışmaları da olacak ve bu küçük üretim her geçen gün kapitalizmi doğuracak ve onu yeniden diriltmeye çalışacaktır. Parti, işte bunlar için var olcakatır. Bu bir niyet sorunu değil, sosyal koşulların dayatmasının bir ürünü olarak parti varlığını sürdürecektir.
“Proletaryanın siyasal partisi saflarında sert bir merkezi yönetim ve disiplin egemen olmalıdır. Proletarya diktatörlüğü, eski toplum güçlerine ve geleneklerine karşı, kanlı ve kansız, şiddete başvuran, barışçı, askeri, iktisadi, eğitici ve yönetsel, inatçı bir savaştır. Milyonlarca ve onmilyonlarca insandaki alışkanlık gücü, en korkunç güçtür. Savaşta çelikleşmiş bir parti olmadan, söz konusu sınıf için namuslu olarak ne varsa onun güvenini elde etmiş bir parti olmadan, yığınların havasını izlemesini bilen ve bunu etkileyebilen bir parti olmadan, bu savaşı başarıyla yürütmek olanaksızdır.”[22][22]
Lenin, proletaryanın sınıf bilinçli partisini böyle tanımlarken, devrimden sonrası içinde şunları ekliyor:
“Merkezileşmiş büyük burjuvaziyi yenmek, milyonlarca ve milyonlarca küçük mülk sahibini “yenmekten” bin kez daha kolaydır; oysa bunlar her günkü alışılagelen, gözle görülmeyen, elle tutulmayan ufak-tefek eylemleriyle burjuvazi için tam da gerekli sonuçları, burjuvaziyi yeniden iktidara getirecek olan sonuçları gerçekleştirmektedirler. Proletaryanın partisinin demir disiplinini (özellikle diktatörlüğü sırasında) azıcık da olsa zayıflatan kimse, gerçekte, proletaryaya karşı, burjuvaziye yardım etmektedir.”[23][23]
Proletaryanın komünist partisine neden gereksinim duyduğu açıktır. Bu, Rus ve Çin devrimleri ile kanıtlanmıştır. Paris Komünü, böyle bir çelik disiplinli partinin zorunululuğunu yenilerek kanıtlamıştır. Ve proletaryanın partisi bir burjuva partisi ile özdeşleştirilirse, burada büyük bir yanılgı ortaya çıkar. Daha önemlisi büyük bir çarpıtma var demektir. Küçük burjuva oportünizmi, oldum olası proleter disiplinden ve proleter yaşam tarzından hep kaçmış, gevşek, istediği zaman istediğini yapabileceği, canı isterse disipline uyacağı, istemezse uymayacağı bir parti öngörmüştür. Tam da sınıf yapısına uygun. Ancak, sınıflar arası mücadele böyle bir partinin yaşamasına izin veremez. Çünkü burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşım bir iktidar savaşıdır. Ölümüne bir mücadeledir. Bunu her gün yaşayarak öğreniyoruz, görüyoruz. Burjuvazi en küçük demokratik hak ve özgürlekler için mücadeleyi kanlı bir şekilde bastırıyor. Sınıf mücadelesini, iktidar mücadelesi olarak ele almayanlar için, proletaryanın diktatörlüğü ve disiplini kabul edilmez olabilir. Ama, burjuvazi, proletarya diktatörlüğünü yıkmak için bir saniye bile boş durmaz, durmuyor. Buna karşı işçilerin örgütlenmesi, eğitilmesi, bilinçlendirilmesi ve kendi iktidarlarına sahip çıkmalarını sağlayacak koşulların yaratılması parti önderliğinde olabilir.
Özellikle Stalin dönemini “parti diktatörlüğü” olarak değerlendiren MKP, böylece, Stalin’e karşı, burjuvazi, troçkistler ve diğer revizyonist küçük burjuva akımlarla aynı dili kullanmaktadır. “3. Kongre tanıtım toplantılarında”, II. Enternasyonalin “günhaları”nın Marx ve Engels’e bağlanması, Kronstadt ayaklanamsının bastırlmasını aynı burjuva argümanlarla dillendirilmesi, bütün bunlar Marksizmin temel ilkelerinin laçkalaştırılması, aşağılanması ve kitlelerin gözünde küçük düşürülerek, onu işe yaramaz teori ve pratik bütünlüğü olarak göstermenin çiğ çabası olarak dışa vurmaktadır.
“Çok partili sosyalizm”, proletarya diktatörlüğü yerine; “proletarya ve emekçilerin yeni devleti” ve proletarya önderliği yerine; “halkın önderliği”nin konması, ve proletarya önderliğinin “tek parti önderliği” özdeşleştirilmesi vb. ve Lenin’in deyimiyle; proletarya diktatörlüğü ve işçi sınıfının öncü partisinin yerine: “sosyalist birleşik cephe” gibi anlayışlar yan yana getirlidiğinde, ortaya “güler yüzlü sosyalizm” çıkıyor. “Güleryüzlü sosyalizm” Yugoslavya’da Tito’nun uyguladığı ve ülkemizde M. Ali Aybar’ın savunduğu görüşlerdir. Bugün bunu savunmak MKP’ye nasip oldu. Markszimin ilkeleriyle oynamak, onu laçkalaştırmak ve peşinden ise işe yaramaz hale getirmenin küçük burjuva taktikleridir. Yukarıda sıraladığımız görüşler MKP’e aittir. Bunların Marksizmle bir bağını kurmanın olanağı yoktur. Marksizm elbette bir doğma değildir. Ancak, dogmatizme karşı çıkma adı altında Marksizmin en temel ilkelerini revize etmek, Marksizmi geliştirmek değil, onu burjuvazinin kabul edebileceği bir durmu sokmak demektir. Marksizmi geliştirmek, onun devrimci özünü koruyarak daha ileri bir teorik seviyeye çekmekle olabilir. Marksizmi geliştirmek, Marx’ın en temel katkısı olan proletaryanın devrimci diktatörlüğü yerine, demokrat-halkçı görüşleri ileri sürmekle olamaz.
Marx şöyle diyor:
“ ‘Sosyalist’lerin proletarya diktatörlüğünü anlamamalarının en belli başlı nedeni, mantıksal sonucu ile sınıf kavgası düşüncesini taşımamışlardır.”[24][24]
Sonuç olarak:
MKP, Marksizmin en temel ilkesini, proletarya diktatörlüğünü” reddediyor. Oysa, Marx, Engesl ve Lenin için bu sorun en temel sorundur. Sınıf mücadelesinin sürdürülmesinin, burjuvaziyi altetmenin en önemli aracıdır. Yine Stalin ve Mao’da aynı şekilde bu öğretiye bağlı kalmışlardır. Markszimin bu en temel öğretisini reddeden MKP ile Marksizm arasındaki bağı kurmak oldukça zorlaşıyor.
3- MKP ve Kaypakkaya
Devrimci siyasi bir parti, kendi hatalarını görüp düzeltmesi, eksikliklerini tamamlaması, devrimci olmasının gereklerinden biridir. Başka tülü de gelişip güçlenemez. MKP’de, kendi eksik ve hatalarını gidermesi ve yeni teorik formasyonlar üretmesi doğaldır. Buna karşı çıkılmaz. Ancak, kendine Marksist-Lininist-Maoist (MLM) diyen bir hareket, elbette, teorik önermeleri tarihsel materyalizm ve diyalektik materyalizm temelinde olmak zorundadır. Bu olmazsa, Marksizmle direkt ilişkili kalamaz. Ama ona yakın ya da ondan etkilenmeler şeklinde yoluna devam edebilir. Bu da, elbette, Marksizm olamaz.
MKP, kendine Kayapakkayacı diyen ve onu önder olarak kabul eden bir örgüttür. Biz burada, MKP’nin Kaypakkaya ile bağlarını araştıracağız. Kaypakkaya’dan 3. Kongre’lerine ne kalmış diye bakacağız.
Öncelikle vurgulamak gerekiyor. MKP, “nitel” olmayı seven bir örgüt. Bu bizim öznel bir yorumumuz değil, bütün kongrelerinde “nitel” bir şeyler var. Aşağıda, MKP’nin, “nitel” gelişmelerini aktarıyoruz:
“11) TKP(ML)’nin kuruluşunda, kurucu komünist önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA’nın Seçme Eserleri’nde 5 temel belge adı altında toplanan ve aynı zamanda TKP(ML)’nin programatik ilke ve görüşleri olarak ifadesini bulan bu belge, Maoist Komünist Partisi ile yeni nitel bir seviyeye ulaşmıştır. Komünist bilim, ideoloji ve teroinin bir eylem kılavuzu olarak sıçramalı nitel ilerlemeler göstereceği gerçeğinin somut bir göstergesi olan MKP’nin yönelimi fevkalade anlaşılır bir durumdur.”
“12) TKP(ML)’nin ismi ... I. Kongre ile ... nitel aşama... MKP olarak değiştirildi.”
“13) MKP; ... TKP(ML) ile aynı mirasın sahibi ve onun nitel olarak ileri seviyede devamcısıdır.”[25][25]
Küçük burjuvazinin kendini övme hastalığı bilinir. Halkımız der ki; “bırak seni başkaları övsün”. Bu da ancak, salt lafta değil, pratikte ortaya bir şeylerin konmasıyla olabilir. Biz, MKP’nin “nitel” oluşuna dediğimiz bir şey yok. O kendi kendini her zaman “nitel” olarak ifade edebilir. Bu onun hakkı. Ancak, bir de teorik ve pratik gerçekler vardır. Belirleyici olanda budur.
MKP, 1. Kongre’sinde, Kaypakkaya’nın “5 temel belgesini savunmayan revizyonist” diyordu, ve o zamanda “nitel”di. Son kongresinde ise “5 temel belge”den geriye bir şey kalmamış olması da MKP için yine “nitel” olmuş. Lenin, Bolşeviklerin çoğunluğu sağladığı kongrede “nitelik” bir sıçrama yaptık demedi. Ve Lenin, bu soruna sınıf mücadelesinin gelişmesi ve proletaryanın iktidarı açısından yaklaştı. Mao, 1933 yılında iktidara geldiğinde ve parti içinde göüşlerini kabul ettirdiğinde “nitel” bir aşamaya geldik demedi, daha değişik bir şekilde yorumladı. Ne var ki, MKP’nin her adım atışı “nitel” oluyor. Diyalektik olarak doğru. Her nicelik aynı zamanda bir niteliktir. Ancak onlar bunu, bu felsefi anlamda söylemedikleri açık. Ne var ki, bu kadar “nitel” durmu işçiler ve emekçiler ve hatta ileri unsurlar MKP’de bir türlü göremiyor. Ama, son kongrelerinde, Marksizmden geriye doğru ciddi bir nitel adım attıkları bir gerçektir. Bu inkar edilemez. Bu geriye adım, çıplak gözle bakınca, çok rahat bir şekilde görülebiliyor.
Kaypakkaya’nın “5 temel belgesi yeni bir niteliğe ulaştı” diyorlar. Yani, MKP 3. Kongre’sinde Kaypakkaya bir kere daha “nitel” olmuş. Oysa, 3. Kongre görüşlerinde ve bütünsellikle teorik görüşlerinde, Kaypakkaya ile kopmakta olan bağlarını da koparmışlardır. Sadece, kemalizm anlayışı kalmış, onu da yine Komüntern’e saldırarak ve Kaypakkaya’nın “liberal” davrandığını söyleyerek açıklamaya çalışmışlar. Küçük burjuva sağ “sol”culuğu “nitel”lerle kendini “sol” gösterme gayretine dönüşmüş. Teoride “sol”culuğun, pratikte sağcı oluşun diyalektiğidir, bu “nitel” vurgular.
Kaypakkaya ve MKP arasındaki teorik ilişki
1. Kaypakkaya; III. Enternasyonali, yani Komünterni savunur, MKP savunmaz.
2. Kaypakkaya, Stalini savunur. MKP ayıp savma amacıyla savunur gözükür.
3. Kaypakkaya, Marx’ın en temel katkısı olan “Proletaryanın devrimci diktatörlüğünü”[26][26] savunur. MKP, savunmaz.
4. Kaypakkaya’da, “parti diktatörlüğünü, proletarya diktatörlüğüyle özdeşleştirme” yoktur. MKP’de vardır.
5. Kaypakkaya’da, sosyalizmde KP’nin proletaryanın önder gücüdür. MKP’de, “halkın önderliği” vardır.
6. Kaypakkaya’da, “proletarya ve emekçilerin yeni devleti” vb. Kuruşçevvari vb. halkçı anlayışlara taviz yoktur. MKP, öz olarak “halkın devleti”ni savunur.
7. Kaypakkaya’da, sosyalizmde “çok partili” sistemi ilkeselleştirme yoktur. Ve revizyonizmin “güler yüzlü sosyalizmi”ne karşıdır. MKP’nin savunusu: “güler yüzlü sosyalizmdir.”
8. Kaypakkaya’da, Marksizmin sınıf karakterinden[27][27] taviz yoktur, onun ilkeli savunusu vardır. MKP’de, “halk önderliği” adı altında, Marksizmin sınıf karakteri bulanıklaştırmıştır.
9. Kaypakkaya’da, Fokoculuk yoktur. Onun Halk Savaşı teorisi bütünlüklüdür. Sosyal koşulları değerlendirmesine uygundur. Kaypakkaya, THKO ve THKP-C’nin fokocu anlayışlarına karşı çıkmış ve eleştirmiştir. MKP’, fokocu çizgiyi, teoride sistemleştirmiştir.
10. Kaypakkaya’da, II. Enternasyonal oportünistlerin günahı “Marx ve Engels”indir diye bir belirleme yoktur. MKP, “Kongre Tanıtım toplantıları”nda bunu ileri sürmüştür.
11. Kaypakkaya’da, “ezilen ulus hareketinin talebi bizim de talebimizdir, sahip çıkmalıyız ve savunmalıyız” diye bir belirlemesi olmadığı gibi, bu tür anlayışları proletar sınıf bakış açısından sapma olarak görür. Ve soruna proletaryanın sınıf çıkarları açısından savunulması ilkesini savunur. MKP: “PKK’nın Kürt ulusal haklarında ortaya sürdüğü talepleri biz de sahiplenip desteklemeliyiz” diyor
12. Kaypakkaya, ulusal sorunun ulusal burjuvazinin “pratik olma” yanıyla değil, bütün (ezen ve ezilen) uluslardan proletaryanın sınıfsal çıkarları açısından yaklaşır.
13. Kaypakkaya’nın baş çelişmeye yaklaşımı, halkçı değil, proletar sınıf yaklaşımı eksenindedir.
14. Kaypakkaya’nın Marksist teorisinde eklektizm yoktur. O ilkelidir. MKP’de ilke olmadığı gibi eklektik teorilerin bütünlüğü vardır.
15. Kaypakkaya ile MKP arasında, MKP’nin Kaypakkaya’yı “önder” olarak kabul etmesinin dışında her hangi bir bağ kalmamıştır. Varsa, duygusal bir bağ vardır.
Kaypakkaya ile bağ, salt onun, iktisadi yapı değerlendirmesi ve bundan hareketle, devrimin karakteri, devrimin yolu vb.ni savunmak değildir. Bunlar değişebilir. Önemli olan Kaypakkaya’nın Marksist ideolojisini savunmaktır. Bu tür değişimler iradi değil nesnel gelişmelerdir. Hatta Kaypakkaya bu değişimleri görememiş de olabilir. Ama, Kaypakkaya’yı Kaypakkaya yapan onun MLM temel ilklerini savunmasıdır. Tarihsel materyalizmi ve diyalektik materyalizmi savunmasıdır. ***Ocak 2014
-Bitti-
[1][1] Şangay Ders Kitabı, Kardelen Yayıncılık, Temmuz 2012
[2][2] Şangay Ders Kitabı, sf. 42
[3][3] Philip Short, Mao Zedung/Bir Yaşam, sf. 11, İthaki Yayınları 2007
[4][4] Yusuf Köse, “Günümüzün Yeni Dühringi Bob Avakian” yazısı.
[5][5] Bkz. Şangay Ders Kitabı, sf. 27, Dip Not
[6][6] Bu kitabı, Kardelen Yayıncılık yayınlamış. Ben olsaydım, Sadece, Çinli yazarlara ait olan bölümü yayınlar, DKP’nin yazarlarının görüşlerini yayınlamazdım. Doğru ve dürüst yayıncılık da budur.
[7][7] Agb, sf.113
[8][8] Şangay Ders Kitabı, sf.42
[9][9] Şangay Ders Kitabı, sf. 119, açY.K.
[10][10] Şangay Ders Kitabı, sf. 119
[11][11] Şangay Ders Kitabı, sf. 216, aç. Y.K.
[12][12] Agb, sf. 119
[13][13] Lenin, “Sol” Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, sf. 36, Beşinci Baskı, Sol Yayınları
[14][14] Lenin, age, sf. 36
[15][15] Lenin, age, sf. 38
[16][16] Leninizm, Defter III, “Proletarya Diktatörlüğü” adlı broşür, sf. 100-101, 2. Basım, İnter Yayınları
[17][17] Leninizm, Defter III, sf. 101
[18][18] Leninizm, Defter III, sf. 98-99
[19][19] Leninizm, Defter III, sf.99
[20][20] Leninizm, Defter III, sf. 99-100
[21][21] Lenin’den Akataran, Leninizm, 3. Defter, sf. 100
[22][22] Lenin, “Sol” Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, sf. 40
[23][23] Lenin, Sol komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, sf. 40-41
[24][24] Marx’ın Joseph Weudemeir’e yazdıpğı mektup (5 Mart 1952) aktaran Lenin, proletarya Diktatörlüğü Teorisi broşürü, sf.10, Tan Yayınları, ayrıca Bkz. Lenin, Eserler, C. 30, Almanca 1969 baskısı, sf. 79
[25][25] Agb, sf. 244
[26][26] Bkz. İ. Kaypakkaya, SE, sf. 421, “Şafak revizyonistleri, Demokratik halk diktatörlüğü, Sosyalizm ve Komünizm öğretisini Akıl Almaz Şekilde Tahrif Ediyorlar”, ayrıca bkz. “TİİKP Program Taslağı Eleştirisi”
[27][27] İ. Kaypakkaya,age, sf. 414, “Şafak Revizyonistleri, Marksism-Leninizm-Mao Zedung Düşüncesi’nin Sınıfsal karakterini İnkar Ediyor”
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)