Perşembe Ekim 17, 2024

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Demokratik Gelişim Enstitüsü, araştırmacı-yazar İzzet Akyol tarafından yazılan ‘Düşük Yoğunluklu 40 Yıllık Savaşın Türkiye’ye Ekonomik Maliyeti’ başlıklı bir rapor yayınlandı. (…) Raporda, 40 yıllık çatışmalı sürecin ekonomik maliyeti yaklaşık olarak 4 trilyon dolar (3 trilyon 865 milyar 358 milyon) olarak belirtilmiş. İzzet Akyol, raporda silahlı çatışma ortamının temelde dört yolla ekonomik büyümeyi yavaşlattığını belirterek, bu dört yolu şöyle sıralıyor: 1) Silahlı çatışmaların doğrudan maliyetleri, 2) Yatırımlardaki azalma ve verimlilik kayıpları, 3) Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının frenlenmesi, 4) Turizm gelirlerindeki azalma. Akyol’un da vurguladığı gibi, Kürt sorununa siyaset çerçevesinde çözüm bulmada başarısız olunmasının ülkeye muazzam bir ekonomik maliyeti var. (…)”

Gazeteci Nurcan Baysal’dan aktarılan bu iki paragraftan ilkindeki sözler, doğrudan Recep Tayip Erdoğan’a ait.

Denilebilir ki savaşın ekonomik gösterge ve sonuçları, halkın doğrudan yaşamında zaten en derin ve dramatik haliyle vücut buluyorken, bunun için ayrıca kanıt sunmaya aslında pek de gerek yok, değil mi? Evet ama insanlarımızın ezici çoğunluğunun bilinçleri bin bir yol ve hileyle öylesine tarumar edilmekte ki yaşadıklarının ve kendilerine yaşatılanların gerçek nedenlerinin bilincine varabilmeleri için bıkıp usanmadan bunları en ince detaylarına kadar anlatmanın şart olduğunun da devrimciler bilincinde olmak zorunda. 

Öte yanda din, ari ırk ve “Vatan Millet Sakarya” “afyonunun” bu denli derinden hissedilip yaşandığı bu toplumsal realitede, bu değerler adına kitlelerin kolayca manipüle edilerek gerçek gündem ve gerçek düşmanları nezdinde hedef yitimine uğratılıp, bir yalanın peşine takılmalarını sağlamak da bir o kadar kolay.

Temel gıdaları mazlumların alın teri ve kanı olan sömürücü faşistlerin kitleleri manipüle etmedeki en temel silahı hiç kuşkusuz ki demagojidir. Dün, barış süreci vesilesiyle yukarıdaki gerçekleri kolayca dile getirip, kitleleri ikna edip rızasını almak isteyen Erdoğan, bugün de rahatlıkla Bahçeli’nin 2019 da ki şu demagojisi benzeri demagojiye başvurmakta hiçbir tereddüt göstermiyor örneğin:

“Fedakârlık olmadan bekamız ve bağımsızlığımız muhafaza ve müdafaa edilemez. Terörle mücadelenin bir bedeli var. Bu bedele var olmak için katlanmak zorundayız.” Dedikten sonra, kendisine has o matematiksel yeteneğiyle: “Ekonomide spekülasyon yapanlar ne kurşunun ne de bombanın maliyetini bilenlerdir. Bunlar boş boş konuşmaktadır… Fırtına obüsleri bir saatte yaklaşık 240-250 mermi atabiliyorlar. Obüsler günde iki saat kullanılıyor, bu da ortalama 500 obüs mermisinin kullanıldığı anlamına geliyor. Bu mermilerin ortalama fiyatı 1000 dolar. Günde 500 mermi 500 bin dolar eder. Tek bir fırtına obüsünün sadece atıştaki mermi maliyeti 50 milyon dolara yaklaşıyor. Bir harekatta 100 obüs topu kullanıldığını düşünürsek yılda sadece 5 milyar dolar obüs maliyeti karşımıza çıkar. Bir savaş uçağının attığı sıradan bir bombanın fiyatı 2500 dolar. Bir F-16’nın hiç ateş açmadan bir saat havada uçmasının maliyeti 14 bin dolar. Sadece Zeytin Dalı Harekatı’nın ilk gününde uçan savaş uçaklarımızın yakıt bedeli 1 milyon dolar.” (Aynı kaynak) 

Elbette bir halkın ve bir ulusun beka ve bağımsızlığı söz konusu olduğunda, her türlü fedakârlık ve özveride bulunulacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına yürütüle gelen bu savaş asla bir “beka” ve “bağımsızlık savaşı” değildir. Tam aksine “kardeş” addedilen bir halk ve ulusun temel haklarına karşı yürütülen işgalci, ilhakçı ve bundan ötürü de tamamen haksız bir savaştır. Dolayısıyla da böylesi bir savaşta halktan fedakârlık istemek, kardeş bir halka karşı yürütülen haksız bir savaşa, “bekamız” ve “bağımsızlığımız” aldatmacasıyla halkı da dahil etmektir.

Şayet ortada gerçekten de bahsedildiği gibi bir “beka” ve “bağımsızlık” savaşı olsaydı bu savaş, Erdoğan’ın methiyeler dizdiği “çözüm süreci” denilen o sürece asla evrilmemesi gerekirdi herhalde ki değil mi?

Kürt Ulusal Hareketi, örneğin bugün Cumhur İttifakı içinde yer alan bir HÜDA-PAR gibi federasyon bile talep etmeyip, yerel yönetimler özerkliği şeklinde, üniter devlet yapısı kapsamında son derece geri pozisyonda taleplerle çözüm talep ediyorken dört parçada; ortada hangi haklı gerekçelere dayandırılarak, hem de sırf kendi sınırları dahilinde de değil, Suriye ve Irak’ı da kapsayan bir “beka” ve “bağımsızlık” savaşı yürütüldüğü iddia edilebilir ki?

İki yüzlülüğün daniskası var burada hem de. Bir tarafta Irak’ta federatif bir çözümle şekillenen Kürt iradesini resmi olarak tanıyacaksın ve ama öte taraftan Suriye Devleti’nin merkezi otoritesini tanıyan özerk Kürt yapılanmasını kendi “beka” sorunun addedip, savaş ilan edecek ve işgal etmeye kalkışacaksın.

Çözüm sürecinin rafa kaldırılmasından sonraki 9-10 yılı bulan bu süreçte aralıksız sınır ötesi askeri operasyonlar ve fiili savaş yürütülmekte. Hem de Bahçeli’nin hesapladığı o maliyetin binlerce misli bir maliyetle süren bir savaş.

Ve kuşku yok ki bugün emekçi halkın yaşanmakta olduğu bu yoksullaşmada bunun payı son derece belirleyici bir orandadır. Bunu, Erdoğan’ın yukarıda ki itirafından da anlamak pekâlâ mümkün. 

Ortada zaten bir “beka” ve “bağımsızlık” sorununun da olmadığı kesin. O halde, yüzlerce-binlerce can kaybının yanı sıra, yaşanan ekonomik krizin de en başta gelen nedenlerinden olan bu haksız savaşı, kim ne adına sürdürme hakkını kendisinde bulabiliyor?

Tek gıdaları kan olan bir avuç ırkçı faşist yönetici zümre ve silah tekelleri dışında kimsenin çıkarına olmadığı besbelli olan bu savaşın derhal sonlandırılmasını talep etmek ve bunu örgütlü güçlü kitlesel bir güce dönüştürerek, geniş kitlelere mal ederek yapmak, bugünün son derece haklı ve meşru bir eylemli olacaktır. Bunun zemini fazlasıyla mevcuttur, yeter ki geniş bir ittifak ile, propagandası doğru ve gereğince yapılabilsin.

 

512

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

Halil Gündoğan

TKP-ML KKB’den KBDH Konsey Üyesi Çiğdem Vartinik: Her zaman tetikte, sürekli direnişte…

– Tüm dünyada askeri-politik gelişmeler yaşanıyor. Kadınlar ve LGBTİ+lar bu gelişmelerden direkt etkileniyor. Bununla birlikte yükselen bir kadın ve LGBTİ+ hareketi de var. Hemen hemen bütün eylemlerin de önünde yer alıyorlar. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Heval Sinan Dersim’e - Süleyman Gürcan

Hani derler ya bazı insanlar iz bırakır diye. Sinan'da birkaç yıllık tanışma ve ortak çalışmada bende yoğun bir iz bıraktı. Ortak çalışmaya verdiği önem, eksikliklere ve yanlışlıklara yaklaşımda örgüt ayrımı yapmadan eleştiren ve yanlışlardan ders çıkartan bir kişiliği vardı.

Bizi kim değiştirecek?

Geçen sayımızda “Aynaya Bakmak” başlığını atmış ve bireyin-bileşenin-kolektifin “körleştiği” noktada ona ayna olan yoldaşlardan bahsetmiş ve bunun “bir şans” olduğunun altını çizmiş; bununla bağlantılı olarak başarının müdahaleye-eleştiriye açık olmakla ilişkisine değinmiştik.

TKP-ML MK üyesi Meral Güzel: “Halk Tava Gelmiş Demir Gibidir, Örsle Çekiç Olmak Bizim Elimizde!”

Merhaba, öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhaba, adım Meral Güzel, TKP-ML MK üyesiyim

Hem emperyalist kapitalist sistemdeki hem bölgedeki hem de Türkiye- Kuzey Kürdistan’daki siyasi-ekonomik gelişmeler coğrafyacımızdaki devrim mücadelesinin gelişimine olanak ve fırsatlar sunan güçlü bir zeminde olmasına rağmen devrim mücadelesi istenilen boyutta değil, bunu nasıl açıklayabilirsiniz?

CIA’nın Anti-Komünist “Özgür Düşünceli” Entellektüelleri (1.Bölüm)

Giriş:

Emperyalist merkezler, dünyayı yeniden paylaşmak için hummalı bir savaş hazırlığı içindeler ve buna göre de rakiplerine kutuplaşmalar giderek sertleşmektedir. Silahlanma son hızla yapılırken, faşistleşme ve iç faşistleşme de, hemen hemen bütün ülkelerde gelişmekte, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskılar günden güne artmaktadır. Kazanılmış demokratik hak ve özgürlükler, burjuvazi tarafından gasp edilmektedir.

Egemenlerin korkularını tarihimizden aldığımız güçle büyütelim…

Türkiye işçi sınıfının ve çeşitli milliyet ve inançlardan ezilen halkımızın öncü ve önder gücü Proletarya Partisi’nin kuruluşunun 49. yılındayız. Proletarya Partisi, 24 Nisan 1972 tarihinde bir tesadüf sonucu kurulmadı.

Dünyadaki ve ülkemizdeki gelişmelerin bir iz düşümü olarak doğdu. Proletarya Partisi’nin kurucu ve kuramcısı İbrahim Kaypakkaya, hem pratik hem de politik bir önder olarak kısa yaşamında tarihi değerde araştırmalara imza attı. İçinden çıkıp geldiği politik çevrelerde iki çizgi mücadelesi verdi.

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmadı, Unutmayacak!

Partimiz TKP-ML, İbrahim Kaypakkaya önderliğinde kurulduğunda ellerinde yalnızca birkaç kırma ve dünyayı temellerinden sarsacak MLM biliminin yol göstericiliği vardı. ’71 silahlı çıkışının komünist yanı olan partimiz TKP-ML, silahlı mücadele hattında taviz vermeden ilk günkü inat ve kararlılıkla silahlı mücadeleyi bugünlere taşıyabilmiştir.

Proletarya Partisini ortaya çıkaran şartlar

24 Nisan 1972, coğrafyamızda komünist mücadele ateşinin yakıldığı tarihtir. 1920 Eylül’ünde Bakü’de Mustafa Suphi önderliğinde kurulan TKP’nin mirasçısı olarak ortaya çıkan proletarya partisinin kuruluş tarihidir. Proletarya partisinin kuruluşunun ilanı, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Kemalistler tarafından katledilmesinin ardından 50 yıllık reformizme ve parlamentarizme karşı cepheden bir ideolojik, siyasal saldırıdır/savaşımdır.

TKP-ML MK SB: Paris Komünü ışığında 49.kuruluş yılımız kutlu olsun!Bugünden yarına;Daha azimli,Daha kararlı,daha ısrarlı!

TKP-ML, 24 Nisan 1972 tarihinde İbrahim Kaypakkaya önderliğinde sınırlı sayıda kadroyla sınıf mücadelesinin pratiği içinde kuruldu. Partimizin 49. kuruluş yıldönümünü kutladığımız bu yıl, aynı zamanda K. Marks’ın ifadeleriyle cennetin zaptına çıkan Komüncülerin ve Paris Komünü’nün 150. yıldönümüne denk gelmektedir.

Umutla, dirençle yoğrulan 49 yıl…

1970’li yıllar gerek dünya gerekse de Türkiye’de devrim için, devrimci girişimler için, faaliyet için uygun koşullar sunuyordu. Devrimci düşünce yaygınlaşmıştı. Bu içerikte eserler basılıyor, dağıtılıyor, okunuyordu.

Üniversitelerde tartışma toplantıları, panel ve seminerler düzenleniyor, sol örgütlenmeler genişliyordu. Devrimci durum yalnızca dünya için değil ülkemiz açısından da elverişli koşullar sunuyordu.

Fransa TKP-ML Taraftarları:TKP-ML’nin 49. Kuruluş Yılını Selamlıyoruz!

TKP-ML’nin kuruluşunun 49. yılındayız. Bugün, çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfının gerçek öncüsüne kavuşmasının 49. yılını kutluyoruz.

Türkiye Komünist Partisi Marksist-Leninist (TKP-ML) İbrahim Kaypakkaya’nın teorik ve pratik önderliğinde 24 Nisan 1972 tarihinde kuruldu.

Sayfalar