Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.
Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.
Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.
Bu durum Avrupa ülkeleri gibi burjuva hukukun işlediği ülkelerde de, ülkemiz gibi faşizmle yönetilen ülkelerde de benzer uygulamaların yaşanmasını beraberinde getiriken aynı zamanda bu uygulamaların yerine getirilme biçiminde veya yeni daha ağır tecrit uygulamalarının hayata geçirilmesi noktasında da birbirinden öğrenme süreci yaşanmaktadır.
Tutsaklar üzerinden, mücadele edenlere mesaj vermek ve bu şekilde toplumu sindirmek alışılagelmiş bir durum iken, dünya üzerinde sağcı-faşist hareketlerin yükselişte olması tutsaklar üzerindeki tecridin her geçen gün ağırlaştırılmasının da zeminini sunmaktadır.
Ancak bilinir ki; şiddet, baskı ve sindirme ne kadar ağırlaşırsa karşısındaki gücün bir yerden sonra kazanın kapağını atması kaçınılmaz olacaktır. Diyalektiğin yasaları burada işlemekte, şiddet ve baskı karşısında daha fazla direniş ve mücadele bir şekilde hayat bulmaktadır. Bu gerçek, mücadele tarihi boyunca çokça örnekle karşımıza çıkmıştır, çıkmaya da devam etmektedir.
Faşizmin ağır koşulları altında tecrid ve baskı elbetteki daha ağır yaşanır ancak burada da bu ağır tecrit koşullarına devrimcilerin, komünistlerin direnişle yanıt vermesi mücadele tarihi boyunca çokça rastladığımız bir durumdur. Diğer taraftan sözde burjuva demokrasisinin uygulandığı Avrupa ülkelerinde de -2015 yılında ATİK’e dönük operasyonda olduğu gibi- tutsaklar uzun yıllar hapishanede ve ağır tecrid altında tutulur. Yine bu örnekte olduğu gibi emperyalist-kapitalist ülkelerin gerici faşist devletlerle işbirlikçi tutumları çok açık olur. Devrimcilere, komünistlere dönük cezalandırma yöntemleri, buna dair yasaları, yönetmelikler çoğu zaman birbirinden kopya edilir.
Egemenler birbirinden öğreniyor
Mevcut tecrit uygulamalarının ağırlaşması karşısında devrimci-komünist hareketlerin bunu kırma anlamındaki mücadelesi ve pratikleri elbette olacaktır. Almanya’daki burjuva demokrasisine rağmen operasyon sonrası yaklaşık 5 yıl tutsak edilen ATİK’lilere uygulanan tecrit ile Fransa’da tutsak edilen George Abdullah’a uygulanan tecrit emperyalistlerin biribirinden öğrendiklerini gösteriyor.
Fransa’da tutuklu bulunan Lübnanlı George Abdullah, cezası 20 yıl önce dolmasına rağmen Fransız yetkililerin onay vermemesi nedeniyle demir parmaklıklar ardında kalmaya devam ediyor. Hapiste geçirdiği en az 36 yılın ardından “Fransa’nın en eski mahkumu” olmak durumunda kalan George Abdullah, tutsaklık halinin devamı için yasal bir gerekçe bulunmaksızın Fransa tarafından alıkonuluyor.
Hindistan’daki Maoist tutsak Dr.G.N.Saibaba’ya uygulanan tecrit yine oldukça benzerdir. % 90 fiziksel engelli ve tekerlekli sandalyeye bağlı olan Saibaba dosyasından beraat etmesine rağmen tahliyesi engellendi.
İsrail’de Filistinlilere dönük saldırılar ve gözaltına alınanların hapishanede tutulma biçimi, Afganistan’da tutsaklara uygulanan ağır koşullar, tecrit içinde tecrit edilmesi, İran’daki idamlar ile Türkiye’deki hasta tutsakların ölmeden hemen önceki gün tahliye edilmeleri aynı düşman hukukunun işlediğinin göstergesi değil midir?
Türkiye ve T.Kürdistanı hapishanelerindeki tutsakların 2015 OHAL döneminden itibaren çok daha ağır bir tecrit uygulamasına tabi tutulması bir yanda iken başta müebbet alan 30 yıllık tutsakların tahliye edilmeyerek, faşist TC’nin kendi yasalarına dahi aykırı davranarak, hapishane gözlem kurulunu ikinci yargılama merci atanması kılıfına uydurma biçimidir. 2015 OHAL kararnamelerinin kalıcı hale getirildiği en bariz örnekler hapishanelerdir. Bu tarihten itibaren devrimci, ilerici muhalif gazeteler, teorik dergiler tutsaklara verilmedi.
Tutsakların dışarısı ile birlikte verdiği çaba sonucu dergiler için abonelik sistemi ile dergilerin verilmesine bir olanak yaratılırken, bu kez de abone olsalar da binbir bahane ile politik dergiler verilmiyor veya 5 yıl için en fazla 3 dergi veriliyor. Tutsakların 3 kişi görüşçü hakkının, görüşçü olan kişinin hakkında herhangi bir dava olmaması şartına bağlaması ve çoğu kez kişinin “güvenlik soruşturmasına takılması” durumu ise rutinleştirildi. Hemen her hapishanede tutsakların okumasının önünde bir engel olarak kitap sınırının getirilmesi gerçek anlamda tecrit uygulamasıdır. Günde belki bir kitap okuyan tutsağın ayda üç kitaba mecbur edilmesi tecridin ne kadar boyutlandırıldığının göstergesidir.
Bu tecrit içinde tecrit örneğinin en ağırı PKK lideri Abdullah Öcalan üzerinde yaşanmaktadır. Ailesi ve avukatları ile görüştürülmeyen Öcalan üzerinde tecrid ile Kürt halkı cezalandırılmak, baskı altında tutulmak istenmektedir. Bunu kabul etmek ve bana sessiz kalmak mümkün değildir.
Tutsak Partizanlar açısından tecridin tüm tutsaklara uygulandığı gün gibi ortadadır. Açık bir şekilde ifade etmek gerekir ki, Tutsak Partizanlar bu tecridi kırmak için yoğun bir çaba içindeyken buna ortak olmak bu mücadeleyi dışarıdan güçlendirmek, büyütmek durumundayız.
Her adım, tecridin kırılmasına hizmet edecektir!
Hemen her Tutsak Partizan, sürekli okuyan, araştıran yazan, kitap çalışması ile oldukça verimli bir tutsaklık dönemi içindedir. Tutsak Partizanlar, dışarıda baskı ve sindirmeyle mücadelenin gerilemiş olması karşısında bir an umutsuzluğa düşmeden; yazı yazan, mektup ile dışarıyı anlamaya-okumaya çalışan, yüksek moral ile dışarıyı okuyan ve bu analizleri ile çoğu kez dışarının analizlerine benzer bazen çok daha isabetli ve öngörülü bir analiz-sentez içeren verimli çalışmalar yürütmektedir. Tutsaklarımızın bu çabasına yeterli karşılığı veremediğimiz ortadadır. Ülkede olsun veya olmasın her devrimcinin, Partizan’ın tecrid içinde tecrid edilmeye çalışılan tutsaklarımızla daha fazla bağ kurma, mevcut tecridi kırmanın yollarını arama mücadelenin bir parçası olmalıdır. Çokça ifade ettiğimiz gibi hangimizin ne zaman tutsak olacağının asla garantisi yoktur, bugün kırmak için uğraştığımız tecrid, yarın yeni bir tutsak için açacağımız yol veya yaratacağımız koşullardır. Türkiye cephesinden tutsaklarımızın kitap istekleri, temel ihtiyaçları, dışarı ile kurmak için mektupları, yazıları, kitapları ile mücadeleye katkılarını artırmak için harcadıkalrı yoğun bir emeğe dışarıdan doğru daha fazla karşılık yanıt vermemiz gerektiği açıktır.
İçerdeki tecridi kırmanın en temel yolu dışardakilerin içeriye daha fazla kulak vermesinden sahiplenmesinden geçmektedir. Elbette bu aynı zamanda kolektif bir çabayı gerekli kılmaktadır. Tutsağın görüşüne düzenli gidilmesinden, dışarıya ulaştırdığı yazı-makale ve kitaplarının dizilmesine temel ihtiyaçlarının satın alınarak giderilmesine kadar hemen her başlıkta atacağımız bir adım, her geçen gün ağırlaşan ve boyutlanan tecridin kırılmasına hizmet edecektir.
Bu çabanın kollektifleşmesi, mektuplaşmanın daha fazla gündemleşmesi, dışarı ile bağın daha fazla kurulması sınırlara takılmamalıdır. Her yoldaşın bir politik tutsak ile mektup arkadaşı olması tartışılmalı, bu mektuplaşma karartılmak istenen karanlık hücrelere dışarının küçükte olsa bir ışığı, sıcak bir sohbetin vesilesi haline getirilmelidir.
Mücadelemizin bir parçası daima hapishaneler, tecrid altında tutulan tutsaklarımızın dışarı ile kuracağımız bağlar olmalıdır. Ayrıca mektuplaşmayı sadece tutsağın dışarı ile bağı şeklinde de görmemek gerekir, aynı zamanda bir tartışma, politikleşme aracı olarak görmek gerekir. Tutsak ailelerimiz mevcut tablo içinde örgütsüz durumdadır ancak birçoğu yakınının dışarıdaki sesi soluğu olmuş bizimle önemli bir bağ ilişki geliştirmiş giderek politikleşmiştir.
Tutsağın bir kelamı, bir selamı, bir kartı aileler için büyük önem taşımaktadır. Ailelerimizle kuracağımız bağın giderek gelişmesi tecridin kırılması mücadelesine de katkı sunacaktır.
Son Haberler
Sayfalar

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)