Tarih Tanıktır: 24 Nisan’da Kaypakkaya Çizgisinin Doğuşuna
Yüzyılda Ülkemiz iki önemli tarihi zelzeleye tanıklık etti. 24 NİSAN. Öyle ki, her iki toplumsal olay tarihimizde silinmez ve silinmeyecek izler bıraktı. Hele ki bu silinmez tarihi olay aynı güne denk gelmişse - ki öyle- bir o kadar daha önemli ve de değerlidir. Tarihimizde bazı yaşanmışlıklar vadesi dolduğunda unutulur, tarih sahnesinde silinip giderler. Ve kendi kendini tasfiye ederler.
1915 -24 Nisan'da insanlık için büyük felaket olarak da anılan, Ermeni soykırımı doruk noktasına vardırılmıştı. Osmanlı imparatorluğunun son Sultanı Vahdettin, İtaat- terakki cemiyeti ve bu cemiyetin başını çeken, Enver Paşa’nın, Talat Paşa'nın ve padişahın yaveri Binbaşı Mustafa Kemal bu soykırımın baş sorumlularıdır. Yaşanan emperyalist birinci paylaşım savaşında Alman İmparatorluğu'nun yanında savaşa girmiştir Osmanlı. Kafkas, Kırım Savaşları bilinir ki uzun yıllara yayılan savaşlar olup, 1850 sonrası bütün Kafkaslarda Kırım 'a hâkim olma üzerine oluşmuştur.
1900’lerin başlarında süren savaşlar bunun bir parçasıdır. Birinci paylaşım savaşı içerisinde gerçekleştirilen Ermeni soykırımında Osmanlı imparatorluğunun rolü kadar, Alman emperyalizmin rolü de büyüktür. Soykırımın planlayıcısı, onaylayıcısı ve suç ortağı Alman emperyalizminin ta kendisidir Alman resmi belgeleri hiçbir şüpheye yer bırakmadan, kendileri itiraf etmektedir. Bu büyük soykırım felaketinin sorumlularından biri de Alman devletidir. "Alman imparatorluğunun çıkarları önemlidir, Ermenilerin isterlerse kökünü kazsınlar, bizi ilgilendirmez." denmiştir.
Bu, soykırım tarihin bize bıraktığı bir utançtır. Unutulmaz bir kara lekedir. Ancak bu utancı lanetlemek, bir ulusun barbarca yok edilişini teşhir etmek, kınamak bizlerin görevidir. Ancak bu tarihi haksızlığı teşhir ederken, sosyal ve sınıf mücadelesinin önüne konulmasını doğru göremeyiz. Tarihi haksızlıkları geri getirmenin mümkünü de yoktur. Ülkeler tarihinde bir daha asla yaşanmasına müsaade edilmemesi gereken soykırım ve yıkım utancı Ermeni soykırımı 24 Nisan'da resmi tarih oldu.
İkincisi ise, 60 yıl boyunca Türkiye’de devlet tarafından yapılan katliam, soykırım, vahşet ve sürgünleri dillendirmeyen, hatta bu katliam ve soykırımları bazen açık, bazen gizli ama manidar şovenist gerekçelerle Türkiye devrimci hareketi tarafından savunulmuştur. Bu yanlış Kürdistan'da ve Dersim'de yapılan katliam ve soykırımda da aynı yol izlenmiştir. Türkiye ve dünya komünist hareketi de dâhil olmak üzere, Osmanlı'nın ve faşist Türk devletinin yaptığı katliamlara aynı yanlışlarla yaklaşmış ciddi hatalar işleyerek bizlere kötü miras bırakmıştır.
İşte tamda böylesi bir dönemde Kaypakkaya çizgisi Türkiye ve Kürdistan topraklarında filizlendi. Kemalist faşist Türk devletinin katliamcı, soykırımcı, şovenist niteliğini bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Dönemin tescilli revizyonisti Perinçek başta olmak üzere TİP, TKP ve versiyonlarının ne derecede Kemalist Türk şovenizminin etkisinde kalarak, "sosyalist, komünist olma" adına, Türkiye ve Kürdistan devrimine nasıl zarar verdiklerini açığa çıkardı. Türk solunun kanına zehir bir virüs gibi bulaşan şovenizm, kendisini "Kemalizm’e hayranlıkla" buluşturuyordu. Şimdi bu gerçeği söylediğimizde birçok sol hareket alınganlık gösteriyor. Gerçek olan şu ki, Kaypakkaya Boran’dan Aren'e, Kıvılcımlıdan, Mihri Belli'ye, Aybar'dan Boratav'a kadar 'milli sosyalist’lere, karşı amansız bir ideolojik mücadele yürüttü. Kemalist ideolojinin devrimcilerin kanına işlemiş şovenizm olduğunu deşifre etti. Kürt ulusunun kendi kaderini ancak tayin edebileceğini, bunun kayıtsız şartsız savundu. Söze 'sosyalist olduğunu, Kürtlerin haklarını sunduklarını' söyleyen, gerçektense hâlâ 'Türk ordusuna bel bağlayıp, "Ordu gençlik el ele "sloganıyla yürüyen ,"Samsun'dan Ankara'ya yürümeyi, Kemalizm’i örnek alıyorum noktasında birleştiren "küçük burjuva devrimciliğinin ne vahamette olduğunu açığa çıkardı.
Ve herkesin gözleri önünde, Kemalist faşist diktatörlüğü yıkmak için, yoldaşlarıyla bir araya gelerek 24 Nisan'da, Türkiye Komünist Partisi -Marksist -Leninist'i kurdu. Böyle bir partinin öncülüğünde halk ordusunun kurulmasını programına koydu. Devrimin halkın eseri olacağından yola çıkarak, halk iktidarının kurulması için, Halkın Birleşik Cephesine ihtiyaç olduğunu bunun çalışmalarının durmaksızın yürütülmesini, kızıl siyasi iktidarlar kurulduktan sonra gerçek anlamda" işçi -köylü ittifakını temel alan, küçük burjuvazinin ve milli burjuvazinin de sol kanadını içine alan proletarya önderliğinde Halkın Birleşik Cephesi’nin kurulması gerektiğini" savundu. Bu üç silahın bizi demokratik halk iktidarına, durmaksızın sosyalizme götüreceğini büyük bir kararlıkla savundu. Bu üç silahtan birinin eksik olması halinde demokratik halk devriminin gerçekleşmeyeceği gerçeğini gördü. Kırlardan şehirlere uzun süreli bir halk savaşıyla faşist Türk devletinin ancak yıkılabileceğini, halk savaşını ön aşaması olan gerilla savaşının hemen, kısa bir hazırlık sonrası başlatılması gerektiğini önemle vurguladı ve bunun gereklerini yerine getirerek faşist diktatörlüğe karşı gerilla savaşını başlattı. İdeolojisine uygun davrandı, devrimci teoriyle -pratiğin iç içeliğini, teorinin doğruluğunun veya yanlışlığının ancak pratiğe uygulanarak ortaya çıkacağını söyledi. Uzun süreli halk savaşıyla iktidarı parça parça kırlardan şehirlere doğru, halk iktidarlarının kızıl siyasi iktidarların oluşumuyla inşa edileceğini önemle vurguladı. Halk Cephesi, İttifaklar, Güç birlikleri, Eylem birlikleri ne anlama geliyor? Kaypakkaya bunlara açıklık getirmiş, net tavır takındı.
Kurulacak demokratik halk iktidarının, işçi köylü temel ittifakına dayanan, özünü proletarya diktatörlüğü oluşturduğuna önemle vurgu yaptı. Demokratik halk devriminden durmaksızın sosyalizmi inşa edeceğimizi, sosyalizme geçileceğini savundu. Sürekliliği sağlanmış, kendini durağanlıktan kurtarmış, alt yapıda olduğu kadar üst yapıda da sosyalist kültür, devriminin belirleyici niteliksel dönüşüm sağlayan önemini vurguladı. TKP/M-L'nin Çin'de gerçekleşen Proleter kültür devriminin ürünü olarak, ülkemiz topraklarında doğduğunu; ideolojik, teorik ve pratik olarak ilan etti.
Sosyalizmde sınıfların var olduğunu, sınıf mücadelesinin ürünü olan devletin sınıflar var oldukça, baskı aracı olarak varlığını sürdüreceğini önemle açıklığa kavuşturdu. Proletaryanın sınıfları kaldırarak devletin işlevine ve kendi varlığına da son vereceğini , 'inkârın inkârının' ne anlama geldiğini bize kavrama yolunu açtı. Modern revizyonizmin partiyi ideolojik, siyasi ve işlevsel alanda nasıl ele geçireceğini, Kruşcev, Brejnev modern revizyonizminin nasıl kaleyi içten ele geçirdiğini gördü. Sovyetler Birliğinin sosyalizmden geriye dönüştüğünü, devlet kapitalizmi denen, bürokratik kapitalizmin üst yapıya ve alt yapıya egemenlik kurduğunu ülkemizde ilk kez açıklayarak, bunun teorik temellerini ortaya koyan oldu. Sosyalist devlette üst yapının belirleyici olduğuna önemle vurgu yaptı. Sosyalist alt yapının inşasına klasik anlamda alt yapı söylemlerini yerle bir etti. Sosyalizmden nasıl geriye dönüşlerin olduğu veya olacağı bilimsel gerçeğine önemle parmak bastı.
Komünist partisinin varoluş koşulunu, sınıflı toplumun varlığıyla diyalektik bağlantısını gördü. Sınıflar var oldukça, komünist partisi içerisinde de iki sınıf, iki çizgi mücadelesi sürekli var olacaktır. İçerisinde bulunulan her şart ve koşulda değişik çelişkiler ortaya çıkar. Bu komünist partisinde de kaçınılmaz yansıma bulur, dedi.
Bir ikiye bölünür. Çelişkiler doğru yöntemle ele alınırsa eğer, uzlaşmaz gözüken çelişki ikna, düzeltme yoluyla uzlaşır çelişkiye dönüşür. Uzlaşabilir çelişkiler doğru yol ve yöntemle ele alınmaz, sekter, yanlış yol izlenirse uzlaşır çelişki, uzlaşmaz çelişkiye dönüşür ve birinin hâkimiyetiyle sonuçlanır. Maoist felsefe bakış açısına ülkemiz topraklarında hayat bulma tohumunu ekti.
Her zaman doğru olan başarı kazanır diye bir şey yoktur. Bazen yanlışlar içerisinde bulunulan konjonktürel durumdan kaynaklanan güçler dengesi ve de değişik nedenlerden doğru olanın yenilgi almasına, azınlıkta kalmasına sebep olur, gerçeğini bize öğretti.
Doğruda ısrar etmenin, hatalardan arınmanın, eleştiri özeleştiri silahını her koşulda uygulama prensibini bizlere öğretti. Bir komünistin kendi hatalarına karşı acımasız olması gerektiğini, bizleri ilerletecek geliştirecek yegâne yolun bu olduğu kültürünü bize aşıladı.
Devrimi parti değil, kitleler gerçekleştirir, o sebeple kitlelere güvenmemiz gerektiğini, kitlelerin bizlere güvenmesi içinde doğru bir kitle çizgisi izlememiz gerçeğini uzun tartışmalar sonucu belirleyerek bize yol gösteren kılavuzumuz oldu. Partinin öncü rolüyle, devrimi kimlerin gerçekleştireceği noktasında komünist kitle çizgisini ne olduğunu açıklığa kavuşturdu.
Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım proğmatik görüşlerin yaratılması için, anti Marksist- Leninist sol akımlara karşı amansız bir mücadele yürüttü. Burjuva devletin özünü, niteliğini açıkladı ve Marksist devlet anlayışına teorik olarak netlik kazandırdı.
Devrimci hareket içerisinde atmış yıla yakın milliyetçi etki altında kalan, şovenizm zehirini hala kanında taşıyan Türkiye ve Kürdistan soluyla hesaplaşma içerisinde, Kaypakkaya çizgisi ortaya çıktı. İttaat- Terakki’nin, atmış yılı aşkın Türkiye devrimci hareketi içine zehirini zuhur ettirmesi, devrimci hareketin kendine öz güveni kaybederek, Kemalizm’e bel bağlaması ciddi bir travmaydı. Sol hareketin vücuduna zuhur eden bu kanın temizlenmesi ve hastalığın tedavi edilmesi gerekiyordu. İşte bu ölümcül hastalığın tedavisine ilk hançeri, Kaypakkaya vurdu.
Perinçek gibi azılı bir şovenist -Kemalist ideolojinin teorik savunucuyla hesaplaşarak milliyetçilik üzerinde şekillenen devrimcilikle yollarını ayırdı.. 10-12 1971 Nisan toplantısında yukarıda belirtilen hesaplaşma tamamlanmıştı. Örgütsel ayrılık netleşecek, yeni bir komünist oluşumun yolları açılacaktı. 22 Şubat 1971 de sıkıyönetim ilanı içerisinde bulunulan şartlar Kaypakkaya ve yoldaşlarını kazanılması gerekli kadro ve militanlara ulaşmak, onlara, düşünce ve yaşanan ideolojik, siyasi ayrılık noktalarını anlatmak, ikna etmek ve demir tavında dövmekti. Herkesin önünde dalgalanacak kızıl bayrağın programını açıklamak, teorik temelini dosta -düşmana ilan etmekti. Aradan geçen bir yıllık iki çizgi mücadelesi, bir arada kalmanın tüm şartlarını ortadan kaldırdı. Kaypakkaya’nın yazdığı, şekillendirdiği, programa tekabül eden ve örgütsel ayrılığı ilan eden, TKP/M-L'nin doğuşunu selamlama 24 Nisan 1972 'gerçekleştirilir. Bu tarihi gün parti birinci Konferansı'nda resmiyet kazanarak, oy birliğiyle onaylanır.
Ermeni soykırımının yapıldığını ilan eden Tarih’te, 24 Nisan’da yani karanlık, yas ve acılarla dolu bir günde; TKP/M-L kuruluşunu, doğuşunu ilan etmesi bilinmeli ki, bir o kadar daha anlamlı tarihi özellik taşımaktadır. Kaypakkaya, TKP/M-L’nin kuruluş programından bir buçuk milyon ERMENİNİN SOYKIRIMA UĞRATILDIĞINI AÇIKLAMIŞTIR. Bu gerçeği ülkemiz topraklarında ve dünya sosyalist hareketinde dile getiren, açıklayan, savunan çıkmamıştır. Eğer ki, bugün ülkemizde ve bir bütün devrimci hareketlerde Ermeni soykırımı tartışılıyorsa, bu tartışmayı yaratan, soykırım gerçeğini karanlığı parçalayarak aydınlatan KAYPAKKAYA ve onun ardıllarıdır. Gerisi koca bir teferruattır.
1978 Şubat'ta TKP/M-L'e yapmış olduğu birinci Konferansı’nda, 24 Nisan’ı partinin kuruluş günü ilan etti.1972’de 24 Nisan'da TKP/ M-L kurularak karanlığı aydınlığa kavuşturma mücadelesini devam ettiriyor. Kaypakkaya’yı Kaypakkaya yapan, emperyalizme, faşist diktatörlüğe ve gericiliğe korku salan, onun, bilimsel teorik tahlilleri ve bunun sonucu ortaya çıkan, ideolojik, siyasi, kültürel ve örgütsel varlığıdır.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)
Comment form