TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği:Cüreti Kuşanıp Mücadeleyi Seçen Kadınlar Saraylarınızı Başınıza Yıkacak!
Enternasyonal proletaryanın, özel olarak da emekçi kadınların yarattığı değerlerin başında gelir 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü… New York’lu dokuma işçisi kadınlar, 1857 yılında ücretlerinin yükseltilmesi ve çalışma saatlerinin düşürülmesi için direnişe geçmişler ancak tarihe geçeceklerini düşünmemişlerdi muhtemelen. Kapatıldıkları fabrikada çoğunluğu kadın 129 işçinin bedenini yakan ateş, nesillerdir kadınların elinde, üzerine yeni değerler katılarak büyütüldü-büyütülüyor. Bugün de bu ateş, kadınların elinde sömürücülere, kadın katillerine, işkencecilere, işgalcilere korku salan bir yangına dönüşüyor.
8 Mart’ı yaratan New York’lu kadınların bu direnişi olsa da biz kadınlar özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte aldığımız yenilgiye karşı hiçbir zaman direnmekten ve isyan etmekten vazgeçmedik; “cadı” olarak yakılmaktan, insan olarak görülmemeye kadar varan bedenimizin, emeğimizin ve kimliğimizin sömürülüp baskı altına alınmasına sessiz kalmadık. İsyan ve direniş bin yıllardır mayamız oldu bu nedenle de.
1789 Ekim’inde, Fransa’da “Ekmek Ayaklanması”nı başlatan küçük bir kızın davulunda yankılandı sesimiz. “Ekmek yoksa, biz de saraylarını yıkarız” dedik. Manhattan ve Lyonlu kadınların kapitalizme karşı yükselttiği sesin melodisi olduk, barikatlara bir taş da biz koyduk. 1793’te yiyecek maddelerinin kendilerinin saptadığı fiyatlardan satılması için dükkanları basan çamaşırcı kadınların sudan buruşmuş elleriydik. 1876’da Osmanlı tarihinin ilk bağımsız kadın grevi olan Feshane Grevi’ni örgütleyerek Babıali’ye yürüyen elli kadının ayak sesleriydik. 1888’de insanlık dışı çalışma koşullarına rağmen, patron tarafından zorla “koşullardan mutlu” olduklarını yazan kağıda imza atmaları istenmesi üzerine greve çıkan “Kibritçi Kızların” aleviydik. 1905’te Kışlık Saray’a yürüyen kadınların ve çocukların, askerlerin ateş açmasıyla akan kanıydık… En nihayetinde 1910’da yani 110 yıl önce 2. Enternasyonal Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in, 8 Mart’ı, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan etme önergesini sunan sesiydik. O tarihten sonra da her 8 Mart’ta, sokağa çıkan tüm kadınların sesi, yüreği, talepleri, haykırışı, isyanı, öfkesi, direnişi olduk, olmaya da devam ediyoruz.
Elbette o noktada durmadık… Sınıf bilincimize kadın cinsiyet bilincimizi de ekleyerek, patriyarkal sömürücü sistemlere karşı mücadelenin her alanında yine biz de vardık! Ne kadar üzerimize siyah bir perde gerilip görünmez kılınmaya çalışılsak da hep oradaydık. Cesaretimizi kuşanıp, Novamed’de, Flormar’da, TEKEL’de kadın direniş ve dayanışmasını ördük. Gezi İsyanı’nda göğsümüzü tazyikli suya, biber gazına siper ettik. İsviçre’de, İzlanda’da, Amerika’da, Arjantin’de, Şili’de, Polonya’da… grevlerle hayatı durdurduk. “Ni Una Menos” diyerek kadın kırımına karşı dünyanın her yerinde milyonlarca kadın, birlikte yürüdük. Mısır’da kürsülere çıkıp binlere seslendik, kitleleri direnişe çağırdık yoksulluğa karşı. Rojavalı olduk, dünyanın en vahşi çetelerinden biri olan DAİŞ’e karşı savaştık, onların korkulu rüyası haline geldik. Türk devletinin işgal saldırılarına karşı toprağımızı ve devrimimizi savunduk. Şili’de “Katilim Sensin” diye haykıran ve tüm dünyaya yayılan Las Tesis dansının notaları olduk. Meksika’da Escamilla’nın işkenceyle katledilmesine karşı Anayasa Mahkemesi’ni ve işkence edilmiş bedeninin fotoğraflarını yayımlayan La Prensa gazetesinin aracını yakanlar arasındaydık. 2016 darbe girişimini lütuf olarak kabul ederek, sıkıyönetim düzenine geçen AKP-MHP iktidarına karşı sokaktan eve dönmeyenlerdik. Faşizmin tüm saldırıları karşısında, kahkahalarımızla direnenlerdendik.
Velhasıl, dizimizi kırıp evde oturmamız, hamile hamile sokağa çıkmayıp ama 3-5 çocuk doğurmamız, kahkaha atmayıp makul kadın olmamız, sessiz sedasız katledilmemiz, düşük ücretle, uzun saatler, güvencesiz çalışmak üzere uysal emekçiler olmamız vs. vs. tembihlenip gözdağı verilerek bize sundukları hayatı reddettik, reddediyoruz!
1857’de New Yorklu kadınların dizginsiz kapitalist sömürüye, baskıya, köleliğe karşı savaş ilanıydı 8 Mart. Bugün de düşük ücretlerle çalıştırılıyor, dünyanın hiçbir yerinde eşit işe eşit ücret alamıyoruz. Bugün de uzun çalışma saatleri ve kötü çalışma koşullarıyla karşı karşıyayız. Bugün de işyerlerinde tacize, cinsiyetçiliğe, mobbinge maruz bırakılıyoruz. Bugün de güvenceli bir işte çalışma hakkımız gasp ediliyor. Bugün de “özel” alandan “kamusal” alana yaşamımızın her yerinde şiddetin tüm biçimlerine maruz bırakılıyoruz. Bugün de nafaka hakkından İstanbul Sözleşmesi’nin iptali planlarına kadar kazanılmış haklarımız gasp edilmeye çalışılıyor. Bugün de kadın cinayetlerinde en yakınımızdaki erkekler tarafından öldürülüyoruz. Bugün de anadilimiz yasaklanıyor, bedenlerimiz üzerinden savaş yürütülüyor. Bugün de LGBTİ+’ları katleden erkekler iyi hal bahanesiyle salıveriliyor, yeni nefret cinayetlerine davetiye çıkarılıyor. Ve fakat bugün de New Yorklu dokuma işçileri gibi susmuyor, hakkımız olanı istiyor, mücadele ediyor, savaşıyoruz…
Patriyarkal sömürü sistemini sallamak yetmez! Yerle bir edelim!
Kadınlar, ülkemizde ve dünyada her türlü baskıya, katledilmeye, sömürüye karşı sokaklarda, alanlarda sesimizi birleştiriyor, egemenlere dünyayı dar ediyor, patriyarkal sömürü sistemini sallıyoruz! Ama yetmez!
Mademki, bu sistem bizi, iki-üç-dört kat sömürüye maruz bırakıyor; yıkalım gitsin! Bunun için ihtiyacımız olan tek şey biriktirdiğimiz öfkeyi cüretimizle birleştirmek ve yaşamın olduğu gibi sınıf mücadelesinin de temel gücü olmaktır. Bunu yapabiliriz! Bunu yapmalıyız!
Tıpkı Meral Yakar’dan Barbara’ya, Ayfer Celep’ten Sefagül, Nurşen, Gülizar, Fatma ve Derya’ya; Münire’den Hatayi, Esrin ve Gamzegül’e; Nesibe’den Taybet Anaya, Güzel Şahin’e binlerce kadının yaptığı gibi! Tıpkı Arin Mirxan’dan Aynur ve Ceren’e, Dilan’dan Dilek’ten Yeliz’e, Şirin’e, Sakine’den Berna’ya… Binlerce kadının yaptığı gibi… Biz ardılları olarak, onları sonsuz bir sevgiyle kucaklayacak, kavgaya sarılır gibi sarılacağız. Her birinin anısı belleğimizde canlı kalacak, onlar gibi savaşmayı öğrenecek, onlar için de dövüşmeyi başaracağız.
İstemek, talep etmek yetmez! Herkesten daha çok çalışacak, herkesten daha çok didinecek, herkesten daha çok direneceğiz. Her alanda savaşçı, her alanda mücadeleci, her alanda uzman olacağız! Yaşamda ve kavgada maddi bir güç olduğumuzda, kurtuluşumuzun cennetine de ilk adımlarımızı atmış olacağız! Başımız hiç öne düşmeden, daima ileriye bakarak, bütün engelleri birer birer aşarak devrim için dövüşecek düzenlerini başlarına yıkacağız!
Geçtiğimiz yıl, Partimizin 1. Kongresi’nde kuruluşunu ilan ettiği Komünist Kadınlar Birliği ile daha güçlü, daha cüretli, daha savaşçı, daha militan bir yolun adımlarını atmaya başladık. Bu yıl 8 Mart yeniden doğuşumuz olsun!
Bu onurlu görev için seferber olmanın, bu misyonu yerine getirmek için ileriye atılmanın zamanıdır. Bütün kavga ve direniş cephelerinde, bütün mücadele platformlarında, yaşamın her alanında çoğalmanın; partiyarkal sömürü sisteminin tüm yüzlerinin üzerine yürüme vaktidir…
Yaşasın Partimiz TKP-ML!
Yaşasın kadınların komünist öncüsü KKB!
Dayanışma kadınların silahıdır!
TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği
Mart 2020
Son Haberler
Sayfalar
TKP/ML MK SB-KİMSE KUSURA BAKMASIN; GEBERİŞİNİZ NE “GÜZEL” NE DE “TATLI” OLACAK!
Faşist diktatörlük halka karşı en korkunç suçları işlemeye devam ediyor. Sömürü ve zulmün ölüm makinesi yüzlerce canımıza daha kıydı. Acımız ve öfkemiz büyük, yasta değil isyandayız…
Sarsıldıkça, darbe aldıkça, saltanatlarını koruma kaygısı büyüdükçe zalimleşen, en aşağılık yöntemlere başvuran, kitlelerin direniş ve isyanına kudurmuş biçimde saldıranlar, kanlı çarklarını döndürmek için var güçleriyle yükleniyorlar.
Kaypakkaya'yi Savunmak Dünya Proleter Devrimini Savunmaktir
Kaypakkaya'yi Anarken;
Kaypakkaya'yi sadece iskencede direnmek, ser verip sir vermemek ilkesi ile anmak, onun bu yonunu one cikarmak, Kaypakkaya'yi kucultmek, onu kavramamak demektir.
Kaypakkaya sadece ser verip sir vermemek, dusmana teslim olmamak ilkesi degil, o ayni zamanda;
-Proleter dunya devrimine baglilik ilkesidir
-Halka guven esas ilkesidir
-Proleteryanin felsefesi Marksizm-Leninizm-Maoizme baglilik ilkesidir
TKP/ML MK- Bugüne rehber, geleceğin müjdesidir Kaypakkaya
BUGÜNE REHBER, GELECEĞİN MÜJDESİDİR KAYPAKKAYA!
“Dibinde bir ejderha yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.” (Sabahattin Ali)
Kaypakkaya yoldaş devrimin olanağı ve iradesidir!
İşçi sınıfı ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkımız Kaypakkaya yoldaşın katledilmesi sonucu sadece devrimci bir önderini ve öncüsünü kaybetmedi aynı zamanda muazzam düzeyde aydınlatıcı bir proleter ışığını da kaybetmiş oldu.
Onun kaybıyla oluşan düşünsel-politik boşluk, bütün ağırlığıyla demokratik halk devriminin önünde durmaktadır. Unutmamak gerekir ki; devrimin önderleri ve öncüleri kolay ve çok sayıda yetişmez. Sınıf savaşım tarihi emekçilere devrimin önderlik olanağını yaratma fırsatını her zaman kolay ve rahat bir şekilde sunmaz.
Soma Roboski'dir
Soma işçi katliamı bir defa daha gösterdi ki, bu düzenin Tanrısı paradır. Söz konusu olan paraysa, insan hayatının bir sinek kadar bile değeri yoktur. Düzenin kanunlarına göre para; onur, şeref ve haysiyet gibi insani vasıflardan kat kat üstündür. Bu düzenden beslenen vampirler para için her türlü rezilliği mubah görmektedirler. "Tek vatan, tek millet, tek bayrak," diye diye halkı tavuk gibi yolmakta, devlet imkânlarını kullanarak halkın cebinden parmak ısırtan zenginliklere sahip olmaktadırlar.
Madencilerin Ölümü Kader Değil, Sermayenin Kar Oranını Arttırma Katliamıdır!
13 Mayıs günü Soma Holdinge bağlı Soma Kömür Ocaklarında yapılan işçi katliamı üzerine, gözler, bir kere daha, sermayenin kar oranını yükseltmek için durdurulamaz işçi cinayetlerine çevrildi. Bu elbette, en zor koşullarda çalışan işçilerin kaderi değil, sermayelerini arttırmak için hiç bir güvenlik ve sağlık önlemi olmayan derme-çatma denebilecek yerlerde çalıştırılmasının bir sonucudur. Burjuvazi, üretim maliyetini (değişmeyen sermaye) düşürmek için işçi ölümlerini artırmayı yeğlemiştir.
Burada bazı istatistikler vererek konuya girelim.
Kızıl Güller Kanıyor
Öyle bir coğrafyada, öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, nerdeyse yılın tüm günlerinde ve ülkenin dört bir tarafında bize yaşatılan acıları, haksızlıkları, uğradığımız katliamları protesto etmekle geçiyor ömrümüz. Ve her gün o acılarla, duygusal anlarla bir kez daha yoğruluyor her birimiz.
"Yüzünüzdeki maden karasını yıldızların kızıllığıyla aydınlatacağız"
Kaypakkaya yoldaşı andığımız bugünlerde Gezi şehitleri kervanına katılarak ölümsüzleşen Mehmet İstif ve Soma’da katledilen maden işçileri ile öfkemiz daha da büyümektedir.
Partizan : Yüreğimiz Soma’da! Yas değil isyan!
MANİSA’NIN SOMA İLÇESİ’NDE YÜKSELEN ÇIĞLIKLAR VE
YÜZLERCE MADENCİ CENAZESİ…
Aralarında, Berkin Elvan gibi 15 yaşındaki işçi çocuk Kemal’in de cesedi, kara bir torbada…
16 saat sonra enkazdan sağ çıkarılan işçi Fatih, yaralı haline bakmadan kendisi gibi emekçi olan sağlıkçılara soruyor: “Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin”…
Diğer yanda ise elinde bir kamera ile şaklabanlığa soyunan bir başbakan…
Diyalektiği güncelle!
Her faaliyet alanı bir önceki sürecin devrimci çalışmalarını kapsamlı bir şekilde örgütsel-pratiksel-yönetsel boyutuyla değerlendirmelidir. Bölge ve alanlar bu süreçte kitlelere ne kadar gidebildi? Ulaştığı, kapısını çaldığı emekçilere sistemin politik teşhirini ne kadar, nasıl yaptı? Kitleleri bilinçlendirip-örgütlemede ikna ve inandırmada ne kadar etkili ve başarılı oldu? Nasıl bir yol ve yöntem izledi ve ne kadar mesafe kat etti? Propagandanın içeriği kitleleri uyandırmak-bilinçlendirmek-harekete geçirip örgütlemek için yeterli miydi?
BİR AYDIN(LIK) HÂLİ FİKRET BAŞKAYA[*]
“Dünyamızı sorularımızın cesareti ve yanıtlarımızın derinliğiyle önemli kılarız.”[1]
Bir aydın, bir insan olarak Fikret Başkaya, önemlidir.
“Entelektüellere ihtiyaç duyan bir toplum değiliz”;[2] “Aydın kavramı raf ömrünü tamamladı. Günümüzde entelektüelin yeri filin sırtında sivrisinek olmaktan öte değil,”[3] türünden “ucuz” saptamalara karşın bundan dostun da, düşmanın da asla kuşkusu olmadı; olamaz da…